Özgün Düşünce Oluşumunda Felsefi Kaynak Sorunu
Peki, ciddi bir düşünce hareketinin oluşum süreci bakımından gerekli olan felsefi bir altyapıdan söz edebilmek ne kadar mümkündür? Belki 20. yüzyılda modernleşme çabalarının yarattığı bir Batıya kapılma, Batıyı mükemmel bir yapı olarak algılama biçiminin, aslında Batı karşısında, Batıyı okuyabilmek bakımından gerekli fikrî ve felsefî malzemelerden bir miktar doğuyu yoksun bıraktığı söylenebilir. Aslında savrulma ve kimsizlikleşme sürecinin geçen yüzyılın ortalarında Türkiye’de tercüme anaforunda daha da derinleştiği görülmüştür (Ülken 1966:481). Felsefeci Süleyman Hayri Bolay’a göre de Türkiye’de yıllara dayanan temel düşünsel sorun taklit ve nakil sorunudur (Bolay 2006:410). Bu, aşağı yukarı doğunun geçtiği modernleşme tarihi boyunca böyledir. Batı karşısında söz konusu duruş sorunu Türk düşünürlerini ya Batıya âşık ya da Batıdan nefret eden/Batı düşmanı insanlar haline getirmiştir. Nitekim bu durumun somut bir sonucu olarak Türk aydınları – en azından sekiz on kuşak- Batıyı anlamakta büyük sorunlar yaşamışlardır. İşte bu, Batıyı anlayamama sorunu, Batı gibi arkasına birkaç felsefi hazırlık yüzyılını alarak moderniteyi inşa etmiş bir yapıyı algılayamama problemi, Türk düşünürlerini bir çaresizlik problemiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Türkiye’de, Batı Medeniyetini toptan reddetmeye ya da mutlak anlamda kabul etmeye dayanan yaklaşımların oluşturduğu kamplaşmaların, çağdaş bir Türk düşüncesinin oluşumunun önünde engel olduğu, bu eğilimlerin oluşturulmak istenen Türk düşüncesine bir katkı yapamadığı, hatta Türkiye’de düşünceyi kısırlaştıran bir rol oynadığı söylenebilir. Türkiye’de bugün bu perspektif bakımından kırılması gereken en önemli halka, durumu kavramada fikri donanım yetersizliği ve önyargılar duvarıdır(Çetin 2007: 67). Tabiî buna diğer bir boyuttan da şöyle bakılabilir: İslâm düşüncesinde özellikle içtihat kapısının kapanmasından sonra düşüncenin büyük bir donukluk sürecine girdiği görülmüştür. Bu dönemde düşüncenin büyük bir durağanlık yaşadığı, bu durağanlık içinde gündelik hayatı, toplumsal sorunları anlama, çözebilme ve yeniden uygarlığın kendi anlam kodları içinde ihya etme imkânlarının gittikçe daraldığı ve kısırlaştığı, felsefî algıların ve anlayışların gelişemediği izlenmektedir. Bu bakımdan sadece Türkler için değil, genel olarak Müslüman dünya için 17. yüzyıldan itibaren 20. yüzyıla kadar ciddi bir felsefî algının gelişemeyişi, İslâm uygarlığının Batı Uygarlığı karşısında büyük çöküşünün ardından ortaya çıkan büyük dağılmanın sebepleri arasında sayılabilir. Bu önemli durum tabiî sadece Türkiye’de değil, bütün bir Müslüman dünyada batıya âşık olma ya da batıyı kökten reddetme eğilimlerini öne çıkarmıştır. Esas itibarıyla bu iki eğilimde uzun dönemde doğu toplumlarının batıyı kendi koşulları içinde anlayabilme ve kendilerini yeniden inşa etmede bir fırsat, bir imkân, bir araç olarak batıyı kullanabilme fırsatlarını ellerinden almıştır
Dostları ilə paylaş: |