(204-) Ve minenNasi men yu'cibüke kavlühu fiyl hayatid dünya ve yüşhidüllahe alâ ma fiy kalbihi ve huve eleddül hısam;
* İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o,
325
düşmanlıkta en amansız olandır.
Yine bazı insânlar vardır ki, dünya hayatının sözü ve ondan bahsedenlerin sözü onlara hoş gelir, cezbeder yani onları ve onlar kendi kalplerinde olan bu tür düşünceye Allah’ı şahit koşarlar, bunlar hasımların en azılısıdır.
وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِي الأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيِهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الفَسَادَ
(205-) Ve iza tevella sea fiyl Ardı li yüfside fiyha ve yühlikel harse vennesl* vAllahu la yuhıbbül fesad;
* O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
Burada Celâl, Cebbar, ve Kahhar tecellisinin bazı özelliklerini ortaya getiriyor, kendi başına kalıp yeryüzünde faaliyet göstermek için koştuğunda orasını bozmak için koşar, insânları ekinleri ve nesli helâk etmek için çalışır, nesilden maksat insânların fikir yapısını bozmak, Allah’ta yeryüzünde bozgunculuk yapanları sevmez.
وَإِذَا قِيلَ لَهُ اتَّقِ اللّهَ أَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالإِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ
(206-) Ve iza kıyle lehüttekıllahe ehazethül ızzetü Bil ismi fehasbühu cehennem* ve le bi'sel mihad;
* Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!
Ona Allah’tan ittika et, sakın denildiği zaman, onu beşeri izzeti yani nefsaniyeti, benliği tutar, onun yeri de cehennem olur, o da ne kötü bir dönüştür.
326
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ وَاللّهُ رَؤُوفٌ بِالْعِبَادِ
(207-) Ve minenNasi men yeşriy nefsehübtiğae merdatillah* vAllahu Raufün Bil ıbad;
* İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.
Yine insânlardan bazıları vardır, nefsini satar, verir yani Allah’ın rızası karşılığında, bu mertebenin de değişik zuhur mahalleri vardır, en kemâlli olarak “kendi hakiki benliğini sattı yani rızası ile yerine verdi, Zâtını aldı” diyebiliriz, kendi hakikiki benliğini, ki o da zâten “O”nun, O’na verdi, orada artık esmâ-i İlâh-îyye’den bahis yok Zatından bahsediliyor, burada ulaşmak için gösterilen bir mertebeden bahsediliyor.
Muhakkak ki Allah gerçek kullarına çok Rauf’tur, merhametlidir, merhametlidir derken beşeri anlamda bir merhamet değil İlâh-î anlamdadır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
(208-) Ya eyyühelleziyne amenüdhulu fiys silmi kâffeten, ve la tettebiu hutuvatiş şeytan* innehu leküm adüvvün mübiyn;
* Ey imân edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
Ey imân edenler, buradaki imân gerçek imân tabi ki lafzi imân değil, imân dahi çokluk hükmünde ama İslâmiyyet bu çokluğu en aza indiren bir sistemdir, ondan önce İseviyyet, çok tanrıdan ancak üçe indirebilmiştir, Hz. Rasûlüllah dahi bunu ancak ikili anlatabilmiş, tekliği yani vahdeti ikili kapıdan girerek anlatabilmiştir.
327
Bireysel varlığımız açısından bakarsak, imân edenler, kişinin varlığında bulunan Hâdî ismine tabi olan güçler mânâsınadır, kendi aranızdaki özelliğinizi bozmayın hep birlikte barış halinde olun, bünyenizdeki bu Esmâ-i İlâhiyyeleri birlikte kullanıp aralarında zıt gibi olanları da barış içinde kullanınız, hayal ve vehmin ayak izlerine tabi olmayın, peşinden gitmeyin, muhakkak ki o sizin için açık bir düşmandır, çünkü size verdiği vehim, hayal ve vesvesenin mesnedi yoktur, doğru gibi gösterir ama aslında hepsi boştur ona tabi olmayın.
Şeriat mertebesi itibarıyla kavgayı bırakın, barışa dahil olun,
Tarikat mertebesi itibarıyla dargınlığı, küskünlüğü bırakın muhabbet ehli olun,
Hakkikat mertebesi itibarıyla Cenâb-ı Hakk’ta bulunan zıt esmâları artık birbirinden ayırmayın hepsini toplayın, onları birleştirici olun,
Marifet mertebesinde onlar sizin malınızdır, sizde zuhura çıksınlar yani kardeş olarak barışık olarak çıksınlar, ayrı, ayrı hükümler olarak değil.
Şeytanın adımlarına tabi olmayın, yani sizdeki heva ve hevese nefsaniyyetinize bireyselliğinize kendinizden zuhur edecek oluşumlara, düşüncülere, değerlendirmelere hiçbirine tabi olmayın.
فَإِن زَلَلْتُمْ مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
(209-) Fein zeleltüm min ba'di ma caetkümül beyyinatu fa'lemu ennAllahe Aziyzün Hakkiym;
* Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah, gerçekten mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Eğer size beyanlar geldikten sonra kayarsanız, bir yön
328
itibarıyla size açık beyanlar, yani dışarıdan Kûr’ân-ı Kerîm gibi, Hadîs-i Şerif gibi, ehlullah’ın sözleri gibi doğru sözler geldikten sonra kayarsanız, muhakkak ki Allah sizin üzerinizde Aziz ve Hakîm’dir.
هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن يَأْتِيَهُمُ اللّهُ فِي ظُلَلٍ مِّنَ الْغَمَامِ وَالْمَلآئِكَةُ وَقُضِيَ الأَمْرُ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ
(210-) Hel yenzurune illâ en ye'tiyehümüllahu fiy zulelin minel ğamami vel Melaiketü ve kudıyel emr* ve ilAllahi turceul umur;
* Onlar (böyle davranmakla), bulut gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler Allah’a döndürülür.
Allah’ın gelmesini mi bekliyorlar bulutlardan meydana gelmiş gölgeler içerisinde ve meleklerinde gelmesini mi bekliyorlar ve işin kaza edilmesini mi bekliyorlar, muhakkak ki bütün işler Allah’a dönücüdür.
Ehli gaflete burada hitap vardır, bulutlardan gölgeler demek, gölge bilindiği gibi açık olmayan, yani kişinin gönül âleminde böyle kasvetli olduğu zamanlarda Allah’ın kendilerine geleceğini mi bekliyorlar, işte herbirerlerimizin gönüllerinde nefsâniyyetten meydana gelmiş bulutlanma-lar olursa bu gönle Allah’ın ve meleklerin gelmesi sözko-nusu olmaz. Melekler kendisine mana âleminden gelen güçlerdir, Allah’ın gelmesi demek ise bizatihi Cenâb-ı Hakkk’ın kendisinde tecelli etmesidir.
Allah’a dönmek her mertebe olanlar için ayrı, ayrı bir dönüş olacaktır, kendini ayrı kabul eden yahut inkarcı olanlar zorla döndürülecek, civarda olan daha kolaylıkla döndürülecek, ne kadar uzakta olursa ipi o kadar sert çekilerek zorla döndürülecektir, ama daha burada iken fiillerini, isimlerini, sıfatlarını Hakk’a döndüren kişinin, zâtı itibarıyla da Hakk’a dönmesi daha bu âlemde tahakkuk ettiğinden âhirette artık onun için döndürüleceksiniz diye
329
birşey kalmıyor, işte biz daha burada iken bu dönme hükmünü ”İrci'ıy ilâ Rabbiki” (Fecr,89/28) yani “Rabbine dön!” Âyetinden o emri alarak bu ihtarlar gelmeden evvel biz dönmüş olalım inşallah, yani aslımızı bilmiş, bulmuş olalım.
سَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ كَمْ آتَيْنَاهُم مِّنْ آيَةٍ بَيِّنَةٍ وَمَن يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُ فَإِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Dostları ilə paylaş: |