Felsefe açısından bakıyorum, tasavvuf açısından henüz bakmıyorum, felsefenin içinden bakıyorum. Bugün hakim olan felsefe geleneyi Batı felsefesi geleneğidir, yani bugün 13. - 16. yüzyıldan itibaren Doğu felsefesi geleneği, felsefe dediğimiz gelenek olarak gelen, aşama aşama gelen, gelişen felsefe Batı felsefesi geleneğidir. Marx da bunun içinde, Haydegger de bunun içinde, işte Jan Pol Sartr da bunun içinde. Şimdi, Batıya baktığımızda sizin aşikarlık dediyiniz o kendini ifade edebilme, kendini açığa vurmak, “ben” farkındalık diyorum, çok daha geniş bilinç, şüur anlamında farkındalık, işte bu farkındalık rasyonelitede olarak ifade edilmiş olabileceği gibi, mesela fenomenolojide mahiyyetler ilmi olarak da ortaya çıkabiliyor. Fakat Batı felsefesi geleneğinin bir de çok dar tarafı var. Bu dar tarafı iyice ilimler üzerine eğilen analitik felsefe, yani bilimsel önermeler üzerine, bilimsel yargı bildiren, hüküm bildiren cümleler üzerine yapılan felsefe ve sadece bilimsellikle sınırlandırılmış vaziyyetdedir. Şimdi bu en uç noktada Batı felsefesi, kıta Avrupa felsefesi, burada bir az Amerikan felsefesi praqmatik bir zihniyyette ayakla bütünleşiyor. Fakat şimdi bunun karşısında kendimizi konumlandıralım. Yani kendi düçünce ilkimimizi konumlandıralım. Buna illa bir ekol, illa bir tradisyon, gelenek dememize gerek yok. Bir iklim var. Bu iklimde, yani Şark ikliminde, işte metodoloji burdan çıkıcak, Şark ikliminde felsefe illa rasyonelist bir inşa gerektirmiyor. Felsefe illa analitik anlamda bilimsel olmaklığı, bilimle sınırlandırılmış olmaklığı gerektirmiyor. Felsefe illa dispersif olmayı gerektirmiyor. Şark düşüncesinde mevcut olan felsefe tam da Selaheddin muallimin söylemiş olduğu gibi şiirle gelişmişdir. Bakın, Nizamide, Fuzulide bizim bin kitapla söylemediyimiz kadar derin felsefe vardır. Şimdi bunu bir tesbit edelim. Bu edebiyyat açısından ele alınabilir, ama bu, felsefece de ele alınmalıdır ve burada hiss etdiyimiz, içinde var olduğumuz, hatırladığımız bir farklı düşünce, tefekkür ilkimi olduğunu burda anlıyalım. Bu tefekkür ikliminin açısından bakıldığında rasyonel ve irrasyonel bütünlüğü de var. Mesela, bunu ekzistansiyeller de arıyor, Batı felsefesi Berksonla arıyor, aksion felsefesi ile arıyor. Biz de darmadağın olmuş vaziyyette kendi imkanlarımızın farkında değiliz. Fakat tasavvuf bakımından ve ya tasavvufu gündeme getiren bir iklimden bahs edicek olursanız, bu iklim tefekkürü şiirle de bütünleştirmiş, musiki ile de bütünleştirmiş tıpkı İlk Çağda Pifagor`un yapmış olduğu gibi. Ve asıl önemlisi insanın varoluşu ile bütünleştirmiş, yani insanın oluşuyla bütünleştirmiş. Selaheddin bey dedi ki, neredeyim, kendimle, kendi oluşum itibarıyla neredeyim, bu çok önemlidir. İşte bu kendi oluşuyla bütünleştirmiş. Batılı bir felsefeci masa başında, Dekart gibi ocağın başında, ya da Kant gibi masasının başında felsefe yapar, bir sistem kurar, matematik gibi bir sistem kurar adeta. Fakat doğulu bir mütefekkir yaşayan insandır. Hayatın içinde insandır, demek ki, bizim düşünce iklimimizde şiir var, bizim düşünce iklimimizde ahlak açısından bir toplumlaşma süreci var, bizim düşünce iklimimizde o ızdırap çeken, hayatın içinde kendisini bulan, aşık olan insan var. Ve bu iklim kendini farklı bir tefekkür ufku olarak açıyor. Tasavvuf bu iklimin düşünce lisanını ve düşünce halini en iyi tezahür ettiren, ifade ettiren alandır. Yani belli bir klasik geleneksel sistemin kendini kendi içine kapatması değil, fakat şiirde, ahlakta , felsefede, sanatda kendini dayandıracağı bir iklimin sağlam yapısına, tefekkür yapısına ihtiyaç duyuyor her kademede. Tasavvuf bunun genel adı. Felsefeden bakdığımızda genel adı. O zaman eger biz felsefenin tetkiki ve tedrisi açısından ruhu anlayamazsak, Şarkın bu ruhunu biz bu ülkede, bu kültürün içinde, bu dilde, bu ahvalin içinde Batının bir yansıması olarak felsefe yaparız. Ama bunu giyine bilirsek içimize, bu atmosferin içine insiye ola bilirsek, insiyeden kastım, onu özümsemek anlamında girebilirsek o zaman çok daha genel bütünleştirici, muhteşem bir sağlam temele dayandırılır. Çok enteresan bir şey var, yani tasavvuf bir tarikata müntesib olma anlamında gelmiyor burda. Nesimi`de de ortaya çıkıyor, Şeyh Galip`te de ortaya çıkıyor, Fuzuli`de de ortaya çıkıyor, Nizami`de de ortaya çıkıyor.