KUR'AN'DA TEVHİD
Önsöz
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Salât ve selâm Tevhid önderi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e, âline, ashabına ve Hz. Âdem'den başlayarak kıyamet gününe kadar Tevhidin hâkim olması için tağütlarla mücadele içerisinde bulunanların üzerine olsun....
Sunulan bu çalışmanın amacı, Kur'an-ı Kerim'e göre Tevhid konusunu incelemektir. Her çağda olduğu gibi, teknolojinin, materyalist ve kapitalist felsefelerin göz boyadığı ve kafa bulandırdığı günümüzde de yegâne kurtuluş yolu, Tevhid akidesine dayanan İslâmi bir yaşamı benimsemektir. Düşünce ve fikirlerin çeşitli bid'at ve hurafelerle bulandığı günümüzde, insanlığı bu kargaşa, zillet, kokuşmuş cahili bataklık ve kaostan kurtaracak yegâne prensip, tıpkı İslâm'ın ilk dönemlerinde olduğu gibi, yine Tevhid Akidesi'dir. O halde bize düşen, Tevhid akidesini aslından öğrenmek ve yeniden ona dönmektir. Ancak bu şekilde cahili hayattan kurtulabilir ve dünya milletleri arasındaki izzetimizi yeniden kazanabiliriz.
Bu düşünceden hareketle, biz de, Allah Teâla’nın son mesajı Kur'an-ı Kerinı'de “Tevhid Akidesi”nin nasıl işlendiğini çalışma mevzu olarak seçtik. Şüphesiz Cenab-ı Allah, esas manası; kendisinin varlığına, birliğine, sıfatlarına, O'na atfedilmesi icabeden vasıflara ad olan ve O'nun dengi ve ortağı olmadığını içeren Tevhid Akidesi'ni en iyi yine kendisi beyân buyurmaktadır.
Çalışmamız esnasında Yüce Allah'ın Kitab-ı Kerim'inde Tevhid'i işleyiş tarzını ortaya koymaya gayret gösterirken, Kur'an’ın usûl ve uslûplanna perde olmamaya azami derecede ihtimam gösterdik. Kur'an’ın meseleyi işleyiş biçimini ortaya koymaya çalıştık.
Çalışmamızın bölümlerini değerli bilginlerin “Tevhid” kavramını tanımlamalarından hareketle oluşturduk. Bu nedenle birinci bölümde “Kur'an'da Allah'ın Varlığı” hususuna bakışını irdelemeye, bu bağlamda Allah'ın Varlığı'nın isbat edilmeye çalışılıp-çalışılmadığını işlemeye çalıştık.
Çalışmamızın ikinci bölümünü Allah'ın birliği/birtekliği konusu üzerinde yoğunlaştırdık. Tevhid akidesinin mana ve muhtevası üzerinde durarak, Kur'an’ın Tevhid'i sunuş biçimini ortaya koymaya çalıştık. Zira İslâm, bütünüyle Allah'ın birliğine dayanır ve bu inancın sahih delilleri ancak Kur'an-ı Kerim'den neşet eder.
İslâm, Hz. Âdem'den peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar bütün peygamberlerin dini olduğu için, üçüncü bölümde Kur'an'da adı geçen peygamberlerin Tevhid inancını aktarmadaki yöntemlerine dikkat çekmeye çalıştık. Bu noktada Kur'an’ın peygamberlerin Tevhid mücadelelerinin hangi boyutunu ön plana çıkardığını gündeme getirmede azami gayret sarfettik.
İslâm'ın özü olan Tevhid akidesinin net olarak anlaşılabilmesi için özellikle iki kavramın irdelenmesi ve çok iyi bir şekilde algılanması gerekiyordu: Şirk ve Tağût. Zira Tevhid ile şirk ve Allah ile tağût zıt kavramlardır. “Her şey kendi zıddı ile kâimdir” prensibine istinaden, Kur'an’ın Tevhid'i ve Allah'ı nasıl tanıttığı hakkında doğru bir fikre sahip olabilmek için dördüncü ve beşinci bölümde bu iki kavramı ele aldık.
Çalışmamız, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ı nasıl tanıttığını hedeflediği için, altıncı ve son bölümde, O'nu tanıtmakta birinci dereceden önem arzeden ilahi isim ve sıfatlar üzerinde durduk. Kur'an'da vârid olan ilâhi vasıflar hakkında fikir vermeye ve bu meyanda Kur'an’ın Allah'ın isim ve sıfatlarında da birlenmesi hususunda ortaya koyduğu yöntemi, aslından uzaklaştırmadan tesbit etmeye gayret gösterdik.
Çalışmamızda esas kaynaklar, Kur'an-ı Kerim'in en muteber tefsirleri ve akaid ile ilgili olarak değerli İslâm alimlerinin kaleme aldığı eserler olmuştur.
Bu çalışmamın fayda sağlamasını Yüce Allah'tan temenni ediyorum. Eğer bu çalışmamız, asıl olanı doğru olarak ortaya çıkarmaya vesile olursa, arzuladığımız amaç gerçekleşmiş olacaktır. Temennimiz, samimiyetle kaleme aldığımız bu çalışmanın Kur'an mesajını kavramada Müslümanlara yardımcı olmasıdır.
Ayrıca çalışmam esnasında yardımlarını esirgemeyen kıymetli hocam Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük'e teşekkürü borç bilirim. Çaba bizden, başarı Allah'tandır.1
Giriş
Tevhid, yaratılıştan öncedir. Cenab-ı Allah yaratılış esnasında (ruhlar aleminde) yegane Rab olduğunu bütün insanlığa onaylatmıştır:
“Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahit tutmuştu. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) “Evet (Rabbimizsin) şahit olduk.” demişlerdi. (Bu) Kıyamet günü “biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. Ya da bizden önce atalarımız şirk koşmuştu da biz ise onlardan sonra gelen bir kuşağız. İşleri batıl olanların yaptıkları yüzünden bizleri helak mı edersin?” dememeniz için...”2
Ayette görüldüğü üzere Tevhid fikrinin temelleri insanlığın yaratılışı esnasında atılmıştır. Yüce Allah biricik Rab olduğunu bütün insanlara tasdik ettirmiş ve kıyamet günü yapılabilecek tüm itirazların geçersiz olduğunu daha ilk günden kendilerine bildirmiştir. 3
Cenab-ı Allah, kullarından aldığı bu söz üzerine onları bilme, düşünme ve akletme yetenekleriyle donatmış ve ayrıca onlara iyiyi, güzeli ve doğruyu gösteren peygamberler göndermiştir:
“Biz her ümmete: “Allah'a kulluk/ibadet edin ve tağutlardan sakının” diye tebligat yapması için bir peygamber gönderdik.”4
Görülüyor ki Tevhid inancı, akidenin esasıdır. Şeriatın tümü onun için indirilmiş, bütün Rasuller ve Nebiler, Hz. Adem (a.s.)'dan, nebi ve rasullerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar hep o inanca çağırmışlardır.
İslâm dininin temel öğretisi ve ilk rüknü birlemek manasına gelen “Tevhid” inancıdır. Daha sonra tahrif edilmiş bütün vahye dayalı dinlerin de özünde değişmez bir gerçek olan tevhid prensibi yatmaktadır.
Kısa ve öz olarak la ilahe illallah ifadesiyle açıklanan tevhid akidesi İslam dininin temel rüknüdür. Bu sebeple Tevhid, sadece Allah'ı birlemek demek olduğu gibi, İslâm'ın hemen hepsini kuşatan bir kavram olarak da algılanmıştır. “İslâm dini, Tevhid dinidir” cümlesi aynı anlamı içermektedir. Bu cümleden olarak diyebiliriz ki, bu temel akideye dayalı olan İslâm dininin ana hedefi insanları şirkten, tağûtlardan ve küfürden kurtararak Allah'ın birliğine inandırmak, kalplerde bu ruhu yeşertmek, ikiliği ortadan kaldırmak ve Allah'ın bir tekliği fikrini yerleştirmektir. 5
“Lâ ilahe illallah” sözcüğü İslâm dininin temel rüknü olduğuna göre Tevhid olmadan İslâm dininden de bahsetmek mümkün olmaz. Bu yüzden İslâm'da şer'i ilimlerin temeli ve aslı kabul edilen Tevhid'in ilk olarak açıklanması, tebliğ edilmesi ve beyan olunması gerekmektedir:
“Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: “Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin” diye vahyetmişizdir.”6
Aslında Kur'an-ı Kerim Tevhid'in, yani “Lâ ilahe İllallah” in manasını açıklamak üzere gönderilmiştir. Bu itibarla o şirki ve benzerlerini reddediyor. 7
Kısa ve öz tanımı ile la ilahe illallah olarak bilinen Tevhid akidesinin, küçük bir şüphe kabul etmeden, saf ve katıksız bir şekilde yerleşmediği bir kalpte hakiki imandan bahsetmek mümkün değildir. 8 Hakiki bir iman için de Allah'a imandan önce tağutları tanımamak, onları reddetmek gerekir:
“...Kim tağutu inkar eder ve Allah'a iman ederse, şüphesiz kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.”9
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsirinde yukarıdaki ayetle ilgili şunları söylemektedir: “Mü’min-i Muvahhid olmak için, Allah'a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da tağutlan asla tanımamaya azmeylemektir. Bu suretle “Kim Tağut'u inkar edip de Allah'a iman ederse” ayeti “Lâ ilahe İllallah” kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir.”10
Bu nedenle Allah Rasulü (s.a.v), kendisinden önceki peygamber halkasının sonuncusu,: olarak yüce önderlerin izinden hiç sapmadan çevresini ve daha sonra da tüm insanlığı Tevhid akidesini kabullenmeye çağırmıştır. Rasulullah (s.a.v.) m tüm insanlığı içerisine alan bu kutsal çağrısıyla beşeriyeti, içerisinde boğulmakta oldukları cehennemi şirk bataklığından kurtarmak ve aydınlık yol âlân Tevhid'e davet etmeye başladığında görülüyor ki, onun üzerinde en titiz ve tavizsiz olarak durduğu konu tevhid in, yani “Lâ İlahe İllallah”ın doğru anlaşılması olmuştur. Ve yine görülüyor ki, en fazla tepki ile karşılaştığı husus da yine tevhid yani “Lâ İlahe İllallah” olmuştur. Yüce İslâm peygamberi Tevhid akidesinin aslına uygun olarak bilinip yaşanması, şirk mefhumundan da aynı şekilde bütün boyutlarıyla algılanarak ondan uzak-laşilması için var gücüyle çaba sarfetmiştir:
“De ki: “Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz? Andolsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de (şöyle) vahyolunmuştur: Andolsun eğer Allah'a ortak koşarsan işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun. Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.”11
Demek ki, mü’min olmanın, Allah'ı kabul etmenin anlamı, Tevhid akidesinin net olarak, saf, arı ve duru olarak insan kalbine yerleşmesi ve buna bağlı olarak insan hayatında, yani pratikte tezahür etmesidir. Buna Allah'ın insan hayatına hükmetmesi de diyebiliriz. İnsanın Allah'tan gayrı bütün sahte ilahları reddetmesi... Sadece Allah'ın kopmak bilmeyen sağlam kulpuna yapışarak, diğer bütün iplerin kesilmesi... İşte Tevhid'in ruhu budur.
Tevhid, mü’min hayat metodudur. Diğer İslâmi bütün rükünler bu genel prensibe bağlıdır. Bu itibarla Tevhid mefhumu, yani “Lâ İlahe illallah” prensibi İslam'da bütün anlayış biçimlerinin mihrakını teşkil eder. Diğer bütün rükünler, prensipler ve fikirler bu yüce mefhumun etrafında örülür. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki insan, Tevhid akidesi konusunda net bir düşünceyi kazanıp bir karara varmadıkça, bu konuda sabit bir görüşe ulaşmadıkça, diğer İslâmi hiçbir konuda sıhhatli bir sonuca ulaşamaz.
Her zaman olduğu gibi, teknolojinin, materyalist ve kapitalist felsefelerin göz boyadığı ve kafa bulandırdığı günümüzde, bizi bu kargaşa ve zillet bataklığından kurtaracak yegane prensip Tevhid akidesidir. Tıpki İslâm'ın ilk dönemlerinde olduğu gibi... 12 O halde bize düşen, Tevhid akidesini aslından öğrenmek ve yeniden ona dönmektir. Ancak bu şekilde cahiliyyenin bataklığından kurtulabilir ve yeniden dünya milletleri arasındaki izzetimizi kazanabiliriz... Kur'an Allah Teâla’nın varlığını ispat etmeyi değil, O'nun sıfatlarını mevzu edinmiştir. Bu ayetlerde özellikle Tevhid, yani Allah'ın bir tekliği üzerinde durularak Allah'ın şeriki ve benzeri olmadığı ifade edilmiştir. 13
Kur'an'a göre Tevhid'in asıl manası; Allah (c.c.)'ın birliğine, dengi ve ortağı olmadığına insanların iman etmesidir. Bunun için İslâm bilginleri Allah'ın zat ve sıfatlarından söz eden ilime, bu ilmin en önemli bölümünün adına “Tevhid İlmi” ismini vermişlerdir. Tevhid ilmi, Allah (c.c.)’ın zatında, isim ve sıfatlarında, alemleri yaratma fiilinde bir ve hür olduğunu, O'nun eşi ve dengi/ortağı bulunmadığını, yaratılan her şeyin O'na döndüğünü ve her türlü hareketin O'na yöneldiğini isbat eder. 14
Kur'an, imanın kabul edilebilmesi için tağût'u red ve inkar etmeyi gerekli görmüş, hatta farz kılmıştır. 15 Kur'an'a göre Allah'a iman etmekle, Tağut'u reddetmek aynı kapıya çıkar. Yani tağût redde dilmedikçe Allah'a iman tamamlanmış olmaz. Bu ikisi hiçbir zaman bir arada bulunamaz. Allah'a inanmak ve iman etmek; aynı zamanda tağût'a tabi olmamak demektir.16
Şirk ise Tevhid'in tam karşısında duran bir kavramdır. Bu kavram tam olarak anlaşılmadan Tevhid mefhumunun yeterince anlaşılması söz konusu olamaz. Çünkü “herşey kendi zıddı ile kaimdir”.
Kur'an'dan kopuk bir Tevhid/Akaid anlayışı İslâm'ın yüce mesajını kavrama konusunda fazla bir şey vermeyecektir. İslâm'ın ilk dönemlerinde de bu böyle olmuştu: Ehli kitaptan Yahudi ve Hıristiyanlar, müşrikler, kısacası bütün kâfirler kendilerine tertemiz Kur'an öğretilerini tebliğ eden bir peygamber gelinceye kadar üzerinde bulunduktan hal ve vaz'iyyetten, din ve akideden ayrılmamışlar.17 Ancak, kendilerine Kur'an okuyan Hz. Muhammed (s.a.v.) geldikten sonra takip ettikleri dini ve o dinin akidelerini bırakmışlardı. Böylece, toplum, kendilerini Kur'an'ın gölgesinde -hem akidelerini, hem de pratik hayatlarını değiştirdikleri için eşi ve benzeri olmayan bir inkılab hareketini, bir değişimi gerçekleştirmişti.18
Toplumdaki bu değişim, Kur'an'ın gölgesinde gerçekleştirilen bir değişimdi. Eş deyişle müşrik, kafir ve en önemlisi de kokuşmuş cahili değerlerin yaşatıldığı bir toplumdan, bütün dünyaya önderlik edebilen numûne/örnek insanları ortaya çıkarmak, deyim yerindeyse, Kur'an sayesinde olmuştu. Yoksa daha önce aynı müşrik, kafir ve cahili toplumda yaşamlarını sürdüren, fakat cahili geleneği kabul etmeyen, daha da önemlisi Rasulullah (s.a.v.)’ın tebliğ ettiği Allah inancına, Tevhid akidesine yakın inanca sahip olan ve bu akidelerini halka anlatan insanlar vardı. Hanifler olarak bilinen bu insanlar hiç de Rasulullah (s.a.v.)’ın karşılaştığı tehditlerle karşılaşmıyorlardı. Hatta sözünü ettiğimiz hanif dinine mensup olan kimseler cahiliyyenin en koyusunun yaşandığı Mekke toplumunda, hâkim olan şirke bulaşmadan Hz. İbrahim (a.s.)’ın dinine bağlı olduklarını açıkça söylüyorlardı. Mekkelilerin putlarım reddederek bu putlar adına kesilen kurbanların etlerinden de yemiyorlardı.19
Fakat hanif dinine mensup olan bu şahısların Tevhid inancına sahip olduklarım söylemeleri, ağızlarından Mekke putperestliğini hafife alan sözlerin dökülmesi ve şirk dinin her çeşidini reddettiklerini ortaya koymaları kayda değer bir ses getirmiyor, daha doğrusu toplumda İslâmi anlamda değişimi meydana getirmiyordu. Bunların fikirlerinin fazla bir tepkiyle karşılandığı da söylenemez. Hatta kendisine vahyedilmeden önce Abdullah oğlu Muhammed (sa.v.)'e de putlara tapmadığı ve putlar adına kesilen kurbanların etlerinden yemediği ve yine Mekke şirk devletinin dinine tabi olmadığı halde tepki göstermiyorlardı. Dile getiriliş bakımından aynı söyleme sahip olan Hanif dinine mensup kimselere değil de, neden Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.)'e karşı çıkılıyordu?
Bu sorunun bir tek cevabı vardır kanaatimizce:
Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.) âlemlerin Rabbi'nden vahiy alıyor, yani peyderpey vahyedilen bir kitaba yaslanıyordu. Ve bu Kitap (Kur'an), bir “beyyine” özelliği taşıyordu. Bütün hususlar açık-seçik bir şekilde belirtiliyor, gizli, kapalı bir şey bırakılmıyordu bu kitapta. Bu kitap meseleleri sadece anlatmakla da kalmıyor, pratik hayat aynı anda işleniyordu.
Bu kitapta tek Allah inancı, İslâm tarihi üzerinde oldukça önemli araştırmaları olan Muhammed Hamidullah’ın da işaret ettiği gibi, bir çeşit akla dayalı Tek Allah inancı “Fikrini işleyen Haniflerin 20 aksine, sadece nazari planda değil, aynı zamanda pratik yansımalarıyla da işleniyordu. Bu yüzden bu kitap, açıkça Mekke'ye (dolayısıyla da bütün bir dünyaya) hâkim, şirke dayalı statükoyu tehdit ediyor ve hatta reddediyordu. Tevhid akidesini “bir çeşit akla dayalı Tek Allah inancı” olarak sunmuyor, Tevhid'in gereklerini ve Tevhid'i benimseyen kişilerin düşünce hayatlarında ortaya koyacakları tavrı da belirtiyordu. Kısacası, mü’minlerin hayatını çepeçevre kuşatan bir niteliğe sahipti. Mü’minler bu vahye kulak verdikleri zaman yapmaları gereken şeyleri çok iyi biliyorlardı.
Fakat Hanif dinine mensup kişiler içinde aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Zira onlar bir tek Allah inancına sahiptiler, ama ellerinde pratik hayatlarında ortaya koymaları gereken tavırları belirleyici, yasa niteliği taşıyan bir kitap olmadığı için çoğu zaman müşriklere ve onların şirke dayalı sistemlerine karşı nasıl bir tavır geliştireceklerini bilemiyorlardı. Haniflerden Zeyd İbn Amr b. Nufeyl'in: “Allahım! Eğer sana ibadet yollarının en güzelini bilsem, sana onunla ibadet ederdim, fakat bilmiyorum” 21 şeklindeki sözleri bu iddiamızı te'yid eder niteliktedir.
İşte bu gerçeğin farkında olan müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e: “Biz seni değil, getirdiğin şeyi (Kur'an'ı) yalanlıyoruz, kabul etmiyoruz” 22 diyorlardı. Onlar kendileri için asıl problemin Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.) değil, Kur'an’ın bizzat kendisi olduğunun farkında idiler.
Hz. Muhammed (s.a.v.) müşriklerin karşısına hiçbir zaman kendi şahsi fikirleriyle çıkmış değildi. O'nun hareket kaynağı, yegâne dayanağı Kur'an'dı.
Bizlerde gerçek anlamda müslüman/mü’min olmak istiyorsak eğer, akidemizi Kur'an’ın ışığında şekillendirmek ve pratiğimizi de ona göre ayarlamak zorundayız. Kur'an'dan yoksun bir akide ve pratik, bize İslâm'ın ulvi mesajını kavratamaz. 23
Dostları ilə paylaş: |