1- İslâmî gelenek, bu sûrenin müteaddit âyetlerini (17 ilâ 33 ve 48 ilâ 52) medenî saymaktadır. Demek ki sûrenin, önemli bir kısmı Medine devrine aittir, yani nüzul yönünden 2. olsa bile, bu süre toptan inmemiştir. Kısmen Mekke'de, kısmen Medine'de tamamlanmış olabilir. Muhtemelen, bu sûrenin baş tarafındaki bazı âyetler. 2. şuradadır, fakat tamamı böyle değildir. Çünkü:
2- Bu sûrenin 9. âyetinde, müşriklerin Hz. Peygamberle bir uzlaşma peşinde oldukları, Mucâhid'in tefsirine göre, kendi tanrılarına meyletmesini istedikleri (İbn Kesîr, VIII, 217) bildiriliyor. Bu durum, İslâm davetinin ilân olunup, aradan biraz zaman geçmiş olmasını ve hatta -uzlaşma peşinde olduklarına göre-, bu davetin bir çok taraftar bulup, az -çok bir güç kazanmış olmasını gerektirir. Halbuki henüz “yakın akrabalar” bile davet olunmamıştır. Olsa olsa, bu sûrenin başında bildirildiği gibi (68,2), kendisine vahiy geldiğini söyleyen zâtın, müşriklerce sadece “mecnûn” görülmesi söz konusudur.
3- Sûrenin 10-16. âyetleri, Kur'ân'a karşı ciddî reaksiyon gösteren nüfuzlu bir adamdan bahseder. Vahyin hemen başında, böyle bir tepki izah edilemez.
4- Sûrenin 35. âyetinde; “Hiç müslümanları mücrimler gibi tutar mıyız?” buyruluyor. İslâm, ve müştakları ilk sûrelerde görülmez, bunun yerine iman maddesi kullanılır. İslâm maddesi 39. olan el-A'râf sûresinin 126. âyetiyle başlar (müsteşriklerin çoğuna kalsa, bu kök medenî olmalıdır). Ayrıca burada, Allah'a teslim olmayı ifade eden bir fiil olarak değil, sıfat ve cemî olarak müslümanlar diye varid olmaktadır. Vahyin başında, bu durum düşünülemez.
5- Sûrenin 42. âyetinde, secde etmeleri emrolundugu halde, bu emri yerine getirmeyenlerden bahsediliyor. Halbuki henüz ibadet emri gelmemiştir.
Dostları ilə paylaş: |