Buna bağlı olarak şu son yılların birkaç dikkate değer sıradan olgusunu rastgele ve peşpeşe sıralayalım.
‘80 öncesinin devrimci bazı çevreleri, Eylül sonrasında liberalleştikleri ölçüde bu kavramı, modern revizyonizm kavramını hızla terkettiler, terkettikleri ölçüde daha da liberalleştiler, en hızlı ve heyecanlı Gorbaçov yanlıları haline geldiler. Öte yandan bu kavramdan zaten yoksun olanlar ise Gorbaçov hakkında büyük hayaller beslediler, ardından ve çok geçmeden de en büyük sürprizlerle karşılaştılar, büyük hayal kırıklıkları yaşadılar. T. Kurtuluş’ta bu kavramdan yoksundu ve dahası onu büyük bir antipati ile karşılıyordu. Ama, "sosyalist sistemin sağlamlığı"na, "içinden ve dışından yıkılmazlığı”na, "bir büyük güveni yaşadığı"na en çok inandığı, bunu en kesin ve en coşkulu bir şekilde ifade ettiği tarihten(Buharin ve sosyalizm başlıklı sunuş yazısı, T. Kurtuluş, sayı: 12, Haziran 1998, s.44. Yine bkz. “Sol: Dünya ve Türkiye” başlıklı yazı, Y. Küçük, sayı: 13, Eylül 1988, s. 18)yalnızca bir yıl sonra,"sosyalist sistem"(306)içinden ve dışından kolayca yıkıldı. Yıkıntıların içinden burjuva cumhuriyetler ve artık sosyal-demokrat olduklarını gizleme ihtiyacı duymayan "kardeş partiler" çıktı. Belliydi ki, bu hazin, bu utanç verici,bu tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşen sonun bir başlangıcı vardı. Evet "kardeş partiler" gerçekten içinden çürümüşlerdi. Ama unutmamak gerekir, çürüme bir süreç işidir; "Tarih hiçbir zaman bir nokta operasyonu değildir ve herzaman süreçtir". O çok küçümsenen, kuşkusuz bir "teorisyen" olmayan, ama sadık bir komünist ve inançlı bir marksist-leninist olan E. Hoca, daha '60'ların başında,"revizyonizm" sizi çürütecektir, sonunuz sosyal-demokratların sonuyla aynı olacaktır, diye defalarca tekrarlamış ve her zaman bir süreç olan tarih bu öngörüyü bugün doğrulamıştır.