2- KUR’AN’DA ALLAH'IN BİRLİĞİ: TEVHİD
1. Tanım:
Tevhid, Vahhade-Yuvahhidu fiilinin masdarıdır. Lugatta tevhid, bir şeyi tek olarak bilmek 190, bir şeyin tek olduğu hakkında hüküm vermek,191 birleştirmek, bir şeyin birliğine kail olmak,192 yani bir bilmek 193 anlamlarına gelir.
“Vâhid” kelimesi sayıların başlangıcı olan ve ikinin yarısı olan “bir”e denir. Bazı kere de eşi, benzeri, ortağı olmayan için kullanılır. 194
“Tevhid” kelimesi, Asr-ı Saadet'te “Teşrik” in karşıtı olarak kullanılmıştır. Yani Allah'a putların ortak koşulduğu bir dönemde, Allah'ı birleme manasına gelen bu tabir kullanılmaya başlanmıştır.
“Allah'a ortak koştu” manasını ifade eden şerreke billah teriminin tam tersi ve “Allah'ı birledi” manasını ifade eden vahhede Allah terimi o asırda kullanılageldi. 195
Istılahta ise Tevhid, Cenab-ı Allah'ın zâtında, sıfat ve isimlerinde, fillerinde eşi ve benzeri olmadığına,196 şerik ve nezirden berî olduğuna iman edip 197 tasdik etmekle beraber, ibadet ile de O'nu birlemektir. Yani ibadeti O'ndan başkasına yapmamak ve yalnız O'na tahsis etmektir. 198
Kelâm ilmi tedvin edilince, onun en belirgin ve en üstün konusu olan Allah'ın birlenmesi, bir tek kabul edilmesi demek olan “Tevhid” ona ad olarak verildi. Yani kelâm ilmine aynı zamanda “Tevhid İlmi” de denildi. Böylece Tüm'e en şerefli parçasının adını vermek kabilinden oldu.199 Demek ki, Kelâm ilmi, bütün insanlığın davet olunduğu Tevhid fikrinden doğmuştur. 200
Yukarıda verdiğimiz tanımdan hareketle şunları söylememiz mümkündür: Allah'ın zatında bir olması iki mana ifade eder:
1- Allah Teâla mürekkeb değildir. Yani iki veya daha çok cüzlerden terekküb eden, muayyen ve mahdut bir miktardan ibaret değildir. Mürekkeb olan bir şey, cüzlerine ve cüzleri birleştiren bir kuvvete muhtaçtır. Halbuki Hak Teâla vâcibu'l vücûd olup, başkasına ihtiyaçtan, cismiyeti gerektiren miktardan münezzehtir.
2- Allah Teâla nezirden, O'na benzeyen ortaklardan münezzehtir. Allah birdir, varlığı vaciptir. Tevhidi akidenin zorunlu olduğu ve akidede ihtilafın yeri olmadığı Kur'an-ı Kerimle sabittir: 201
“Bu, benim dosdoğru yolumdur. O'na uyun. Başka yollara uymayın. (Eğer başka yollara uyarsanız), o zaman Allah'ın yolundan sapmış olursunuz. Allah size bunları, sakınasınız” diye buyurmaktadır. 202
Burada hemen şu gerçeği belirtmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz: Tevhid “Allah'ı birleme” olduğuna göre, bu birleme, Allah'ı biz kullan birlediği için bir değil, O aslında zâtında, hükmünde bir olduğundan, bizim O'nu her yönüyle bir tanımamız, o idrake ermemizdir. “Birleme” terimi, hangi konudan, hangi açıdan ele alınırsa alınsın, O'nu hep o yönleriyle bir tanımadır. Nitekim İhlâs suresinin bir adı da “Tevhid Suresi” (Allah'ın birliği suresi) dir. Birinci ayette: “De ki; O Allah Bir'dir” hükmünden sonra gelen ayetlerde bu birliğin hangi yönlerden olduğu sorusunun bazı cevaplan beyân buyrulmaktadır:
“O Samed'dir. Her şeyin kaynağı ve yaratıcısıdır. Hiç kimseyi doğur-mamıştır (babası değildir). Hiç kimse O'nu doğurmamıştır.
O'na benzeyen hiç bir şey de yoktur.” 203
Bu mealde Allah'ın kainatın tek yaratıcısı olmada birliği ile O'na benzeyen herhangi bir şeyin bulunmaması hükümlerine dikkat edilirse, O'nun ahatlığı zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde görülür. 204
Kelâm alimlerine göre Allah Teâla'nın sıfatların da bir olmasının mânası, Hak Teâla'nın bir cinsten iki sıfatı olmaması ve hiçbir varlığın sıfatının mahiyet ve keyfiyet bakımından Hak Teâla'nın sıfatlarından hiçbirine benzememesi demektir. Meselâ Allah'ın ilmi, ezeli ve ebedi olup, şeyi kuşatmıştır. Kulunki ise, hadis, fâni mahdut ve daima değişicidir. 205
Allah Teâla'nın fiillerinde bir olmasının anlamı ise, O'nun herşeyi yaratarak onlan rızıklandırması, yaşatması ve öldürmesi demektir. 206 Çünkü bu alemin ve her şeyin var olmasında hakiki müessir, Allah'tır.
İbadette Allah'ı birlemek ise, kişinin yüksek ve galebe sahibi olan Allah'a karşı baş eğmesi, O'na itaat etmesi, kendi hürriyet ve bağımsızlığından feragat etmesi, O'nun karşısında her türlü isyanı terk etmesi ve tam bir bağlılıkla O'na boyun eğmesidir. 207
Aslında Tevhid'in sınırlarını tayin etmek ve buna göre bir tanımlama getirmek mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim baştan sona kadar Tevhid'den sözetm ekte dir. Bütün peygamberler Tevhid'i ikame etsinler diye gönderilmişlerdir.
Kur'an-ı Kerim'e baktığımız zaman, bütün peygamberlerin üzerinde ısrarla durduklan ve insanların kavramaları için her türlü zorluklara katlandıkları hususlar; Allah'ın her hususta, yani hayatın her sahasında “Tek” olarak kabul edilmesidir. Ve O'na kesinlikle şirk koşulmamasıdır. Bu nedenle Tevhid'in kapsamını belirtmeye çalışmak, onu daraltmak olacaktır, kanaatindeyiz.
Kısacası, en yükseği Allah'ı birlemek ve en aşağısı ise eza veren bir taşı yoldan kaldırıp atmak olan Tevhid, insanın hayatındaki düşünceden başlayarak, günlük hayatındaki her tavrına kadar, Allah'ın belirlediği sınırlara uyması, onların korunması için seferber olması ve Allah'ın ortaya koyduğu ölçü ve onun pratikteki şekli olan sünnetin yaşanılmasıdır 208 diyebiliriz. 209
2- Tevhid'in Kısımları:
Allah'ın zâtı, isimleri ve sıfatlan konusunda selefin yolundan giden alimler Kur'an ayetlerine dayanarak Tevhid'i üç kısımda ele almışlardır:
a- Rububiyet Tevhidi,
b- Uluhiyyet Tevhidi,
c- Esma ve Sıfat Tevhidi 210
Şimdi bu üç kısım tevhidi tek tek ele alarak Kur'an’ın ışığında açıklamaya çalışalım: 211
a- Rubûbiyyet Tevhidi:
Rubûbiyyet tevhidini tam olarak anlayabilmek için öncelikle Rubûbiyet lafzının esası olan “Rabb” sözcüğünün anlamını iyi kavramak gereklidir. İleride “Allah'ın isim ve sıfatları” konusunda ayrıntılı olarak ele alacağımız “Rabb” kelimesi esas olarak “terbiye” anlamına gelir. Kelime aynı zamanda islah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, taahhüt etmek, kemâle erdirmek, tamamlamak, efendisi olmak, kefil olmak, sorumluluğunu yüklenmek, toplamak, yığmak, başkanlık etmek, sahip olmak, mâlik olmak, bakmak, büyütmek, gözetmek, sözünü geçirmek, istediğini yapabilmek, yaptırabilmek 212, rızık vermek 213 gibi manaları kapsar.
Allah Tealâ, âlemlerin gerçek Rabbi olduğu için rubûbiyyet sadece O'na aittir. Bu konuda Allah'ın tevhidi farzdır. Bütün bu sıfatlarıyla rubûbiyyet Allah'a aittir. Allah'ın yarattıklarının rubûbiyyeti sahih değildir. Bundan dolayı gerçekte rubûbiyyet sıfatlarında Yüce Allah'a ortak kabul etmek şirktir. Çünkü her yönüyle yaratan, nzık veren, her şeye sahip ve mâlik olan O'dur. İşleri idare eden, öldüren ve dirilten, ölüden diriyi, diriden ise ölüyü çıkaran, fayda ve zarar vermeye gücü yeten, yükselten ve alçaltan da O'dur.
Rubûbiyyet tevhidi fıtraten insanın kalbine yerleştirildiği için çoğu zaman müşrikler de dahil olmak üzere bütün insanlık tarafından kabûl görmüştür. Mekke müşrikleri taptıkları ilahların, putların rubûbiy1 yet sıfatlarını taşımadıklarını pekala biliyorlardı. Fakat buna rağmen ilahlarına saygı ve tazim gösteriyor ve bu konuda taassupkâr davranıyorlardı.
“De ki: “Size gökten ve yerden nzık veren kimdir? O kulaklara ve gözlere mâlik bulunan kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim idare ediyor?” Hemen: “Allah” derler.” 214
“Andolsun onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan: “Onları Azîz ve Alîm olan Allah yarattı” derler”215
“De ki: “O yedi göğün rabbi, o çok büyük arşın rabbi kim? “Allah'tır” diyecekler. “O halde Allah'tan korkmaz mısınız?” de.” 216
“Andolsun onlara, “kendilerini (sizi) kim yarattı?” diye sorsan elbette: “Allah” derler. O halde nasıl (tevhidden) çevriliyorlar?” 217
“Görmediniz mi Allah, göklerde ve yerde bulunan her şeyi size boyun eğdirdi ve size görünen ve görünmeyen (zahir ve bâtın) nimetleri bol bol verdi? Yine de insanlardan kimi var ki ne bilgisi, ne yol göstereni ve ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır durur.”218
Kur'an-ı Kerim'deki bu ayet-i kerimelerden anlaşılıyor ki, kişi sadece bu tür bir tevhidi kabul etmekle İslâm dinine girmiş olmaz. Aynı zamanda canını ve malını da kurtarmaz. 219 Çünkü yukarıda zikri geçen ayet-i kerimelerde söz konusu edildiği üzere Mekke müşrikleri Allah'ın rubûbiyyetini ikrar ediyorlar; yani yaratan, yoktan vareden, fayda ve zarar vermeye gücü yeten, dualara icabet eden vs. sıfatlara sahip yüceler yücesi Allah'a inanıyorlardı. Ne var ki, put ve tanrılarına kendileri için şefaatçi olsunlar diye tapıyor, onları Allah'ı seviyormuş gibi seviyorlardı. Doğal olarak bu halleriyle müşrik oluyorlardı.
O halde diyebiliriz ki, Kur'an, ulûhiyyet tevhidi olmadan, sadece rubûbiyyet tevhidi ile kişinin kurtuluşa erişemeyeceğini açıkça belirlemiştir. İnsanın muvahhid bir müslüman sayılabilmesi, malı ile canını kurtarabilmesi ve cehennem azabından kurtulabilmesi için rubûbiyyet tevhidi ile beraber Ulûhiyyet Tevhidine iman etmesi lâzımdır. O halde nedir ulûhiyyet tevhidi? 220
b- Ulûhiyyet Tevhidi:
Ulûhiyyet Tevhidi, Yüce Allah'a, kalp ve azalar ile O'nun belirlediği ibadet şekilleri ile ibadet etmektir. 221 Buna “ibadet tevhidi” de denir. İbadette Allah'ı birlemek,222 başkasını O'na ortak kabul etmemektir. Kalbin korkarak ve ümit ederek (beyne'l-havfi ver'raca) Allah'a bağlanmasıdır.
Daha önce de değindiğimiz gibi, rubûbiyyet tevhidi, Allah'ın rububiyyetini, yani terbiye ediciliğini, rızık verici olduğunu vs. tanımaya ve bu konuda O'na şirk koşmamaya dayanıyordu. İleride ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız isim ve sıfatların tevhidi de Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarının isbat edilmesi ve bu konuda da O'na şirk koşulmaması esasına dayanır. Ulûhiyyet tevhidi ise rubûbiyyetin, isim ve sıfatların tevhidinin bir neticesidir. Bu tevhid olmayınca, diğer iki çeşit tevhidden bahsetmek mümkün olmaz.
Peygamberlerin (a.s.) kavimlerine tasdik etmelerini istedikleri tevhid, işte bu nitelikte olan bir tevhiddir. Bütün peygamberler kavimlerini rubhubiyyet tevhidi ile beraber ulûhiyyet tevhidini onaylamaya davet etmişlerdir. Yani, ümmetlerini ibadette Allah Teâla'yı birlemeye çağırmışlar, mesajlarını bu noktada yoğunlaştırmışlardır:
“Biz her kavme: “Allah'a ibadet edin; sizin O'ndan başka ilahınız yoktur” (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber göndermişizdir.” 223
“...(Nuh): “Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur...” dedi.”224
“...(Hûd); “Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur...” dedi.” 225
“...(Salih): “Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur...” dedi.”226
“...(Şuayb): “Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur” dedi” 227
“...(Yusuf): “O, yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir; işte dosdoğru din budur...” 228 dedi.
“...Hâkim ve herşeyden haberdar olanın yanından, açıklanmış, ayetleri muhkem bir kitap: Allah'tan başkasına ibadet etmeyesiniz diye...”229
Bu ayetler, Tevhid'in temelinin “Allah'a ibadet etmek” olduğunu açıkça beyan ediyor. Zira peygamberlerin gönderilişle rinde ki amaç, insanları Allah'a ibadet etmeye çağırmaktır. O halde “ibadet” kavramının Kur'an'da hangi anlamlarda kullanıldığını görelim:
İbadet, en genel anlamıyla köle olmak ve kulluk etmek demektir. İtaat etmek, alçak gönüllü olmak, isyan etmeden, yüz çevirmeden ve karşı gelmeden boyun eğmek, boyun eğilen gücün istek ve arzularına göre, onun istediği biçimde ona hizmette bulunmak da ibadet kavraminin kapsadığı anlamlardandır.230 Küçülmek ve eğilmek anlamında da kullanılır. 231 Bunun için Araplar çiğnenmiş, gidişi ve gelişi kolay olan yol için “Tarîkim, muabbedun”, yumuşak huylu yük devesi için de “Baîrun muabbedun” tabirlerini kullanırlar. 232
Kur'an'da ibadet kelimesi hiç bir zaman salt namaz kılmak, oruç tutmak, haccetmek vs. anlamlarında kullanılmaz ve hiçbir zaman sadece bu anlamlara gelmez. “İbadet” i fiillerle ifade etmek onun anlamını daraltmak olduğu gibi, neticede İslâm'ı da bu fiillerden ibaret görmeye sebep olur. Çünkü Allah'a ibadet etmek ve O'ndan başka hiçbir şeye ibadet etmemek Allah'ın Dini'nin özüdür, temelidir, tamamıdır; ibadet kişiyi ya mü’min, ya da müşrik veya kafir yapan etkendir. 233
Bundan dolayı Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye ibadetin manasını açıklarken şöyle der: “İbadet, Allah'a itaat etmek ve peygamberinin lisanından olan emirlerine imtisalde bulunmaktır. İbadet, ister sözle, ister fiille, ister açık ve ister gizli olsun Allah'ın razı olduğu ve O'nun sevdiği amellerin tümünü içine alan şümullü bir isimdir.”234
Kur'an, ibadeti, kalbin korkarak ve ümit ederek Allah'a bağlanması olarak da gündeme getirir:
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve müslümanlann ilkiyim.”235
Kur'an-ı Kerim'e müracaat ettiğimz zaman ibadet kelimesinin ekseriyetle kulluk ve itaat anlamında kullanıldığını görürüz:
“Daha sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u bunca mucizelerimizle ve apaçık delillerimzile Fir'avn'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik de (iman etmeyi bir türlü) kibirlerine yediremediler. Onlar mütekebbir ve böbürlenen (müstebit) adamlardır. Onun için dediler ki: “Kavimleri bize kulluk edip dururken bizim gibi iki beşere iman mı edecekmişiz?”236
“Bana karşı, başıma kalktığın o nimet, İsrail oğullarını kendine kul edindiğin içindi.”237
Bu ayetlerde ibadet kelimesinin kulluk ve itaat anlamında kullanıldığını görüyoruz. Ayette geçen “kavimleri bize kulluk/ibadet edip dururken...” kısmı “ emirlerimize itaat edip dururken” anlamındadır.
“De ki: “Allah katında yeri daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah kime lanet ve gazap etmiş, maymunlara, domuzlara ve tağûta tapar kılmış ise, işte onların yeri daha kötüdür ve düz yoldan da sapmışlardır.”238
“Andolsun biz her ümmete: “Allah'a ibadet edin, tağût'a tapmaktan da kaçının” diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndemişizdir.”239
“Tağuttan, ona tapmaktan kaçınıp da Allah yoluna yönelenler için müjde vardır. O halde müjdele kullarımı.”240
Bu ayetlerde “Tağût'a ibadet” ifadesinden kastedilen mana: Tağut'a kulluk ve itaattir.241
“Ey Ademoğuîlan! Şeytan'a ibadet etmeyin (tapmayın), çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.242
Bu ayette insanoğlunun “Şeytana ibadet” etmelerinden kasıt “Şeytan'a tapma” olayı değil, bilakis Şeytanın emirlerine kulak kabartmaları, ona itaat etmeleri ve onun yolundan gitmeleridir.
Şu ayetler de bu durumu çok açık bir şekilde dile getiriyor: “(Yüce Allah meleklere şu şekilde emreder): “Toplayın o zalimleri, onların eşlerini ve Allah'ı bırakıp ibadet etmekte/tapmakta ısrar ettikleri şeyleri! Onları Cehennem'in yoluna götürün! Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir! Size ne oldu ki birbirinize yardım etmiyorsunuz?” Hayır, onlar o gün teslim olmuşlardır. Birbirlerine döndüler soruyorlar. (Uyanlar, uydukları adamlara) dediler ki: “Siz bize sağdan gelir (güvendiğimiz yandan bize sokulup vesvese verir)diniz.” (Ötekiler de): “Hayır, zaten siz kendiniz inanan insanlar değildiniz” dediler. “Bizim sizi zorlayacak gücümüz yoktu. Siz kendiniz azgın (tuğyan etmiş) bir toplum idiniz” (derler.)”243
Kur'an'ın karşılıklı konuşma (muvahere) sunduğu bu ibret verici tabloda ma'bûtlardan kasıt, tapılan ilahlar ve putlar değil, halkı peşlerinden sürükleyerek sapıklığa götüren, ıslah adı altında fitne, fesat ve şerri yayan, sözünü ona yol göstericiler ve liderlerdir. Belki de kasıt, halkın temiz duygularını sömüren, Tevbe suresinin 31. ayetinde sözü edilen “Kendileri de Allah'a ibadetten başkasıyla emrolunmamış iken!” 244 Allah'ın indirdiklerinin dışında azizleri ve cübbe ve teşbihleri ile halkı kendilerine itaat ettiren, dolayısıyla da tağûti otoritelere taptıran İslâm bilginlerindir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Allah'a ibadet etmek yalnızca O'ndan yardım istemeyi, O'na dua etmeyi, yalnızca O'na tevekkül etmeyi ve yalnızca O'na dayanıp güvenmeyi gerektirir. Kur'an-ı Kerim ibadet kavramının çeşitli görüntüleriyle yalnız O'nun karşısında boyun bükmeye, yalnız O'na itaatte bulunmaya ve ibadetin hangi türü ile olursa olsun, en küçük bir hareket ve düşüncede bile olsa O'ndan başkasına ibadet edilmemesine davet ediyor. Yine Kur'an-ı Kerim ibadetin sadece Allah'a has kılınmasını atalara, rahiplere, din bilginlerine, papazlara, azizlere, putlara, tağutlara ve şeytanlara itaat ve kulluktan sakınılarak, bir olan A'Iah'a ibadet edilmesi gerektiğini emrediyor:
“Rabbimiz şöyle buyurdu: “bana dua edin, size icabet edeyim. Bana ibadet etme noktasında büyüklük taslayıp uzaklaşanlar hor ve hakîr olarak cehennem'e gireceklerdir.” 245
“Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yeyin, Allah'a şükredin, eğer gerçek anlamıyla O'na kulluk/ibadet ediyorsanız.” 246
“De ki; Allah'ı bırakıpta size ne bir zarar ve ne de bir fayda vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki her şey i işiten ve her şeyi bilen Allah'tır.”247
“Şüphe yok ki Allah benim, ben. Benden başka hiç bir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl!” 248
“İşte Rabbiniz olan Allah! O'ndan başka hiç bir ilah yoktur. O halde O'na kulluk edin!...” 249
“De ki, ey kafirler! Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Ben de sizin ibadet ettiklerinize ibadet edecek değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim de dinim bana.” 250
“De ki, ey insanlar, eğer benim dinimden bir şüphede iseniz iyice bilin ki ben Allah'ı bırakıp ta sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem. Ancak mü’ınmlerden olmam emredilmiştir.” 251
“Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler hep Allah'a döndürülüp götürülür. O'na ibadet et ve O'na dayan. Rabbinizin yaptıklarınızdan gafil değildir.”252
“O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. O halde sen Ona ibadet et ve kulluğunda sebat et...” 253
“Sizin O'nu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış olduğu kuru adlardan başkası değildir. Allah bunlara hiçbir delil (de) indirmemiştir. Hüküm yalnızca Allah'a aittir. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur...” 254
Bu ayetlerde açıkça görüldüğü gibi Allah Teâla ibadetin sadece kendisine yapılmasını emrediyor. İster içimizde ve ister dışımızda olsun bizi kendisine ram eyleyen, itaatkâr kılan, bizim bedinimizi ve ruhumuzu kendi kudretine göre yönlendiren, bizim enerjimizi kendi istediği yöne sevkeden, yani bizi teslim alan her “güç”, bizi kendisine kul yapmış demek olur. Oysa, Yüce Rabbimiz, bizim uluhiyyet, rubûbiyyet ve ububiyyeti yalnızca kendisine tahsis etmemizi ve bu noktada bütün sahte ilah ve rabbleri reddetmemizi istiyor. 255
c- İsim Ve Sıfatlarda Tevhid:
İsim ve sıfatlarda Tevhid konusunu ileride “Allah'ın İsim ve Sıfatları” başlığı altında ayrıntılı olarak ele alacağımız için burada bu hususa ayrıca değinmek istemiyoruz. 256
3- Tevhid'in Yansımaları:
Kur'an-ı Kerim'in tevhid ile ilgili ayetlerine dikkatle baktığımız zaman “Tevhid Akidesi” nin sadece fikri, zihinsel ve felsefi bir telakki olmayıp; insan ve kâinat konusunda başlı başına çok genel bir düşünce ve yaşam biçimi olduğunu açıkça anlarız. Kavramlar arasında, insan hayatını 'Tevhid” ıstılahı kadar çepeçevre kuşatan, çok boyutlu bir başka kavram bulabilmek mümkün değildir. Bundan dolayı tarih boyunca bütün ilahi davetler Lâ İlahe İllallah esasını açıklayarak işe başlamışlardır. Biz bu konuda Tevhid'in dış dünyadaki yansımalarını bir kaç noktada ele alıp incelemeye çalışacağız: 257
a- Evrendeki Tevhid:
Kur'an'ın insanlara kazandırmaya çalıştığı dünya görüşüne göre kâinat ve kâinattaki bütün varlıklar yüce bir kuvvet olan Allah (c.c.) tarafından yaratılmıştır. Evrendeki düzen de Allah tarafından yaratılmıştır. Kur'an evrendeki düzenin Allah tarafından takdir edilmiş olduğunu açıkça beyan ediyor. Kur'an'daki birçok ayet, çeşitli ifade biçimleriyle insanın dikkatini evrenin sağlam düzenine çekerek, evrenin yaratıcısının birlenmesi gerektiğini vurguluyor:
“Taneyi ve çekirdeği yaratan, şüphesiz Allah'tır. (O), ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. O halde nasıl (yalnız Allah'a iman etmekten) çevriliyorsunuz? Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O'dur. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü yapmıştır. Bu o üstün ve bilen (Allah)'ın takdiridir. O'dur ki karanın ve denizin karanlığında yol bulmanız için size yıldızları yarattı. Gerçekten biz bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıklarız. O'dur ki, sizi bir tek nefisten inşa etti. Sizin için bir kalış ve bir emanet olarak konuluş yeri ve süresi vardır. Gerçekten biz, anlayan bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık. O'dur ki, size gökten su indirdi. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık, o bitkiden bir yeşillik çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş taneler, hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağlan, zeytin ve nar (bahçeleri) çıkarıyoruz. Bunların kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her birinin meyvesine bakınız; meyve verirken ve olgunlaştığı zaman. Şüphesiz bu size gösterilenlerde iman eden toplum için elbette birçok ibret(ler) vardır.” 258
“Ölü toprak kendileri için bir ayet (ibret vesilesi) dir. Biz onu dirilttik. Ondan taneler çıkarttık. Böylece onlardan yemektedirler.”259
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri (oyun ve eğlence olsun) diye yaratmadık.” 260
“Gerçek şu ki, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir.”261“Göklerde ve yerde bulunan her şey Rah-man'a kul olarak gelecektir.”262
“O'dur ki sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır ve hayvanlarınızı otlattığınız ağaç(lar, bitkiler) ondan (sulanıp filizlenmek-te)dir. Onunla size ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her çeşit meyvalar-dan bitirmektedir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için âyet (işaret) vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı sizin hizmetinize verdi. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için âyetler (işaretler) vardır. Yeryüzünde yarattığı çeşitli renklerdeki (hayvanları, bitki) leri de (sizin hizmetinize verdi.) Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için ibret vardır. O. denizi de sizin (hizmetinize) verdi ki, ondan taptaze et yiye-siniz ve ondan kuşanacağınız süsler çıkarasınız. Görüyorsun ki gemiler, denizi yara yara akıp gitmektedir. Bütün bunlar Allah'ın lütfunu aramanız ve O'na şükretmeniz içindir. Sizi sarsar diye arza ağır baskılar attı, ırmaklar ve yollar yaptı ki doğru yolu bulaşınız. (Yol bulmak için yararlanılacak) işaretler de (yarattı). Onlar yıldız(lar) la da yol bulurlar. Yaratan, yaratmayan gibi midir? Hiç düşünmüyor musunuz? Eğer Allah'ın ni’ınet(ler)ini saymaya kalkışsanız, sayamazsınız. Doğrusu Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”263
“Allah, gökten bir su indirdi. Onunla yeri ölümünden sonra diriltti, şüphesiz bunda işiten bir millet için âyet vardır.” 264
“Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlarda oturulacak barınaklar (mağaralar) var etti ve sizi sıcaktan koruyan elbiseler ve savaşta sizi koruyan elbiseler (zırhlar) var etti. Allah nimetini böyle tamamlıyor ki, siz müslüman olup esenliğe kavuşasmız.” 265
“Rabbiniz O Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istiva etti. İşleri evirip çeviren Allah'tır. O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz Allah budur. O'na kulluk edin. Düşünmüyor musunuz? Hepinizin dönüşü O'nadir. Bu, Allah'ın gerçek olarak verdiği bir sözdür. O, yaratmaya başlar, sonra inanıp salih amelde bulunanlara adaletle karşılık vermek için (yeniden yaratır.) İnkar edenlere gelince, küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı bir azap vardır. Güneşi ışık, ay'ı nûr yapan, yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabı(nı) bilmeniz için ay'a (dolaşma) konaklar(ı) düzenleyen O'dur. Allah bunları gerçek ile yaratmıştır. Bilen bir toplum için ayetleri açıklamaktadır. Gece ile gündüzün değişmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korunan bir topluluk için nice ibretler vardır.”266
“O (Allah), geceyi sizin istirahat etmenize elverişli, gündüzü de (geçiminizi sağlamanız için) aydınlık yapmıştır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.”267
Kur'an-ı Kerim, bu ayetlerde bütün evrende var olan düzeni, evrenin yaratıcısı, idare edicisi ve evirip-çevireni olan Allah'ın birliğine apaçık bir delil sayıyor. Bizden kâinatta varolan bu mükemmel düzen ve bu düzenin sağlamlığı ve bütünlüğü üzerine düşünmemizi ve bu yolla tevhid fikrine ulaşmamızı istiyor. Ayrıca Kur'an ayetleri evrendeki doğal döngüye dikkatimizi çekerek ondaki yekâhenkliği, yani Tevhid'i sezmemizi, dolayısıyla bizim de kainattaki bu doğal döngüye uyarak şirk koşmadan yeryüzünde Tevhid'i düşünceyi ikame etmemiz gerektiğini açıkça beyan ediyor. 268
b- Tevhid Ve İnsanın Yaratılışı
Kur'an-ı Kerim'de Tevhid ile ilgili olarak zikredilen ayetler büyük bir kudret, ilim ve hikmet eseri olan insanın yaratılışını, onun mucize olan vücut yapısını, uzuvlar ve fonksiyonlarını 269 gündeme getirerek, insanın bir damla su iken ana rahmindeki oluşumu ve safhaları, dünyaya gelişi, bebeklik ve çocukluk devreleri, gençlik ve olgunluk yaşı, ihtiyarlığı ve nihayet ölümünü düşünen insan için Allah'ın varlığına 270 ve birliğine en kesin ve ikna edici deliller olarak sunar:
“Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mt? Buna gücümüz yeter. Biz ne güzel güç yetireniz.”271
“Yaratan, insanı pıhülaşmış kandan yaratan Rabbinin adıyla oku.”272
“Ölesi insan, ne kadar da nankördür. Allah onu hangi şeyden yaratmış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirererk ona şekil vermiş; sonra, yolu ona kolaylaştırmıştır. Sonra onu öldürür ve kabre koyar. Sonra dirileceği zaman onu tekrar diriltir.”273
“İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, akıtılan bir meni damlası değil miydi? Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil vermişti. Ondan erkek, dişi iki cins yaratmıştı. Bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter.”274
“İnsanı sudan yaratarak ona soy-sop veren O'dur. Rabbin her şeye kadirdir.”275
c- Tevhid Ve Sosyal Sınıfların Reddi:
Kur'an ayetleri, herkesi Allah'ın yaratığı ve kulu kabul etmekte ve İslâmi Tevhid öğretisi toplumdan sınıfsal imtiyaz fikrini söküp atmaktadır. Buna göre Kur'an sınıfsal imtiyaz fikrini zulüm olarak görmekte ve tarih boyunca insanlar arasında farklı sınıfların varoluşu ve bazı kesimlerin özel imtiyazlara sahip oîmasmı reddetmektedir. Hatta İslam, tarih boyunca peygamberleri vastisıyîa sınıfsal imtiyaz fikrine karşı sürekli bir savaşını vermiştir:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, (Allah'ın azabından) korunasınız.”276
“Ey insanlar! Biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için de sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır”277
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun....”278
Tevhid'de, insanların yaratılış itibariyle aynı mahiyet ve unsurlardan oluştuğu manası da vardır. Yukarıdaki ayetler bu gerçeğin açık delilidir. Ayetlerden, insanlığın tek bir unsur teşkil ettiğini, bu hususun bütün insanlar için geçerli olduğunu, insanların yaratılış itibariyle muhtelif sosyal sınıflardan olmadıklarını, bütün insanların yaratılış mayası ve cevheri arasında bir farklılığın bulunmadığını, dolayısıyle insanların eşit düzeyde olduklarını, bütün insanların temelde topraktan yaratıldıklarını, hiç kimsenin diğer insanlardan ayrı imtiyaz ve haklara sahip olmayı icabettiren özel bir yaratılışa sahip olmadığını ve bütün insanların yaratıcısı Allah olduğu için insanlarla beraber kâinattaki her şeyin O'na muhtaç olduğunu da ayrıca anlıyoruz. 279
d- Tevhid Ve Evrensel Kardeşlik:
“Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye onları kendilerine şahit tutmuştu. “Evet, (buna) şahidiz” dediler. (Bu şahit tutuşumuzun nedeni) kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz (diyedir).”280
“Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri misakı bozmazlar.”281
“Muhakkak mü’minler kardeştirler...”282
Bu ayetlerden anlıyoruz ki, Tevhid, kişinin doğumundan çok öncedir. Ruhlar alemine, “elest bezmine” dayanır. Yaratılışın başında tüm insanlık yalnız Allah'a ibadet edeceklerine ve Allah'ı birleyeceklerine dair ahid vermişlerdi.283
Mademki Allah'tan başka ilah yoktur, şu halde O'nun emirleri bütün insanlık için geçerlidir. İslâm, insanları ırk, dil, kültür çerçevesinde değil, getirmiş olduğu ümmet anlayışı içinde toplar. İslâm ümmeti de kabile, ırk veya başka kavramlar ile değil, dinleri ile birbirlerine bağlı bir toplum olduğu için, karşılarındaki gayr-i müslimleri de dil, ırk vb. ile değil, dinleri ile değerlendirir. 284 O halde Tevhid, bütün inananları evrensel bir kardeşlik çerçevesinde kucaklayan bir sistemin adıdır. 285
e- Tevhid Ve Allah'ın Hakimiyyeti:
Tevhid'in, bütün beşeriyetin sahte ilah ve rabblere başkaldırarak e esaret zincirinden kurtulması ve Allah'tan başkasına kul olmaması demek olduğuna daha önce işaret etmiştik. Bu cümleden olarak Tevhid mefhu aynı zamanda, kullara kul olmanın pençesinden kurtularak yalnız Allah'a kul olmaya yönelmek ve bunun tabii neticesi olarak da Allah'ın hâkimiyyetini kabullenmek; Allah'ın hâkimiyyetinin dışındaki her gücü, sultayı, otoriteyi, sistemi, fikri, ideolojiyi, dünya görüşünü, kısacası hangi kılıf, örtü ve görüntü altında olursa olsun hâkimiyyet iddiasında bulanan her şeyi reddetmek anlamlarını da içerir:
“Rabb'in, yalnız kendisine kulluk etmenizi... emretti...” 286
“Hâkimiyyet yalnız Allah'ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.”287
Bu ayetler şu gerçeği açıkça ortaya koyuyor: Allah'a inanmanın, Tevhid dinine dahil olmanın ve muvahhid sayılabilmenin şartı, kişinin Allah'ın hâkimiyyetini kabul ederek, O'nun isteğini, kendi dilediğine veya başkalarının isteklerine tercih etmek ve tüm diğer arzuları O'nun yolunda feda etmektir. 288 Müslüman olmak, kısaca Allah'ı kural koyucu sıfatlarıyla tek, emir verici olarak tek,289 yasak koyucu olarak tek ve insan hayatına hükmedici olarak tek diye kavramaktır. 290
f- Tevhid Ve Birkaç İlah Varsayımının Reddi:
Kur'an-ı Kerim'de birkaç ilah varsayımının çürütülmesi ile ilgili olarak özellikle iki ayet-i kerime dikkat çekicidir:
“Allah çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber hiç bir ilah yoktur. Öyle olsaydı her tanrı, kendi yarattığını götürürdü ve onlardan biri digerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah, onların koştukları vasıflardan uzaktır.”291
“Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, onların her ikisi de fesada uğrardı.”292
Kelâm alimlerimiz yukanda zikrettiğimiz ikinci ayete 293dayanarak Allah'ın birliğini “Burhanı Temanu” ve “Burhan-ı Tevârud” adını verdikleri iki dellille ispat etmeye çalışmışlardır. Şimdi biz bu iki delili kısaca zikretmek istiyoruz: 294
j-Burhan-ı Temanu:
Kelâm alimleri arasında burhan-ı temanu, irade çatışmasına dayanan delil şöyle takrir olunur:
Alemde her bakımdan birbirine eşit iki ilâhın var olduğunu zannetsek bunlardan biri bir şeyin olmasını, diğeri olmamasını irade edebilir. Çünkü ilah hür bir iradeye ve tam bir kudrete sahiptir. Böyle bir durumda üç ihtimal ortaya çıkar:
1- Ya her iki ilahın da dilediği olacaktır. Bu ihtimal bâtıldır. Çünkü aynı anda bir şeyin hem olması, hem de olmaması ictima-i nakızeyn, iki zıddm, çelişiğin birleşmesi demektir ki, bu imkânsızdır.
2- Veya her iki ilahın dediği de olmayacaktır. Bu ihtimal de bâtıldır. Çünkü dilediği olmayan acizdir, aciz ise ilâh olamaz.
3- Yahut ilahlardan birinin dilediği olacak, diğerinin ki olmayacaktır. Bu ihtimal de bâtıldır. Çünkü dilediği olmayan acizdir, aciz ise ilah olamaz. Öbür ilah da her bakımdan buna eşit olduğundan, onun da aciz olması, dolayısıyla ilâh olmaması gerekir. Bu durumda âlemin yaratıcısının iki ilah olması imkânsız olunca, ilahın bir ve tek olma zarureti ortaya çıkar. Alemdeki düzenin devam edişi ve âlemin varlığı da bunu gösterir. 295
2- Burhân Tevârud:
Kelâm alimleri yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerime ile Allah'ın birliğini, irade çakışması diyebileceğimiz şöyle bir delil ile de ispatlamaya çalışırlar:
Eğer yerde ve gökte birden fazla ilah olsaydı, bu âlem:
1- Ya bütün ilahların müşterek kuvvet ve kudretiyle var olacaktır. Buna göre ilahlardan hiçbirinin güç ve kudreti eşyayı tek başına yaratmaya yeterli olamamış, âlemi müştereken var etmişlerdir. Bu ise hepsinin acizliğini gösterir, ulûhiyyetle bağdaşmaz ve hiç biri ilah olamaz.
2- Veya alem bu ilahların her biri tarafından müstakil olarak, ayrı ayrı yaratılmıştır. Bu durumda eser, eksiksiz ve tam iki müessirden meydana gelmiş olur. Yani bir malul üzerine iki illetin tevarüdü, birlikte oluşu gerekir ki, bu da imkânsızdır. Zira bu hasılı tahsildir. İlahlardan biri tarafından âlem yaratılmışsa, diğerleri lüzumsuz olur.
3- Yahut eşya, ancak birinin irade ve kudretiyle vücut bulmuştur. Eğer âlem, ilahlardan birinin irade ve kudretiyle meydana gelir, diğerlerinin yaratmada hiç bir tesiri olmazsa, müreccihsiz tercih gerekir ki, bu batıldır.
Bu üç ihtimalin hepsi bâtıl olunca, Allah'ın vahdaniyeti ortaya çıkar.296
Demek ki, iki veya daha fazla tann olsaydı, mantıksal olarak birisinin yarattıkları ya da kullanyla bireysel ilişkisini aramak ya da birisinin karşılıklı rekabette diğerinin üstünde bulunması gerekirdi. Böyle tanrıların, “tanrı” kavramının gerektirdiği “yüce” varlık tanımını elde etmek için diğerlerini ortadan kaldırıp boyun eğdirmedikçe insanlara hiç bir faydaları yoktur; zira sadece “yüce” bir kaynak nihai otorite ve nihai prensip olabilir. Yoksa boyun eğen bir tanrının yanında başka tanrılar da bulunan bir tanrının otoritesi daima sorulara açıktır. Bundan dolayı Kur'an'da niçin: “Eğer her ikisinde (göklerde ve yerde) Allah'tan başka tanrılar olsaydı onların ikisi de muhakkak ki bozulup gitmişlerdi” 297 buyurduğunu anlarız. Doğa asla iki efendiye itaat etmez; iki ya da daha fazla otorite kaynağı ya da yüce hareket ettirici olursa, doğa ne düzenli bir uyum içinde olur, ne de bir kozmos olur.298
g- Tevhid Ve Tağutlarla Savaş:
“De ki: “Ey kitap ehli! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim; O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım; bazımız bazımızı Allah'tan başka rabler edinmesin.” Eğer yüz çevirirlerse: “Şâhid olun, biz müslümanlarız” deyin.”299
“O (Allah) ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı, (küçük bir grup için değil)...”300
“...De ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiç bir tanrınız yoktur. O, sizi topraktan meydana getirdi ve sizi yeryüzünü imara memur etti...”301
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, küfredenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde, Seylan'ın dostlarıyla savaşın; çünkü Şeytan’ın hilesi zayıftır.”302
Sosyal bir hayat nizamı olarak Tevhid, halkın bilgisizliği ve şuursuzluğu üzerine dayalı veya onlara zulmetmek üzere kurulan cahili ve tağuti sistemleri temelden değiştirecek plan ve projeler sunar. Tevhid, Kur'an öğretisinden haberdar olmayanların zannettiği gibi, sırf fikri ve nazari bir akide değil, eyleme yönelik, pratik çözüm yollan sunan bir sistemdir. Tevhid akidesi yalnızca tabiat ötesi /metafizik konulara izah getiren ve ahlak ile ilgili konularda sözkonusu edilebilecek zarif bir tasavvur değiî, şirk temeli üzerine oturmuş tağuti sistemlere karşı muvahhidlere planlı, programlı bir hareket mantığı sunan, inkılapçı bir başkaldırıdır.
Tevhid akidesi, yukarıda sözünü ettiğimiz pratik, yani eyleme dönük bir hareket, cahili, şirk temeline dayalı sistemlere karşı bir başkaldırı ve Allah'ın haklarını gaspeden ve O'nun nizamının düşmanlığını yapan müstekbirlere karşı siyasi, iktisadi, sosyal ve hukuki bir sistem olmasaydı, tarih boyunca bu akideyi kavimlerine sunan bütün peygamberlere karşı savaş açılır mıydı?
İslâm güneşinin doğduğu sıralarda Mekke'de yaşamlarını sürdüren “Hanifler” in konumu, konumuza ışık tutması bakımından oldukça önemlidir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Hz. Muhammed'e peygamberlik görevinin verileceği dönemde putperestliğin başkenti olan Mekke'de Hz. İbrahim'in “Hanif Dini” nin taraftarları vardı. Tarihçilerimizin kaydettiğine göre Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Varaka b. Nevfel, Osman b. el-Hüverris, Ubeydullah b. Cahş 303 gibi Kureyş'li bazı kimseler putlardan vazgeçerek Hz. İbrahim'in dinine girmişler, Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer dinleri bırakmışlardı. Bunlar Allah'ı birliyor ve kavimlerinin putları adına kestikleri kurbanları yemiyorlardı. Panayırlarda Tevhid'in hakikati ile ilgili söylevler söylüyorlar, putların batıllığına dair deliller getiriyorlar ve onlara tapmamayı öğütlüyorlardı. 304
Ne var ki, Hanif dininden olduğunu iddia eden bu kimselerin savundukları düşünce, sadece zihinde taşınan, salt kuramsal olmaktan öteye gitmiyordu. Bu durum bireysel bir davranış, kişisel bir amelden daha ileri bir anlam ifade etmiyordu. Bu sebepten olacak ki, Haniflerin Mekke toplumunda en ufak fikri ve pratik bir etkinlikleri yoktu. O putperest toplumda ortaya koydukları fikirleri sadece nazari bir inanç biçimiydi. Bunun için de bu kimseler, şirk temeline dayalı o cahili toplumda müşrik putperestlerle aynı ortamda, birbirleriyle fiili olarak çatışmadan yaşıyorlar ve bu konumları kendilerini fazlasıyla hatsız etmiyordu. Kokuşmuş bu küfri toplum düzeninin geleneği, göreneği, örf ve adetlerinin pratik olarak içindeydiler. Bu yüzden, pratik yaşamdan uzak bulunan ve sadece bir nazariye olmaktan öteye gitmeyen Tevhid akidesine bağlı olmaları onları o haysiyetsiz yaşayış tarzından, müşrik cahili ortamdan ve kokuşmuş zulüm tasallutu altında zelil bir hayat sürdürmekten uzaklaştırmıyordu.
İslâmi davetin en önemli ve temel maddesi Tevhid'in isbatı ve şirkin reddi olduğu için,305 cahili Mekke atmosferinde, yerleşik şirk düzeni içerisinde gündeme gelen Tevhid akidesi, özel bir yaşam biçimini göstererek, inkılabçı bir kimlikle işe başladı. İslâm'ın siyasi, iktisadi ve sosyal bir sistemin ve hayatın bütün alanlarına hükmeden bir nizamın adı olduğu net bir şekilde ilan edildi. Şirkin her çeşidinin çürütüldüğü deliller ileri sürüldü ve gayet özlü bir şekilde insanlar Tevhid'e davet olundu. Tevhid fikri anlatılırken sadece zihinsel olarak Allah'ın var oluşu değil, O'nun tek oluşunun anlamı ve bu akideye olan ihtiyaçda anlatıldı.
İşte Rasulullah (s.a.v.)'ın kavmine sunduğu Tevhid anlayışı ile Hanifler'in savundukları Tevhid fikri arasındaki temel fark bu noktada odaklaşıyor:
Bir yanda hayatın bütün alanlarına hükmeden, hem zihinsel, fikirsel ve hem de pratiğe yansıyan bir akide; diğer yanda sadece zihinde yer eden, sadece kalpte yer tutan ve pratiğe indirgenemeyen bir inanç...
Peygamber (s.a.v.) risalet ile görevlendirildikten sonra yaptığı ilk iş, sözünü ettiğimiz bu ilk anlayışı yerleştirmek olduğu için Mekke'nin müteğallibe taifesi, idareyi ellerinde bulunduran müstekbirler, kendisine karşı savaş başlattılar. Savunduğu bu saf akide İslâm peygamberini (s.a.v.) kâfirlerle karşı karşıya getirdi. Kâfirler, kendisine has, özel bir yaşam biçimi sunan bu akidenin, kendi cahili sistemleriyle asla uzlaşmaya girmeyeceğini, yeryüzünde tağuti re)imlerle sürekli ve amansız bir mücadele içerisinde olacağını, kısacası küfre karşı devamlı bir savaşım vereceğini kesinkes anladılar. Buradan onlann neden, daha nce aynı akideyi savunan Hanifler'e karşı en ufak bir tepki göstermezken Hz. Peygamber ve onunla beraber olanlara karşı şiddetli bir savaşın içerisine girdiklerini açıkça ortaya koyuyor... 306
4- Sonuç:
Şimdiye kadar söylediklerimiz, tevhid kavramının son derece zengin, çok boyutlu ve derin olan kapsamı içerisinde sadece bir kaç söz olmaktan öteye hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü Tevhid mefhumu o kadar geniştir ki, bu konuda efradını cami, ağyarını mani bir çalışma yapmak adeta mümkün değildir, diyebiliriz. Tevhid'i anlamak, algılamak ve kavramak, ancak sürekli olarak Kur'an ile hemhal olmak ve Resûlullah (s.a.v.)’ın yaşam biçimini pratikte izlemekle mümkün olabilir.
Kısa işaretlerle vurgulamaya çalıştığımız Tevhid akidesi, yalnızca kuramsal bir olgu, fikirsel bir nazariye ve pratik yansıması olmayan bir düşünce değil, hayatın bütün alanlarını kuşatan külli bir hayat felsefesidir.
Tevhid, bir hayat sistemidir. Bazılarının zannettiği gibi, insan sorunlarıyla doğrudan ilgilenmeyen, ameli hayatın problemlerine çözümsel yaklaşımlar getirmeyen ve insan hayatını yönlendirmeyen, insan hayatına müdahale etmeyen, onları yarattıktan sonra yeryüzünde serbest bırakan sadece düşünsel bir telakki değil, kâninatı tanzim eden ve insan hayatına müdahale eden bir nizamdır. İnsanın diğer insanlarla, insanın diğer canlılarla ve insanın kainatla olan bütün ilişkilerini tanzim eden bir sistemdir.
Tevhid, kendine özgü bir yaşam biçimi, bir hayat telakkisi ve sosyal hayatı düzenleyen külli bir sistem olduğu için, Tevhid dinine giren ve bu dinin gereklerini kabul eden insan, yalnızca eski dinini değiştirmekle kalmayarak kendisini biricik örnek, numune olan Hz. Peygamber (s.a.v.)'e benzetip, diğer bütün insanlardan farklı olarak kültürünü de değiştirmelidir. Bu yüzden sahabiden bir kişi Tevhid dinini kabul ederken giriş kapısında cahiliye devrinde kendi mazisiyle alâkalı her şeyi sıyırıp atıyordu.
Tevhid, Rabb olarak Allah'ın birlenmesi, O'nun yaratan, yaratıklarını terbiye edici ve onlar üzerinde tasarruf yetkisine sahip olması anlamında olduğu için, Allah Teâla’nın aynı zamanda insan hayatına doğrudan hükmedici olarak da kabul edilmesini zorunlu kılan bir inançtır. Bununla beraber, mülkün sahibi sadece Allah olduğu için, O'nun kendi mülkünde tasarruf sahibi, güç ve kuvveti elinde bulunduran yegane varlık olarak kabulünü de gerektirir.
Kelime-i Tevhid'in başındaki (La), hem nefy ve hem de tasdiktir. Evveli inkar, ahiri ise kabuldür. 307
Bu gerçekten nareketle Tevhid, öncelikle tağutları, tağuti iktidarları, küfür, şirk ve zulüm temeline dayalı düzenleri reddetmeyi, Allah'tan başkasına tevekkül ve itimat etmemeyi, her ne suretle olursa olsun Allah'tan başkasını rızık verici olarak kabullenmemeyi, Allah'tan başkasına ibadet etmemeyi, Allah'tan başkasına emretme ve yasaklama, helal etme ve haram kılma yetkisini vermeyi, Allah'ın izni olmaksızın itaat edilme makamını başkalarına vermemeyi, Allah'ın indirdiğinin dışındaki yasalarla hükmetmemeyi, kafir, müşrik ve münafıkları dost edinınemeyi, Allah'a şirk koşmamayı gerektirir. Bu inkar bölümüdür. Sonra, tevhide dayalı sisteme kapı açan, hâkimiyyet hakkını Allah'a has kılmayı, kullara kulluğu redderek yalnız Allah'a kulluk etmeyi, yalnızca Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyi, Allah'ın helâl kıldığını helâl, haram kılındığını da helâl kabul etmeyi, muvahhidlerle beraber olup ehl-i tevhid olan mü’minleri sevmeyi, Allah'ı Kur'an ve Sünnet'in vasfettiği şekilde tanımayı gerekli kılar. Bu da tasdik bölümüdür...
Evet; medeniyetin özü İslâm, İslâm'ın özü tevhid, tevhid de Allah'ın bir olması; tek, mutlak, yüce, yaratıcı, herşeyin sahibi ve yöneticisi demektir. O'nun eşi, benzeri, dengi ve ortağı yoktur. Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve hürdür. O'nun yarattığı her şey sonunda O'na dönecektir...
“Allah'tan başka bir ilah yoktur.”308
“O (Allah)'ndan başka bir ilah yoktur.”309
“Sizin ilahınız tek bir ilahtır.” 310
“Allah, melekler ve bilginler, O'ndan başka hiçbir ilah olmadığına şahitlik ederler. Aziz ve Hakim olan Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur.” 311
“Allah, ancak tek bir ilahtır.” 312
“O (Allah), ancak bir tek ilahtır”313
“Sizin için O'ndan başka hiç bir ilah yoktur.”314
“Tek olan Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur.”315
“Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur” 316
“Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur”317
“O'nunla birlikte hiç bir ilah yoktur” 318
“Sizin ilahınız ancak Allah'tır.”319
“Sizin ilahınız tek bir ilah (olan Allah)'tır.320
“Hakikaten sizin ilahınız birdir.”321
“De ki: O Allah birdir. Allah samed'dir. Kendisi doğurmamış ve (başkası tarafından) dogrulmamıştır. Hiç bir şey O'nun dengi değildir.” 322
Dostları ilə paylaş: |