Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə61/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   178

Yüz çeşit san’atım var, bin eziyet çekmem gerekiyor.

Ya Rab! Bu ne sıkıntı ve mahrumiyettir.”

Malatya’daki ikâmeti de uzun sürmüştür. Malatya’da ona muhalif çevrenin varlığı dikkati çekmektedir. Burada Ahmed–i Tebrizî adlı birisinin kendisine suikast teşebbüsünde bulunması, bu muhalefetle ilgili olabilir. Kezâ Malatya’nın zengin bir yöneticisi olan Fahru’d-din Hasan ile bozuşarak Malatya’yı bir daha dönmemek üzere terk edişi de, gene ona muhalif olan çevrenin baskılarıyla ilgili olabilir.

Evhadiye hareketinin Kayseri’den sonra en kuvvetli olduğu şehirlerden biri de Sivas idi. “Mirsadü’l-ibad” adlı ünlü eserin sahibi Şeyh Necmü’d-din-i Dâye ile görüşmeleri, Sivas’ta vuku bulmuş olmalıdır. Zirâ Necmü’d-Dâye Moğol istilâsı önünden kaçarak Anadolu’ya sığınmış ve Sivas’a yerleşmiştir. Aslen Tiflis’li olup Sivas’a yerleşen Şeyh Şemsü’d-din Ömer Evhadü’d-din’in önde gelen halifelerindendi.9 Evhadü’d-din’in Menakıb-nâmesini yazan Muhammed el-Alâî bu halifenin oğludur. Bu zatın birçok defalar Sivas’dan Kayseri’ye gelerek Evhadü’d-din ile görüşmeleri olmuştur. Evhadü’d-din-i Kirmânî’nin rubaîlerinin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan nüshasındaki bir kayıttan, bu zatın torunlarının Bünyan’a yerleştikleri anlaşılmaktadır.10

Konya’da bulunduğu sıralarda, Konya’nın mecnûn ve âşık dervişlerinden olan Fakih Ahmed ile aralarında bir olay geçmiştir. Bu Fakih Ahmed’in Evhadü’d-din’in müridlerinden olduğu anlaşılmaktadır.11

Yukarıda da belirtildiği üzere, Evhadü’d-din’in Anadolu’da bulunuşunun politik bir yönü de vardır.

Konya, Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti olmasından dolayı, Evhadü’d-din Anadolu’da bulunduğu dönemlerde birkaç defa Konya’ya uğramıştır.

Anadolu’da Evhadü’d-din’e muhalif olanlardan biri de, Kâmil-i Tebrizî diye bilinen derviştir. Bu derviş Kayseri’deki Danişmend oğullarından kalan Battal Mescidi’nde12 Evhadü’d-din ile görüşmüştür. Bu Kâmil-i Tebrizî ise, Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumî’nin mürşidi Şems-i Tebrizî’den (645/1247) başkası değildir. Zirâ Ahmed Eflâkî “Menakibü’l-arifin”de Şems-i Tebrizî’ye Kâmil-i Tebrizî dendiğini yazmaktadır.13 Ancak Makâlât-ı Şemş-i Tebrizî’den, bir başka Kâmil-i Tebrizî adlı dervişin gene Kayseri’de yaşadığını öğreniyoruz.14

Evhadü’d-din’in Kayseri’de bulunduğu tarihlerde, Şemş-i Tebrizî’nin de Kayseri’de olduğunu biliyoruz. Rahmetli İ. Hakkı Konyalı’nın kütüphanesinde bulunan, Kayseri’nin Hacılar Nahiyesi yolu üzerindeki bir çeşmeye ait 627 (1230) tarihinde Kayseri’de düzenlenen vakfiyeye, Şems-i Tebrizî’de “Şemsü’d-din Muhammed b. Ali et-Tebrizî” adıyla imza koymuştur.15 Durum böyle olunca, Evhadü’d-din’le Kayseri’de Battal Mescidi’nde görüşen, ona muhalefette bulunan, iftira eden Kâmil-i Tebrizî, Şems-i Tebrizî olmalıdır. Diğer Kâmil-i Tebrizî Türkmen olup, bu zatın Evhadü’d-din’e muhalefeti söz konusu olamaz. Zirâ bu Kâmil-i Tebrizî Türkmen çevrelerde büyük bir üne sahip olan, Sultan I. Alâü’d-din Keykubad’ın muteber tuttuğu, saygı gösterdiği bildirilen zâttır. İyi bilinen bir husustur ki, Sultan Alâü’d-din Keykubad zamanında, Kayseri’de yöneticilerle Türkmen dervişler arasında geçimsizlik baş göstermiş, bu durum tehlikeli bir mahiyet arz edince de, Sultan âcilen Konya’dan Kayseri’ye gelmiş, Türkmen dervişler lehine bir siyaset izleyerek, Türkmenlere muhalif olan bazı önde gelen ümerayı idam ederek olayın büyümesini önlemiştir. Evhadü’d-din’nin rubaîlerini derleyen zatın tespit ettiğine göre, Kayseri müşrifi (vakıf mallarını gözeten yönetici) hüküm çıkararak Evhadü’d-din’in ve Ahilerin mallarını müsadere etmiş, o da bunun üzerine Kayseri müşrifini Sultan Alâü’d-din Keykubad’a şikayet eden bir mektup yazarak, durumun vahametini sultana bildirmiş ve mektubunda şu rubaisi de yer alıyormuş. Bu rubai aynen şöyledir:

“ Her kim gönül kanıyla bir dirhem biriktirirse,

Onu sana vermedikçe sen ona rahat vermiyorsun.

Herkesi inciterek göçüp gideceksin.

Bari onun malını kendisine bırak öyle git.”16

Devrin tarihçileri Kayseri’de meydana gelen bu olaya çok kısa olarak değinmişler ve olayın mâhiyeti hakkında bir açıklamada bulunmamışlardır. 620 (1223) yılı yazında meydana gelen bu olayda ümeradan bazıları idam edildiğine göre, Kayseri’de çok ciddi problemlerin zuhûr ettiği muhakkaktır.

Evhadü’d-din’in bu rubaîsi, bu olayın mahiyetine ışık tutmakta ve Kayseri’deki yöneticilerin Türkmenlerin mallarını müsadereye giriştikleri anlaşılmaktadır. Bunun sadece Kirmânî’nin mallarını müsadere ile sınırlı olması mümkün değildir. Nitekim Ahi Evren menakıb-nâmesinde de Kayseri’de yöneticilerin Ahi Evren’i taciz ettikleri, onu tutuklamaya kalktıkları bildirilmektedir. Anonim Selçuklu Tarihi’nin bildirdiğine göre, Sultan Alâüddin Keykubad’ın bu tedbir ve uygulamasından sonra da, yöneticilerden hiç kimse bu dervişlere ilişememiştir.17 Türkmen çevreler Alâüddin Keykubad’a, büyük bir şevk ve imanla yakınlık duymaktaydılar. Zaten Menakıb-ı Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmânî’de ifade edildiği üzere, Sultan I. İzzeddin Keykâvus’u Sivas’ta zehirleyip, Alâüddin Keykubad’ı iktidara getirenler de Türkmen ümera ve dervişler olmuştur. Evhadü’d-din’in Alâüddin Keykubad’ın tahta geçmesini sağlamak için bazı faaliyetlerde bulunduğu, bu menakıb-nâmede anlatılmaktadır.18

Burada esas belirtmek istediğimiz ve belirtmemiz gereken husus şudur: Anadolu Selçukluları Devri’nde İranî çevreler ile Türkmen çevreler arasında, fikrî, kültürel ve siyasî muhalefet bulunmaktaydı. Bu muhalefet ve mücadele, XIII. asır boyunca ve XIV. asrın sonlarına kadar devam etmiştir. Bu kültürel ve siyasî rekabetin sonucu olarak, Türkmen çevrelerin yarattıkları, baş tacı edindikleri, muteber tuttukları kahraman tiplerin benzeri İranî çevrelerde de yaratılmaktaydı. Türkmenlerin yarattıkları, muteber tuttukları kahraman tiplerinden biri Kayseri’deki Türkmen derviş Kâmil-i Tebrizî idi.

Buna karşılık İranî çevreler de, Şems-i Tebrizî’yi Konya’nın Kâmil Tebrizî’si olarak ortaya atmış ve belli bir meşrebin kahramanı olarak kabul edip muteber tutmuştur. Kezâ Konya’da Fakih Ahmed, mecnun ve âşık bir derviş modeli olarak, Türkmen çevreler arasında büyük bir üne ve şöhrete sahip idi. Buna karşılık İranî çevrelerde, Fakih Ahmed adını taşıyan bir başka âşık dervişi (işte bizim âşık dervişimiz de budur dercesine) ortaya çıkarmışlarıdır. Bu ikinci Fakih Ahmed 651 (1253) yılından sonra vefat etmiş, cenaze namazını da Mevlânâ kıldırmıştır.

Menakib-nâmesinde Evhadü’d-din’in Tokat yöresine gittiğine dair bir haber yoktur. Ancak Kayseri’deki önde gelen mürid ve halifeleri arasında, Tokatlı Nuru’d-din

adlı bir halifesi bulunmaktadır.19 Fakat Tokat, Amasya, Niksar ve Çorum yöresi (Danişmend İli), Selçuklular zamanında Türkmen derviş ve fikir adamlarının çok faal ve etkili oldukları bir yöre idi. Türkmencilik ve gazilik ülküsü yörenin mümeyyiz kültürel karakteri idi. Evhadü’d-din’in siyasî ve fikrî bakımdan, bu yöre ile uyum içinde olduğu görülmektedir. Bu itibarla o, bu yöre ile sıkı bir irtibat içinde bulunmuş ve bu yöreye de uğramış olmalıdır. Nitekim Niksar’da Ahi Pehlivan-i Evhadî adlı bir zatın türbesi bulunuyor. 692 (1293)’de ölen bu zatın20 Evhadü’d-din-i Kirmânî’ye yetişmiş olmasa bile, nisbet adından onun kurduğu tarikata (Evhadiyye) mensup olduğu görülüyor. Tokat ve çevresinde Ahilik kuvvetli idi. Ahilerin Evhadü’d-din-i Kirmânî’ye mensubiyetleri göz önünde bulundurulursa, onun bu yörede geniş bir nüfuza sahip olduğu düşünülebilir. Turhal’da Kirmânî Baba adlı bir makam bulunmaktadır. Bu makamın da Kirmanî’ye izafeten bu ad ile anıldığı muhtemeldir.21

Yukarıda ifade edildiği gibi, Evhadü’d-din Anadolu’da Fütüvvet Teşkilâtı’na mensup şeyhlerin lideri (Şeyhu’ş-şuyûhi’r-Rum) olarak Anadolu’da bulunuyordu. Bu bakımdan Anadolu’dan Bağdad’a giderken Zeynü’d-din Sadaka’yı yerine vekil bıraktığını, menakıb-nâmesinden öğreniyoruz. Bu Zeynü’d-din Sadaka, Evhadü’d-din-i Kirmânî’nin meşrebini Anadolu’da devam ettiren en ünlü halifelerindendir. Bu zat önceleri Kayseri’de idi daha sonra Konya’ya yerleşmiştir. Konya’daki Sadırlar mahallesindeki22 Sadr-ı Hakim zaviyesinde ikâmet ederdi. Bu zatın Şems-i Tebrizî’nin Makâlât’ında sık sık adı geçmiştir.23 Zaviyesine hanım dervişler de (Fakiregân) devam eder ve sema meclisine katılırlardı. Eflâkî’den öğrendiğimize göre, Mevlânâ’nın kızı Melike bir zaman bu mürideler arasına katılmıştır. Şems-i Tebrizî Konya’ya gelince, Melike Hatun’un onlara katılmasını engellemiştir.24 Şems-i Tebrizî ile Evhadü’d-din arasındaki zıddiyet, Zeynü’d-din Sadaka ile Şems ve Mevlânâ arasında devam etmiştir.

Moğolların Anadolu’yu işgal etmelerinden sonra, Evhadî dervişler Moğol yönetimine ve Moğol yanlısı yöneticilere muhalif olmuşlar ve bu yüzden de muhtelif zamanlarda, iktidarlara karşı baş gösteren Anadolu’daki Türkmen isyanlarının içinde olmuşlardır. İktidarların onlar üzerindeki ağır baskılarına rağmen, Kayseri ve çevresinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Eratna oğulları zamanında devletten himaye gördükleri görülmektedir. Bu himayenin sonucu olarak, Kayseri’deki Köşk Medrese vakfının gelirleri Evhadî dervişlere tahsis edildiği25 ve XV. yüzyılda Kayseri, Niğde, Aksaray çevresinde yaygın oldukları görülmektedir.

Evhadü’d-din Hâmid el-Kirmânî’nin, Konya Ereğli’sinde Şeyh Bedrü’d-din Yaman ve Şeyh Şihabü’d-din Çoban adlarında iki kardeş olan iki halifesi vardı. Ahlatlı Hâce Mevdud’un oğulları olan bu iki kardeş, Kayseri’de Evhadu’d-din’in hizmetinde bulunmuşlardır. Ahiliğe gönül veren bu iki kardeşin Ereğli’de bir camii ve bir imaret yaptıkları, ayende ve revendeye hizmet ettikleri bildirilmektedir.26 Kayseri kadısı olan Zahiru’d-din Yusuf, Ereğlili Bedrü’d-din Yaman’ın talebesidir. Niğdeli Kadı Ahmed Kadı Zahirü’d-din Yusuf’tan bahsederken onun büyük bir veli olduğunu, çocukken el ve ayağını öptüğünü, sofrasında yemek yediğini, yaşının küçük olmasından dolayı, zikir ve telkinlerine nail olamadığını yazmaktadır. Bu arada bu zatın Evhadü’d-din-i Kirmânî’ye mensup olduğunu da bildirmektedir.27

Kadı Ahmed eserinin bir başka yerinde, bu şeyh Zahirü’d-din Yusuf’un Merağa şehrinde Ankaralı Ahi Mecdü’d-din’den ders aldığını ve sohbetinde bulunduğunu yazmaktadır.28 Şüphesiz bu Ahi Mecdü’d-din, Evhadîler taifesinden olmalıdır.29 Niğdeli Kadı Ahmed’in anlatımından, bu Kadı Zahirü’d-din’in aslen Merağalı olup Kayseri’ye yerleştiği ve Kayseri kadılığında bulunduğu anlaşılmaktadır.

1261 yılında Anadolu’da meydana gelen iktidar değişikliği sırasında, kadı Zahirü’d-din Yusuf azledilmiştir. Mevlânâ’ya mektup yazarak görevine dönmek için kendisine şefaatte bulunmasını istemiştir. Mevlânâ da adı açıklanmayan bir devlet yetkilisine (Pervane Muînü’d-din Süleyman olmalı) mektup yazarak, alim ve fazıl bir kişi olan Zahirü’d-din’e şefaatte bulunmaktadır.30 Bu mektuptan sonra bu zatın görevine dönüp dönmediğini bilmiyoruz.

Anadolu’da Evhadü’d-din Hâmid’in en ünlü halifelerinden biri de, Şeyh Bahâü’d-din Togan’dır. Bu zat da önceleri Kayseri de bulunuyordu. Sadru’d-din Konevî ile mektuplaşmışlardır.31 Türk şeyhlerin tasavvufi meşrebine dair olan bir risaleyi de, Sadru’d-din Konevî’nin isteğine binaen kaleme almıştır.32 Bu zatın ahfadından olan Şihabü’d-din Ahmet el-Evhadî, Mısır’da büyük bir üne sahip olmuş “Kitabu’z-zahâir ve’t-tuhaf” adlı eserin sahibidir.33

Meşhur Şeyhü’l-İslam Ebu’s-Suûd Efendi’ye nispet edilen bir risâlede,34 Yunus Emre’nin şeyhi olarak tanınan Taptuk Emre’nin, Evhadü’d-din-i Kirmânî’ye mensup olduğu ve onun zamanına yetişip, kendisinden istifade ettiği bildirilmektedir. Niğdeli Kadı Ahmed Taptuk Emre’nin ve pek çok müridlerinin, Moğollar tarafından öldürüldüklerini yazmaktadır.35 Nitekim bir el yazması eserin sırtında bulduğum bir notta, “el-Veledü’ş-şefik”de Taptuk Emre’nin,36 “Velâyet-nâme”de Hacı Bektaş’ın halifesi olarak gösterilen İbrahim Hacı’nın,37 Kayseri’nin Develi ilçesinde medfun olduğu kayıtlıdır.

XI. asırda İbrahim Hacı’ya mensubiyeti bulunan dervişler, Develi ve köylerinde mevcut imişler. Niğdeli Kadı Ahmed, bu Taptuklu dervişlerin Evhadü’d-din-i Kirmânî’ye mensup olduklarını yazmaktadır.38 Bu tespite göre, ünlü şairimiz Yunus Emre de bir Evhadî derviştir.

Aksaray ve Kayseri yöresinde Evhadî dervişlerin yaygın olduklarını, Eratna oğulları zamanında himaye gördüklerini yukarıda belirtmiştik. Evhadü’d-din’in bağlılarından olduğu anlaşılan Burhan bin Ömer el-Hafız adlı bir zatın, 730 (1330) tarihinde Aksaray’da Evhadü’d-din’in rubaîlerini istinsah etmiş olması,39 gene Evhadü’d-din’in bağlılarından Zahirü’d-din Yusuf’un Kayseri’de kadılık gibi önemli bir makamda bulunması, bu iki beldede Evhadiye hareketinin, Kirmânî’den sonra da devam ettiğini gösterir. Aksaray ve Kayseri de yaşayan, Somuncu Baba diye tanınan Aksaraylı Şeyh Hamidü’d-din, oğul ve torunlarının da, Evhadü’d-din’in bağlıları olduğu görülmektedir. Özellikle Şeyh Hamidü’d-din’in oğlu şair Yusuf Hakiki’nin eserleri incelendiği zaman, onun “Cemal-peresti” meşrebinde bir sûfi olduğu fark edilmektedir. Şeyh Cemalü’d-din Muhammed el-Aksarâyî’nin, (790/1388) de Evhadü’d-din el-Kirmânî’nin bazı rubaîlerini şerh ettiği “Nühzet’ül-ervah fi Şerhi Ebyati’ş-Şeyh Evhadü’d-Din el-Kirmânî” adlı bir eser yazması,40 onun zamanında Aksaray ve çevresinde Evhadü’d-din’e bağlılığın ve onun eserlerine ilginin devam ettiğini göstermektedir. Ayrıca Yusuf Hakikînin Ahi Evren’in “Metali‘u’l-iman” adlı eserini Türkçe’ye çevirmesi41 de, onun Evhadu’d-Din’e ve yakınlarına ilgi duyduğunu göstermektedir. “İlmu’l-meşayih” adlı eserinde Kirmânî’den sitayişle söz etmekte ve onun şiirlerini şahit olarak kullanmaktadır. Bu Yusuf Hakikî’nin oğluna Evhadü’d-din (881/1476), kız torununa Fatma Hatun (845/1441) adlarını koymuş olması,42 bir tesadüf değil Evhadu’d-Din’e ve kızı Fatma Hatun’a duyduğu sevgi ve bağlılığının ifadesi olmalıdır.

Evhadu’d-din’in hicri 635 yılının Şaban ayında (20 Mart-20 Nisan 1238), Bağdad’da öldüğü bilinmektedir. Buna rağmen Evliya Çelebi’nin onun Kayseri’de medfun olduğunu söylemesi,43 Kayseri’de şöhretinin yaygın ve bu yüzden ona makam veya makamlar izafe edilmiş olmasındandır. Konya Musalla Mezarlığı’nda Evhadü’d-din-i Kirmanî’ye nisbet edilen bir türbe bulunmaktadır.Bu türbenin de Kirmanî’ye ait olması mümkün değildir. Muhtemelen Kirmanî’nin bağlılarından birine aittir. Nitekim Konya’da şeker fabrikasının güneyindeki türbesinde medfun bulunan Fakih Ahmed, Evhadü’d-din’in önde gelen halifelerindendir.

Tarikat Silsilesi

Yukarıda da değinildiği gibi Evhadü’d-din-i Kirmanî, Rüknü’d-din es-Sücasî’nin (607/1210) müridi olup, onun elinden hırka giymiştir. Rüknü’d-din de Kutbu’d-din el-Ebherî’nin (577/1181) halifesidir. Evhadü’d-din’in Menakib-namesinde (17. Hikâye) Kutbu’d-din-i Ebherî’nin birçok ilim ve fenlerde derin bilgiye sahip olduğu bildirilmektedir. Kutbu’d-din-i Ebherî de Zeynü’d-din Ebü’n-Necib es-Sühreverdî’nin (562/1166-67) önde gelen halifelerindendir. Bu Ebü’n-Necib-i Sühreverdî, Şihabü’d-din Ömer es-Sühreverdi’nin amcası olup, fakîh, muhaddis ve devrinin ünlü mutasavvıflardandır. Abdu’l-Kâdir el-Giylânî ile muasır olup, kendi adıyla anılan ve Bağdad’ın doğu yakasında bulunan medresesinde ta’lim ve tedris ile uğraşıyordu. Pek çok tabakat ve meşayih kitaplarında ona yer verilmiştir. Muhtelif eserleri vardır.

Bu Ebu’n-Necîb-i Sühreverdî’nin irşad silsilesi iki yolla Ebu’l-Kasım Cüneyd el-Bağdadî’ye (289/910) ulaşmaktadır. Birincisi, Vecihü’d-din Ebu Hafs Ömer es-Sühreverdî yoluyladır. Vecihü’d-din, babasına, babası da Muhammed b. Abdullah es-Sühreverdî’ye o da Ahmed-i Esved’e (Dineverli) o da Şeyh Mimşad-ı Dineverî’ye, o da Cüneyd-i Bağdadî’ye mensuptur. İkinci yol ise, meşhur İmam Gazzalî’nin (505/1111) kardeşi Ahmed el-Gazalî (520/1126) tarikiyledir. Ahmed el-Gazzalî, Ebu Bekr b. Abdullah en-Nessac-ı Tusî’ye, o da Ebu’l-Kasım-i Gorganî’ye, o da Ebu Osman Saîd b. Sellam-i Mağribî’ye, o da Ebu Ali Hasan b. Ahmed-i Kâtib’e, o da Ebu Ali-yi Rudbârî’ye, Rudbârî’den de Cüneyd-i Bağdadî’ye ulaşmaktadır.44

Evhadü’d-din-i Kirmanî tasavvufî meslek ve meşrep bakımından yukarıda belirtilen silsileye mensuptur. O bu silsilede adları geçen şeyhlerin tarikat mekteplerinden gelmekle beraber Menaklb-namesinde de belirtildiği üzere bir tarikat kurucusudur. Bu tarikat “Evhadiyye” adını taşımaktadır. Onun kurduğu bu tarikat daha çok Anadolu’ya yayılmış bulunuyordu. Fakat diğer beldelerde de müntesipleri vardı. Hanbeli müctehid İbn Teymiye’den (728/1328) Şam’da (Suriye) müritlerinin yaygın olduğunu öğreniyoruz.45 Meşhur İranlı şair Evhadü’d-din-i İsfihanî (738/1337) kendisini Evhadü’d-din-i Kirmanî’ye nisbet ederek “Evhadî” nisbesini kullanmıştır.46 Keza VIII. (XIV) asır şairlerinden Kasım-i Envar’ın tarikat silsilesi Evhadü’d-din-i Kirmanî’ye ulaşmaktadır.47“Tezkire-i arafatü’l-âşikîn”in yazarı Takiyü’d-din Muhammed b. Sa’dü’d-din Ahmed-i Evhadî de gene kendisini Evhadü’d-din’e nisbet etmiştir48 XIV. asrın sonlarında 770 (1368) de Şam’da Evhadü’d-din-i Kirmanî’nin müritlerine ait olan bin hanikâhın faaliyet halinde olduğunu da görüyoruz.49

Selçuklular zamanında Evhadiyye Tarikatı, Anadolu’da gayet yaygındı. Menakib-name’sinde de kayıtlı olduğu üzere Evhadü’d-din’in hemen her büyük yerleşim merkezinde halifeleri vardı. Niksar’da medfun olan Ahi Pehlevan-i Evhadî de onun bağlılarından biri olmalı

dır.50 Eretna oğulları zamanında Evhadü’d-din-i Kirmanî’ye mensup müritlerin Kayseri ve çevresinde gayet yaygın oldukları ve himaye gördükleri anlaşılmaktadır. Zira bu beylik zamanında Kayseri’deki Köşk Medrese ve gelirlerinin Evhadü’d-din-i Kirmanî’nin müritlerine tahsis edildiği görülmektedir.51 Bu dönemde Evhadî dervişlerin himaye gördükleri de anlaşılmaktadır. Gene el-Veledü’ş-şefik’in sahibi Niğdeli Kadı Ahmed de Evhadü’d-din’e mensup dervişlerin Aksaray, Niğde ve Kayseri çevresinde çok faal olduklarını anlatmaktadır.52

Evhadiyye Tarikatı’nın

Esasları ve Fikir Yapısı

XIII. asırda, İslâm dünyasında pek çok ilmî alanda genel olarak fikri durgunluğun başladığı ve yerleştiği görülür. Fakat tasavvuf alanında bu asırda büyük bir canlılık ve hareketlilik göze çarpar. Bu asırdan itibaren medreseliler ve ilmiye sınıfına mensup olanlar kendilerinden öncekilerin fikirlerini anlamaya, şerh etmeye çalışmışlar, onların fikir çemberini genişletmeyi veya yenilikler ve yeni buluşlar peşinde olmayı hemen hiç düşünmemişlerdir. Buna karşılık bu asırda tasavvuf alanında gayet canlı bir fikir hareketi ve değişik yaşayış şekilleri, yeni akımlar bulunmaktadır. Her tarikat şeyhi, müritlerinin kabiliyetleri istikametinde gelişmelerine, yeni buluşlar (mevacid) elde etmelerine gayret ederdi. Müridin yeni bir takım duyuş ve düşünüş içinde bulunması ve bu duyuş ve düşünüşünü fi‘liyata dökmesi makbul da sayılmaktaydı. Rüknü’d-dini Sucasî’nin de müritlerini kabiliyetleri istikametinde yetiştirdiği, onların sıkı kurallara bağlı, belli kalıplarda sınırlı kalmalarını gözetmemiştir. Bunun sonucu olarak onun halifeleri arasında değişik meşrepte şeyhler, dervişler görülmektedir. Bunlardan biri de Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmanî’dir.

Kirmanî’nin bağlı olduğu silsilede yer alan şeyhler Rüknü’d-din-i Sucasî de dahil Sünnî olup, hemen hepsi şeriat kaidelerine saygılı ve bağlı idiler. Sünnî Müslümanlar tarafından saygı duyulan, hürmetle yâd edilen pirlerdir. Evhadü’d-din-i Kirmanî de (Menakıb-namesinde belirttiği üzere) amelde Şafiî, itikatta Eşarî mezhebi mensubu bir şeyh, bir fikir ve aksiyon adamıdır. Bununla beraber onun mensup olduğu mezhebin esaslarına tamamen bağlı olduğunu, şeriata mutabık kaldığını söylemek zordur. Nitekim Menakıb-namesinde (30. Hikâye) Şeyh Sa‘dü’d-din-i Hammuî ile aralarında geçen münakaşaları nakledilmekte ve bu münakaşadan da anlaşıldığı üzere Kirmanî, fukahânın ortaya koyduğu prensiplere itibar etmemektedir. Bunu yaparken de selefe (Hz. Peygamber ve ashâbına) uyduğunu iddia etmektedir. Hatta tasavvufî meşrebini tamamen şeyhinden ve tarikat silsilesindeki şeyhlerden aldığını ve onlara bağlı olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bu özelliğinden dolayı Menakıb-nâmesinde de belirttiği üzere o, müstakil bir tarikatın kurucusudur. Bu tarikatın yolu, yordamı, usul ve erkânı, zikri ve fikri Evhadü’d-din tarafından belirlenmiş ve uygulanmıştır. Bu yüzden de kurduğu tarikat, onun adına nisbetle “Evhadiyye” diye adlandırılmıştır.

Âfakilik ve Enfusîlik

Bilindiği gibi tasavvuf yolunda ilerlemek için belli ma‘nevi makamlardan (tevbe, rıza havf, reca gibi) geçmek şarttır. Mutasavvıflar bu yolda ilerlemek, bir ma‘nevi makamdan diğerine geçmek suretiyle ruhî olgunluğa ermek, gerçek bilgiye ulaşmak için “Seyr-i Sülûk” (Ruhanî yolculuk) denilen, ma‘nevi yükselişe götüren yolculuğa çıkmak gerektiğini tesbit etmiş ve bunun uygulamasını yapmışlardır.

Mutasavvıflar bu “Seyr-i Sülûk”ün uygulanışında iki metot belirlemişlerdir. Bunlardan biri “Seyr-i Sulûk-i Enfüsî” diye adlandırılır ki, kişiyi (müridi) benliğine yöneltmek ve benliğindeki şeytanî duygulardan, düşüncelerden arındırmak hedef alınır. Bu metotla nefisteki kötü istekleri kontrol altına alınır ve bu suretle esas maksat olan üstün insan (İnsan-ı Kâmil) yaratmaya çalışılır. Bunun için müride belli virdler verilir ve zikirler yaptırılır. Yoğun ve şiddetli egzersizler ve riyâzetler uygulanır.

Bu eğitim metodu içe ve benliğe dönüklük (Subjektif) yoludur. Mürid bu yolda egzersizler yaparak ma‘nevi makamları geçer, kemâle erer ve benliğini tanıma imkânı bulur ve gerçek bilgiyi elde eder. Neticede yaradanını içinde bulur ve “Men arefe nefsehû fe kad Rabbeh” (Nefsini bilen Rabb’ını da bilir) gerçeğine erişir.

Diğer yol ise, “Seyr-i Sülûk-i Âfâkî” diye adlandırılır. Bu eğitim metodunun esası da şudur: Kişinin, başka bir ifade ile müridin yaradanının eserleri olan eşya ile meşguliyet içinde bulunması sağlanır. Eşyânın esrarını ve güzelliklerini temaşa ederek yaradanın (sâni‘) celâl ve cemâline vasıl olmasına gayret edilir. Müride, eşyanın esrarını anlamaya ve idrake sevk edici virdler verilir, zikirler ve riyâzetler yaptırılır. Kişi kendisini de eşyadan bir parça olarak görür. Bu durumda mürid hem suje, hem obje olmaktadır. Eşyanın muhabbeti gönüle nakş edilmeye ve bu muhabbet vasıta kılınarak Allah’a bir yol bulmaya çalışılır.

Bu yol da dışa dönüklük (Objektif) yoludur. Bu yolda eserden, eserin sahibini, yani Sâni‘i, Cenab-ı Allah’ı bulmaya çalışılır. Cenab-ı Allah’ın sıfat ve fiilleri eşyada tecelli ettiğinden, eşyanın tezekkür ve tefekkürü insanı Allah’a vuslata götürür.

Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumî ve hocaları birinci yolun, yani “Enfusî” yolun sâliklerindendir. O dönemde “Âfâkî” yolun sâlikleri de Anadolu’da yaygın idiler. Bu yolun da en tanınmış mürşidi “Evhadiyye” tarikatının kurucusu Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmanî idi. Bu iki yolun mensupları birbirleriyle mücadele ve rekabet halinde bulunuyorlardı.

Mevlânâ ve onun gibi Seyr-i Sülûk-i Enfüsî metodu benimseyen mutasavvıfların, eserlerinde insan ruhunun derinliklerine nüfuz etmeye çalışmaları ve insan benliğindeki eğilim ve istekleri keşfetmeye yönelmeleri ve bu gayret içinde bulunmaları, meşreplerinin özelliğinden kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde Evhadü’d-din-i Kirmanî gibi Seyr-i Sulûk-i Âfâkî metodu uygulayan mutasavvıfların da eserlerinde daha çok dış dünya ve eşya ile ilgi kurmaya çalışmaları ve müridi tabiattan ibret almaya yönlendirmeleri de meşreplerinin temel özelliğinden kaynaklanmaktadır. Onlara göre:

“Her şeyde O’na (Allah’a) bir işaret bulunmakta ve her işaret O’nun birliğine delâlet etmektedir.” İşte bu yolla Allah’ı bulmaya çalışırlar.

Tabiî olarak eğitimde farklı metodların uygulanması, farklı düşünen ve farklı yaşayan insanların ve müritlerin yetişmesine neden olmaktaydı. Evhadü’d-din-i Kirmanî ile Şems-i Tebrizî arasında geçen, Ahmed Eflâkî’nin naklettiği bir konuşma, bu iki ayrı meşrepteki şeyhler arasındaki ayrılığı ifade etmek bakımından önemlidir.53

Evhadü’d-din-i Kirmanî bir gün tekkesinde murakabe halindeyken Şems-i Tebrizî içeriye girer ve Evhadü’d-din’e: “Ne işle meşgulsun?” diye sorar. Evhadü’d-din de, Cenab-ı Allah’ı eşyadaki tecellisinde, yani san‘atında temaşa etmeye çalıştığını kastederek. “Ayı leğendeki suda seyrediyorum” der. Şems-i Tebrizî de O’na: “Ensende çıban yoksa başını göğe kaldırıp, onu gökyüzünde niye seyretmiyorsun?” diyerek Cenab-ı Allah’ı kendi içinde ve benliğinde bulması gerektiğini O’na hatırlatmaya çalışır. Molla Abdu’r-Rahman Camî de Evhadü’d-din’in tasavvufî meşrebini ‘Nafahatü’l-Üns” adlı eserinde şöyle ifade etmektedir: “Evhadü’d-din, şuhud-i hakiate, mezahiri-i surî ile tevessül ederdi ve cemâl-i mutlakı, suver-i mukayyedâtta müşâhede eyler idi”.54 Mevlânâ da hocalarının yolunda giden bir mutasavvıf olarak “Mesnevî”sindeki birçok hikâyede bu temayı işlemiştir. Evhadü’d-din-i Kirmanî ve onun yolunda gidenlerin meşrebine tenkidler yöneltmiştir.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin