Edebiyatçıların Önderliğinde Düşünce: Kırk Katır mı, Kırk Satır mı?
Bir toplum dünyayı anlamakta, algılamakta, açıklamakta ve gündelik hayatın problemlerini çözmekte, felsefeyi ve sosyal bilimi yeteri kadar kullanamıyorsa, bu araçları yeteri kadar inşa edememişse, ister istemez sağlam bir araçtan yoksun demektir. Bu durumda düşünce hayatı ister istemez daha fantastik, daha kurgusal, ayağı yere daha az basan, daha romantik karakterli bir hareket hâline gelir. İşte bir toplumda düşünce dünyasında edebiyatçıların rolü burada ortaya çıkar ve fantastik dünya algısı düşünce hareketine egemen olmaya burada başlar. O zaman düşünce gittikçe hayatın kendisinden kopan bir fantastik alan hâline gelir. Örneğin Türkiye’de Necip Fazıl ve Nâzım Hikmet gibi şairlerin düşünce hayatına vurduğu damga özel bir örnek oluşturmaktadır. Bu saydığınız şairler, hiç kuşku yok ki büyük şairlerdir. Fakat bütün bunların şairane karakterleri, Türkiye’nin herhangi bir sorununun çözülmesinde ya da daha tutarlı bir algı dünyası inşa edilmesinde ve mantıksal tutarlılığı olan bir dünya algısı, bir kimlik inşa edilmesinde Türk Düşüncesine yeterli katkıyı sağlayamadığı gibi zaman zaman böyle bir inşanın gevşemesi, dağılması ve düşünce disiplininin bozulmasına neden olmuşlardır.
Yukarıdaki gibi bakıldığı zaman, Türk düşüncesinde edebiyatçılar, şairler tesadüfen öne çıkmış değildir. Aslında onlardan başka bu işin öncülüğünü yapacak filozoflar, sosyal bilimciler olmadığı için, onlar önde ve onlar önde olduğu için de ciddi bir Türk düşüncesi oluşamamıştır. Hatırlanacağı gibi makalenin başında ‘hem bir Türk düşüncesi var fakat aynı zamanda bir Türk düşüncesi yok’ denmişti. Aslında bu durum biraz da düşünce hayatında edebiyatçı önderlerle ilgili bir durumdur. Şairlerin, romancıların öncülüğünü yaptığı bir düşünce aslında bir şiirin karakteriyle, bir romanın yerel karakteriyle özgünlük kazanır. Bu anlamda bir Türk düşüncesi vardır. Hatta buna ödül bile verilir. Nitekim Orhan Pamuk’un aldığı Nobel Ödülü büyük çapta bununla ilgilidir. Fakat aynı zamanda edebiyatçıların öncülüğünü yaptığı Türk düşüncesi, gerçek anlamda yoktur. Çünkü bu düşünce edebiyat vurgusu ile hayattan oldukça kopuk bir düşünce olmuştur. Oysa düşünce, reel dünyanın problemlerinin üzerinde kafa yormak ve çözmek bakımından, daha fantastik ve sonuç olarak sanatçıların, edebiyatçıların, şairlerin öncülük ettiği bir düşünce hareketi özelliğinden koptukça gerçek bir düşünce hareketi haline gelebilir. Önemli ölçüde edebiyatın gölgesinde kalan, bu nedenle bir fikir hareketinin gerektirdiği yapılanmadan, sistemden, sistem bütünlüğünden, disiplinden ve metottan işin tabiatı gereği yoksun kalan bir düşünce sorunlu bir düşünce olarak yapılanmak durumunda kalır. Çünkü nihayetinde edebiyatın tüm savrukluğuna rağmen düşünmek, sistemli ve disiplinli bir iştir.
Dostları ilə paylaş: |