Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə64/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   178

Bizans İmparatorluğu sınırlarına yakın olan bazı bölgeler Uç bölgesi veya Uç Vilayeti olarak tarihi kaynaklarda tanımlanmıştır.31 Uç bölgelerindeki şehir kentsel unsurlar bakımından diğer şehirlerden biraz daha geri kalmıştır. Hatta bu bölgelere olan ticaret yolları sayıca daha az ve önemsizdir. Uç kentleri arasında, yol ağı bulunmamasına karşılık, bu kentlerden iç bölgelere ulaşan ayrı ayrı kervan yolları da vardır.32 Uç kentlerinin ticari bakımdan zayıf oluşları, vergi gelirlerine de yansımıştır. Bu kentlerin vergileri diğer Anadolu kentlerinin vergilerine oranla oldukça düşüktür.33 Uç bölgelerinde daha çok göçebe Türkmen toplulukları yaşamıştır.34 Uç bölgelerinin hızlı değişen sınır şartlarını, bunun nedenlerinden birisi olarak saymak mümkündür. Anadolu Türk kentinin fiziki yapısını bir takım unsurlar oluşturuyordu.

Savunma Tesisleri

Savunma tesisleri, kentlerin en belirgin ve olmazsa olmazını oluşturan unsurların başında gelir. Savunma tesisleri, değişik türdeki tesislerin bir arada kullanılması ile oluşturulmuştur. Bu unsurların en başında ise iç kale, ahmedek, mahpeshane, surlar ve burçlar geliyordu. Anadolu’da kalesi bulunan hemen her kentte bir iç kale ve ahmedek de yer almaktaydı. Şehirlerin etrafı Bizans Dönemi’nde tamamen surlarla çevrili değildi. Bizans Dönemi’nde özellikle küçük kentlerde sadece savunmayı sağlayan küçük bir kale bulunurken, Türklerin fethi ve Haçlı seferlerinin hemen sonrasında, yerleşmelerin etrafı surlarla çevrilmeye başlandı.35 Özellikle I. Alaeddin Keykubad Devri’nde İç Anadolu’daki Konya, Kayseri ve Sivas’ın sağlam bir savunma sistemine sahipti. Konya ve Sivas’ın dış kale surları I. Alaeddin Keykubad tarafından inşa ettirilmiş, Kayseri’nin ise I. İzzeddin Keykavus tarafından başlanan sur inşası tamamlanmıştır.36 Surların yapımına verilen önemin nedenleri arasında, doğuda beliren Moğol tehlikesi ön plana çıkmaktadır.

Selçuklular, yerleştikleri yeni kentlerde, Bizans Dönemi’nden kalan bazı kalelerle karşılaştılar. Özellikle bu kaleler daha çok iç kale niteliğinde olmasına karşılık, Batı Anadolu’da ve Akdeniz kıyılarında şehri tamamını kuşatıyordu.

Bizans surlarının bir kısmı Selçuklular tarafından kullanılmış, özellikle şehirlerdeki iç kalelerin strüktürüne temelde hiç dokunulmamıştır. İç kaleler yapılan yeni onarımlarla genişletilmiş, ya da iç kalenin strüktürü güçlendirilmiştir.

Selçuklu Dönemi surlarının belirli bir plan formu ve inşa tarzı yoktur. Öyle ki surların çevrelediği alan da şehir büyüklüklerine bağlı olmaksızın farklı boyutlardadır. I. Alaeddin Keykubad, Sivas ve Konya surlarını yaptırırken şehrin tamamını içine alacak şekilde planlamıştır. Ancak Kayseri, Tokat, Ankara gibi bazı şehirlerde ise sur duvarları, şehrin etrafını tamamen kuşatmamakta, hatta bazı önemli yapılarda sur dışında bırakılmıştır. Selçuklu Dönemi’nde ana yerleşmenin etrafında bazı küçük kale yerleşmeleri ya da karakol kaleleri bulunuyordu. Konya yakınlarında Gevele Kalesi yer alırken, Kayseri civarında Ahmed Hisarı ve Saykalen Hisarları yer alıyordu. Bu kalelerin bazılarının geçmişi, Hitit Dönemi’ne kadar gider. Bu kaleler daha sonraları Roma ve Bizans Dönemi’nde de kullanılmıştır.

Şehirlerin fiziki yapıları içinde, kalelerin bir parçası olan ahmedekler de yer almaktadır. Kesin biçimde tanımlaması ve etimolojik yapısı belirli olmasa da, bazı araştırmacılar ahmedeği iç kale ile aynı form içinde değerlendirmişlerdir. Hatta Bizans akropollerinin isim değiştirerek Ahmedek şekline dönüştüğünü belirtmiştir.37

Ahmedeklerin şehir içindeki konumları belirli kurallara bağlı olmasa da Anadolu Türk şehrinde Ahmedekler genellikle dış surların bir parçası gibi, içeriden surlara bitişik olarak yapılmıştır. Ahmedekler, tamamen askeri işlevler taşırlar. Ordunun şehirdeki kışlası görevini üstlenmiştir. Bu sebeple Ahmedek, şehrin savunmasını üstlenen garnizon görevini yaptığı ve bazı durumlarda zindan olarak da kullanıldığını belirtmek mümkündür. Konya Ahmedeği, dış surların bir parçası olarak şehrin güney batısında yer alır.38 Sivas ve Alaiye’de (Alanya) de Ahmedek dış surların bitişiğinde iç kaleden ayrı bir bölüm gibi yapılmıştır. Kayseri’de ise ileride anlatılacağı üzere iç kalenin Ahmedek olarak değerlendirilmesi yanlıştır. Ahmedek, şehirde Sivas kapısının hemen yanında yer alan burç yakınındaydı. Nitekim Moğollar şehri kuşattıklarında, bu kapı yanındaki burcu, mancınıkla hedef almışlardır.39 Ahmedeklerin kesin yapılış tarihleri belli olmasa da, surların inşasından hareketle hepsinin Selçuklu Dönemi’ne tarihlendiğini belirtmek mümkündür.

Şehrin fiziki yapısını savunma bakımından şekillendiren bir diğer unsur da, iç kaledir. Hemen bütün şehirlerde bir iç kalenin olduğunu belirtmemiz mümkündür. İç kaleler Türk şehirlerindeki konumları bakımından iki tiptedir. Birincisi, dış kale, surlarının bir bölümüne bitişik olarak yapılmıştır. Bu tipte yapılan iç kaleler; Kayseri, Alaiye, Tokat, Amasya, İzmit ve Ankara’da görülmektedir. İkinci grup, iç kaleler ise daha çok topografik yapıyla yakından ilgili olup, şehrin ortasındaki yüksek tepe üzerinde dış kale surlardan bağımsız olarak yükselir. Sivas ve Konya iç kaleleri tamamen böyledir. İç kalenin en önemli işlevi devlet görevlilerini ikameti ve idari işlerin sağlanmasıdır. Ayrıca Sivas ve Konya iç kalelerinde olduğu gibi sultanın sarayına yer teşkil etmektedir. Ancak sultan sarayı Kayseri’de olduğu gibi bazen iç kalede yer almayabiliyordu. İç kalelerin diğer önemli bir görevi de depo vazifesi görmeleriydi. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre XVII. yüzyılda Kayseri iç kalesi önemli miktarda hububat ve cephaneyle doluydu.40 İç kaleler, Ahmedeklerden farklı olarak daha büyük ölçülerdedir. Yine bilinen bütün örneklerde Ahmedekler surlara bitişikken, iç kale dış surlardan bağımsız olarak yerleşebilmektedir. İç kalede genellikle küçük bir cami ya da mescit bulunur. Ancak Konya’da Cuma Camii niteliğindeki bir yapının bulunması, iç kalenin yüklendiği görev ile ters düşmektedir. Genellikle iç kalelerin bir ya da iki giriş kapısı bulunmaktadır. Kapılar, kuşatma duvarları, çift kapı sistemi ve hendeklerle sağlamlaştırılmıştır. İç kalelerin dışarı ile bağlantısını sağlayan gizli geçitleri ve dehlizleri de vardır.

Şehir dokularında dış surların bir unsuru olarak kale kapıları önemli bir yere sahiptir. Kapılar, çevre illerden şehre ulaşan yolları, kale ile bağlayarak, şehir içerisinde dolaşan ana arterlerin oluşmasını sağlamaktadır. Genellikle sur kapıları önünde toplanan yollar iç kesimlerde daralmaktadır. Kapılar şehre giriş ve çıkışları kontrol altında tutarken, özellikle XIII ve XIV. yüzyıllardan itibaren alınan bazı şehir vergilerinin de toplanmasını sağlıyordu. Bu amaçla kale kapıları üzerine vergi kitabeleri yerleştirilmiştir.41

Şehirlere giriş ve çıkışlarda tüccarlardan, ürettiği malını şehre satmaya getiren köylülerden vergi alındığı bu kitabelerden anlaşılmaktadır. Sur kapıları isimlerini, genellikle açıldıkları yönde bulunan şehirlerden veya kapı civarındaki önemli yapı topluluğu, pazar yeri gibi fiziki unsurlardan almaktaydı. (Kayseri Kapısı, Malatya Kapısı, Sivas Kapısı, Aksaray Kapısı, At Pazarı Kapısı, Boyacılar Kapısı).

Mahalle


Anadolu Selçuklu şehirleri için mahallenin mekan içindeki tarihsel gelişiminin belirlenmesi, yeterli bilgi kaynaklarının olmaması nedeniyle oldukça zordur. Selçuklu şehirlerinde mahallelerin bulunduğunu, dönemin vakıf kayıtları bize bildirirse de, mahallelerin niteliği, sınırları, hane sayıları ve kent içerisindeki konumu gibi bilgileri bize vermezler. Anadolu şehirlerinin XVI. yüzyıldan itibaren düzenli tahrirlerinin tutulmaya başlanmasıyla birlikte, bu tarihten sonraki mahalleler hakkında daha sağlıklı bilgiler edinilmiştir.

Selçuklu Dönemi kaynaklarının yetersizliği sebebiyle, Selçuklu kentinin mahalle yapıları hakkındaki bilgiler; daha çok XVI. yüzyıldaki tahrirlerden yola çıkılarak yapılmıştır.

Türk İslam şehirlerinin fiziki ve içtimai unsuru olan mahalleler, genellikle bir mescit, cami veya tekke-zaviye etrafında gelişiyordu.42 Bu tanımlamaya göre mahalle, mescit/cami veya tekke/zaviye etrafında kuruluyor, bu yapıların çevresinde yer alan evlerden meydana geliyordu. Cami-mescit inşa ettiren ya da tekke/zaviyenin kurucu şeyhinin ismi mahalleye veriliyordu. Genellikle Osmanlı döneminde mahallelerin kuruluşunda bu sistemin izlendiği, Selçuklu Dönemi’nde ise elimizde kesin bilgiler olmasa da bazı önemli cami/mescit ve tekke/zaviye adlarının bulundukları mahallelere isim olarak verildiğini görüyoruz.43

Selçuklu ve Beylikler Dönemi Anadolu mahalleleri hakkında, çoğunlukla vakfiyeler de bilgi bulunmamaktadır. Ancak vakıf kayıtlarındaki bu bilgilerde sadece mahallelerin adları belirtilmiştir. Selçuklu Dönemi’nde mahalle adları belirli bir gruplama içinde olduğu görülmektedir. Buna göre mahallelerin bir şahıs adı taşıdığını, bu şahsın ise önemli bir kişiliğe sahip olduğunu görüyoruz.

Selçuklu Dönemi kentlerinde mahalleler, kentin fiziksel yapısını oluşturan ana birimlerden birisi olmuştur. Kentin fiziksel olarak tanımlanabilecek birimi ol

masından başka,44 şehrin sosyal ve kültürel yapısının bir parçasını da oluşturur. Şehrin fiziki bir elemanı olan mahallenin kesin çizgilerle sınırlarının ayrılmadığı, buna karşılık idari yönden belirli bir düzenin içerisinde yer aldığı biliniyor. Selçuklular Dönemi’nde mahallede oturanların yönetimle olan ilişkilerini “İğdiş” adı verilen kişiler düzenliyordu.45 Osmanlı döneminde ise İğdişlerin yerini başlangıçta mahalle kethüdaları, sonrasında ise cami imamları almıştır. Osmanlı döneminde mahallenin idari sorumluluğunu da taşıyan imamların Selçuklu Dönemi’nde böyle bir görevlerinin olmadığını mevcut bilgilere dayanarak söyleyebiliriz.

Selçuklu Dönemi kentlerinde mahallelerin kesin hatlarla sınırlandırılmadığı, Arap ve İran kentlerinde olduğu gibi mahallelerin bir duvarla bölünmediği bilinmektedir.46 Buna karşılık mahalleyi fiziksel olarak kent bütünü içerisinde tanımlamak mümkündür. Çünkü mahallenin çekirdeğini oluşturan, cami/mescit ya da tekke/zaviye mahalleleri fiziki bakımdan birbirlerinden ayırmaktadır. Yanyana iki mahalleyi fiziksel olarak birbirinden ayırarak, tanımını yapmak için kullanılan tek kıstas ise yol ağıdır.47 Mahallelerin oluşumunda, çekirdeği oluşturan mescit/cami ya da tekke/zaviye unsuruna yönelen evlerin çevresindeki izler, yol ağını oluşturuyordu (Çizim-1). Yol ağları ise yöneldikleri mekanın çekirdek olması sebebiyle, mahallenin fiziki örgüsünü meydana getirmiştir. Yani Selçuklu şehrinde mahallenin dıştan fiziki bir sınırı olmasa da, mahalle sınırları içinde mahalle dokusunu yönlendiren cami/mescit ya da tekke/zaviyeye, mahallenin fiziki biçimlenişini sağlıyordu.

Selçuklu kentinde, azınlıkların ayrı birer mahalleleri olmakla birlikte, kesin bir zorlama ve sınırlamanın olmadığını Türk mahalleleri içinde bulunan yabancılara ait mülklerden anlıyoruz.48

Beylikler Dönemi’nde de mahallenin fiziki yapısında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Osmanlı döneminde ise mahallenin idari yapısı değişmiştir. Bununla birlikte mahalle bütün dönemlerde ortak dayanışma ve yardımlaşmanın sergilendiği ve kentlerin oluşumunu birinci derecede etkileyen önemli bir unsur olarak Türk şehirlerine damgasını vurmuştur. Mahallelerin bir araya gelerek fiziki örgüyü sağlamaları, kentsel dokuları oluşturmuştur.

Meydan


Anadolu Türk İslam şehirlerinin değişmez unsurlarından birisi de meydanlardır. Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden önce de kentlerde meydanlık olarak kullanılan mekanlar bulunuyordu. Grek ve Roma kentlerinde meydan daha çok açık alanlar olarak algılanmaktaydı. Türk İslam şehirlerinde meydanlar kentin fiziki yapısı içinde mahallelerden sonra gelmekteydi. Genellikle işlevleri belirli bir yapı veya yön oluşturan yolların odaklaşmalarını ve bu sayede kent içerisinde geniş halk kitlelerinin belirli bir akış içinde toplanmalarını sağlıyordu. Bu yönüyle meydanlar, Türk kentinde belirli yapıları içine alıyordu.

Türklerin Kayseri’yi fethinden öncede kentte meydanlık olarak kullanılan alanlar bulunuyordu. Bizans kentlerinde kilise meydanı veya şehir meclisinin önünde geniş alanlar bu amaçla kullanılıyordu.49 Selçuklu meydanından farklı olarak, bu tür meydanlarda daha çok idari amaçlı toplantılar yapılıyordu. Bir yerleşmenin şehir sayılabilmesi için diğer unsurlarla birlikte meydanların da oluşması gerekiyordu. Düz, açık ve geniş yer, alan anlamına gelen “Meydan” Anadolu Türk şehirlerinin oluşumunda ikinci önemli unsuru oluşturmuştur.

Orta Çağ batı kentlerinde meydanlar genellikle dinlenme yerleri, pazarlarının kurulması, toplantı ve kutlamaların yapılması gibi sokaklarla aynı gereksinimleri karşılayan mekanlardır.50 Orta Çağ Avrupası’ndaki meydanlar, ya kilise meydanında ya da şehir meclisinin önündeki geniş alana benzeyen kamuya ait bir toplanma yeri idi.51 Ancak Orta Çağ’da İslam kentleri için, aynı amaca yönelik olarak toplanma yeri görevini içeren meydanlar bulunmuyordu.

Bu durum Hıristiyan Avrupa kültür çevrelerinde algılanan meydanla, İslam Kültür çevreleri için belirlenen meydanın, farklı işlev ve amaçlar taşıdıklarını ortaya koyar. Nitekim, bu yaklaşım kentin fiziksel oluşum süreci içerisinde de değişik zamanlarda, hep canlı tutulmuştur.

Batılı anlamda meydan, en az üç tarafı yapılarla çevrilerek kesin bir biçimde sınırlandırılmış alan olarak yapılan tanımlamaya göre, Orta Çağ Türk kentinde meydanın varlığından bahsetmek epey zorlaşır.52 Türk İslam Kültürü esasına dayanarak meydan, “kentsel işlevlerle, sosyal içerikli olayların görülebilmesi için kentte yaşayan her kesimin faydalandığı açık alanlardır” şeklinde bir tanımla yapmanın daha doğru olacağı bir gerçektir. Bu tanımlama çevresinde Anadolu Türk kenti ve İslâm kenti için, sosyal yönü ağır basan meydanın varlığından söz etmek mümkündür. Öyle ki, bu durumda meydanları kendi içinde üç ayrı grup halinde değerlendirebiliriz:

Birincisi, kentsel işlevlerinin sonucu olarak, Batılı anlam taşıyan bu gruptaki meydanlar, karşılıklı sokakların kesişmesi ile oluşan, bugünkü anlamıyla kavşak olarak tanımlanacak alanlardır.53 Bu tür meydanlar daha çok dağıtım arteri görevini üstlenerek ulaşıma dayalı bir konuma sahiptir. Orta Çağ Anadolu kentlerinde bu tür meydanların sayısı fazla değildir.

İkinci meydanlar ise, merkezinde sosyal içerikli bir yapıyı barındıran ve dolayısıyla buna doğru yönelen sokaklarla, merkezi bir toplanma oluşturan meydanlardı. Anadolu Türk şehirlerinde bu tür meydanlarla oldukça fazla karşılaşılmaktadır. Mahallelerin oluşumunda geliş

me-yönlendirmeye paralel olarak sokak izleri de bu şekilde beliriyordu. Bu meydanlarda, geniş halk kitleleri bir arada bulunuyor, köy-şehir ticaret ilişkisi sonucunda da ticaret (pazar) bu alanların çevresine yerleşiyordu. Kuban, “anıtsal caminin çevresinde Avrupa kentlerinde rastladığımız kent meydanlarının gelişmediğini, çünkü her yapının formel bir kent tasarımı ile ilişkisi olmadan, işlevsel bir amaç için kurulduğunu ve kentlerde planlanmış bir meydanın olmadığını” belirtir.54 Anadolu Türk şehrinde formel bir planlamadan söz etmek doğru değildir. Ancak formel olmayan, yılların birikimiyle oluşan ve belirli kurallara sahip, planlama ilkelerinin olduğunu gerek anıtsal yapılara, gerekse kent dokularına bakarak söyleyebiliriz. Türk yerleşmelerinin olduğu ilk bölgelerde şehirler gelişirken hep anıtsal ölçekli yapılar, gelişimin belirleyici unsuru olarak öncülük etmiştir. İşte şehrin dokusu, yolları, yapıların biçim ve konumu hep bu unsur dikkate alınarak oluşturulmuştur. Nitekim, meydanlardaki bu ilişki zamanla ortaya çıkmıştır. Kayseri’de Hunat Camii (Külliye), Lala Camii ve Külük Camii, Konya Sahip Ata Külliyeleri çevreleri itibariyle bir meydan oluşturmuşlar, sokakların yönelmesi de buna göre sağlanmıştır.

Üçüncü meydanlar ise, ilk ikisinden tamamen farklıydı. Bu meydanlar genellikle geniş alanları oluşturuyordu. Öyle ki, sur içinde böyle geniş alanların olması düşünülemeyeceğinden, bu meydanlar genellikle sur dışlarında ve özellikle de kale kapıları yakınlarında yer alıyordu. Bu meydanları ne yollar ne de sosyal içerikli yapılar oluşturuyordu. Bu tür meydanların oluşumunda en etkili unsur, geniş ve uygun açıklıklı topografyadır. Meydanlarda büyük kitlelerin değişik amaçlar için toplandıklarını da tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Konya’daki meydanda devlet misafirlerine karşılama ve uğurlama törenlerinin yapıldığı bilinmektedir.55 Herkesin görmesi gereken infazlar da bu meydanlarda yapılırdı.56 Bu tür meydanlarda, hükümdar ordusuyla eğlenir ve değişik şenliklerde burada yapılırdı.

İşte bu üç ayrı meydanı Kayseri şehri içinde görmemiz mümkündür. Ancak Orta Çağ kaynaklarında isimleri geçen meydanlar fazla yoktur. Orta Çağ Selçuklu kaynaklarında, Kayseri’de iki meydanın ismine rastlanılmaktadır. Bunlar Meşhed meydanı (sahrası) ve At meydanıdır.57

I. Alâeddin Keykubad’ın Kayseri’de ölmeden önce düzenlediği bayram şenliği böyle bir meydanda yapılmıştı.58 Meydanın diğer önemli bir işlevi de devlet ricalinin karşılama törenlerini burada yapmasıdır. Baybars, Kayseri’ye geldiğinde, ordusu Meşhed Sahrası’nda karşılanmış, Keykubadiye Ovası’nda (sahrasında) ordusuyla konaklamıştır.59

Saray (Dar’ül-İmara-Devlethane)

Selçuklu Dönemi Anadolu Türk şehirlerinin bazılarında sarayın bulunduğu bilinmektedir. Sultanlar tarafından kullanılan ya da meliklerin idare ettiği, başlıca her büyük kente bir saray vardır. Konya, Kayseri, Sivas, Tokat, Erzincan ve Malatya’da sultanların kullandığı saraylar şehir merkezlerinde yer alırken, Konya, Kayseri ve Tokat gibi şehirlerde yerleşmelerin biraz uzağında kalan saraylar da vardır. Bu durumda Selçuklu sultanlarının iki tür saray yapısı inşa ettirdiğini görüyoruz. Birinci grup saray yapıları şehir merkezlerinde bazen surların içinde, bazen de iç kalede yer alıyordu. Tarihi kaynaklarda devlethane olarak adlandırılan bu tür saraylara Konya, Kayseri, Erzincan gibi şehirlerde rastlıyoruz.60 Bu tür sarayların bu anlamda hükümet işlerinin yapıldığı, devlet binaları olduğunu söylemek mümkündür. İkinci tür saray yapıları ise kentlerin dışında ancak şehre oldukça yakın işlek bir güzergahta yer alan sadece saray kompleksinden oluşan yapılardır. Bu saraylarda, sarayın etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş ve genellikle su kaynağı ya da bir göl kıyısına inşa edilmiştir. Anadolu’da bu türde inşa edilmiş iki saray vardır. Bunlar Kayseri Keykubadiye ve Beyşehir Kubadabad Saraylarıdır. Bununla birlikte Tokat yakınlarında Simre’de de böyle bir sarayın bulunduğu bilinmektedir.61

Sarayların şehir merkezlerinde Ulu Cami ile birlikte yapılmalarını Abbasiler Dönemi’nde de görüyoruz. Bağdat’ta halifenin sarayı şehir merkezinde, camiye bitişik iç kalede yer alıyordu. Benzeri bir şekilde Samarra’da da saray iç kaledeydi. Bizans İmparatorluğu zamanında da saraylar, kentlerin merkezlerinde yer alıyordu. Orta Asya’da ise hükümdarın ikamet ettiği iç içe surlu iki bölümden oluşan şehirlere “Ordu-balık” adı veriliyordu.62 Bu durumda hükümdarın uzun süre ikamet ettiği her şehir o dönem için devletin başkenti konumundaydı.

Anadolu’nun fethinden sonra Bizanslılara ait mevcut saray binaları, Türkler tarafından genelde harap olması ve Türk Saray kültürüne uygun olmaması nedeniyle kullanılmamıştır.63 Bu yapıların yerine sultanlar kendi saraylarını inşa etmişlerdir. İlk yapılan saraylar ya surların içinde ya da iç kalede Sultan (Ulu) Camii ile birlikte yer alıyordu. Ancak sonraları, devletin güçlenmesi ve fetih hareketinin tamamlanmasıyla birlikte sultanların şehirlerin yakınlarında, saraylar inşa ettiklerini görüyoruz (Keykubadiye-Kubadabad). İlk yapılan sarayların, güvenliğin ön planda tutulması nedeniyle surların içerisinde kaldığı görülmektedir. Bu arada, Abbasiler Dönemi’nde de görülen, saray-cami ilişkisinin Anadolu kentinde de kurulduğu dikkati çekmektedir. Konya Sarayı’nın hemen bitişiğinde Alaeddin Camii yer alırken, Kayseri’de Devlethane’nin hemen yakınında Sultan (Ulu) Camii yer alıyordu. Kayseri’deki sarayın Ulu Cami ile birlikte, Danişmentliler tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir.64 Selçuklu Dönemi’nde sarayın en önemli görevi riyaset yani iktidar ve idare makamı olmasıdır. Bu

bakımdan sultanlar hep şehir merkezlerindeki saraylarda ya da bir diğer deyişle devlethanelerde tahta çıkarılmışlardır.65 Hatta Karamanoğulları Dönemi’nin Cimri olayında daha savunmasız olan Kubadabad yerine, Konya Sarayı tercih edilerek sultanlık burada ilan edilmiştir.66 Sultan I. Alaeddin Keykubad yine Konya’ya gelince, devlethanedeki tahta oturmuştur. Baybars’ın ordusuyla birlikte Kayseri’ye geldiğinde, Keykubadiye Sarayı yanındaki çadırlarda kalmış, ancak ertesi gün şehirdeki Devlethane’de Selçuklu tahtına oturmuştur.67 Bütün bunların sonucunda Dar’ül Mülk olarak aynı unvanı taşıyan Konya ve Kayseri’de birer saltanat tahtının bulunduğu ve sultanların ülkeyi buralardan yönettiklerini söyleyebiliriz. Bu tür şehirlerde sultanın ordusu toplanıyordu. Bu yönüyle bu kentler ordugah niteliği de taşıyordu. Ordunun da bulunması, geleneksel anlamda, Orta Asya ile bağlarının bir sonucudur. Anadolu Selçuklularına ait şehir sarayları ve devlethanelerin hiçbirisi sağlam olarak günümüze gelmemesine karşılık, yerleri bilinmektedir. Selçuklu kentinde, sarayların etrafında geniş açıklıklar bulunuyordu. Ordu buralarda toplanıyor, çevgan gibi oyunlar buralarda oynanıyordu. Yine çeşitli eğlenceler ve ziyaretler ile karşılama törenleri bu alanlarda yapılıyordu. Bu durumda saray-meydan ilişkisi ön plana çıkmaktaydı. Konya Sarayı’nın önünde böyle geniş bir mekan bulunurken, Kayseri’de bu tür bir alan surların dışında yer alıyordu.

Kentlerin yakınlarında bulunan saraylar ise daha çok sayfiye niteliğinde olmasına karşılık bazı devlet tören merasimleri ve eğlenceler bu saraylarda yapılıyordu. Bu sarayların etrafı yüksek duvarlarla çevrilmişti. Saray ve müştemilatı oldukça geniş alanları kapsamaktaydı. Bunun sebebi ise devlethanelerin kuruldukları şehirlerde mülkiyet hakları ve arazinin kentsel mekana dağılımında kısıtlayıcı unsurlarının olmasından kaynaklanmaktadır. Sayfiyelik alanlarda bulunan saraylar ise daha serbest bir biçimde inşa edilebilmiştir. Bu saraylarda saltanat ailesi ve devletin ileri gelenlerinden başka hiçbir kişi bulunmuyordu. Ancak çevrelerinde idareci ve beylerin köşk ve evleri yer alabiliyordu.

Selçuklu Dönemi kentlerinde mekansal yapının yönetim unsurunu belirleyen sarayın, şehrin plan düzenlemesini etkilediği şüphesizdir. Bu etki sonucunda saray, bazen Orta Asya geleneklerine, bazen de yerli geleneklerin sentezi sonucunda kendine has bir planlamayla kent içerisindeki yerini almıştır.

Ulaşım

Anadolu Türk şehri üzerine yapılan çalışmalarda şehirlerin geometri dışı bir yol ağına sahip olduklarının dikkati çekilmiştir.68 Aslında geometri dışı yol dokusu, Selçuklu öncesine dayanmaktaydı. Helenistik ve Roma Dönemi’nin düzgün yol dokuları, Bizans Dönemi’nde bozulmuş, yolların ve sokağa açılan evlerin düzensiz planları makro ölçekte kentin fiziksel yapısını da etkilemiştir. Türk fethi ile birlikte şehirlerdeki bu düzensiz yol ağlarında herhangi bir değişiklik yapılmamış, önceki dönemin kent strüktürü aynen devam etmiştir. Yollar sadece kale kapıları önünde geniş arterler oluştururken, şehrin iç bölgelerine doğru gittikçe daralmaktadır.69 Şehir içi yolların oluşumunu belirleyen yasal bir düzenlemenin, Anadolu Selçuklu şehrinde bulunmadığı kesindir. Bu durumda yol ağının oluşumunu başka unsurlar belirlemektedir. Şehirde dokuyu oluşturan unsurların başında evler gelmektedir. Her ev inşa edildiği parsele, topografı, estetik, manzara veya görünüm açısı ve komşu haklarını dikkate alarak kuruluyordu.70 Sonrasında inşa edilen her ev, bu düzenleme esasıyla yönlendiğinden sadece, insan ve hayvan ulaşımını dikkate alan dar sokakların oluşumu sağlanmıştır. Bu unsurlar neticesinde, evlere ulaşan ve bağlantısı ev ile sonuçlanan çıkmaz sokakların ortaya çıkışı kaçınılmaz olmuştur.



Şehirlere ulaşan yolların şehir içerisinde dağılımı önemli sosyal, idari ve iktisadi yapılara göre ayarlanıyordu. Örneğin şehir kapılarından iç kesimlere yöneldikçe, yollar daralmakla birlikte, ana arter özelliğini kısmen de olsa koruyarak, Cuma Camii, pazar ya da çarşılara doğru yönlenme yapmaktadır. Ayrıca surların dışında bulunan yerleşmelerde, bu tür yol ağları yerleşme için önemli olan cami, pazar, çarşı, zaviye gibi yapılara göre yönlenmektedir. Bazen surların hemen önünde yer alan büyük

yapılar şehir içi yolun yönlendirici unsuru oluyordu (Konya Sahip Ata Külliyesi, Kayseri Hunat Hatun Külliyelerinde olduğu gibi).


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin