Mes'ele (İki Zatda Bir Kudretin Carî Olması Ve Güç Yetmeyen Şeyin Teklif Edilmesi Hakkındaki Sözler Ve Görüşler)
Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Sonra bu söz ve görüş sahibi olanlar, "tââtin kuvveti hakkında masiyet için o, salih olur mu497 veyahut olmaz mı", diye ihtilâf ettiler. Bir grup, kudretin iki işe yani tâât ve masiyetin her ikisine sâlih olur498 dediler. Bu söz, Ebu Hanîfe ve ona tabi olan cemaatinin499 sözüdür. Evet, bu sözü i'tizal ehlinin tümünün düşünüldüğünde ispat ettiği500 görülür. Ve güç yetirilmeyen şeyin gerçekleştirilmesi ile söylemelerini onlara gerektirir, işte bu, onların kuvvetin tekaddüm etmesini söylemelerine sebeb olmuştur. Tevfik Allah'tandır.
Bunun aslı şudur ki : Gerçekten söz sebeblerinden olan bir sebep, bir şey için ve onun zıttı için sâlih olduğu vakit, kudret te böyledir. Bununla beraber kudretin iki işe, yani, tâât ve masiyete sâlih olmağının nefyedilmesi, kendisi ile meydana gelen şeyin zıttını işlemeğe olan kudreti yok eder. Aynı vakitte hem onunla emrolunmuş olur ve hem de ondan nehyolunmuş olur. Buna göre bir kudretin, bir şeye ve zıttma vu-kubulduğunun söylenmesi gerekir ki, emir ve nehiy, kuvvetin kapsamında bulunmuş olsun. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra asıl olan gerçekten şudur ki : Bir şey için sâlih olan her şey, onun zıttı için sâlih olmaz. Böylece tabiatiyle olan şey, ihtiyarî olarak bulunmaz. Eğer kudret her ikisine sâlih olmamış501 olsaydı, tabiatiyle vaki olan şeyin ihtiyarî olarak vaki pîması vücud bulmazdı. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Onlardan bir cemaat da şöyle der : Tâât üzerine carî olan kuvvet, masiyet üzerine cari olan kuvvetin gayridir. Bu sözü söyliyenlerden bazısı Hüseyin ve diğerleridir. Onlar, şu görüşü savunuyorlar; gerçekten tââta olan kuvvet, tevfik ve ismettir. Masiyete olan kuvvet ;ye, rezil rüsvay olmak ve ihtiyari olan Beyi terketmektir. Buna delil olarak da yardım ve korunmanın talep edilmesinin bulunmasını gösteriyorlar.
Onların delili ise, kendileriyle birlikte şüphe bulunmamasının kav-ranılmasıyle korunması ve yardım olunmasının talep edilmesi ve kendisinin isabetli olduğunu ihata etmesiyle muvaffakiyet edilmesinin bulunmasıdır. Açık olan bir ifade ile, «Ey Allah'ım, sana itaat etmekte beni güçlendir; sana itaatte bulunmak üzere bana yardım et,» diye duâ edilmesi ve şüpheye düşmek, hüsranda kalıp rüsvay olmaktan Allah'a sığınmak da böyledir. Bunun üzerine şu husus sabit olur ki, eğer şüpheye düşmekle, isabet etmeğe muvaffak olmaktan her birisi ile meydana gelen şey, diğeri ile meydana gelenin aynısı olmuş olsaydı, talep edip istediği şeye sığındığı şeydan daha iyi ve doğru olmazdı. Ve eğer ismet ve şüphe bulunmuş olsaydı, kalt mutmain olmazdı. Buna göre, gerçekten bunlardan her nevi kuvveti, diğerinin kuvvetinin gayri olduğu sabit olur. Ve yine sabit olur ki, O, ismet (korunma) ve tevfîki istemek, tıpkı yardım olunma, ve güçlendirmeyi talep etmek gibidir kit hakikatte on-larm her ikisi de birdir. Hiç bir kimse, kâfir hakkında onun küfürden korunmuş olup imana muvaffak olduğunu söyliyemez. Amma bu hususu mümin hakkında ifade etmekten kendisini engelliyen bulunmaz. Öyle ise gerçekten onun mânâsı iman için yardım talep etmek olduğu gibi diğeri de hüsranda kalıp rüsvay olmaktan ibaret olduğu sabit olur. Yine şu bir gerçektir ki, kendisiyle iki fiil meydana gelmeyi sâlih olması için bir kuvvet iki vakitte bulunması bakımından baki kalmaz. Birbirine zıd olan iki fülin bir vakitte bulunmasının da yolu yoktur. Binâenaleyh onun, her ikisi için değil, ikiden biri için kuvvet olduğu sabit olur ve her ikisi için olan da onlara ihtimali olduğu için bakî kalır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Yine gerçekten kuvvetin bulunması, ancak bulunduğu yerde bulunması ile caiz olur. Tıpkı yakmakta ateş, soğutmakta da karın olduğu gibi. O, kendisinde yaratılış itibariyle mecburi olanlarda vaki olur. Bu da tıpkı imanla dostluğun, küfürle de düşmanlığın bulunması gibi. Her ikisinin birbirine benzemediği içindir ki, onların sebebleri de birbirlerine benzemezler. İki iş üzere vaki olacak olan kuvvetin durumu da onun gibidir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra biz, mu'tezilemn söz ve görüşleri, her ne kadar söylenip öne sürüldüğünde kulağa tatlı gelip gerçek olduğu şüphesini verirse de, tetkik edildiğinde söz ve görüşlerinin çirkinliğini beyan eden hususlardan biz, bir kısmını zikredeceğiz. Tevfik Allah'tandır.
Onların sözlerinden bazıları şunlardır : Gerçekten kuvvet iki vakitte baki kalmaz. Kuvvet, fiilin işlendiği anda bulunmaz; hakikatte fiil vaki olur ve fakat fiilin vuku bulduğu vakit onu meydana getirecek olan kuvvet bulunmaz.502 İşte bu mecburi olan ilim ve fiilin tabiatiyle vukubul-masıdır. Sonra onun gibisinin hakkı mecburi olma olduğuna delâlet etmesidir.503 Zira fiilin sebeplerinin tümünün kaybolup yok olması, fiilin vaktinde bulunmasını engeller ve sahibi de mecburiyetle vasfolunur. Binaenaleyh fiili meydana getirecek olan kuvvetin yok olup bulunmaması mecburi olmakla ifade edilmeye daha lâyıktır. Bunun üzerine on lar, kendisi ile Allah-u Teâlâ'nın velisi olacak olduğu şeyde fiili mecburi kıldılar. Allah'a düşman yapacak olan şeyde de fiili ihtiyarî kıldılar. Bu hususu tavzih edenlerden biri de onların şu sözleridir. Onlar diyorlar ki : Gerçekten bulunduğu vakitten ikinci bir vakitte hareket etmeğe nıurad eden kimsenin bu hareketi mutlaka vukubulur. Onu kendisinden men edemez. Kendisinde o hareket ancak başkası tarafından men edilir. İşte bu da mecburi olmanın alamet ve işaretidir. Sonra onun gibisiyle dostluk ve düşmanlık vacip olur. Bu ise aklen kötü ve çirkindir.
Yine mu'tezilenin şöyle bir sözü vardır : Fiilin yapıldığı zaman ona ne emir ve ne de nehiy varid olmuştur. Ancak o vakit müslümanlarm dediğine göre mecazî olarak emir ve nehiy gelmiştir. O'nun fiille memur olmasının mânâsı, ancak fiili yapmak için daha Önceden varid olmuştu anlamına gelir. O, fiili yapmakla emrolunmuş veya nehyolunmuş olmadığında ise, fiili işlediğinde ne emri yerine getirmiş olur ve ne de nehyi irtikâb etmiş olur. Bununla da dostluk ve düşmanlık vacib olur. Buna göre, her ikisi de hakikatte var olmuş olurlar. Yoksa, tâât ve ma-siyetten dolayı var olmuş veyahut, emir veya nehiyden dolayı var olmuş değillerdir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Buna göre de şöyle demişlerdir : O, fiille bulunduğu vakit değil, ikinci vakitte memurdur. İkinci vakit gelince de bulunduğu vakit memur olmadığı için üçüncü vakitte memur olur. Devamlı ve ebedi olarak böylece bulunur. Binâenaleyh her vakitte emrolunduğunu504 istemez. Aynı zamanda da emri terketmiş505 olmaz. Çünkü o, terk ettiği vakit fiili yapmakla memur değildi. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra, aklen idrâk edilmesi gereken hususta asıl olan şudur ki, gerçekten yarın yapılması ile emrolunan her memur, bulunduğu an ve halde yapmakla memur değildir. Böylece yakın bir zamanda vacip olur. Buna göre de, gelecek vakitte işlemesi ilk vakûbulan emirle, içinde bulunduğu vakitte memur olması aklen vacip olmaz. Sonra onlarla, ikinci vakitte de o fiille memur olmadığı gibi, zıddı ile de nehyedilmiş değildir. Onların sözüne göre aklen ihtimal dahilinde olan şeyle emir ve nehyin hakikati bâtıl olur. Aklen reddedilen şeyle de sözleri bâtıl olur. Bunlarla beraber onlar, o fiilde, fiili yapan için kudreti olmadığını ileri sürüyorlar. İşte bunun içindir ki, onların sözüne göre güç yettirilemeyen şeyle teklif vukûbulmuş oluyor. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra mu'tezilelerle Hüseyin arasındaki meselenin hiç bir mânâsı yoktur. Çünkü Hüseyin; herşey ki kendisi ile tâât fiili olur, tevfik ve ismetin gayri kâfirde bulunur diyor. Mu'tezile ise Hüseyin'e, muvafakat ediyorlar. Zira onlar kâfir, tevfik ve ismet'le vasfolunmaz. Yani, bu iki sıfat kâfirde bulunmaz, diyorlar. Onların arasındaki görüş ayrılığı ona kuvvet ismini506 vermek1 veya vermemekte vuku'bulmuştur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra bizim katımızda mesele hakkında asıl olan şudur ki, gerçekten fiili işlemeğe kuvveti olmayan kimsede fiilin bulunması, fiilin mânâsım iptal eder ve onu başkasına verir. Fiil bilmeyen kimsede fiilin bulunması da böyledir; o caiz değildir. Her ne kadar eğer talep olunursa, kendisini elde etmeği muvaffak olacak şeylerden olanın hakikati olmazsa da, ilim sebebiyle hitab gerekir. Kudret de böyledir. Facir ise kendisinin gücü yettiği şeyin kendisinden zail olduğu için mükellef olması lâzım gelmez. Tıpkı, bileceği şey kendisinden fevt olduğu için mecnun mükellef olmadığı gibi. Tevfik ancak Allah'tandır.
Sonra Kâ'bî'nin hükümleri hakkındaki yanlış anlayışını beyan eden hususlardan ifade ettiğini zikredeceğiz : Kâ'bî, iddia ediyor ki, gerçe,kten güç yettirünıeyen şeyle teklif, bedîhî olarak aklen çirkindir. Bu ancak sıhhatten ibaret olan zahirî kuvvetin gayri, takatin bilinmemesinden ibaret olan ve akılda ancak böyle bulunan için doğrudur. Amma bunun gayri, onun dediği gibi değildir. Bilâkis Allah-u Teâlâ507 Musa aley-hisselamın dostu olan Hızır aleyhisselama gücünün yetmediğini508 bildiği şeyle teklif etmiştir. Bedîhî olarak509 taksim edilmesi de onun gibi bilin-miyen şeyin teklif edilmesi de böyledir. Birinci husus da. bunun gibidir.
Sonra kendisine şöyle denilir : Yine fiilin vuku'bulduğu vakit gücün yetmediği şeyle teklifde bulunmak aklen çirkin olduğu da böyledir. Amma senin çirkin olarak iddia ettiğin husus, kuvvet bulunmaksızın fiilin bulunmasını mümkün görmiyen kimsenin aklında olandır ki, bu da fiil yapıldığı vakit olur. Böylece onun sözü; fiilin meydana getirildiğinde aklen çirkin olmuş olur. Eğer iddia etmiş olduğu hususda sadık olursa. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Amma asıl olan, gerçekten kendisinde takat bulunmayan kimseye vuku'bulan teklif aklen fasittir. Amma kuvveti zayi eden510 kimsenin onun gibisiyle mükellef olması haktır. Eğer onun gibisi mükellef olmamış olsaydı ancak itaat eden kimse mükellef olurdu ki, bu da mihnet ve meşakkatin şartı değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bizim nezdimizde ise, gerçekten kudret sahih ve salim olan hakkında bulunur. Çünkü o, ibadete olan511 istek kadarı ve ibadeti seçme, ona meyletme 'kadarına tabi olarak meydana gelir. Kimde bu istek var olmazsa onu zayi ettiğinden tabi olmakta meydana gelmez. Çünkü o, çalışmayı tercih etmiş ve fiili ihtiyar etmiştir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Anlama ve ilim işi, bizim ve onların katında bu takdir üzere caridir. Sonra onun abtallığma delâlet edecek mânâyı zikrederek şöyle der : Eğer Allah ile Allah'ın gayrinde olan şeyin arasının ayırt edilmesi caiz olmuş olsaydı, Allah'dan olanın doğru, Allah'ın gayrinden olanın ise yalan olması caiz olurdu. Onu bu hayale' sevkettiği şeyin ne olduğunu doğrusu anlıyamıyorum. Biz, onun bu hususun dışına çıktığını ve iddia ettiği hususda inatlaştığını beyan ettik. Şöyle ki; o, iki emrin birinden hâli değildir. Ya dünyada beşer hakkında hikmet, akıllılık ve abdalhk bakımından bildiği herşeyi gaibte de aynısını ifade eder veyahut tahkik ve tetkik hakkında böyle olan mânâya bakar, biz de gaibte onu ifade ederiz. Eğer ilk ifade edileni söylerse bu hususu kendisi ile faydalanmayan şeyin yaratılması ve bir şeyin bir şeyden olmaksızın yaratılması ve reddedilmeksizin asap verme hakkında söylemesi kendisine lâzım gelir. Sonra bunun caiz olduğunu ifade ettiğinde sözünün yalan olduğu kendisine söylenir. Ne zaman herhangi bir şeye cevap verirse, söylemiş olduğu şey hakkında o şey kendisine lâzım olur.
Eğer manâya bakarsa o sözünü akim512 pedaheti ile iptal etmiş olur. Bu ise kendisine513 caiz olmaz. Kendisinin aslı olmayan hayal etmeden bu nevi de caiz olmaz. Eşyanın hakikatleri, akılların bedaheti ile514ne saman idrak olunur? Akıllar ise eşyanın bir araya toplanmasını icabeden mânâları ile toplanmış olanların aralarını birleştiren ve ihtilâfı icabettiren manâları ile muhtelif eşyanın aralarını ayırt edici olarak terkip olunmuştur. Bu ise kendileri ile bu hususa ulaşmak için düşünme ve bakmanın hakkıdır. Sonra bir şeye ilmi olmayan kimsenin, o şeyi bildiğini hiç bir kimse bilip ve iddia edemez. Bir şeye kudreti olmayan kimsenin de o şeye kadir olduğunu kimse söyliyemez. Bilâkis, kudret ve ilmi nefyeden her bilinen o âlimdir, kadirdir, diye ilim ve kudretle vasfolunması ihtimal dahilinde olduğu zaman o kimse acz ve cehaletle vasfolunmuştur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Eğer eşyanın hakikatlerinin sebeblerinden ibaret olan manâlara itibar etmeğe rücu ederse bu husus, kendisine teslim olunmuştur. Ve akim bedaheti ile böyledir, şöyledir demesinin hiç bir manâsı yoktur. Böyle demek ancak tabiatın hakkıdır ve ondan kaçınmak da tabiatın hakkıdır. Sonra Allah'ın yarattığında hakikatte çirkin, şer ve fesadın bulunmasını, bu vasıflardan akıllarda sayılamıyacak kadar bulunduğu halde onları inkâr ediyor. Bilâkis, Allah-u Teâlâ, onları böylece kılması ile fiillerden çirkin olanı kadar onları menetti ve çirkin olanı parça.parça edip515 ona bakan her akıl sahibine vaitde bulundu. Bunun gibisini aklın bedaheti iledir diye iddia ederek nasıl inkâr ediyor! Sonra onların imamları hayır, şer, temiz, pis olanın bir varlıktan olmasının caiz olduğunu, onunla iki ilâhın olduğunu reddetmek için senviyelerle söz birliğinde bulunmağa devam ettiler. Sonra iki vecihten birisinin Allah hakkında mümkün olmadığına döndüler. Âlemde mevcud olan diğer yönün senviyelerin söyledikleri' şeyi icabettirmesi hakkıdır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra kendisi ile faydalanmayan şeyin yaratılması hakkındaki itirazı harekete kadir olup başkası tarafından oturtulan516 şey üzerine onun delâlet etmemesiyle reddedildi. Bu husus, onun akim bedaheti ile böyledir diyerek söylediği sözün yalan olduğunu açıklar. O, ancak kendisine hasmının muvafakat ettiği şey üzere kıyas etmeyi iddia etmiştir, başka bii şey değil. Sonra hasmının dünyada yalan olan şeyden gerçek olduğunu ispat eden kimseye göre akim bedaheti ile iddia etmiş olduğu şey husule gelmiştir. Sonra ona lâyık olmayan fiille yararlanmadan kaçınılmasının bulunması ile cevap vermiştir. Böylece sabit olur ki, fiilden çirkin olan şey, ayniyle çirkin değildir. Ve yine böylece hasmını kadir olduğu şeyde bulur ki, onunla mükellef olmasa caiz olmaz. Binaenaleyh onun küfür ve fuhşiyat gibi binefsihi çirkin olmadığı sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
O, bunun gibisinin küçüklerden geldiği için daha evlâdır. Çünkü küçüklere küfür ve fuhşiyat vasfı lâhik olmaz. Ve onlardan hikmetle vas-folunan nefsine fayda vermeyen fiil meydana gelmez. Onun menfaat hakkında ısrarla söylediği söz, o yönden hikmettir. Fakat zarar yönünden böyle olmuştur. O, akıbeti zarar veyahut .nimete nankörlük veyahut da fiilde Allah'a muhalefet etmektir. Onun red ettiği şey, bu olup sual, kendisini nakzeden husustan cevap verdiği oturaklı olan kimse ile ihtilâf etmiş olduğu şey hakkında hasmına sual sormak lâzım gelmez ki, bununla kendisinin üzerine muvafakat ettiği şeyde ve kendisinde muhalefet ettiği hususlarda gerçekten ne kadar uzak olduğunu bilir. Sonra, hasmının cevabı çok kolaydır. Onu biz geçen mevzularda açıklamıştık. Allah-u alem.
Sonra der ki : O, ihtiyaç için işlediği kimse hakkında söylenilip öne sürülen şey hakkında denir ki; birincisi de kuvvetlendirmeye mâlik olmayan ve Allah'dan talep ederse ve ona niyazda bulunursa o kimse hakkında da çirkindir. Sonra kendisine kulunun isyan edeceğini bildiği şeyle kuluna reddettiği şeyle ona itiraz olundu. O da şöyle cevap verdi; O, bazen hikmet olur, tıpkı iman etmiyen kimseye gelen peygamberin haberini bilen kimse gibi; onu yedirmesi ve benzeri gibi kendi nefsine arız olan ile bilmediği düşünülen kimseye bildiği şeylerden in'âm etmesi caiz olur. Çünkü o zikrettiği şeyin onunla imân etmesi için onu vermesi caiz olmaa ki, onu yapmıyacağım bilir. Ancak onu bu husustan başka yararlar için kendisine verir. Mu'tezile ise, Allah-u Teâlâ, kuluna, kuvveti onunla küfredeceğini bildiği halde kuvvetle iman etmesi için verir iddiasında bulundu. O, bir şeye kadir olanlardan değildir. Sonra itirazlar, Allah'a isyan eden kimse hakkında vukubulmuştur. Hiç bir kimse yoktur ki, kendisine ihsan ettiği kulu isyan edeceğini ve kendi rızasını kazanmayıp bilâkis kendi düşmanlığı ve kendisine sövmekle düşmanlık yapacağını bildiği zaman kendisini hikmet sahibi. olanlardan saysın. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Fakat bu, onun katında ancak dünyada çirkin olur. Çünkü o, kendisine zarar verir ve üzerine elem yağdırır. Bu hususun gaibin emrine ihtimali olmaz. Tevfik Allah'tandır.
Sonra der ki, dünyada olan için imtihan olunmak ve benzeri hususlar olmayınca gaibin fiili kendisinde bulunan şeyin gerçekleşmesi ile dünyada takdir olunduktan sonra bu husus, ona nereden gelmiştir. Çünkü o, inkâr ettiği şeylerin hepsine mukabele etmektedir; onun vasfı bu olan fiilden olduğu için hikmetin dışına çıktığını iddia etti. Amma Allah-u Teâlâ ve onun hikmeti onun hakikati üzere benzeri gibisine akim vukuf etmesinden yücedir, berî ve münezzehtir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra biz Allah-u Teâlâ'nm «Allah bir kimseye, ancak gücü yettiği kadar teklif eder»517, kavl-i celîlinin tefsirini açıklamıştık. Ve yine onun fiil vaktinde teklifi düşürmesi ve onun üzerine kudreti iptal etmesi hakkındaki sözünün ne denli çirkin olduğunu açıklamıştık. Böylece o, gücünün yetmediği şeyle mükellef olmuş olur. Oysaki, kendisine şöyle denir; nasıl olur? Eğer Allah, onun yapmayacağını bilmiş olsaydı veyahut onun gelecek zamanda yapacağını murâd edip kasdettiğini bilmiş olsaydı. Sizin sözünüzden biri de; kim ki, bir vakitte bir fiili murad ederse, onu gelecek zamanda mutlaka işler. Ancak onu işlemesinden meneden biri bulunursa o başka. Böyle diyorsunuz.
O kimse fiilini yapmaktan men mi olunuyor, veyahut zıttmı mı yapıyor? Eğer «zıttmı yapıyor» derse, fiilden önce518 iradenin olduğu hakkındaki sözünü iptal eder. Ve kendisine onunla beraber emrin ve kudretin bulunmasını lâzım kılar. Bununla da onların fiili icabeden irâde hakkındaki sözleri batıl olur.", Eğer «menolunur» derse, bununla Allah'ın ilminde yapmıyacağı sabit olan kimseye fiilden meneden kuvvetle teklif vuku bulduğunu ifade etmesi gerekir ki bu, incelendiği vakitte aciz ve menedilmiş olana teklif olur. Her ne kadar teklifi kaldırmakla bir kimsenin Allah, mihnet ve meşakkati kapsıyan hususlardan bir şeyin kendisine verilmeyen ve emir ve nehiy kendisine lâzım olanlardan olmasını iptal ederse de. Bu ise zirveye ulaştığı ifade edilen çirkinlerden biridir. İradenin emri de buna göredir ki, gerçekten519 Allah-u Teâlâ, kendi hükmünde onun yapmayacağı vukubulan fiilden onu menettiği zaman muhakkak onu menetmesi lâzımdır. Tıpkı irade gibi. Bunda da23 tââtden _ menetme vardır. Çünkü onu kendi ilminde işlemiyeceği sabit olan fiilden menetmiş olur ki onu irade ile menetmesi elbette ki lâzımdır. Bu ise, onun katında hayır ve tââtden menetmektir. Sonra denir ki; rivayet olunan hususlardan biri de şudur : Biri, Allah'ın Resûlü'ne kılıcını çekip vuracakken onun elini tutmak suretiyle onu vurmaktan menetti. Bu menetme din hakkında Peygamber aleyhisselâm için daha doğru ve daha hayırlı mı idi, yoksa menetmcyip serbest bırakma mı? Eğer serbest bırakma daha hayırlı ve daha iyidir derse, Allah-u Teâlâ'nm kulları için din hakkında ondan gayrinin daha doğru ve hayırlı olanını işlediğini ikrar etmiş olur. Eğer menetmesi daha doğru ve hayırlıdır derse, menetmenin daha doğru olduğunu ikrar etmiş olur. Böylece menolunmayan her âsî, daha doğru olanı yapmamış olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Onun, Allah-u Teâlâ'nm «... Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber sefere çıkardık...»520 kavl~i celîli ile ihticac etmesine gelince, biz bu hususta onun aleyhinde olan şeyi ve hasmının ona daha çok tabi olduğunu ve onu kendisinden daha iyi bildiğini izhar eden hususu geçen mevzuda izah etmiştik. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra, kendisine ihtiyacın ancak kendilerine fiilin hazırlanmaması ile özürlerini gerçekieştirmeyecek şeyle itiraz edilmiştir. Bu manâ kudretin kaybolmasında da mevcuttur.
Şeyh Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Onun cevabı üç yönden verilir : Birincisi : Gerçekten maldan kendisi ile bulunan şey eğer ona ulaşmazsa onun üzerine arız olmaz ve ulaşma fiilînin kuvveti de kendisi ile beraber bulunmaz. Böylece o, kastedileni menetnıez. İki emrin bulunması işinin hal için521 mümkün olmaması ve her ikisinin de bulunmaması onun gibidir. Ve yine gerçekten mutad olan iş kuvvetin, kulun ihtiyar ettiği şey kadarına ve fiilden dilediği kadarına tabi olmak suretiyle meydana gelmesidir. İşte o kuvvet mutlaka meydana gelir. Ancak o kuvveti ihtiyarını kuvvetle işliyecek olduğu şeyi gayrine sarfetmesi ile kuvvetin giderilmesi müstesna. îate bu kudretin bulunmaması onu zayi etmek iledir. Diğeri ise menetmekle olur. Bunun içindir ki, her ikisi birbirine benzeme-yip ihtilâf etmiştir.
Üçüncü olarak şu cevap veriliyor : Kendisinde kudret bulunmayan bir halde fiilin bulunmasının caiz olmasının ifade edilmesi ile kudretin meydana geldiği sebebin bulunmadığı halde de fiilin bulunmasının caiz olmaması. Böylece sabit olur ki iki vecihten biri, diğerinin benzeri değildir. Tevfik Allah'tandır.
Sonra malı kendisine verilmek üzere çikmasıyle emrin caiz olması bakımından itiraz etti ve şu iddiada bulundu; eğer onun caiz olduğunu ifa-clc ederse sözünü iptal etmiş olur. Eğer caiz görmezse sözünü terketmiştir.
Bu hususa tebliğ olunan ile olunmıyanı tefrik etmek, mutad olan iş ile ve sebeblerin bulunmadığı vakitte fiilin inkâr edilmesi, kuvvetin bulunmadığı zamanda inkâr edilmemesi ile üç yönden cevap verilir. Çünkü iki yönden biri onunla olmaksızın yok olur, diğeri de yok olmaz. Ve yine eğer mülklerin gerçek olan haberin birbiri ardınca gelmesiyle hadis olduğu bilinirse her ikisi hakkındaki cevap, mutlaka ihtilâf etmez olur idi. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bununla beraber, itirazda bulunmanın mümkün olmaması tahakkuk ettiği zaman ki, o da malın, mülkle beraber kendisine verilmesinden ibarettir. Bu husus, Allah-u Teâlâ'nm cismi yaratması île beraber hareket gibi ihtimal dahilinde olmayan ve zarurî olarak hareketin bulunmaması ve ihtiyarî olmaması gibi. Zarurî hareketin çeşidi, bazen acizlikle beraber olur. Kudretle beraber ihtiyarî olma da bunun gibidir. Halbuki kudret eğer fiil kendisiyle bulunmama bakımından olmuş olsaydı, kendisiyle fiilin bulunmaması batıl olurdu. Hatta kudretin bulunmaması ile fiil bulunmuş olurdu. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Görmez misin ki, gerçekten mallar ve sebebler, fiille kâim olmaları ile beraber onların baki kalmaları ile kadim olmaları ve kudretin ipka edilmesi haliyle yasfolunurlar. Önce geçmenin vasfı da bunun gibidir. Al-lah-u a'lem.
Bu mesele hakkında geçen mevzularda zikrettiğimiz delillerden başka delilde vardır. Şöyle ki: Eğer tekaddüm eden acizlik, kudret anında fiilin yapılmasını menetmiş olsaydı, tekaddüm eden kudretin acizlik anında fiili icab ettirmesi mutlaka vacip olurdu. Bu hususun mümkün olmaması, evvelkinin mümkün olmaması gibidir. Ve eğer fiil, kudretin kaybolmasından522 dolayı vukubuîmuş olsaydı, kudret devam ettikçe fiil de devam etmiş olurdu. Çünkü eşyanın sebebleri, kendilerinin sebeb kılınmış olduğu hususlar devam ettiği müddetçe onların da devam etmesini içabet-tirir. Bu husus, onlarla beraber bulunmasının söylenmesini gerektirir. Sonra gerçekten kudretin fiille beraber bulunmasının mümkün olmadığı iddiasında bulundu. Çünkü Allah-u Teâlâ, onu mevcut olarak görür. Kudretin mevcut olan fiille beraber bulunmasının mümkün olmadığı iddiasında bulundu. Çünkü Allah-u Teâlâ, onu mevcut olarak görür. Kudretin mevcut olan fiille beraber bulunması ise mümkün değildir.
Denilir ki : Var olmakla fiilden fariğ olmayı mı, yoksa onun fiilde bulunmasını mı, kasdettin? Eğer fiilden fariğ olmasını kasdettim derse; akıllı olan kimsenin katında yalanı zahir olur ve şu sözünü de iptal etmiş olur : Onun bedel ile bulunması caiz olur ki o da yok olan acizlikten ibarettir. Her ne kadar fiili yok olarak görüyorsa da yok olanla beraber aczin mümkün olmadığını söylemek vacip olmaz. Çünkü yokluk istenen523 bir şey değildir. Bilâkis o, kendisi ile meşguldür. Sonra kendisine denir ki : Allah-u Teâlâ, onu fiili ile veyahut fiilden önce veyahut sonra mı dost ve düşman edinir? Eğer fiilden Önce, derse, mümkün olmadığını ifade etmiş olur.
Dostları ilə paylaş: |