AYETİN AÇIKLAMASI
Bu ayet, tek ve bağımsız gibidir. Çünkü öncesi ve sonrasıile
bağıntısıbelirgin değildir. Dolayısıyla öncesi ile arasında bağlantı
kurma zahmetine girişmek gereksizdir. Bu ayet hak dinin diğer
sözde dinler karşısındaki ayrıcalığınıve insanlığın genel gidişini
açıklayan bir küllî meseli içeriyor. Bu ayrıcalık şudur:
İtibar her zaman hakka yöneliktir. Taraftarıne kadar az ve o-luşturduklarıtopluluk ne kadar küçük olursa olsun, bu böyledir.
Yönelişhayra ve mutluluğa doğru olmalıdır. İstediği kadar çoğun-luk ondan yüz çevirsin ve güçlüler onu unutmuşolsun. Çünkü
hakkın ilkeleri aklıselime dayanır ve aklıselim, insanlarıtoplumun
yararıdışında bir hedefe yöneltmez, onun yapısınıgüçlendirecek
hayat hükümlerinden ve temiz hayat yollarından başka bir istika-meti göstermez. Çoğunluğun arzularına uysun veya uymasın, fark
etmez. Genelde aklıselimin istekleri çoğunluğun arzularına ters
düşer. Bu evrensel düzenin kendisi, hak düşüncelerin eksenidir,
onların arzularının hiçbir dürtüsüne uymaz. Eğer hak onların arzu-larına uysaydı, göklerin ve yeryüzünün düzeni alt üst olurdu.
"De ki: Pisin çokluğu seni şaşırtsa bile, pisle temiz bir değildir." Öyle
anlaşılıyor ki, pisin temiz ile eşit olmamasıile temizin pisten daha
iyi olduğu kastediliyor. Bu ise apaçık bir gerçektir. O hâlde bu ifa-dede kinaye sanatıvardır. Anlatılmak istenen şudur: Temiz, tabiatı
itibari ile ve fıtratın gereği olarak pisten daha yüksek dereceli ve
daha üst konumdadır. Eğer, geçici bir faktörün etkisi ile durumun
tersine döndüğü ve pisin temizden daha iyi oluverdiği farz-edilecek olursa, o zaman pisin aşama aşama ilerleyerek temiz ile
aynıdüzeye çıkması, ona eşit konuma gelmesi, arkasından da
Mâide Sûresi 100 .................................................................................................. 205
temizin seviyesini geçerek onun üstüne çıkmasıgerekir. Buna gö-re pisin temiz ile eşit olmasıreddedilince, onun temizden daha üs-tün konuma gelme ihtimali haydi haydi reddedilmişolur.
Bu açıklamalarımızla, neden "habîs=pis" kelimesinin
"tayyib=te-miz" kelimesinin önüne geçirildiği ortaya çıkıyor. Çünkü
ayetin amacıpisin çok oluşunun onu temizden daha iyi yapama-yacağınıaçıklamaktır. Böyle bir şeyin olabilmesi için pisin alçaklık
ve adilik çukurundan üstünlük doruğuna çıkarak temizle eşit ko-numa gelmesi ve sonra onun seviyesinin üzerine yükselmesi ge-rekir. Eğer "tayyib=temiz" kelimesi öne alınarak "temiz ve pis eşit
değildir" denseydi, ifadenin amacı, temizin pisten daha alt düzey-de, daha aşağıda olamayacağınıaçıklamak olurdu. O zaman da
bunun arkasından pisin çok olduğunun yerine temizin az olduğu-nun belirtilmesi gerekirdi. Bu inceliğe dikkat etmek gerekir.
Temizlik ve pislik, taşıdıklarıanlam itibari ile dışdünyada so-mut varlığıolan gerçek nesnelerin gerçek sıfatlarıolarak kullanılır-lar. Temiz ve pis yiyecek ile temiz ve pis yer gibi... Şu ayetlerde
buyrulduğu gibi: "Temiz yer, Allah'ın izni ile ürününü cömertçe ve-rir. Pis yer ise cılız ürün verir." (A'râf, 58) "Temiz rızkları" (A'râf, 32)
Eğer zaman zaman bu iki kelime itibarî ve vaz'î sıfatlarla ilgili ola-rak kullanılırlar da meselâ temiz veya pis hüküm veya temiz veya
pis huy denirse, bu bir tür mecazî ifade olur.
Takva birtakım fiilleri yapmak veya yapmamak demek olduğu
hâlde ve bu fiillerin temizliği ve kirliliği mecazî bir ifade olduğu
hâlde, "pisle temiz bir değildir."ifadesini "O hâlde ey akıl sahiple-ri, Al-lah'tan korkun. Umulur ki, kurtuluşa erirsiniz."ifadesiyle
ayrıntılan-dırılmasıve pis ile temizin eşit olmadığının herkes tara-fından kabul edilen bir gerçek olarak ele alınması, temiz ile pis-ten, somut ve objektif varlıkların kastedildiğinin en güçlü şahididir
ve o takdirde bu, başarılıve tartışmasız bir delil olur. Ama eğer
temiz ve pis davranışlar ve tutumlar kastedilseydi, bu o kadar açık
bir delil olmazdı. Çünkü her grup kendi yolunu temiz ve nefsinin
arzularına ters düşen her yolu da pis görür.
Buna göre bu söz, yüce Allah'ın Kur'ân'ın birçok yerinde
vurguladığıbaşka bir gerçeğe dayanıyor. Bu gerçek şudur: Din,
fıtrata ve yaratılışa dayanır. Dinin benimsemeye çağırdığıhayat
tarzı, temiz olan hayat tarzı, yasakladığıhayat tarzıise pis olan
hayat tarzıdır. Yüce Allah sadece temiz şeyleri helâl kılarken,
206 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
Yüce Allah sadece temiz şeyleri helâl kılarken, haram ettiği şeyler
de sadece pis olan şeylerdir. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "(Ey
Muhammed), yüzünü Allah'ıbir kabul edici olarak doğruca dine
çevir. Fıtrata uygun olarak dine dön ki, Allah insanlarıona göre
yarattı. Allah'ın yaratma kanunlarıdeğiştirilemez. İşte doğru din
budur." (Rûm, 30) "Allah onlara temiz şeyleri helâl ve pis şeyleri
haram kılıyor." (A'râf, 157) "De ki, Allah'ın kullarının yararına sun-duğu güzellikleri ve temiz rızklarıkim haram etti?" (A'râf, 32)
Bütün bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur: "Pisin çokluğu
seni şaşırtsa bile, pisle temiz bir değildir." ayeti şu gerçeği açıkla-yan bir özdeyiştir: Din kuralları, nesnelerde bulunan tekvi-nî=varoluşsal temizlik ve pislik sıfatlarına dayanırlar. Tekvinî nite-likte olan bu sıfatlar insanın mutluluğu ve bedbahtlığıüzerinde et-kilidir. Bu sıfatlar üzerinde azlığın ve çokluğun etkisi yoktur. Yani
temiz az olsa da temizdir ve pis de çok olsa da pistir.
Buna göre, pis ile temizi birbirinden ayırt edebilen, temizin pis-ten hayırlıolduğuna hükmeden, insanın hayatınımutlu kılmaya
gayret et-mesi ve iyiyi kötüye tercih etmesi gerektiğine inanan her
akıl sahibinin Allah'tan korkarak onun yolundan gitmesi, insanla-rın birçoğunun pis işlere ve mahvedici davranışlara dalmalarına
aldanmaması, nefsî arzularına kapılarak kandırılma ve korkutul-ma yolu ile hakka bağlılıktan vazgeçmemesi gerekir ki, mutluluğa
yönelmek suretiyle kurtuluşa ermesi umulabilsin.
"O hâlde ey akıl sahipleri, Allah'tan korkun. Umulur ki, kurtuluşa e-rirsiniz." Bu ifade, ayetin ilk bölümünü oluşturan özdeyişin bağlan-tılıuzantısıdır. Anlamının özü şudur: Takva, ilâhî yasalar-la bağlan-tılıbir husustur. İlâhî yasalar da insanın mutluluğu ve kurtuluşunu
gözetmekte, tekvinî temizlik ve pislikler esasına dayalıdır. Aklıba-şında olan kimse bu konuda şüphe etmez. O hâlde ey akıl sahiple-ri, Allah'tan korkup O'nun yasalarına uygun davranmalısınız ki,
kurtuluşa erebilesiniz.
Mâide Sûresi 101-102 .......................................................................................... 207
101-Ey inananlar! Açıklandığında sizi üzecek olan, Kur'-ân in-dirildiği zaman sorarsanız size açıklanacak olan şeyleri sormayın.
(Çünkü) Allah onlardan vazgeçmiştir ve Allah bağışlayandır, ha-limdir.
102-Sizden önceki bir toplum da onlarısormuştu; sonra onla-rıinkâr etmişlerdi.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
Bu iki ayetin önceki ayetlerle belirgin bir bağlantıları
görülmüyor. İçerikleri başka bir sözle bağlantılıolmayıgerektir-meyecek derecede zengindir. Bu ayetler başka bir söze hacet bı-rakmadan maksatlarınıkendileri ifade ediyorlar. Bu yüzden bazı
tefsircilerin bu ayetleri kimi zaman kendilerinden önceki ayetlerle,
kimi zaman surenin baştarafıile ve kimi zaman surenin amacıile
irtibatlıgöstermek için harcadıklarıgayretlere ihtiyaç yoktur. Bun-larıgöz ardıetmek en doğru davranıştır.
"Ey inananlar! Açıklandığında sizi üzecek olan... şeyleri sormayın."
Ayette geçen "tubde" fiilinin kökü olan "ibdâ" açıklamak ve yine
ayette yer alan "tesu'kum" fiilinin geçmişzaman sıygasıolan
"sâe" fiili, "sevindirdi"nin tersi anlamına gelir.
Ayet, açıklanmalarıhâlinde müminlerin üzülmelerine yol aça-cak konularısormayıonlara yasaklıyor. Ayet soruya muhatap ola-nın kim olduğunu açıkça belirtmiyor. Yalnız ayetin "Kur'ân indiril-diği zaman sorarsanız size açıklanacak" biçimindeki devamından
ve bir sonraki ayetin "Sizden önceki bir toplum da onlarısormuş-tu; sonra onlarıinkâr etmişlerdi." şeklindeki ifadesinden söz ko-nusu soruların muhatabının Peygamber efendimiz (s.a.a) olduğu
anlaşılıyor. Buna göre bu ayet mahiyeti şu şu olan soruların Pey-gamberimize (s.a.a) sorulmasınıyasaklama amacınıtaşıyor. Ama
yasağın gerekçesinden çıkan sonuç, bu yasağın söz konusu ama-
208 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
cınıaşan bir kapsam genişliğine sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Yüce Allah'ın göz ardıettiği, normal sebeplerle ve bildik yollarla
insan bilgisi dışında bıraktığıkonularısormak ve kurcalamak da
bu yasağın kapsamına girer. Çünkü bu meselelerin iç yüzünü öğ-renmek insanın mahvına, mutsuzluğuna yol açar. Bir kişinin ne
gün öleceğini, helâk olma sebebini, sevdiklerinin ve saydıklarının
ne kadar yaşayacaklarını, mülkünü ve üstünlüğünü ne zaman
kaybedeceğini sorup kurcalamasıgibi. Çoğu zaman insanın bu
konularda elde edebileceği bilgiler onu yok olmaya sürükler veya
mutsuzlukla tehdit eder.
Yüce Allah'ın plânlayıp ortaya koyduğu hayat düzeni evrende
yürürlüktedir. O, birtakım konularıaçıklarken kimi konularıinsan
bilgisine kapatmıştır. Allah açıkladığıher şeyi bir hikmete dayaya-rak açıkladığıgibi, saklıtuttuğu her şeyi de bir hikmete dayalıola-rak saklıtutmuştur. Buna göre açıklanan şeylerin gizli kalmasına
ve gizli bırakılan şeylerin açıklanmasına sebep olmaya kalkışmak,
kâinata yayılan hayat düzeninin bozulmasına yol açar.
Meselâ insan hayatıgüçlerden, organlardan ve sistemlerden
oluşan organik bir düzene dayanır. Bunlardan biri eksilse veya bi-rine bir şey eklense bu durum, hayatın bazıönemli unsurlarının
yok olmasına sebep olur. Arkasından bu yok olma diğer güçlere ve
organlara sirayet eder ve belki deya gerçek anlamda veya kemâl
ve olmasıgereken anlamında hayatın ortadan kalkmasına yol a-çar.
Sonra bu ayet, sorulmasıyasaklanan şeylerin neler olduğunu
da muphem bırakmış, bunlarıaçıklamamıştır. Yalnız bunların a-çıklanmalarıhâlinde insanlarıüzecek şeyler olduklarınısöylemek-le yetinmiştir.
Şüphe edilmeyecek bir nokta, "açıklandığında sizi üzecek o-lan"ifadesinin sorulabilecek şeylerin sıfatıolduğudur. Bu bir şart
cümlesidir. Şart gerçekleştiği takdirde sonucun (cezanın) gerçek-leşeceğine de-lâlet eder. Bunun gereği, bu şeylerin açıklanmaları
hâlinde insanların üzülmelerine sebep olmalarıdır. Buna göre soru
sorarak onların açıklanmasınıistemek, aslında üzülmeyi, zor du-ruma düşmeyi istemektir.
Burada şu problemle karşılaşıyoruz. Hiçbir aklıbaşında insan
Mâide Sûresi 101-102 .......................................................................................... 209
ken-disini üzecek bir şeyi istemez. Oysa eğer ayette "aralarında
açıklandıklarıtakdirde zorunuza gidecek konuların bulunduğu
meseleleri sor-mayın." veya "açıklandıklarıtakdirde zorunuza git-meyeceklerinden e-min olmadığınız meseleleri sormayın" den-seydi, hiçbir sakınca ile karşılaşmazdık.
Bu probleme verilen acayip cevaplardan biri şudur: "Arap dili-nin kurallarına göre 'in' şart edatımeydana gelmede kesinlik ifa-de etmez ve sonuç da gerçekleşip gerçekleşmeme bakımından
şarta bağlıdır. Buna göre 'izâ ubdiyet lekum
tesu'kum=açıklandığında sizi üzer' ifadesi yerine, 'in tubde lekum
tesu'kum=eğer açıklanırsa sizi üzer' ifadesinin kullanılması, açık-lanma ve açıklanacak şeyin üzücü oluşu ihtimalinin onu sormak-tan vazgeçmenin gerekli olmasıiçin kâfi olduğuna delâlet eder.
Ama eğer 'izâ' şart edatıkullanılmışolsaydı, ayet bu anlama
gelmezdi." (Gerekli alıntıburada sona erdi.)
Bu cevap yanlıştır. Arapçanın hangi kuralı, şartın gerçekleşme
kesinliği ifade etmemesini ve şartın varlığına bağlıolan sonucun
da böylece gerçekleşme kesinliği ifade etmeyeceğini ortaya koyu-yor. Bizim "İn ci'tenî ekramtuke=eğer bana gelirsen sana ikramda
bulunurum" şeklindeki sözümüzün, gelmenin gerçekleşmesi hâ-linde ikramın kesinlikle gerçekleşeceğinden başka bir anlamıvar
mı?
Bu cevabıveren tefsircinin, buna göre "açıklandığında sizi ü-zecek" ifadesi, açıklanma ihtimalinin ve açıklanacak şeyin üzücü
oluşunun onu sormaktan vazgeçmenin gerekli olmasıiçin yeterli
olduğuna delâlet ettiği şeklindeki görüşü, ayetteki şartın açıklan-malarıhâlinde üzücü olmasımümkün olan şeyleri sormayıyasak-lamayıifade etseydi, doğru olurdu. Oysa bildiğiniz gibi şart bunu
ifade etmiyor. Yasağın ifade ettiği anlam, açıklanmalarıhâlinde
üzücü olacaklarıkesin olan şeyleri yasaklamaktır. Buna göre prob-lem çözümsüz olarak olduğu gibi kalmışoluyor.
Zayıflıkta bu cevabın bir benzeri, bir tefsircinin bazırivayetler-de de yer aldığıgibi şu görüşüdür: "açıklandığında sizi üzecek o-lan... şeyler"den maksat, bazılarının arzu ettikleri gaybe ilişkin
bilgilerdir. Eceller, işlerin akıbetleri, hayır ve şerrin cereyanıve in-sanımutlaka üzecek bir yönü doğal olarak içeren diğer gizli şeyle-rin açıklanmasıgibi. Meselâ insanın ne kadar ömrünün kaldığını,
210 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
ölümüne neyin sebep olacağını, akıbetinin iyi olup olmayacağını
ve gerçek babasının kim olduğunu sormasıgibi. Bu tür soruları
sormak cahiliye döneminde Araplar arasında yaygındı.
Buna göre "açıklandığında sizi üzecek olan... şeyleri sorma-yın." ayeti ile çoğunlukla açıklanmalarıinsanıüzecek ve keder-lendirecek haberleri içeren bu tür meseleleri sormayıyasaklamak
kastedilmiştir. Meselâ bu sorular sonunda adamın yakında ölece-ği, vahim bir akıbete uğrayacağıveya gerçek babasının bilinen
babasından başkasıolduğu ortaya çıkabilir.
Bunlar çoğunlukla insanın üzülmesine, kederlenmesine yol
açacak meselelerdir. Bunlar Peygamberden (s.a.a) soruldukları
takdirde soru sahibinin hoşuna gitmeyecek bir cevap almayaca-ğından ve bu kişinin cevaplar karşısında nefsinin şımarıklığına ve
sinirliliğe kapılarak Peygamberimizin (s.a.a) cevabınıyalan saya-rak bir sonraki "Sizden önceki bir toplum da onlarısormuştu;
sonra onlarıinkâr etmişlerdi." ayetinde işaret edildiği üzere kâfir
olmayacağından emin olunamaz.
Bu açıklama ilk bakışta doğru görünse de, "Kur'ân indirildiği
zaman sorarsanız, size açıklanacak"ifadesi ile uyuşmaz. Bunu
şöyle açıklayabiliriz: Bu ifadenin anlamıya Kur'ân inerken bu me-seleleri sormanın caiz olduğunu belirtmektir veya Kur'ân inerken
de bunlarısormayı şiddetle yasaklamaktır. Şiddetle yasaklama
amacıtaşıyabileceği sonucuna şöyle varabiliriz: Bu soruların mu-hatabıolan Peygamber (s.a.a), Kur'ân'ın inişi dışındaki zamanlar-da soru soranın menfaatini düşünerek bu tür sorularıcevaplan-dırmama imkânına ve kolaylığına sahiptir. Fakat soru konusu şey-ler aslında açıktır ve kesinlikle üzerlerini örten bir perde yoktur. Bu
yüzden onlarıKur'ân inerken kesinlikle sormayın.
İfadenin anlamıbu iki yorumdan hangisi olursa olsun, az ön-ceki tez ile bu ayet arasında uyumsuzluk vardır. Bu yorum ilk an-lamla uyuşmaz. Çünkü bu konular doğal olarak sakıncalıoldukları
için Kur'ân inerken bunlarıserbest bırakmanın anlamıyoktur.
Çünkü sakınca aynısakıncadır.
Yorum ayetin ikinci anlamıile de uyuşmaz. Çünkü Kur'ân'ın i-nişzamanıgerçi bilgilendirme ve açıklanmasıgereken meseleleri
açıklama zamanıdır, ama Kur'ân'ın bu fonksiyonu temel bilgilerle,
Mâide Sûresi 101-102 .......................................................................................... 211
şeriatın hükümleri ile ve bunlarla aynıkategoriye girecek mesele-lerle ilgilidir. Ahmed'in ne zaman öleceğine, Mehmed'in nasıl öle-ceğine ve falancanın gerçek babasının kim olduğuna ve buna
benzer ayrıntılara gelince, bunlar Kur'ân'ın bilgi verme fonksiyonu
ile ilgili şeyler değildir. Böyle olunca şöyle şöyle şeyleri sormayı
yasaklayan ifadenin arkasından "Kur'ân indirildiği zaman sorar-sanız, size açıklanacak." ifadesine yer vermenin anlamıve gerek-çesi olmaz. Bu açıktır.
Bu problemle ilgili en güzel cevap, diğer âlimlerin verdiği ce-vaptır. O da şudur: Gerek "Sizden önceki bir toplum da onları
sormuştu" ifadesi, gerek "Kur'ân indirildiği zaman sorarsanız, si-ze açıklanacak."ifadesi, bu meselelerin şer'î hükümlerle ilgili ol-duklarına delâlet eder. Şer'î hükümlerin kimi kez uzun uzadıya a-raştırılan ve ısrarla incelenen bağlantılarıile ilgili ayrıntılar gibi. Bu
ısrarlıincelemelerin sonucu soru sormada ayrıntılara inildikçe ve
incelemede ısrar edildikçe hükümlerin ağırlaştırılmasıve zorlaştı-rılmasının gündeme gelmesi olur. İsrailoğullarının inek hikâyesin-de olduğu gibi. Bilindiği gibi İsra-iloğullarıboğazlamakla emredil-dikleri ineğin nitelikleri ile ilgili sorularında ısrar ettikçe, yüce Allah
onların görevlerini ağırlaştıracak ye-ni şartlar ortaya koymuştur.
Sonra ayetteki "Afallah'u anha=Allah onlardan vazgeçmiştir."
ifadesi, "açıklandığında sizi üzecek olan... şeyleri sormayın." ifa-desinin sebebi, gerekçesidir. Bazılarının dediği gibi "eşya" kelime-sinin sıfatıolup ifadede öne alma ve arkaya bırakma (takdim, te-hir) gibi bir durum söz konusu değildir. Bunu göz önüne aldığımız-da ayetin takdirî açılımı şöyle olur: "La tes'elû an eşyâe afallah'u
anha in tubde lekum tesu'kum" yani, Allah'ın söz konusu etmeden
geçtiği ve açıklanmalarıhâlinde üzüleceğiniz meseleleri sormayın.
Ayetin bu ifade tarzı-yani "afa" fiilinin "an" edatıile mutaaddi
(ge-çişli) yapılması- ayetteki soru konusu olacak olan meseleler-den şer'î hükümlerle ilgili konuların kastedildiğinin en güzel şahi-didir. Çünkü eğer bu konular şeriat hükümleri dışında kalan tekvi-nî konular olsaydı, "afahallahu" ibaresinin kullanılmasıgerekli gibi
olurdu.
Her neyse. Bu soru yasağının Allah'ın o konulara değinmemiş
olmasıyla gerekçelendirilmesi, şunu ifade eder: Soru konusu şey-ler, şer'î hükümlerle ilgili ayrıntılar ve bu hükümlerle bağlantılıka-
212 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
yıtlar ve şartlardır. Bunlara değinilmemişolmasıda onların unu-tulduklarından veya ihmal edildiklerinden kaynaklanmıyor. Doğ-rudan doğruya Allah'ın bir hafifletmesi, kullarına yönelik bir kolay-laştırmadır. Ayetin sonundaki "Allah bağışlayandır, halimdir."
cümlesi de bunu kanıtlıyor. İnsanların şeriat hükümlerinin ayrıntı-larıile ilgili sorularıonlardan gelen bir sıkıştırma, bir zorlaştırma
girişimidir. Bu girişim onlarıüzen ve kederlendiren sonuçlar getirir.
Bu girişim Allah'ın affını, kolaylaştırmasınıve değinmemesini red-detme anlamınıtaşıyor. Oysa bu değinmeden geçmenin tek ama-cıkolaylaştırma, hafifletme, affedicilik ve yumuşak tutumluluk sı-fatlarınıperçinlemektir.
Buna göre bu ayetin anlamı şöyle olur: Ey müminler, şeriatta
gündeme getirilmemişkonularıPeygambere (s.a.a) sorma-yın.Çünkü Allah onlara değinmemiştir; hafifletme ve kolaylaştırma
adına açıklamamıştır. Bu meseleler eğer Kur'ân inerken sorarsa-nız size anlatılacak ve açıklanmalarıhâlinde zorunuza gidecek
meselelerdir.
Yaptığımız açıklamalardan şu sonuçlar ortaya çıkıyor:
1- "Kur'ân indirildiği zaman sorarsanız size açıklanacak"ifa-desi, daha önce belirtildiği gibi soru sorma yasağınıpekiştiren bir
ifadedir. Yoksa bazılarının söyledikleri gibi Kur'ân'ın inişi sırasında
soru sormayıserbest bırakan bir ifade değildir.
2-"Allah onlardan vazgeçmiştir." ifadesi soru sorma yasağının
sebebini bildiren bağımsız bir cümledir. Ayet içindeki fonksiyonu
sıfat anlamıtaşımaktır. Fakat söz dizimi itibarıile sıfat değildir.
3-Ayet yasak içerikli olmasına ve bu içeriğin affedicilik ve
yumuşak tutumluluk sıfatlarıile uyuşmamasına rağmen, "Allah,
bağışlayandır, halimdir."cümlesi ile bitmesinin nedeni açıklık ka-zanmışoldu. Dolayısıyla yüce Allah'ın bu iki ismi ayetin konusu
olan yasakla değil, "Allah onlardan vazgeçmiştir."cümlesinde de-ğinilen hoşgörü ile bağlantılıdır.
"Sizden önceki bir toplum da onlarısormuştu, sonra onlarıinkâr
etmişlerdi." Arapçada "seelehu ve seele anhu" [yani ken-diliğinden
geçişli kılınma şekliyle edat aracılığıyla geçişli kılınma şekli] bir
anlama gelir. Hem kendiliğinden geçişli kılınarak, "o konuyu sor-du" denir, hem de edat aracılığıyla geçişli kılınarak, "o konudan
Mâide Sûresi 101-102 .......................................................................................... 213
sordu" denir.
Ayette kullanılan "sümme" edatı, zaman açısından değil de
söz sırasıaçısından sonralığıifade eder. Ayette geçen "biha" ke-limesi, ayetin hüküm yasalaştırılırken değinilmemişsınırlarına ait
sorularısormayıyasaklama amacıtaşıyor olmasından anlaşıldığı-na göre, "kâfirîne" kelimesiyle ilintilidir. Dolayısıyla bu ayetteki kâ-firlik, şer'î hükümlere yönelik bir kâfirliktir. Çünkü bu hükümler
nefislerin zorlanmasınıve kalplerin onlarıkabul etmekte sıkışma-sınıgerektirir. "Ba" harf-i cerrinin burada sebebiyet anlamına gel-mesi de uzak bir ihtimal değildir. [Yani bu konular yüzünden kâfir
oldular.]
Ayette sözü edilen kavim muphem bırakıldı, tanıtılmadı. Fakat
Kur'-ân'da bu ayetin uyarlanabileceği birçok hikâye anlatılmıştır.
Mâide su-resindeki Hıristiyanlara ilişkin hikâyeler ile Musa'nın
kavminin ve diğer bazıkavimlerin hikâyeleri gibi.
Dostları ilə paylaş: |