Meal Çalışması Fatiha Suresi Bismillahirrahmanirrahim 1



Yüklə 3,16 Mb.
səhifə40/45
tarix27.12.2018
ölçüsü3,16 Mb.
#86460
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45

41- “Bu kâinat kitabından İbrahimi de (diyalektik imtihan sürecinde yaşanılan dinî pratikleri de) an. İbrahim diyalektik süreci yaşadığından o sıddıktır ve peygamberdir.”

[Bir şeyin sıddık yani tam doğru olması için onun diyalektik zıtlar içinde yaşayıp test edilmesi gerekir. Çünkü her zıt, öteki zıddın varlığını ve gerçekliğini test eder.

İlk insanlarda bu diyalektik yapı kurulmadığından onlar çocuk gibi idiler. Yaptıklarının ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal (kurgu) olduğu anlaşılmıyordu. İlahları dahi hayali idi; neye taptıklarını tam bilmiyorlardı. İbrahim ise, tefekkür ve ilme dayalı bir iman getirmekle beraber; namaz, hac, zekât gibi dinî pratikleri de getirdi. Evet, pratikler, insan inancının ve bilgisinin sağlamasını çok iyi test ederler. Ayrıca imtihan çerçevesi içinde İbrahim bütün zıtları dengeledi. Onun için ona ilk Müslüman denilir. İşte bu sistemin sağlamlığını bildirmek için ayet, O sıddık (çok doğru) idi, diyor. Ve bu sistemin insanlık tarihinde çok iyi bir misyon olduğunu dile getirmek için de O, peygamber idi, diye ilave ediyor.]

42- “Bir vakit (çok eskiden) İbrahim babasına (ilkel kalmış, test edilmemiş toplumuna) dedi: Ey babacığım! Neden işitmeyen, görmeyen ve sana asla faydası olmayan şeye tapıyorsun?!”

43- “Ey babacığım, yaptığım araştırma ve içinde yaşadığım diyalektik yapı sonucu, bana sende olmayan bir bilgi gelmiştir. Sen bana uy, seni düzgün bir yola yönlendireyim.”

44- “Ey babacığım, şeytana (mutlak negatife) tapma. Şeytan, rahmaniyet denilen dengeli, diyalektik ve bilinçli İlahî yapının dışındadır. O Rahmanî sistemin içine girmemiştir. Ona isyan etmiştir.”

45- “Ey babacığım, şeytana tapma, yoksa Rahmanî sistemden sana bir azap dokunur; yok olur, şeytanın grubuna katılırsın.”

46- “Babası, ey İbrahim, sen; benim ilahlarımdan nefret mi edersin?! Eğer bu yaptığına son vermezsen, seni taşlarım. En iyisi sen çok uzun bir dönem beni terk et.”

47- “İbrahim, sana denge, esenlik ve selam dilerim. Rabbimden senin için bağışlanma dileyeceğim; (belki senin bu eksik yapını tamamlar.) Çünkü Rabbim, bana çok şefkatlidir.”

[Evet, diyalektik bir yapı demek olan rahmaniyet, aslında rahmet ve şefkattir, geliştirme ve nimettir. Asıl tat, asıl nimet bu ikili ve testli yapıdadır. Onun için birçok kitapta “Allah ismi ibadete; Rahman ismi ise, şükre bakar” denilmiştir. Allah etimolojik olarak tapılan demektir. Rahman ise, rahmeti ve nimeti açıkça görünen manasına gelir.]



48- “Ben sizi ve Allah’ın dışında taptığınız şeyleri bırakıyorum. Beni terbiye eden rabbime çok dua edeceğim. Umarım, rabbim duamı kabul eder; beni hayal kırıklığına uğratmaz.” (Beni bedbaht etmez.)

49- “İbrahim, onları ve Allah’tan başka taptıkları putlarını bırakıp gidince, biz ona İshak ve Yakubu bağışladık. Ve hepsini peygamber yaptık.”

[Yani gelişme motoru olan bilimsel diyalektik süreç, ilkel ve çok tanrılı toplumlarda gelişme ortamını bulamaz. Fakat o etkin altyapı, böyle ilkel toplumları terk edince, iki önemli meyve doğurur. 1) Mutlu ve gelişmiş bir toplum (İshak..)114 2) Çilekeş; ilimde, dinde ve insaniyette çok ilerlemiş bir yapı (Yakub..) İslam Tarihinde İshakın temsil ettiği yapı, başta Abbasi ve Osmanlı İmparatorluklarıdır.

Yakubun temsil ettiği yapı ise, başta Ehl-i Beyt imamları olmak üzere bütün ilmî, tasavvufî ve medeni kişi ve kurumlardır. Nitekim İslamiyet, ilkel müşrikleri bırakınca Medine’de bir medeniyet kurdu. Sonra Arabistanı bırakınca Suriye, Irak ve başka memleketlerde daha büyük medeniyetleri meyve verdi.

Bir rivayette İshak Oğulları İstanbul’u fethedecektir, şeklinde bir bilgi var. Ayrıca Nisa suresi, 163. ayette geçen İbrahim, İsmail, İshak ve Yakubtan maksat da Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir. (Kur’anın Evrenselliği adlı kitabımızın 2. Ekine bakabilirsiniz.)

Bütün bunların birer misyon olduğuna işareten ayette Hepsini de peygamber yaptık, deniliyor. Bunların doğal ve sosyolojik bir sürecin sonunda olduğuna işareten ayette Ben bağışladım, ben onları peygamber yaptım, denmiyor da biz yaptık, deniliyor. Demek kutsal kitapların anlattığı peygamberler tarihî şahsiyet değiller. Onlar birer kollektif misyonun ismidirler. Onun için arkeolojik ve antropolojik araştırmalarda bu anlatılanların tarihî kişiliklerine rastlanılmıyor.

Peygamberler denilen bu misyonlar, rahmaniyet gerçeğinin güzel birer numunesidirler. Onlar da rahmaniyet gibi mahiyet itibarı ile soyutturlar. Fakat bilimsel ve yasal bir şekilde kollektif bir kişilik olarak somutlaşırlar; bütün âlemlere birer rahmet olurlar. Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik,115 ayetinin manasının örnekleri olurlar. Evet, peygamberliğin rahmet oluşu bu soyut boyutuyladır. Yoksa somut bedenleri bazen toplumlarının putperest olmalarına sebep olmuştur. Çünkü genel olarak insanların gözü liderlerinin müşahhas şahsiyetine takılır, kalır.



50- “Bütün bu misyonlara kendimizden rahmet ve başarı bağışladık. Onlara çok yüce bir şöhret (lisane sıdk) sağladık.”

51- “Bu kâinat kitabında önemli bir bölüm olan Musayı (kutsal yasa ve hukuku) da an, (onu yaşa.) Bu yasa ve hukuk, çok uzun süreçlerin muhlası (hulasası116) ve sonucudur. O, hem resuldür; (topluma karşı Allah’ın elçisidir;) hem de peygamberdir (sonsuz İlahî bilinç içeren bir misyondur.)

52- “Ona, Tur Dağının (devletin) sağ tarafından seslendik. Onu kendimize sırdaş yaptık.”

[Hitap (retorik sesleniş,) halkı dağ gibi derleyen devlet, sağcılık (serbestlik) ve sırdaşlık kavramlarını hatırlayın; bu ayetin manasını anlarsınız. Devletin hukuk ve yasalarla, hürriyet ve gizlilik hakikatleriyle ne kadar içli-dışlı olduğunu görün.]



53- “Ona ayrıca rahmetimizden (ekstra iyiliğimizden) velayet misyonunu taşıyan yumuşak yapılı Harunu bağışladık.”

[Musa, şeriatı; Harun velayeti temsil ediyor, diye hem Kur’andan hem Tevrattan hem de hadislerden açıkça anlaşılıyor. Demek yasa ve devlet işleri ancak maneviyatla tam başarılı olur. Nitekim Hz. Muhammed de 53. yaşında resul (şeriati tebliğ eden musa) oldu. Bu yaşta miraca çıkmakla velayette zirve oldu. Bunun bereketiyle Müslümanlar Medine’ye hicret ettiler. Her sahada başarılar sağladılar. ]



54- “Kitapta İsmaili de an; o çok doğru idi; resul (elçi) ve peygamber idi.”

[Yine kıssadan hisse, İsmail Hz. Muhammed’dir. Evet, Muhammed, elçilik ve peygamberlik misyonu yanında sıdk ve doğrulukta öncü idi.]



55- “Yakınlarına namaz ve zekâtı emrediyordu. Allah katında (gayb âleminde) rabbinin rızasına mazhardı.”

[İslamiyet bütün zıtları birlik potasında birleştirip canlı bir sistem olduğundan yaradılışın en birinci amacı olan gelişmeyi en güzel şekilde sağlayandır. Dolayısıyla rabb (bütün her şeyi geliştiren Allah) en fazla ondan razıdır.]



56- “Bu kâinat kitabında İdrisi (ders ve bilgiyi) de an, (yaşa.) Hiç şüphesiz İdris çok doğrudur (sıddık) ve peygamberdir,” (önemli bir misyondur.)

57- “Onu çok yüce bir konuma yükselttik.”

[Evet, bilgi eşittir varlığın mahiyeti ve işletilmesi. Çünkü her şey, soyut bilgi ve manaların somutlaşmış şekilleridir. Bu surede gördüğümüz gibi, bu somut boyuta Rahmaniyet deniliyor. Kur’anda 57 sefer geçen Rahman isminin içlerinde geçtiği bütün ayetler, bu 57. ayetin tefsiridir. Bütün bu misyonlar içinde sadece İbrahim ve İdris için, çok doğru, denmesi ilmî bir gerçeğe işarettir. Çünkü bir şey diyalektik bir testten geçmişse ve o şey bilimsel ise, o tam gerçekliktir ve doğruluk denilen gerçeğe uygundur. İbrahim, diyalektik süreci; İdris ise, bilimi temsil eder.

Tevratta İdrisin ismi, Ehnuhtur. Bu da Nuhun kardeşi demektir. Ve bütün kutsal kitaplardan anlıyoruz ki; Nuh, din ve inancın ismidir. Nitekim kim dinin gemisine binse, o helaket-felaket tufanlarından kurtulur, denilir. Demek İdris (bilim) dinin kardeşidir; zaman ve tarih olarak ise Nuhtan (dinlerden) öncedir. Evet, insanlığın bilimle uğraşması, peygamberler vasıtasıyla vahye ve tevhid inancına mazhar olmasından öncedir. Çünkü insanlık Nuh ile ifade edilen bu dönemden önce vahiy ve İlahî hitabı alacak kadar soyut mana ve algıya hazır değil idi.]

58- “Bütün bunlar, Allah’ın kendilerine çokça nimet kattığı misyonlardır. Bunlar Âdemin zürriyetinden (insaniyet ve edebiyatın sonucu,) Nuhla beraber yüklediklerimizin zürriyetinden (dindarlığın sonucu,) İbrahimin zürriyetinden (diyalektik sürecin sonucu,) İsrail (medeni dindar milletin) ve seçkin liderlerin (sonucu) olarak gerçekleşmişlerdir. Bu misyonların üzerine (içine) rahmanın ayetleri (diyalektik sonsuz İlahî bilinç verileri) uygulandığında117 secdeye kapanırlardı; (tam ve verimli hizmet ederlerdi.) Duygu ve bilinç ile hassasiyet gösterirlerdi.”

59- “Bunlardan sonra yeni türedi kavramlar çıktı. Bunlar namazı (görev misyonunu) zayi ettiler. Hedonizmi (şehvetleri) esas aldılar. Bunlar gayyaya (çöplüğe) atılacaklardır.”

Yani kâinat kitabında onlara yer yoktur. Çünkü insanlar inanç ve sosyal misyonların birer somut örneğidirler. Bu sorumsuz hedonist misyonlar, bir nevi bilinç cenneti olan kâinat kitabında yer bulamayacakları gibi; bu menfi manaları yaşayan nesiller de bu cennette yer bulamayacaktır.



60- “Fakat kesin dönüş ve dönüşüm görseler, gerçekliğe inansalar, yararlı işler yapsalar, bunlar kesin olarak cennete girerler; onlardan hiçbir şey esirgenmez.”

[Hatta denilebilir ki; tevbe ve dönüş durumunu yaşayan bunlar, diyalektik sürecin çok keskin bir şeklini önceden gördüklerinden daha zirve bir konuma çıkabilirler.]



61- “O yerleşim ve yaşam cennetleri ki: Rahman olan Allah, onlar henüz görmeden, rahmaniyet sürecine bağlı olan kullarına onları vaad etmiştir.”

Evet, kâinattaki zıtların yapısını, çatışmasını, gelişme sürecini ve bunun sonucunda oluşan çirkinlik ve güzelliği görenler, bu sürecin sonunda sonsuz mutluluk demek olan cennetin olacağını hissediyorlar. Rahmaniyet hakikatinden bilgi olarak da haber alıyorlar. Bu önemli rezerve işareten ayette Allah’ın vaat ettiği, denilmemiş de, Rahmanın vaat ettiği, deniliyor.



62- “Bunlar bu bilinç cennetinde sadece dengeyi dinlerler; boş hiç bir şey işitmezler. Onlara sabah akşam rızkları da vardır.”

[Demek cennet somut ve cismanidir. Orada beslenme ve sabah-akşam gibi zıtlıklar vardır. Dolayısıyla oranın güzelliği, bu zıtların dengelenmesinden kaynaklanıyor, diyebiliriz. Böyle ortamlarda yaşayanlar için Allah, Rahman olarak görünür. Cennetlikler Onu Rahman olarak görecekler, Cennetin damı, Rahmanın arşıdır, mealindeki hadisleri hatırlayın. (Camius-Sagir, Hadis No: 3116)

Demek madde ve fen ehli, en azından bu seviyede gerçeğe ve güzelliğe inanmalı. Fakat asıl cennet, sonsuz ve soyuttur, mutlak (sınırsız) bir âlemdir. İşte Yunus’un Ben cenneti değil de seni istiyorum, seni.. Mealindeki sözünün manası budur.

Evet, Budizm, hedef ve mabut olarak bu soyut-sonsuz varlık boyutunu esas alır. Somut boyuttaki oluşumları ve duygusal tatminleri, Nirvana denilen bu soyut ve manevi boyuta çıkmaya engel olarak görür. Zenbudizm ise, Kur’anın rahmaniyet dediği hayat içinde gerçeği ve güzelliği görmek ve yaşamak ister.

Yani Budizm Allah hakikatini esas alır; Zenbudizm ise, rahmaniyeti esas alır. Demek Budizmde ilah kavramı ve ebedi yaşam fikri yoktur, denilemez. İşte insanlık âlemindeki bu gibi çelişkilere karşı Kur’anda gördüğümüz gibi, İslamiyet, Allah ve Rahmanı, soyut ve somutu eşit kabul eder. Ki bu surenin ana konusu, bu birliği ve eşitliği göstermek ve yaşatmaktır.

Hulasa: Rahmaniyet alanı olan kâinat, cennet ve cismanî hayat, feminendir. Cennetin çokça huri kavramı ile beraber zikredilmesi, bu feminenliği bildirmek içindir. Hatta bir âlim Her bir huri, küçük bir cennettir, diyor. Ulûhiyet hakikati olan sonsuz soyut varlık ise, manevi ve erildir. Hint-Aryen dilinde nirvana kelime olarak mana ve erilliğin etkin olduğu alan demektir. Zen kelimesi ise, hayat ve kadın manasına gelir. Jinekoloji kelimesi bu kökten türemiştir.

Asrımızın iyi bir Kur’an tefsiri ve Ontoloji kitabı olan Risale-i Nurun da iki temel kitabı vardır: Ayetül-Kübra ve Haşir Risalesi.. Ayetül-Kübra ulûhiyete ve ulûhiyetin ispatına bakar. Ulûhiyet, İslam kelam ilminde Vacibül-Vücud kavramı ile ifade edilir. Nitekim o risalede yaklaşık olarak yüz elli sefer bu tabir kullanılmıştır. Haşir Risalesi ise, Allah’ın isimlerinin somut tecellilerine dayanarak cismanî ve ebedî hayatın, ahiretin, cennet ve cehennemin ispatıdır. Nitekim bu sırrı bilmeyen bir müftü, Bediüzzaman’ın yazdığı 10. Söz, haşri ispat etmiyor; Allah’ı ispat ediyor, diye itirazda bulunmuştur.]



63- “İşte bizim bu rahmaniyet sistemine entegre olan, kendi ruh ve özünü koruyan kullarımıza miras olarak vereceğimiz cennet budur!”

[Bugün beşerî bilimler, varlık katmanları içindeki gelişme süreçleri sonunda böyle güzel cennetleri gözlemleyebiliyor. Onları dünya hayatına indirmeye çalışıyor. İnsanların melek gibi olmasını hedefliyor. Çünkü bu bilinçli güzelliklerden her bir dosya, adeta bir huri gibidir; bir melektir.

Fakat dünyamız, imtihan dolayısı ve gelişme âlemi olduğundan o cennetlerin yeryüzüne inmesine izin yoktur. Bakın bu gelen 64. ayet bu manayı ne kadar güzel bir ifade ile anlatıyor:118]

64- “Biz (melekler ve bilinç katmanları) seni geliştirmek için gönderen rabbinin izniyle ancak inebiliriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve şimdiki halimiz ancak Onun elindedir. Hiçbir şey Ondan gizlenemez; O hiçbir şeyi unutmaz ve ihmal etmez.”

65- “O, göklerin (metafiziğin,) yerin (fiziğin) ve aralarındakilerin rabbidir. Dolayısıyla sadece Ona bağlan, Ona ibadet et. Ve Onun ibadetinde sabret. Onun hiçbir benzeri yoktur.”

[Yani O, sonsuz bilinç ve gerçek varlıktır. Sen ona bağlan ki; her katmanı ile gerçek ve güzellik olan bilince eresin, gerçek varlığı kazanasın. Fakat insanın kendi beninden vazgeçip başka bir bene bende olması çok zor olduğundan, bağlanmak demek olan ibadet insana zor geliyor. Onun için ayet “Ona ibadet etmekte sabret” diye ara bir cümleyi metne katıyor.]



66- “İşte bu sonsuz bilinci bilmeyen ve ibadetle ona bağlanmayan insan, ‘öldükten sonra mı, ben kesin olarak diriltilecek mişim?’ der.”

67- “Böyle diyen insan, hatırlamıyor mu? O daha önce hiçbir şey değil iken, biz onu yarattık.”

[İşte bu sürecin yapısı, başlangıcı ve sonu şöyle oluyor:]



68- “Bütün zıtları, varlığı ve hayatı geliştirmek için çalıştıran Rabbine (rububiyetine) and olsun! (Yokluğu ve inanmamayı tercih eden) o kâfirleri ve (yokluğun adı olan) şeytanları toplayacağız. Sonra diz çökmüşler olarak onları cehennemin etrafında bulunduracağız.”

69- “Sonra her gruptan, Rahmana (Allah’ın denge ve düzenine) karşı hangilerinin daha azgın olduğunu ortaya çıkaracağız.”

70- “Biz hangilerinin cehenneme dayatılmaya daha layık olduğunu biliriz.”

71- “Evet, sizden hiç kimse yoktur ki; mutlaka o cehennemden geçiyor, olmasın.. Hepinizin bu evrensel cehennemden geçmesi, Rabbinin, terbiye edici isminin kesin olarak gerektirdiği ve asla firesi olmayan kat’i bir hüküm ve kanundur.”

72- “Sonra biz, kendini zulüm ve dengesizlikten koruyanları kurtarırız. Zalimleri ise orada diz çökmüşler olarak bırakırız.”

[Burada iki sefer geçen diz çökmüşler olarak ifadesi, teslimiyet ve suçluluk manasındadır. Peki, acaba bunlar, bunu hak ediyorlar mı, gibi bir vehme karşı, şu gelen 73. ayet cevap veriyor. Asıl cevap ise, bu beş ayette vurgulanan dengesizlik gerçeğidir. Evet, rahmaniyet ile ifade edilen sonsuz İlahî kudret ve irade, rahmet icabı bütün varlıkları dengeye getirmeye çalışır. Ve bu dengelemenin adı azaptır. Çünkü dengeden çıkmış ve mukadder güzelliklerini kaybetmiş insanlar, bir daha varlık ve denge sistemine girince çok acı çekerler; ameliyat ve yeniden yaratma gibi bir işlem söz konusu olur. İşte 73. ayetin verdiği cevap:]



73- “Bu insanlara ayet ve belgelerimiz okunduğunda, hakikat ve manayı inkâr ederek varlık ve hayat absürttür, diye iddia edenler, hangi grubun konumu daha yararlıdır, çevresi daha güzeldir, diye söylediler.”

74- “Hâlbuki onlardan önce, mobilyaları ve görünüşleri çok daha güzel olan nice çağları helak ettik.”

75- “Vahiy ve peygamberlik diliyle de ki: Kim varlıktaki bu iki kanatlı, İlahî sonsuz bilinçten sapmışsa, rahman olarak Allah, onun sapıklığını daha da uzatacaktır. Nihayet kendilerine vaat edilen azabı veya kıyameti görünce; kimin konumu daha kötü, imkân ve askerleri daha zayıf olduğunu bileceklerdir.”

76- “Doğru yolda olanların ise, Allah sonsuza dek hidayetlerini arttıracaktır. Çünkü ebedî ve yararlı olan işler, ödül olarak da, sonuç olarak da çok daha hayırlıdır.”

[Ayette geçen sevap, ödül demektir. Mered, varılan son nokta manasına gelir. Bakiyatüs-salihat (yararlı ve ebedi hakikatler) ise, başta namaz olmak üzere bütün faydalı işler demektir. Fakat insanoğlu bu yararlı, ebedî şeyleri elde edeceğine, bireysel ve türünün bekası zannıyla mal ve cinselliğe sarılır.]



77- “Ayet ve belgelerimizi yalanlayıp, bana mal ve evlat verilecek, diyeni gördün mü?!

78- “O kişi, gaybı (metafizik alemi) mı gördü?! Yoksa rahmaniyet çerçevesi içinde sebepleri hazırladı da fiili bir sözleşme mi yaptı.”

79- “Kesinlikle böyle bir şey yok; biz onun söz ve arzularını yazacağız. Onun o isteklerini gerçekleştirmemekle ona azabı arttırdıkça artıracağız.”

80- “Mevcut olan mal ve evladını da ondan alacağız. O bize yalnız başına olarak gelecektir.”

81- “Böyle insanlar, mal ve evladın, insanın ebedî sonsuz aşk-ı bekasını tatmin etmediğini anlayınca, bir şeref ve izzet olsun, diye, Allah’tan ayrı olarak bir sürü ilahlar edindiler.”

82- “Hayır! Kesinlikle bu maddi putlar, onlar için manevi değerler olan şeref ve izzet getirmeyecektir. Çünkü daha sonra onların ilahlığını inkâr edecekler; onlara düşman kesileceklerdir.”

83- “Görmedin mi? Biz bu dünyada dahi kâfirlerin üzerine şeytanlar (negatif güçler ve duygular) göndermişiz. O şeytanlar onları kazan gibi kaynatıyor.”

[Kur’anda sıkça geçen görmedin mi! deyimi, bilimsel bir realiteyi bildirmek ve göstermek için bir kalıptır. Bu surede geçen seriyy, hafiyy, ezze, idd gibi önemli kavramların sağlıklı manaları için kaynağımız, El-Müfredat kitabı oldu. Hatta surenin bu seferki tefsirinde sadece o kitabı esas aldım, diyebilirim.]



84- “Ey Muhammed, şeytanların yuvası olmuş bu insanların kurtuluşu için acele etme. Biz sadece onlar için hazırlık yapıyoruz.”

[En büyük hazırlık da imtihan sürecini beklemek ve buna göre davranmaktır.]



85- “Bu işlerin sonuçlandığı gün, biz özünü (ruh ve kalbini) koruyanları rahmaniyet ile ifade edilen sonsuz İlahî bilinç ve güzellik cennetine doğru toplayacağız.”

86- “Ruh ve kalbini korumamakla suçlu olanları ise, cehenneme süreceğiz.”

87- “Bunlar asla bir destek ve yardım görmeyecekledir. Rahmaniyet süreci içinde bazı sebepleri hazırlayıp fiili bir ahit almış olanlar hariç…”

88- “Bu kâfirler, (sonsuz İlahî bilincin adı olan) Rahman evlat edinmiştir (Rahman somut maddi bir şeydir.) dediler.”

89- “Ey kâfirler, sizin her şeyi maddeden ibaret bilmeniz, çok iğrenç ve çok incitici bir şeydir.”

90- “Bir yazılım yani her şeyin formu, idare biçimi ve merkezi olan semavat, böyle bir materyalizmden dolayı nerede ise patlayacaktır. Fizik âlem demek olan yer, nerede ise parçalanacak; dağlar ile ifade edilen bütün yapı ve kurumlar yıkılacaktır.”

[Nitekim materyalizm, ekolojik olarak atmosferi patlattığı gibi; siyasi olarak da yeryüzünü ve insanları ikiye ayırmıştır. Başta devletler olmak üzere bütün kurumların içine kurt katmıştır.]



91- “Böyle bir propaganda, ‘dindarların Allah ve Rahman, diye inandıkları şey, maddeden ve maddenin ürünlerinden başka bir şey değildir’ sözü, bu yıkımlar gibi daha nice olumsuzluklara sebep olacaktır.”

[Ayetin meali bu kadar uzun ve detaylı değildir. Fakat propaganda manasına gelen davet kelimesi, Allah’a evlat isnat etmenin mana olarak materyalizm demek olduğu ve bu yanlış iddianın bu dört ayette peş peşe tekrar edilmesiyle beraber; ayetlerin dizaynı, bize bu 91. ayeti böyle tefsir ettiriyor.]



92- “Evlat edinmek, maddi olmak, Rahman için gerekli değildir. Kâinat ve yaradılış denilen şey ise, rahmet ve şefkat eseridir. Bu yaratıklar, Ondan ayrı ve ona ortak değillerdir.”

93- “Çünkü gerek metafizik âlemde ve gerek fizik âlemde benliğe sahip oldukları için bir derece serbest olan bütün kişiler dahi, rahmaniyete sahip olan Allah’ın huzuruna kul olarak geleceklerdir.”

94- “Çünkü rahmaniyet denilen bu sonsuz bilgisayar, bütün her şeyi ve her benliği kuşatmış; onları tek tek saymıştır.”

[Evet, bütün formlar, bütün kişi ve benlikler, o İlahî bilgisayarın bilgi işlemiyle yaratılan dosyacıklardır; Allah’a kuldurlar; rahmaniyet çerçevesinin dışına çıkamazlar.]



95- “Kıyamet günü bütün bu bireyler, Allah’ın huzuruna bir bir geleceklerdir.”

96- “Bunlar içinde, iman edip yararlı işler yapanlara, rahman olan Allah, kendisiyle onlar arasında bir aşk bağını kuracak. (Onları her türlü helaket ve yokluktan kurtaracaktır.)

97- “İşte bak! Biz bu rahmaniyet sürecinin anlaşılmasını senin dilin ile kolaylaştırdık. Ki sen, kendini bu bilince göre hazırlayıp koruyanları müjdeleyesin. Ve bu mesajla, çok inatçı bir kavmi uyarasın;” (yok olacaklarını, bu bilinçli ve nimetlerle dolu cennetten düşeceklerini onlara bildiresin.)

98- “Nitekim bu insanlardan önce nice çağları helak ettik. Onlardan hiç kimsenin kaldığını hissediyor musun? Veya onların ayak seslerini hiç işitiyor musun?!”

[Yani onlar, bir yönden yok olup gittiler; cehenneme düştüler. Zarif bir işarettir ki, cehennemi anlatan bu ayet numarası, cehennem kelimesinin sayısal değeri ile eşittir.]



Taha Suresi Tefsiri

(Musanın Şahs-ı Manevi Olması)

1- “Ta Ha”

Ta Ha, birçok şifreli işareti içinde barındıran mukattaat (kesik) harflerdendir. Sahih rivayete ve 2. ayetin işaretine göre, Hz. Peygamberin manevi bir ismidir. Ebced değeri 14’tür. İslamın ilk 14 yıllık çileli, fakat manevî dönemine baktığı gibi; işarî manasıyla 1400 yıllık İslamî hayata da bakar. Dinin ve dindarlığın egemenliğinin bir sembolü olan Davud kelimesinin de (orijinal İbrani telaffuzu ile) sayısal değeri 14’tür.

Evet, bu ve sure içinde göreceğimiz benzeri işaretlerden yola çıkarak diyebiliriz ki; bu 20. sure, özellikli bir mana katmanı olarak 20. asra bakıyor.

2- “Ey Taha! Sen şaki, eşkıya, bedbaht olasın, diye bu Kur’anı sana indirmiş değiliz.”

3- “Bu Kur’an sadece, Allah’a ve hakikate karşı saygı duyanlar için bir zikir, bir mesaj ve hatırlatmadır.”

[Bu üç ayet işarî manada ve eğer surenin bütününü ve ayetlerin siyak-sibakını esas alırsak açıkça Peygamberin şahs-ı manevisini temsil eden bir kısım özellikle bu 20. yüzyıldaki Müslümanların İslamiyeti yanlış anlamalarından ve şiddet kullanmayı cihad sanmalarından dolayı çok sıkıntılar ve bedbahtlıklar çekeceklerini ifade ediyor.]



4- “Bu Kur’an, yerin (fizik âlemlerinin) ve yüce göklerin (metafizik âlemlerinin) yaratanı olan Allahtan peyderpey bir indirme ve ikramdır.”

[Bu 4. ayette de Müslümanların bu asırda neden bedbaht olduklarına işareten dört kelime var:



Tenzil: Dinin tedricilik ve ikram yönünü unuttular. Tenzil tedricen indirmek demektir. Arz ve halk: Fizik ve sosyolojik kurallara da uymadılar. Yüce: Dinin sadece dünyevî ve arzî yönünü gördüler; yüce ve metafizik boyutlarını ihmal ettiler.]

Yüklə 3,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin