11. Nüfus İşleri
12. Münakalât ve Muhaberat
13. Müteferrik.
Bu belgelerde geçen kimi özgül terimler, ayrı bir karara dayanmaksızın şöyle yorumlanagelmiştir: Osmanlı=Türk; Teb'a-i Osma-niye= TC uyrukları; Devlet-i Aliye^TC devleti; Memalik-i Mah-
47
Mete Tuncay
susa=Türkiye; Ferman-ı Padişahı, İrade-i Seniye-irade (hükümet kararı?); Babıâli, Sadaret-i Uzma^başbakanlık; Meclis-i Umumî, Meclis-i Meb'u-san=TBMM; Meclis-i Vükelâ=bakanlar kurulu; Süfen-i Hümayun=De-niz kuvvetleri gemileri vb. Bugün, aradan bir otuz yıl daha geçtikten sonra, bu mevzuatın çoğu değişmiş durumdadır; fakat elan yürürlükte bulunanları da vardır. Şurasını da unutmamak gerekir ki, Osmanlı Devleti devam etmiş olsaydı dahi bu gibi düzenlemeler doğal olarak zamanla değişikliklere uğrardı.
Bu askeri, mülkî, malî, hukukî Öğelerden başka, Cumhuriyet döneminde devam eden birçok Osmanlı kurumunun da ayrı ayrı üstünde durulabilir; ama, daha önemlisi, ekonomik ve toplumsal yapının sürekliliğidir. Bir memleketin ekonomik ve toplumsal yapısının siyasal düzeninin belirlediği (öte yandan siyasal düzeninin de ekonomik ve toplumsal yapısını bir ölçüde etkilediği) doğru olmakla birlikte, bu ilişki eşzamanlı olarak ortaya çıkmayabilir. Nitekim, apayrı bir siyasal kuruluş meydana getirmesine karşılık, Osmanlı Devleti 15. yüzyılda Bizans İmparatorluğu'nun mirasçısı olmuş, onun bir kara devleti olma konumunu, dış alım-satımlarda kendi deniz taşımacılığı gereksinmeleri için Ceneviz ve Venediklilere kapitülasyonlar verme, ancak Asya ile Avrupa arasındaki transit kara ticaretinin rantını toplama durumunu sürdürmüş, bu yüzden de, okyanus-aşırı yolların bulunmasıyla sarsılmıştır. Onun gibi, TC de Osmanlı Imparator-luğu'nun dünya ekonomisi içindeki konumunun (daha çok olumsuz nitelikteki) koşullarının kalıtçısı olmuştur. Osmanlılar birkaç yüzyıldır dış (kapitalist) ülkelere hammadde satıp, onlardan işlenmiş ürünler alarak yaşamaktaydılar. Bu alışverişe büyük şehirlerde le-vantenlerden ve azınlıklardan oluşan bir ticaret burjuvazisi aracılık etmekteydi. Taşrada da, tarımsal üretimle küçük sanatlar geniş ölçüde gayrimüslim azınlıkların elindeydi. Cumhuriyet kuruluncaya değin (Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilerin, Kurtuluş Savaşı'nda da Rumların tasfiyesiyle) bu yapı toprak mülkiyeti bakımından oldukça değişmişti; ama dış ticaret ilişkileri geniş ölçüde aynı kalmıştır.
Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrutiyetle birlikte bir "iktisadiyatta millîleştirme" sürecinin başladığı bilinmektedir. Bu süreç içinde, Müslüman-Türk unsurlar yavaş yavaş palazlanarak, Levanten ve
48
Eleştirel Tarih Yazıları
azınlıkların ticaret tekelini kırmaya ve onların yerini almaya çalışıyorlardı. Cumhuriyet döneminde söz konusu eğilim devam etmiş, özellikle 1929 Dünya Bunalımı'nı izleyen yıllarda, yabancı sermayenin Türkiye'den çekilmesiyle, onun ilişkili olduğu sistem bozulmuş ve devletin ekonominin işleyişine doğrudan doğruya girmesi sonucunu doğurmuştur. (Aslında, Cumhuriyet devletçiliği de, İttihat ve Terakkı'nin ekonomi politikasının doğal bir uzantısı olmuştur.) İkinci Dünya Savaşı sırasında çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu'nun uygulanışı, azınlıkların iktisadiyattaki egemenliğini kırma isteğinin dramatik bir örneğidir. Millîleştirme süreci, ancak İkinci Dünya Savaşı ertesinde tamamlanmıştır. Belki, bu yöndeki son bir çarpıcı hareket, hükümetçe düzenlenen, ama denetim altında tutulamayan 6-7 Eylül 1955 olaylarıdır. Özetle, Cumhuriyet döneminde etkileri belirginleşen birçok etken, çok daha önceden, Osmanlı Devleti içinde oluşmaya başlamıştır.
49
Siyasal Gelişmenin Evreleri*
Osmanlı Skinei Meşrutiyeti'yle Kurtuluş Savaşı yılları (1908-1922), Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş dönemini oluşturur. "Hürriyetin İlânı" diye de tanınan, 1876 Anayasası'nın (Kanun-u Esasi) 23 Temmuz 1908'de yeniden yürürlüğe konulması olayından itibaren geçen 15 yıllık sürenin, gerçekten, cumhuriyetin maddî ve manevi koşullarını hazırladığı söylenebilir. Kurtuluş Savaşı'nı fiilen sona erdiren Büyük Taarruz'la İzmir'e girilmesinden sonraki on dört ay boyunca ise, cumhuriyet hazırlığı daha somutlaşmıştır. 29 Ekim 1923'te ilân edilen Cumhuriyetin altmış yıllık tarihi, 1950 genel seçimleri sonucunda 27 yıllık iktidar partisinin barışçı bir biçimde devrilmesiyle, ortaya yakın bir ye-rinden ikiye ayrılır. Biz de, TC'dekı siyasal gelişmeleri, Cumhuriyetin kuruluşundan 14 Mayıs seçimlerine ve Demokrat Parti iktidarının başından 12 Eylül olayına kadar iki ana döneme böleceğiz. 1980 güzünde başlayan yeni altdönemi ise, artık tarih değil, içinde yaşanılan zaman sayıp, değerlendirilmesini geleceğin tarihçilerine bırakalım.
CHP'nin Kesintisiz İktidar Olma Dönemi (1923-1950) Bu dönem de, iki doğal bölümden oluşmaktadır. Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı (1923-1938): TC'nin bu ilk evresi, gelişme özellikleri bakımından beş altdöneme ayrılarak incelenebilir,
a, Takrir-i Sükûn Öncesi Demokrasi (1923-1925) Kurtuluş Savaşı'nın yürütülmesini denetleyen Birinci TBMM, olağanüstü oluşumuna karşın, sofu İslamcısından komünistine kadar geniş bİr siyasal görüşler yelpazesini temsil eden ve hoşgörülü bir özgürlük ortamı içinde çalışan bir kuruldu. (Olağandışı oluşumundan söz etmekle, bu Meclisin İstanbul Mebu-
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (İletişim Yay., İstanbul, 1983), cilt 7, s. 1967-90.
Eleştirel Tarih Yazıları
sanı'ndan gelebilenlerin yanisıra, her sancaktan ikinci seçmenler, sancak ve il idare ve belediye meclisi üyeleri ve yerel Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti heyet-i idare üyelerinin seçtikleri beşer kişiden meydana gelişini kastediyorum. Elbette, bu olağandışılık normal demokrasi uygulamalarına göredir; yoksa ilk Meclisin oluşumu, daha sonraki örneklerle karşılaştırıldığında demokrasi kurallarına çok daha uygundur.)
10 Mayıs 1921'de TBMM içinde kurulan Birinci Grup, askeri zaferden ve saltanatın kaldırılmasından sonra partileşme yoluna girmiştir. Adı 1922 sonlarında belirlenen (Halk Fırkası), platformu da ikinci dönem genel seçimlerine gitme kararı alındıktan sonra 1923 Nisanı'nda açıklanan (Dokuz Umde Beyannamesi) yeni parti, ancak 11 Eylül'de resmen kurulabilmiştir. Bu arada, 11 Ağustos'ta İkinci TBMM toplanmış, Fethi (Okyar), Rauf (Orbay) yerine hükümeti kurmuş ve Lozan Barış Antlaşması 23 Ağustos'ta yeni Meclis'çe onaylanmıştır. Halk Fırkası, partili olacak milletvekillerinin 9 Eylül'de yaptığı bir toplantıda ilk tüzüğünü hazırlamıştır. Dahiliye Vekâleti'ne tescil için başvurulmasından üç gün önce yapılan bu toplantının İzmir'in kurtuluşunun yıldönümüne denk getirildiği görülmektedir. CHP'nin oluşturulmasının, yönetici kadro tarafından Kurtuluş Savaşı zaferinin siyasal üstünlüğe çevrilmesi anlamını taşıdığı, bu simgesel olaydan da anlaşılabilir.
On hafta yaşayabilen, Cumhuriyet öncesinin Fethi Bey başkanlığındaki son TBMM Hükümeti, ilk dönem Meclis'indeki muhaliflerin tekrar seçilmemelerine özel çaba gösterilmesine karşın, yeni Meclis'e bir türlü egemen olamamıştır. TBMM'nin de HF'nin de reisi olan Mustafa Kemal Paşa, bu duruma köktenci bir çare bulmak için, önce bir hükümet bunalımı çıkarttırmış, sonra da Cumhuriyetin ilanını sağlamıştır.
Bunun üzerine, Mustafa Kemal Paşa TC'nin ilk cumhurbaşkanı, İsmet Paşa ilk başbakanı, Fethi Bey de TBMM başkanı olmuştur. Aynı zamanda HF Meclis Grubu reisliğine de seçilen İsmet Paşa'yı, Gazı "fırka reis-i umumiliğiyle fiilen iştigale tevkil" etmiştir; yani başbakan ayrıca partinin genel başkan vekilliğine getirilmiştir.
51
Mete Tuncay
Eleştirel Tarih Yazılan
Genç Cumhuriyet'in karşılaştığı İlk iç politika sorunu, kaldırmak istediği halifelik kurumuyla ilgili olarak, esbak (bir önceki) Başvekil Rauf Bey'in çevresinde oluşan bir muhalefet grubudur. İstanbul basınının önemli bir bölümü de bu muhalif hareketi desteklemektedir. Rauf Bey ve arkadaşlarına göre, Cumhuriyet ileri gelenleri biraz fazla radikal ve acelecidirler.
Hint Müslümanlarından İsmailiyye mezhebinin başı Ağa Han ile Londra'dakı İslâm Cemiyeti'nin reisi Seyit Emir Ali'nin halifelik makamının bütün Müslüman halklar arasında manevî bir bağ olarak korunmasının gereğini vurgulamak için Türkiye Başvekiline yazdıkları bir mektubun gazetelerde çıkması ve İstanbul Barosu'nun reisi Lütfü Fikri Bey'in îanı'n'de halifeye hitaben bir açık mektup yayımlayarak, istifa edeceği söylentilerine karşın, kesinlikle böyle bir şey yapmamasını öğütlemesi, 8 Aralık 1923'te İstanbul'da Cumhuriyetin ilk istiklal Mahkemesi'nin kurulmasına yol açmıştır. TBMM'nden bir hayli direnişle çıkan bir karar uyarınca, Cebelibereket Mebusu İhsan (Eryavuz) Bey'in başkanlığında oluşturulan bu mahkeme, gazetecilerin yalnızca gözlerini yıldırımayı amaçladığı için onları hapse mahkûm etmemiş, Lütfi Fikri Bey için ise 5 yıl hapis hükmü vermiştir. (Bu ceza da, daha iki ay geçmeden bir özel yasayla affedilecektir.) Bu olaylardaki ilginç nokta, iki Hintli önderin İngilizlerin adamı oldukları için Türkiye'nin çağdaşlaşmasını engellemek amacıyla ve İngilizlerin buyruğuyla hilafetten yana çıktıklarının resmen iddia edilmesidir. Oysa, halifeliğin kaldırılması, İmparatorluğunun Müslüman uyruklarının dış bir güce bağlanmalarını önlemek bakımından İngiltere'nin son derece işine gelmiştir.
3 Mart 1924'te TBMM, (Genelkurmay Başkanlığı'nı kabineden çıkardıktan başka) laiklik yönünde, halifeliğin ilgası başta olmak üzere, bir dizi karar almıştır: Şer'iye ve Evkaf Vekâleti, Diyanet İşleri Riyaseti ile Vakıflar Umum Müdürlüğü'ne dönüştürülmüş, mahkemelerde ve okullarda birlik sağlanmıştır.
Bu olaylarda laiklikle ilgili olarak belirginleşmeye başlayan muhalefetin, 20 Nisan 1924'te tamamlanan yeni Anayasa görüşmeleri sırasında Meclis çoğunluğuna egemen olduğu, Kanun-i
52
Esasî Encümenince -Cumhuriyetin (ve HF'nin) üst yöneticilerinin isteklerini yansıtarak- önerilen taslağın birçok noktadan yürütme yetkilerini sınırlayıcı ve yasama yetkilerini genişletici bir biçimde değiştirilmesinden anlaşılmaktadır. Bunun anlamı, henüz parti-içi demokrasi çerçevesinde kalan muhalefetin başarılı olduğudur. Şurasını da belirtmek gerekir ki, 1924 ilkbaharında HF daha ülke çapında örgütlenmiş olmayıp, Meclis grubunu oluşturan milletvekillerinden ibarettir. Mart ayında yapılan grup idare heyeti seçimlerinde, merkezden gösterilen adayların önemli bir bölümü seçilmemiş, yani parti içinde disiplinli bir yukarıya bağlılık sağlanamamıştır. O yılın yaz aylarında merkezin gönderdiği teşkilat yapmakla görevli milletvekilleri birçok illerde çalışmaya koyulmuşlar ve parti mutemetleri atamışlardır. Böylelikle, HF'nın yerel düzeyde örgütlenmesi başlamıştır.
1924 Kasımı'nda, göçmenlerin yerleştirilmelerindeki beceriksizlik ve yolsuzlukların eleştirilmesinin yol açtığı bir gensoru oylamasında, İsmet Paşa hükümeti güvenoyu alırken, muhalif kalan milletvekilleri Halk Fırkası'ndan istifa ederek 17 Kasım'da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurmuşlardır. Bu yeni partinin başkanı Kazım Karabekir Paşa, ikinci başkanları Dr. Adnan (Adıvar) ve Hüseyin Rauf (Orbay) Beyler, genel sekreteri de Ali Fuat (Cebesoy) Paşa'ydı. Partinin 25 milletvekili daha vardı. TCF'nin kuruluşunun dördüncü gününde, CHF Meclis Grubu hükümetin sıkıyönetim ilanı önerisini reddedince. İsmet Paşa sağlık bozukluğu bahanesiyle istifa etmiş, TCF'nin de güvenoyu verdiği yeni kabine Fethi Bey tarafından kurulmuştur. Bu hükümetin yumuşak ve uzlaşıcı karakteri, CHF'den kopmaları durdurmuştur. Ancak, Fethi Bey kabinesi, Doğu'da patlak veren Şeyh Sait Ayaklanması nedeniyle çok kısa ömürlü olmuş. CHF'deki sertlik yanlılarının ağır basmaları sonucunda devrilmiştir. Bir kısım Sünnî Kürtlerin, hilafetin kaldırılmasını kendilerini merkezî devlete bağlayan bağın çözülmesi diye görerek ulusal nitelikte bir ayrılmacı harekete kalkışmaları, genç TC'nin siyasal yaşamının altüst olmasına yol açmıştır. Hükümet, bu hareketi ülke çapında genel bir bastırma politikasına gerekçe edebilmek için, olayları ulusal ayrılmacı yerine, dinsel-karşıdev-
53
J
Mete Tuncay
rimci terimleri içinde görmeyi yeğlemiş ve yine İngiliz emperyalizminin bir oyunu olduğunu ileri sürmüştür. Oysa, bu konuda herhangi bir kanıt olmadığı gibi, o dönemde bir Kürt ayaklanmasını desteklemek de İngiliz çıkarlarına aykırı görünmektedir.
b. İstiklal Mahkemeli Takrir-i Sükûn Dönemi (1925-192 7) 2 Mart 1925'te yapılan bir CHF grup toplantısında, Fethi Bey'in taraftar olmadığı sert bastırma politikasının 60'a karşı 94 oyla kabul edilmesi sonucunda hükümet istifaya zorlanmış ve yeni kabineyi, başvekillikten ayrıldığı aylarda da CHF umum reis vekilliğini sürdürmüş olan İsmet Paşa kurmuştur. İsmet Paşa'nın ilk icraatı, TBMM'den bir Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarttırmak, biri isyan mıntıkasında, öteki yurdun geri kalan her yerinde gezici olarak vazife görecek iki tane de İstiklal Mahkemesi kurdurmak olmuştur.
Takrir-i Sükûn Kanunu öncelikle basını yola getirmekte kullanılmış, çeşitli illerde yayımlanan birçok gazete ve dergi, hükümet ya da İstiklal Mahkemesi kararıyla temelli kapatılmıştır. Bir grup gazeteci de, ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırttıkları gerekçesiyle, Şark İstiklal Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır. Aralarında Eşref Edip, Velid Ebüzziya, Sadrı Ethem (Ertem), Ahmet Emin (Yalman), Ahmet Şükrü (Esmer), Suphi Nuri (lîeri) Beyler'in de bulunduğu bu gazetecilere bir süre gözdağı verildikten sonra serbest bırakılmışlardır. Ankara İstiklal Mahkemesi ise, Tanın, başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey'i ömür boyu sürgün cezasına mahkûm etmiştir.
Basından sonra, sıra muhalefet partisine gelmiştir. TCF programındaki "efkâr ve itikadat-ı diniyeye hürmetkar" olma ilkesi (madde 6), irtica kışkırtıcılığı sayılmıştır. Şark ve Ankara İstiklal Mahkemeleri'nde görülen iki dava sonucunda, İsyan Mıntıkası Mahkemesi kendi görev bölgesi içindeki bütün TCF şubelerini kapatmış, öteki mahkeme de Partinin toptan kapatılması için hükümeti uyarmıştır. Bakanlar Kurulu, Takrir-i Sükûn Kanunu'na dayanarak, 3 Haziran 1925'te TCF'nı kesin olarak yasaklamıştır.
54
Eleştirel Tarih Yazdan
Şeyh Sait Ayaklanması'nın yenilgiye uğratılması ve İstiklal Mahkemeleri'nin şiddetli hükümleri, bir dizi toplumsal düzeltimin yürürlüğe konmasıyla laikleşme sürecinin daha ileriye götürülmesine olanak sağlamıştır. Bunlar arasında, şapka giydirilmesi, tarikatların yasaklanması ve tekkelerin kapatılmasını saymak gerekir. Fakat bu reform hareketleri, ülkenin birçok yerinde "din elden gidiyor" diye tepkiler doğurmuş, gezici Ankara İstiklal Mahkemesi de gericileri sindirmiştir. Sıkıyönetim Mahkemeleriyle iki istiklal Mahkemesinin 1925-26'da verdiği idam kararları yüzlerce olmuştur. Bu davalar savsamaya başlamışken, İzmir'de Cumhurbaşkanına yönelik suikast girişiminin ortaya çıkması, yeni bir sertlik dalgasına yol açmıştır. Derhal Ankara İstiklal Mahkemesi'nin elkoyduğu bu olay dolayısıyla, suikast düzenleyicilerinin yanı sıra, eski Terakkiperverler de, daha eski İttihatçılar da yargılanmışlardır. Suikast girişimiyle ilişkilendirilen TCF'li paşalar bile, ancak ordunun örtük baskısı ve cumhurbaşkanının araya girmesi sonucu beraat ettirilmişlerdir. Hele Ankara'da muhakeme edilen Cavit Bey gibi İttihatçılar suikastla bir ilgileri kanıtlanmadığı halde, sırf eski kırgınlıklar ve geleceğe ilişkin endişeler nedeniyle asılmışlardır.
Takrir-i Sükûn döneminde gerçekleştirilen önemli bir düzeltim de, "Hukuk Reformu"dur. Gerçekte, Tanzimat'tan beri Avrupa yasalarını benimseme hareketi başlamıştı; fakat bu vakte kadar, Şeriat'ın düzenlediği medenî hukuk alanında İslâmî kurallar korunuyor ve böylelikle (eski Şer'î-Örfi hukuk ayrımından çok daha keskin) bir ikilik sürdürülüyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında olsun, Cumhuriyetin ilk yıllarında olsun, genel eğilim Mecelle'yi günün koşullarına göre uyarlamak, yani İslâmî düzenlemeden büsbütün ayrılmamak yolundaydı. Fakat 1926 yılının ilk yarısında, İsviçre'den Medeni Kanun ile Borçlar Kanunu'nun alınmasını daha sonra başka yasalar izlemiş, böylece Türk hukuk sistemi tümüyle Batılılaştırılmıştır. Bunun anlamı, günlük yaşamımızda laikliğin bile aşılması ve Avrupa hukuk sisteminin temelindeki başka din değerlerinin hiç değilse bazı etkilerinin kabul edilmesi olmuştur. (Bu nokta, çağdaşlaşma coşkusu içinde ya
Mele Tuncay
gözden kaçmış ya da fark edilmişse, Batı'ya benzemek için doğal ve gerekli sayılmıştır.)
c. Büyük Nutuk ve Yapay Bir Demokrasi Denemesi (1927-1930) Başlangıçta iki yıl için çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, 1927 Mart başında süresi dolduğu zaman iki yıl daha uzatılmış, ama İstiklal Mahkemeleri'nin faaliyetleri sona erdirilmiştir. Ancak İstiklal Mehakimi Kanunu yirmi iki yıl daha yürürlükte tutularak herhangi bir anda kullanılmaya açık bulundurulmuştur. Doğu illerimizde, 22 Ekim 1926'da 271 sayılı Heyet-i Umumiye Kararı ile bir yıl daha uzatılan Sıkıyönetim süresi dolduktan sonra ise, bu yörede bir çeşit bölge valiliği niteliği taşıyan Birinci Umumî Müfettişlik kurulacaktır.
TBMM'nin, iki yıllığına seçildiği halde, 1924 Anayasası'yla görev süresi dört yıla çıkarılan ikinci dönemi, 1927'nin ilk yarısında fiilen sona ermiştir. Genel seçimler için Ağustos ayında ikinci seçmenler belirlenmiş ve yeni bir tüzük değişikliği uyarınca, Mustafa Kemal Paşa tarafından saptanan milletvekili adayları Eylül başında "oybirliği" ile seçilmişlerdir. Ekim'in ikinci yarısında CHF'nin (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni oluşturan Sivas Kongresi ilk kongre sayılarak) ikinci kongresi toplanmış ve burada Umumî Reis -(Gazi)- altı gün boyunca Büyük Nutkunu söylemiştir.
Nutuk, Atatürk'ün 1919 Mayıs'ında Samsun'a çıkışından o güne kadar geçen yüz ayın olaylarını konu edinerek, Kurtuluş Savaşı'nın ileri gelenleriyle hesaplaşmasıdır. Bu konuşmanın, yakın tarihimiz bakımından çok büyük bir önemi olmakla birlikte, özünde siyasal nitelik taşıdığını ve yaşanılan olağanüstü dönemin haklı gösterilme çabasını içerdiği unutulmamalıdır. Öyle ki, 1927 güzüne gelindiğinde, Milli Mücadele'nin ilk önderler kadrosundan yalnız İsmet ve Fevzi Paşalar (Başbakan ve Genelkurmay Başkanı olarak) Atatürk'ün yanında kalmışlardır. Rauf Bey, gıyabî bir mahkûmiyetle yurt dışında gönüllü bir sürgün yaşamı geçirmektedir; Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar ise TCF'nin ön saflarında yer almışlar, partileri iki yıl önce kapatılmış, geçen yıl İstiklal Mahkemesi'nden güç bela kurtul-
Eleştirel Tarih Yazıları
muşlar, şimdi de milletvekillikleri sona ermiş ve menkup olmuşlardır. İkinci derecede kadrolar için de, durum farklı değildir. Tabiatıyla, Atatürk, söylevinde olayların gelişmesini belirli bir görüş açısından sunmakta ve giderek, iki buçuk yıldır, yürürlükteki Takrir-i Sükûn Kanunu'nun kolaylaştırıcı etkisi altında gerçekleştirilen düzeltimleri savunmaktadır.
Büyük Nutuk'tan bir yıl sonra, Arap harfleri yerine Latin harflerinin kullanılması anlamında, kültürel geleneklerden kopma dolayısıyla çok büyük önem taşıyan bir Yazı Devrimi gerçekleştirilmiştir. Bu olayın zaten düşük olan okuryazarlığı büsbütün azaltmasına karşı, Millet Mektebi teşkilâtıyla bir okuma yazma seferberliğine girişilmiştir.
Şurasını da unutmamak gerekir ki, 1927-30 dönemi, Atatürk'ün Büyük Nutku'ndan ve alfabe değişikliğinden başka, Dünya Ekonomik Bunalımı'nın etkilerinin Türkiye'ye yansıması sonucu, ekonomimizdeki yabancıların payının çok azalarak doğrudan devletçilik politikasının zorunlu hale gelmesiyle de nite-liklenir. Gerçekten, 1929'da patlak veren bunalımın özellikle Tarım ürünlerimizin satış değerini düşürmesi ve dışalımlarımızı adamakıllı güçleştirmesi karşısında, devletin özel sermayeyi teşvik ve himayeciliği aşarak ekonomiye kurucu ve işletmeci sıfatıyla girmesi kaçınılmaz olmuştu. Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi de, başka bütün etkenlerin üstünde, bu yönelişin hazır-lığıyla ilgili görünmektedir. Öyle ki, bu denemeyle açık ve gizli liberalizm yanlıları bir parti içinde örgütlenip denetim altına alınmak istenilmiştir.
Gazi, 1930 yazında, gençlik arkadaşı Fethi (Okyar) Bey'e bir parti kurmasını önermiş; adını, programını, üyelerini vb. "empoze" etmiştir. Fethi Bey'in bu Öneriyi benimsemesi üzerine, 12 Ağustos'ta İstanbul'da Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. (24 Eylül'de bir ara seçimle Gümüşhane milletvekili olan) Fethi Bey'den başka, bu partiye CHF'den ayrılan 14 mebus girmiştir.
30 Ağustos 1930'da, Başvekil İsmet Paşa, Ankara-Sıvas demiryolunu açarken, kendilerinin ılımlı devletçilik yanlısı oldu-
57
Mete Tuncay
ğunu ilk kez belirtmiş, yeni parti de devletçilik karşıtı liberal bir platform tutturmuştur. İsmet Paşa bu konuşmasında, SCF'nin hükümetin demiryolu politikasına karşı yönelttiği eleştirileri üç noktada yanıtlamaktadır: Bir kere, bu siyaset askeri ve siyasi bir önem taşıdığı için zorunludur; ikincisi, yabancı sermaye biz istemediğimizden değil, kendisi yeterince kârlı bulmadığından gelmemektedir; üçüncüsü, Türkiye'de yapılacak daha o kadar çok iş vardır ki, şimdiki kuşağa aşırı yüklenildiği doğru değildir, gelecek kuşaklar da en az bu kadar yük taşımak zorunda olacaklardır. Fethi Bey, Eylül başında yaptığı gösterişli Ege gezisinde, halkın her şeyi hükümetten beklemesinin devlet müdahalesinin yarattığı bir alışkanlık olduğunu ileri sürmesinin dışında, doktrıner bir tartışmaya girmemiş, daha çok uygulamalardaki aksaklık ve yolsuzlukları vurgulamıştır. Bu gezide SCF önderinin o zamana dek görülmemiş kalabalıklar tarafından coşkuyla karşılanması, bu denemenin sonunu hazırlayan bir işaret olmuştur. Ekim ayındaki belediye seçimleri, birçok illerde baskı altında yapılmış ve SCF'nin kazançları çok sınırlı kalmıştır. TBMM'de seçim yolsuzlukları konusunda açılan gensoru görüşmeleri hükümetin güvenoyu almasıyla sonuçlanınca, Felhi Bey 17 Kasım 1930'da Dahiliye Vekâleti'ne bir dilekçe vererek, gidişata göre "Gazi Hazretleriyle siyasî sahada karşı karşıya gelmek vaziyetinde kalabileceği" anlaşıldığı için partisini kapattığını açıklamıştır. Bu arada, SCF'den başka birtakım siyasal parti kurma girişimlerinde de bulunulmuş olmakla birlikte, bunların çoğuna çalışma izni bile verilmemiş, izin verilen biri (Ahali Cumhuriyet Fırkası) ise, SCF'den beş hafta sonra Heyet-i Vekile kararıyla kapatılmıştır.
d. Planlı Devletçiliğin Başlaması (1931-1935) SCF'nin kurucusu tarafından feshedildiği gün, Atatürk'ün kalabalık bir danışmanlar topluluğuyla birlikte çıktığı uzun bir yurt gezisi sonucunda, ülke için yeni bir yönetim tasarımı oluşturulmuştu. Ekonomi politikası bakımından, ilk Beş Yıllık Sanayi Planı'nın uygulamaya konulması, artık doğrudan devlet İş-let-meciliği dönemine girildiğinin işaretidir. İçişleri alanında ise,
58
Eleştirel Tarih Yazıları
buna koşutlukla, CHF bütün toplumsal örgütlenmeleri kendi yapısı içinde tekelleştirmeye başlamıştır. Partinin 1931 Mayıs'ı ortalarında toplanan Üçüncü Büyük Kongresi'nde Türk Ocakları'nın infisah -tasfiye- iltihak kararı onaylanmış: Basın, Ka-dın vb. dernekleri de bu örneği izleyerek "kendi kendilerine" kapanmışlardır. CHP, Recep (Pekerl'in genel sekreterliği altında, 1935 yılında toplanan Dördüncü Büyük Kongre'ye kadar tırmanmasına devam etmiş; ancak Kurultay arefesinde Recep Bey'in hazırlayıp İsmet Paşa'nın onayladığı Parti'nin Devlet'e elkoyma tasarısı Atatürk tarafından bozulmuştur.
1930'ların başları, aynı zamanda, tarih ve dil çalışmalarına hız verildiği yıllardır. Geçen yüzyılda Türkçülük akımı oluşurken ortaya atılan kültür tarihine ilişkin birtakım savlar, İttihat ve Terakki döneminden sonra TC'nin başlarında da Özellikle Türk Ocakları çevresinde yaşatılmaktaydı. Ancak, bu yeni evrede İttihatçıların Türkçülüğünden birçok noktada ayrılınmıştır. En önemlisi, İslâm'la uzlaşmadan vazgeçilmiş olmasıdır. Türk Ocakları'ndan sonraki evrede de, ırkçılık artık birleştirici bir öğe olarak kullanılmakta, Türkiye coğrafyasında eskiden yaşamış olan ve halen yaşayan bütün halklar Türk sayılmaktadır. Genç Cumhuriyette böylesi bir resmî görüşe gerek duyulmasının başlıca nedeni, azınlıklarla ilgilidir. Bir yandan Ermenilerin ve Yunanlıların (Rumların) Anadolu üstündeki eski sahiplik iddialarının önü alınmak, bir yandan da Kürtlerin kendilerini ayrı bir ulus olarak tanımlamaları engellenmek istenmiştir. Ayrıca "Osmanlılık" ideolojisinin son zamanlara kadar gölgede bıraktığı Türklük bilinci yükseltilmeye çalışılmıştır.
Türk tarih tezi, yeryüzünde gelmiş geçmiş hemen bütün yüksek uygarlıkların Türk kökenli olduğunu ileri sürerek, dikkatleri eski tarih devirleri üstünde yoğunlaştırmıştır. Türklüğün efsane olmaktan çıktığı, somut gerçek olduğu altı yüzyıllık Osmanlı döneminin ise pek üstünde durulmayarak, safdilce "iyi sultanlar başa geçince ilerledik, kötü sultanlar gelince geriledik" anlayışıyla geçiştirilmiştir. Bu da, hiç kuşkusuz, İslâm geleneğinden
59
Mete Tuncay
büsbütün sıyrılma arzusuyla ilgilidir. İslâm-öncesi Türklük, daha yararlı bir araştırma konusu gibi görünmüştür.
Dil alanındaki çalışmalar tarih ideolojisinin gereği ve sonucu olmuş; fakat, güdüleyici neden değişmemekle birlikte, iki uç arasında yalpalanmıştır. Önceleri tutulan yol, dili Arap-Fars etkilerinden ayıklayarak özleştirmektir. Aslında, bu eğilim Osmanlı devletinin son on yıllarında halkçı bir içerikle başlamıştı: Aydınların dilini halkın anlayış düzeyine indirmek istiyor, özentili yazıyı ve sözü bir statü simgesi olmaktan çıkarmayı amaçlıyordu. Sonraları ise, tarih tezinin aşırı laşmasına koşutlukla icat edilen Güneş Dil Teorisi, dünyadaki bütün dillerin ortak bir kökeni bulunduğunu, bunun da Türkçe olduğunu savunmuştur. Buna göre, artık bir ayıklama sorunu kalmıyor, hangi yabancı sözcüğü kullansak, eski malımızı geri almış oluyorduk.
Bu dönemde oluşturulan Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları, açıkladığımız tezler çerçevesinde, ama sivrilikleri zamanla aşınan bir biçimde çalışmışlar ve zaman zaman değerli inceleme ürünleri de ortaya koymuşlardır. 1931-35 arası, yeni bir dizi toplumsal ve kültürel düzeltime de tanık olmuştur. Bunlar arasında Üniversite Reformu, Soyadı ve Pazar Tatili Yasaları, lâkap ve unvan, dinsel giysi yasakları sayılabilir. Ayrıca, kadınların siyasal hakları da bu dönemde tanınmıştır. Kadınların 1931'de belediye seçimlerine, 1935'te genel seçimlere katılması, biçimsel bir adım olarak kalmakla birlikte, ileri bir görüşün eseridir.
e. Atatürk'ün Son Yılları (1935-1938)
TBMM'nin Beşinci Dönemi 1 Mart 1935'te başlamış ve Atatürk dördüncü kez cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Yenilenen İnönü hükümeti de o hafta içinde güvenoyu almıştır. Mayıs ayında toplanan 4. CHP Kurultayı’nda Genel Sekreterliğini koruyan Recep Peker ise, ertesi yılın Haziranı'nda yayımlanan bir Parti bildirisiyle bu görevden alınmış ve Parti Genel Sekreterliği, İçişleri Bakanlığı'yla aynı kişide birleştirilmiştir. Böylelikle, İnönü ka-binesinde Atatürk'ün iki yakın adamından biri olan Şükrü Kaya (öteki. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'tı) Partinin en üst yöneticiliğine getirilmiştir. Bu olayın anlamı, Peker
Eleştirel Tarih Yazıları
ekibinin is-tediğinin tam tersine, Devlet'in Parti'yi özümlemesi-dir ve bu süreç, 5 Şubat 1937'de yapılan bir anayasa değişikliği sonucu, parti ilkelerinin (altı ok) devlet yapısına mal edilmesiyle noktala-nacaktır.
1936 Temmuz'unda yapılan Montrö Antlaşması, Lozan'da askerden arındırılmış olan Boğazlar'ın Türk egemenliğine sokulmasını sağlamıştır. Aynı yıl, TC ilk aşamada Hatay'a bağımsızlık tanınması için girişimlere başlamıştır. 1937 Ocak-Mayıs ayları arasında bu istek gerçekleştirilmiş ve bir sonraki adım olan Hatay'ı anavatana katma çalışmalarına girişilmiştir. Türkiye, 1937 Eylül'ünde de, İspanya İçsavaşı'na başka Akdeniz ülkelerinin karışmamalarını öngören Nyon Konferansı'na katılmıştır. Bu olayın, böyle bir katılmayı riskli gören Başbakanla rizikoyu göze alan Cumhurbaşkanının aralarının açılmasında önemli payı bulunduğu söylenmektedir. Nitekim, 20 Eylül'de İnönü "dinlenmek üzere" bir buçuk ay izin almış ve Ekonomi Bakanı Celal Bayar ona vekâlet etmekle görevlendirilmiştir. İsmet Paşa daha izin süresi dolmadan istifa edecek, Bayar'ın vekâleti de asalete dönüştürülecektir. Eski hükümet tek bir değişiklikle aynen devam etmiş, İnönü'ye özel bir yakınlığı olan Sağlık Bakanı Refik Saydam'ın yerine bir başkası getirilmiştir. İnönü'nün böylelikle iş başından uzaklaştırılmasının nedenleri hayli karmaşıktır ve uzun bir birikim sonucudur. Değindiğimiz dış siyasete ait görüş ayrılıklıklarından başka, asıl ekonomi politikasıyla ilgili anlaşmazlıkların varlığı hissedilmektedir. İnönü'nün devletçiliğine karşılık Bayar'ın özel girişimciliği savunduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, 1936 Ocak ayında kabul edilen İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı'nın uygulanması sürdürülmüştür. Ayrıca, başbakanın değiştirilmesiyle devlet kadrolarında başka önemli değişiklikler yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Hatta İsmet Paşa'nın Atatürk'ün yakın çevresindeki eski taraftarlarının bile yerlerinde kalmış oldukları anlaşılmaktadır. Aksi takdirde, Atatürk'ün Ölümünden sonra İnönü'nün nasıl olup da cumhurbaşkanı seçilebildiği açıklanamaz. Atatürk'ün cumhurbaşkanlığının son aylarında, "Yüzellılikler"i de içine alan geniş kapsamlı bir af yasası çıkarılmıştır (yayımı: 16 Temmuz 1938).
60
61
Mete Tuncay
Eleştirel Tarih Yazılan
Dostları ilə paylaş: |