57- SÂDIK
Sıdk masdarından ism-i fail olan sâdık, “sözünde, işinde, va'dinde doğru olan”1430 demektir.
Allah Teala’nın bir vasfı olarak sâdık, “Yüce Allah'ın dünyada peygamberlerine olan va'dinde,1431 mü’minlere karşı 1432, Resulü Hz. Muhammed (s.a.v.)'e bildirdiği hususlarda 1433, Âhirette mü’minlere verdiği sözlerde 1434, kısacası her sözünde mutlak olarak doğru 1435 olması” demektir.
“O'ndan daha doğru sözlü kimse yoktur”1436
Allah, verdiği sözden asla dönmez”1437
Kur'an'da sıdk kökü 160'dan fazla yerde kullanılmıştır. 1438 Bu yüzden bu madde Kur'an'da çok önemli bir yer tutar.
Kur'an'da sâdık bir ayette azamet cem'i olarak “sâdıkûn” şeklinde vârid olmuştur:
“...Biz hiç şüphe yok ki sâdık (doğru) olanlarız.” 1439
58- SERİU'L-İKÂB
Ukubet, muâkebe ve ikâb, azaba mahsus sözcüklerdir. 1440 Seriu'1-İkab, “cezalandırılması sür'atli olan” demektir.
Yüce Allah'ın bir ismi olarak Seriu'l-İkâb, “O'nun, fıtrattan uzaklaşan, yolundan sapan, şirke ve küfre dalanları hem dünyada hem de ahirette cezalandırma gücüne sahip olması” anlamına gelir:
“...Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk (sür'atli) olandır. Ve O, bağışlayan, esirgeyendir,” 1441
Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde -ki bu ayette de böyledir-Allahû Tealâ zâtını hem Ğafûr (bağışlayan), Rahîm (esirgeyen) ve hem de Seriu'l-İkâb (azabı, cezası sür'atli olan) olarak nitelemiştir. Bu ayetlerde Rabbimizin hem celâl ve hem de cemâl tecellisine taalluk eden isimlerinin bir arada zikredilmesi, mü’minin her zaman “beyne'l-havfi ve'r-recâ” yani “korku ile ümid arasında” bulunmasının gerekliliğinden olsa gerektir. 1442
59- EL-KEBİR
Faîl vezninde olan el-Kebir, “büyük” anlamında bir sıfattır. Kur'an'da bu kökten “kiber” ismi insanlar hakkında kullanıldığı halde Allah hakkında bu isim yerine “kibriya” masdan vârid olmuştur. Kibriya ululuğun son derecesi olup, yalnız Allah'a mahsustur. 1443
“Yüceliği yanında her büyüğün küçüldüğü Mutlak büyük” olarak da tanımlanan 1444 el-Kebîr, Kur'an'da yer aldığı her ayette Allah Teala'nın yücelik bildiren bir diğer ismiyle beraber varid olmuştur.
el-Kebîr, bütün Kur'an'da 6 ayette Allah'ı tavsif eder. Hemen hemen her zaman el-Âli vasfına iktiran etmesi dikkat edici bir husustur. 1445 Sadece bir ayette Allah'ın yüceliğini belirten el-Muteâl vasfı ile geçmektedir. 1446
60- ER-REZZAK, HAYRU'R-RÂZİKÎN
Rızk, “kendisinden yararlanılan şey yahut canlının varlıkta kalması ve gelişmesi için Allah Teala'nın canlıya sevkettiği şey” demektir.1447
Rezzâk; “rızkı yaratan, yarattıklarına onu ulaştıran ve onu sebeplere bağlayan kimse” demektir. Her hangi bir mahluka rızkın ulaşmasına vesile olan insana razik denilebilirse de, rezzak Allah'tan başkasına itlak edilemez, O'ndan başkası için kullanılamaz.1448
Rezzâk, mübalağa ifade ettiğinden dolayı, “rızkı çok çok veren, rızka kefil olan ve yaratıklarını yaşatacak olan zarurî gıdayı deruhte eden” olarak da tarif edilmiştir.1449
er-Rezzâk vasfı Kur'an'da yalnızca bir ayette Allah'ı tavsif eder:
“Şüphesiz Rezzâk, kuvvet sahibi, Metin Allah'tır.”1450
Hayru'r-râzikin, “rızık verenlerin en hayırlısı” demektir. Kur'an'da beş ayette Allah'ı tavsif eder. 1451
Rağıb el-Isfehanî, “rızk” kelimesinin Kur'an'da şu üç anlamda kullanıldığını ve Rezzâk vasfının bu üç anlamı da birden kapsadığını belirtir.
1- Dünya ve ahiretteki sürekli bağış,
2- Nasib,
3- Gıda.1452
Allah Teala rızık verenlerin en hayırlısıdır. Yarattıklarına nzık vermede tam bir kudret sahibidir. O'nun verdiği rızık tükenmez, kesilmez ve bitmek nedir bilmez. Kullarına nzık vermeyi tekeffül etmiştir. Şu halde rızık ve geçim endişesiyle evlatların maddi ve manevi alanda öldürülmesini de yasaklamıştır:
“...Yoksulluktan ötürü çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin ve onların rızkını veren biziz.” 1453
Cahiliye Arapları yoksulluktan ve rızık korkusuyla evlatlarını öldürüyorlardı. Kur'an bu şeri hareketi şiddetle kınamaktadır. Günümüzün modern cahiliyesinde ise insanların yine aynı endişelerle evlatlarını katlettiklerini görüyoruz. Kürtaj ve diğer ğayr-i meşru yollarla katletmenin moderncesi işlenmekte veya kişiler evlatlarını İslâm'ın öngörmediği, ğayr-i meşru yöntemlerle rızık kazanmaya yönelterek, onların adeta cehenneme odun olarak yetişmelerine zemin hazırlamaktadırlar. İşte evlat katlinin moderncesi... 1454
61- EL-KÂFİ
Kefâ, “yetti, yeter” demektir. el-Kâfî ise “kifayet eden, yeten, deruhte eden” anlamında ism-i faildir. Uluhiyyette hiç bir ortağı olmadığından dolayı bütün yeterlilikler yalnız Allah için doğru ve geçerlidir. Bu sebepten ötürü ibadet, yakarış ve yönelişler ancak O'na yapılmalı, sadece O'ndan yardım dilenmeli, duaların karşılğını ancak O verebileceği için, sadece O'ndan ümit beklenmeli, O”na rağbet ve tevekkül edilmelidir.1455
Kur'an, ı Kerim, Yüce Allah'ın Alim olarak 1456, Şehid olarak 1457, Vekîl olarak 1458, Veli olarak 1459, Hasib olarak 1460 Habîr ve Basîr olarak 1461 Kafi olduğunu belirtir. Ayrıca Allah Teala'ya tevekkül edilmesi ve O'ndan başka hiç bir güç, kuvvet ve otoriteden korkulmaması gerektiğini bu fiil ile beyan eder.
“Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter (Allah kâfidir)?”1462
Bu ayette göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'a ait olduğu belirtilerek, insanlar arasında geçerli olması gereken yegâne hükümranlığın, yani sistemin de yine Allah'ın belirlediği sistem ve nizam olması gerektiği vurgulanmak istenmiştir.
Yine kıyafet anlamına gelen “hasb” kelimesi de, başka hiç bir düşünce biçimi, felsefe, ideoloji, dünya görüşü, sistem vs. olmaksızın sadece Allah'ın her şeye kâfi olduğunu ifade eder:
“Allah bana yeter.”1463
“Bize Allah yeter.”1464
“(Allah) Kendisine tevekkül edene yeter.”1465
Yine Kur'an, zor şartlar altında Tevhid mücadelesi veren Hz. Muhammed (s.a.v.)'le alay edenlere karşı, Allah'ın Resulünü teskin etmek amacıyla bu fiili kullandığım bize haber veriyor:
“Alay edenlere karşı, muhakkak Biz sana yeteriz.”1466
“Allah onlara karşı sana kâfi gelecektir.”1467
el-Kâfi sıfat olarak bütün Kur'an'da yalnız bir ayette Allah için zikrolunmuş ve yukarıda sözü edilen bütün kifayet (yeterlilik)leri taşıdığından dolayı şöyle buyrulmuştur:
“Allah kuluna kâfi (yeterli) değil midir?”1468
Dostları ilə paylaş: |