Muhabbetname


HER ÂLEMDE AYRI VÜCÛD GİYERİZ



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə29/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   83

HER ÂLEMDE AYRI VÜCÛD GİYERİZ


İnsan denen bu varlık baba sulbünde iken ayrı, anne karnında ayrı bir vücûd giymektedir. Dünya âlemine geldiğinde dünya vücûdunu giymektedir. Âlem-i Âhirete intikal ettiğinde de lâtif olan vücûdu giyecektir.

Biz baba sulbünde meni iken, vücûdumuz bir damla su halinde idi. Anne rahmine düştükten sonra, birinci kırk günde kan pıhtısı haline, ikinci kırk günde bir çiğnemlik et parçası haline geliriz. Üçüncü kırk günde yani yüzyirmi gün sonra dünyadaki vücudumuzun küçük bir nümunesi meydana gelecektir. Tıp ilminin bugünkü kadar gelişmemiş olduğu dönemlerde bunu söyleselerdi inanmazdık. Bebek anne karnında gıdasını göbek bağından almağa başlar. Bebek dokuz ay veya dokuz ay on gün gibi bir zaman sonra dünya vücûdu ile dünyaya gelir. Anne rahminde geçen sürede bebeğin içinde gelişip büyüdüğü ‘son’ dediğimiz organın da görevi biterek doğumla birlikte kişiden ayrılır. Artık bebek dünyaya yeni bir vücûd ve yeni bir gıda mekanizması ile gelmiştir. Anne karnında iken ilmi, aklı ve her türlü idrâki olmayan bu varlık, bundan böyle göbek bağından gıdalanmamakta, ağızdan gıdalanmaktadır. Beş duyusu anne karnındakinden farklı olarak faaliyete başlamıştır. Hasılı her ayrı âlemde, her yönü ile ayrı olan bu insanoğlunun dünya âleminde de yeni bir vücûd giydiğini ve yeni bir vuslat takviminin yapraklarını koparmağa başladığını görürüz. Elbette bir gün bu takvim yaprakları da sona erecek, bu dünya vücûdu da toprakta ifnâ olacaktır. Fakat öz olan rûhâniyeti ölmeyecek ve yoluna devam edecektir. Zâten rûh için ölüm yoktur. Ölüm bedenedir. Bu dünya âleminden, letâfet âlemi olan rûhlar âlemine geçen insanoğlu, o yeni âleminde de ayrı bir vücûd giyecektir. Dolayısıyla da “Dünya Âhiretin tarlasıdır.” Hadis-i Şerifi gereğince, dünyada i’tikad ve amel yönü her ne ise, Âhiret diye vasıflandırdığımız bedensel yaşamın sonu olan Âhiret âleminde bunun ceza ve mükâfatını görecek ve yaşayacaktır. Âhiret âleminde dünya vücûdu giymeyecektir. Oranın vücûdu lâtif vücûddur. Dünya vücûdu ise kesif vücûddur. Onun için oranın vücûdu ayrı dünyanın vücûdu ayrıdır. Baba sulbündeki vücûdun ayrı, anne karnındaki vücûdun ayrı, dünya vücûdunun ayrı olması gibi Âhiret vücûdu da ayrıdır. İnsanoğlu anne karnında göbek bağından gıdalanıyordu, dünyaya geldi, vücûdunun gıdasını ağzından almağa başladı. Âlem-i Âhirette de, rûhun gıdası olarak idrâk ve beyinden gıdalanmağa başlayacaktır. Yani beş bâtın duygularımızla. Bütün varlıklar her merhalede nasıl peyderpey tekâmüle doğru koşuyorsa, insanoğlu da, baba sulbünden Allah’ın Lâhut âlemi olan Zâtına kadar vuslat koşusundadır. Her devrede, üç yüz bin mertebe geçmekte ve insan-ı asliyyesini bulmak için çetin mücadelelerle yol katetmektedir.

Bir meyve çekirdeği sırrını kemâlâtıyla açığa çıkarabilmek için sonbaharda üç ay üç mertebede vuslat yolculuğu yapıyor. Kışın, üç ay üç mertebede vuslat yolculuğunu sürdürerek toparlanıyor. İlk bahar gelince, üç ay kendisini sergilemeye hazırlıkla vuslat yolculuğuna devam edip nihâyet yazın üç ay üç mertebede kemâlâtıyla meyvesinin ispatını yapıyor. Bu devrelerde yeterli bakımı yapmazsak, ilgi göstermezsek, o nisbette meyvenin de kemâlâtı eksik oluyor. Aynen insanoğlu da bunun gibidir.

Dünyada kişi tenceresine ne koydu ise, Âhiret âlemi dediğimiz letâfet âleminde de kepçesine o çıkacaktır. Âlem-i Âhirette de kişi üç mertebeden geçerek Zât deryasına vuslat bulabilir. Bu âlemlerin vücûdları bizim bildiğimiz gibi cismânî değildir. Hepsi de lâtif olup idrâk ve hislerle gıdalanırlar. İster Vahdet âleminde, ister Mârifet âleminde olsunlar, nurânî vücûdlarıyla Cennettekiler zevkten zevke geçerler. Cehennemdekiler de azâbtan azâba geçerler. Bir kişi rüyasındayken vücûdu yatakta olduğu halde rûh yönüyle her yere gidebiliyor. İşte bunun gibi, lâtif olan rûh için de zaman ve mesafe mefhumu yoktur.

Geçtiğimiz bu vatanlarda ayrı ayrı vücûdlar giyerek, o âlemlerde üçer yüz bin mertebe geçerek, Zât deryasına kadar bir vuslat koşusunda isek de, aslımız hiç değişmiyor. ‘Yunus’ esmâsı olan kişi sonuna kadar her âlemde ‘Yunus’ olarak anılmakta ve bilinmektedir. Allah cümlemizi her geçtiğimiz âlemde, bütün tecellîlerini dünyada iken görmek ve zevk etmek nasîb etsin. Âmin.

HER NEFS ÖLÜMÜ TADACAKTIR


Peygamber Efendimiz bir hadislerinde: “Küllü nefsin zaikatül mevd” “Her nefs ölümü tadacaktır.” buyurmuştur. Dikkat edilecek olursa, ölecektir demiyor, ölümü tadacaktır diyor. Şu halde, evvelâ nefs nedir ki, ölmüyor. Nefs, kişinin özüdür. Nefs kişinin, kendine nisbet ettiği ef’âli, sıfatı, zâtıdır. Yedi sıfat-ı subûtiyesinden, bedensel olan zâhir hizmetlerine, ikilik halinde Hakk’tan uzak oluşuna süflî nefs, Ulûhiyetteki rûhun emri doğrultusundaki, zâhir ve bâtın hizmetlerine de mutmain olmuş nefs diyoruz.

Nefsin tanımı, yalnız kişiye ait nefsin tanımı olmayıp, bütün varlıklardaki özün tanımı olmalıdır. Zira Peygamberimiz: “Allah evvelâ benim nefsimi yarattı” buyuruyor. Bu nefs, küllî nefs idi. Bütün varlıklarda, isti’dâdlarına göre tecellîsini gösterdi. Esfel olan bu dünya yüzünde, irfâniyetsizlikten mütevellit, esmâ ve sıfatları ayrı görmesi nedeniyle onu, zulmanî perdeler içinde, Rabbinden ayrı bıraktı. Bir kişinin, bu cehâlet ve gayriyet bataklığından kurtulabilmesi için, bir kâmil eteğine tutunarak, süflî nefs vâdisinden çıkması lâzımdır. İşte, kendisinde ve bütün âlemde tecellî eden, Cenâb-ı Hakk’ın tahsili ve üç yüzünü görmesiyle, nefs terbiyesini yapmış olacaktır. Şu halde nefs öldürülmüyor. Yalnız terbiye ediliyor. Peygamberimiz “Nefsini bilen Rabbini bilir” buyurmuşlardır. Dikkat edilirse burada da nefsini bilen Allah’ı bilir demiyor, Rabbini bilir buyruluyor. Çünkü mutlakiyeti ile Allah bilinmez. Allah, Rubûbîyyetine tecellî edince, kulluk mertebesinde Rabliği ile bilinir. Allah’ın Rubûbîyyetinin 1- Nübüvvet yönü 2- Kulluk yönü olarak iki yüzü vardır. Rabbini bilmeyen Allah’ı bilemez.

Kişinin nefsi olan özünü bilmesi, bütün varlıklarda tecellî eden Rabbinin zuhûrunu da bilmesi ve görmesi demektir. Şu halde nefsimiz olarak bildiğimiz Hakk’ın bizlerdeki tecellîsini, zâhir olan vücûd kafesinde hapsolduğu için ve idrâk edemediğimizden göremiyoruz. Cenâb-ı Hakk insanın vücûd kafesinde kendisini gizlemiştir.”Kullarım beni selamete çıkarırlarsa ben de onları ebedî saadet yurdu olan bâkiliğe kavuştururum, yok onlar beni bu beden kafesinden, irfâniyet ve kemâlâtları ile salıvermezlerse, cehâletlerinin gereği olarak, ikilik içinde, Cehennem’de yaşayıp duracaklardır” diyedir. İşte ölmezden evvel ölünüz emri bunun için verilmiştir. Maide Sûresi 35. âyette Ey îmân edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesîle arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi, bir İnsan-ı Kâmile gidip, nefsimizi tanıyıp, nefs terbiyesini yaparak, Allah’a kavuşmanın farz olduğu anlaşılmaktdır. Bir kişinin, kendi bildikleriyle veya kitaplar okuyarak nefsini tanıması ve terbiye etmesi mümkün değildir.

İnsan-ı Kâmilde nefs terbiyesini yapanlar kurtulmuş, tahsil yapmayanlar maalesef esfel olan süflîyyât vâdisinde kalmaları nedeniyle kurtulamamışlardır.

Bu fiziksel olan bedenimiz fânîdir. Bunun hizmetinde bulunmak da fânîliği gerektirmektedir. Sîret vücûdumuz olan rûhsal yönümüz bâkidir, bunun hizmetinde bulunmak da bâki olacaktır. Bâki olan sîret vücûdumuz için, ölüm de yoktur. Ne kadar onun hizmetinde bulunursak o nisbette, selâmete çıkmış oluruz. Bu âlemde, en fazla % 49 fiziksel bedene hizmet etmek lâzımdır. Bunun ne kadarını aşağıya çekebilirsek o kadar manevîyatımız kuvvetleniyor demektir. En az da %51 rûhsal lâtif bedene hizmet etmelidir. Yoksa, bu gönül fabrikasındaki idare amiri, fiziksel bedeni birinci planda mütalaa edeceği için, hiçbir zaman süflîyyât vâdisinden kurtulması mümkün olmayacaktır.

Her kişi kendisini sorgulasın. Yaşantısında birinci plânda dünya işlerini yapıyor ve gayret gösteriyorsa, bilsin ki süflîyyât vâdisinde olmaktan mütevellit üzüntü, keder, stres, alamadım veremedim gibi bir çok dertler içinde kıvranmakta ve bu kişi yaşadığı müddetçe dünyada iken bile Cehennem’de yaşamaktadır. Elbette Âhirette de, yaptığı ibâdetler yeterli puan alamadığı için, murâdına eremeyecektir. Birinci plânda Allah’ı düşünerek, yaptığı bütün ameller Allah için ve Allah’ın rızasını kazanmak içinse, onun gönlünde Hakk’a yaklaşmaya bir nûr bağı olacak, her tecellînin Hakk’ın olduğunu bilecek, her olayı Hakk gözlüğüyle görmek onu mutlu edecektir. Yaptığı ibadetler saadet ve refah içinde yaşamasına vesîle olacağı için, süflîyyât vâdisindekiler gibi dünyada Cehennemini yaşamayacak, dâima kendisini Cennet’te hissedecektir. Âlem-i Âhirette de bu güzel halleri sıfatlara bürüneceği için Cennet’te olacaktır. Çünkü, dünya Âhiretin tarlasıdır. Dünyada gönül tarlana ne ekersen mahsul zamanı onu biçersin.

Gelin kardeşlerim gönlümüzün tarlasına, hiç olmazsa % 51 rûhaniyet mahsulünü ekmeye gayret gösterelim. Dâima zikirden, fikirden, şühûdlardan ayrılmayalım. Allah bütün kardeşlerime kolaylıklar ihsân etsin. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin