El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 4 Âl-i İmrân Sûresi'nin Devamı ve Nisa Suresi



Yüklə 2,2 Mb.
səhifə53/77
tarix30.07.2018
ölçüsü2,2 Mb.
#64211
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   77

 Ayetlerin Meali 23-28


 

23- Size (şunlar) haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri (kaynanalarınız), kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden doğup evlerinizde ve himayeniz altında bulunan üvey kızlarınız, -eğer onlarla birleşmemişse-nizse, (kızlarını almanızda) size bir günah yoktur.- Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birlikte almanız; ancak geçmişte olanlar hariç. Allah, hiç şüphesiz bağışlayan ve esirgeyendir.

 

24- Sahip olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlar (ile evlenmeniz) da haram kılınmıştır. Allah'ın farz kıldığı hükümlere bağlı kalın. Bunun dışında kalanı iffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı. O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, (ona karşılık kesilen) ücretlerini bir farz olarak (kararlaştırılmış şekilde) verin. Mehir kesiminden sonra, (ücret veya süre hususunda) karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur. Allah, hiç şüphesiz bilendir, hikmet sahibidir.



 

25- İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye (malî açıdan) gücü yetmeyen kimse, (siz Müslümanların) sahip olduğunuz cariyelerinizden evlensin. Allah sizin imanınızı, en iyi bilendir. Bazınız bazınızdandır (insanlıkta eşitsiniz). O hâlde onlarla iffetli olmaları, zina etmemeleri ve gizli dostlar tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle evlenin ve mehirlerini örfe uygun olarak verin. Eğer evlendikten sonra, fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınlara verilecek cezanın yarısı uygulanır. Bu, içinizden sıkıntı ve günaha düşeceğinden korkanlar içindir. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlayan ve esirgeyendir.

 

26- Allah size (hükümleri) açıklamak ve sizi, sizden önceki (iyi)lerin yollarına ve yasalarına iletmek ve rahmetiyle dönüp tövbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hikmet sahibidir.



 

27- Allah, rahmetiyle size dönüp tövbelerinizi kabul etmek ister; oysa şehvetlere (tutkulara) uyanlar ise, sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.

 

28- Allah sizden hafifletmek ister; (çünkü) insan zayıf yaratılmıştır.


ayetlerin Açıklaması


Okuduğumuz ayetler evlenilmesi haram ve helâl olan kadınları sayan muhkem ayetlerdir. Babaların evlenmiş olduğu kadınlarla evlenmeyi yasaklayan bunlardan önceki ayete gelince, her ne kadar içerik bakımından bu ayetlerden ise de ifadesinin zahirine göre kendisinden önceki ayetlerin siyakının tamamlayıcısı olduğu için anlam bakımından bu ayetlerin uzantısı olmasına rağmen ona bir önceki ayetler grubu içinde yer verdik.

Kısacası bu ayetler, sınırlama ve kayıtlandırmasız biçimde bütün evlenilmesi haram olan kadınları açıklıyor. Evlenilmesi haram olan ka-dınları saydıktan sonra gelen "Bunun dışında kalanı... mallarınızla aramanız size helâl kılındı..." ifadesinden anlaşılan budur. Bundan dolayı ilim adamları oğlun ve kızın kızı ile, babanın ve annenin annesi ile evlenmenin haram olduğuna bu ayeti ve yine dedenin eşi ile evlen-menin haram olduğuna "Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin." ayetini delil gösterirken ihtilafa düşmediler. Teşri açısından kim-lerin oğul ve kız kabul edileceğine ilişkin Kur'an'ın görüşü bu ayetle ortaya çıkıyor. İnşallah ilerde bu konuya değineceğiz.

"Size (şunlar) haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları."

Bu sayılanlar nesep açısından evlenilmesi haram olan kadınlardır. Bu kadınlar yedi zümredir. Anne, doğum yolu ile kişinin nesebinin dayandığı kadındır. Bu analık doğrudan doğruya da olur, insanı doğuran kadın gibi; babanın veya ananın anası ve daha yukarısı gibi vasıtalı da olur. Kız, kendisinden doğmuş olması sebebi ile nesebi kişiye dayanan kimsedir. Kişinin kendi sulbünden doğan kızı ve oğlunun ve kızının kızı ve daha aşağısı gibi. Kız kardeş, aynı anadan, aynı babadan veya aynı ana-babadan doğrudan doğruya doğmuş olması ciheti ile nesebi kişiye dayanan kadındır. Hala, babanın kız kardeşidir. Baba veya ana tarafından dedenin kız kardeşi de hala hükmündedir. Teyze, ananın kız kardeşidir. Baba ya da ana tarafından dedenin kız kardeşi de teyze hükmündedir.

Anaların ve onların arkasından gelen zümrelerin haramlığından maksat, onları nikâhlamanın haramlığıdır. Bu, ayetin mutlak oluşunun ifade ettiği, hükümle konunun münasebetinden anlaşılıyor. Tıpkı "Ölü ve kan size haram kılındı." (Mâide, 3) ayeti gibi. Yani bunların yenmesi size haram kılındı. Bir de "O topraklar onlara yasaklandı." (Mâide, 26) Yani o topraklarda oturmak onlara yasaklandı. Yaygın olan bu ifade tarzına aklî mecaz denir. Bu nükteyi iyice kavra ve onu ganimet bil.

Fakat bu açıklama bir sonraki ayetteki "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" ifadesi ile uyuşmaz. Çünkü yeri gelince açıklanacağı gibi nikâh ilişkisinden değil, cinsel ilişkiden yapılmış bir istisnadır. Ayrıca bu açıklama yeri gelince açıklanacağı gibi bir sonraki ayetteki "Bunun dışında kalanı iffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı." ifadesi ile de uyuşmaz. Öyleyse doğrusu bu ifadede haram olması açıklanan, nikâh ilişkisi değil, cinsel ilişkidir. Fakat yüce Allah'ın bilinen üslûbu gereğince, teeddüben ve dili müstehcenlikten korumak için açıkça söylenmedi.

Bu ayette sadece erkekler muhatap alınıyor, kadınlara seslenilmiyor. Meselâ "kadınların oğulları ile evlenmeleri haram kılındı" veya "kadın ile oğlu arasında nikâh olmaz" denmiyor. Çünkü doğal olarak istekte bulunma ve evlilik teklifi sadece erkek tarafından yapılır.

Ayette hem çoğula sesleniliyor, hem de yasaklılık "analar, kızlar" gibi çoğul ile ilişkilendiriliyor. Bu ifade dağılımdaki yaygınlık ve kapsamlığı ifade ediyor. Yani 'içinizden her bir erkeğe anası, kızı... haram kılındı.' Çünkü sayılan kadınların bütününü, hitap edilenlerin bütününe yasaklamak anlamsız olduğu gibi her erkeğin anasını ve kızını, meselâ her erkeğe haram kılmanın da anlamı yoktur. Çünkü böyle bir hüküm koymak, evlilik kurumunu kökünden yasaklamak demek olur. Bu yüzden ayetin meali 'her erkeğe anası, kızı ve kız kardeşi... ile evlenmesi haramdır.' şeklindedir.



"Sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz." Bu ifade ile evlenme yasağı sebebe dayalı kadınların sayılmasına girişiliyor. Bunlar yedi zümredir. Altısı bu ayette açıklanıyor, yedincisi ise "Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." ayetinin içerdiği zümredir.

Ayet, akışı itibariyle süt veren kadın ile emzirdiği çocuk arasında analık-oğulluk ilişkisi, erkek çocuk ile süt kardeşi arasında kardeşlik ilişkisi öngördüğüne delâlet ediyor. Çünkü bu hüküm kabul edilmişlik edası taşıyan bir rahatlık içinde ifade ediliyor. Demek ki, şeriata göre süt emmek nesebe dayalı bir ilişki oluşturuyor. İleride değineceğimiz üzere bu hüküm, sadece İslâm dinine has bir özelliktir.

Sahih olarak hem Sünnî hem de Şia kanallarının naklettiklerine göre, Peygamberimiz (s.a.a) "Şüphesiz Allah nesep yolu ile haram kıldığını emzirme yolu ile de haram kıldı." buyuruyor. Buna göre nesep yolu ile evlenilmesi yasaklanan zümrelerin karşılığı olan emzirme yollu akraba zümrelerinin de yasak kapsamına girmeleri gerekir. Bu zümreler ana, kız, kız kardeş, hala, teyze, erkek kardeş kızı ve kız kardeş kızıdır. Emzirme işleminin ne kadar süt emmekle gerçekleştiği, nitelik, nicelik, süre ve benzeri hükümlerde evlenme yasağının yaygınlaşmasının şartlarının neler olduğu gibi meseleler fıkıh ilminin konularıdır. Bunları incelemek bu kitabın konusu dışında kalır. "Süt kız kardeşler" demek, erkeğin babasından kaynaklanan süt ile annesinin emzirmesinden meydana gelen kız kardeş demektir.

"Kadınlarınızın anneleri (kaynanalarınız)" Sözü edilen eşler ile cinsel ilişkide bulunulmuş veya bulunulmamış olması, fark etmez. Çünkü kadınlar erkeklere izafe edildiklerinde bundan kayıtsız şartsız eşler anlaşılır. Bunun delili, "Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup... eğer onlarla birleşmemişsenizse..." ifadesinde yer alan kayıtlandırmadır.

"Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden doğup evlerinizde ve himayeniz altında bulunan üvey kızlarınız, -eğer onlarla birleşmemişsenizse, size bir günah yoktur.-" Ayetin orijinalinde geçen "rabaib" kelimesi, "rabîbe" kelimesinin çoğulu olup, bir adamın eşinin başka bir erkekten olma kızı yani üvey kız demektir. Çünkü kadının beraberindeki çocuğun bakımı kocasına düşer. Her zaman değilse de çoğunlukla o kız çocuğuna bakacak, onu büyütecek olan kimse kadının kocasıdır.

Bu böyle olduğu gibi üvey kızın, kadının kocasının evinde oturması çoğunlukla görülen bir uygulamadır. Her zaman öyle olmayabilir. Bundan dolayı şöyle denmiştir: "evinizde ve himayeniz altında bulunan" ifadesi çoğunlukla görülen uygulamaya dayalı bir kayıttır. Dolayısıyla üvey kız ister babalığın evinde barınsın, ister barınmasın evlenilmesi yasak kadınlardandır.

Buna göre bu kayıt, açıklama amaçlıdır; ihtirazî bir kayıt değildir. Şöyle de denebilir ki: "evinizde ve himayeniz altında bulunan" kaydı ilerde açıklanacağı üzere, nesebe ve sebebe dayalı evlenme yasaklarının konmasının hikmetine işarettir. Bu hikmet, bu gerekçe erkek ile bu kadınlar arasında var olan sürekli birliktelik, evlerde bunlar arasında çoğunlukla görülen beraberliktir. Bu yüzden eğer bu sürekli evlenme yasağı olmasaydı, sırf zinanın yasaklığı sayesinde gayri meşru ilişkileri önlemek mümkün olmazdı. İlerde bu meseleye değinilecektir.

Buna göre "evinizde bulunan" kaydı şuna işaret ediliyor: Üvey kızlar, çoğunlukla evlerinizde oturdukları ve sizinle bir arada bulundukları için evlenme yasağının gerekçesinin ve hikmetinin kapsamına girmede, öbür evlenilmesi yasak kadınlarla aynı konumdadırlar.

Her ne ise "evinizde bulunan" kaydı ihtirazî bir kayıt değildir. Yani evlenme yasağı onunla kayıtlanmıyor. Eğer öyle olsa üvey kız, babalığının evinde oturmadığı takdirde babalığının onunla evlenmesi helâl olurdu. Meselâ adamın annesi ile evli olduğu büyük yaşta bir kız gibi. Bunun delili önceki ayetten çıkan mefhumun, "eğer onlarla (anaları ile) birleşmemişsenizse, (kızlarını almanızda) size bir günah yoktur." ayetinde net bir şekilde vurgulanmasıdır. Burada bu evlatlıkla evlenebilmek için anası ile cinsel ilişkiye girilmemiş olması aranıyor. Çünkü bu cinsel ilişkinin kızla evlenme yasağı üzerinde etkisi vardır. Eğer kızın babasının evinde oturması da böyle olsa idi zikredilmesi gerekirdi. Bu açık bir husustur.

"Size bir günah yoktur." Yani, "fî en tenkihûhunne=onlarla evlenmenizde" sizin için bir sakınca ve günah yoktur. Bu ifadede bu açıklamaya yer verilmemesi, kısalık maksadı iledir. Çünkü ifadenin akışından bu anlaşılıyor.

"Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri" Ayetin orijinalinde geçen "helail" kelimesi, "helîle" kelimesinin çoğuludur. Mec-ma-ul Beyan tefsirinde şöyle deniyor: "Helail, helîle'nin çoğuludur. Helâl olmuş anlamına gelir. Helâl kökünden türemiştir. Bunun müzekkeri "helîl"dir. Çoğulu ise "ehille"dir. Aziz gibi ki çoğulu "eizze" gelir. Karı-kocanın böyle adlandırılmalarının sebebi, çünkü her birine karşı tarafla yatakta beraber olmak helâldir. Başka bir görüşe göre bu kelime "hulul" kökünden türemiştir. Çünkü karı-kocanın her biri karşısındaki ile aynı yatağa girerler." Mecma-ul Beyan'ın açıklaması bu kadardır.

"Oğul"dan maksat, doğum yolu ile kişiye dayanan insan demektir. Bu yakınlık aracısız da olabilir, oğul ve kız gibi bir aracıyla da olabilir. Burada "oğul" kelimesinin "kendi sulbünüzden olan" kaydı ile kayıtlandırılmasının sebebi, evlat edinme yolu ile kazanılan oğlun eşinin kastedilmediğini belirtmektir.



"Ve iki kız kardeşi birlikte almanız; ancak geçmişte olanlar hariç." Bu ifadenin amacı, eş hayattayken, eşlik niteliği devam ediyorken onun kız kardeşi ile evlenmenin haram olduğunu bildirmektir. İfade, bu maksadı anlatan en veciz, en güzel ifadedir. İfadenin mutlaklığı, iki kız kardeşle aynı anda evlenme durumuna dönüktür. Dolayısıyla kendisi ile evli olunan bir kız kardeşin boşanması veya ölmesi üzerine onun kız kardeşini nikâhlamanın önünde hiçbir engel yoktur. Bunun delili, Peygamberimizin (s.a.a) zamanına kadar varan Müslümanlar arasında kesin bir uygulamanın var olmasıdır.

"Ancak geçmişte olanlar hariç" ifadesi, önceki ayetlerdeki "Geçmişte olanlar hariç; babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin." (Nisâ, 22) ifadesi gibidir ve cahiliye dönemi Arapları arasında uygulanmakta olan iki kız kardeşi birlikte, aynı anda nikâh altında bulundurmaya yönelik bir açıklamadır. Bu ifade, iki kız kardeşle aynı anda evli olmanın bu ayetin inişinden önceki uygulamalarının affedildiğini belirtmek istiyor. Yoksa ayetin inişinden önce nikâh yapılıp ancak ayet indiği zaman uygulamaya geçilmesinin serbest olduğu söylenmek istenmiyor. Tersine ayet bu evliliklerin geçersiz olduğunu ifade ediyor. Çünkü böyle bir uygulama fiili olarak iki kız kardeşi bir araya getirmektir. Aynı nitelikteki "geçmişte olanlar hariç, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin." ayetinin iniş sebebi de bunu gösteriyor. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) o ayetin inişinden sonra daha önce babalarının eşleri ile evlenmiş olanların nikâhlarını geçersiz sayarak söz konusu çiftlerin ayrılmalarını emretmiştir.

Fiilen bizim için amel açısından önem taşımayan eski yapılmış bir evlilikten haramlığın kaldırılması, caiz olmakla nitelendirilmesi ve bu geçmiş işlemin kendisine af getirilmesi, gerçi hiçbir etkisi olmayan boş ve faydasız bir işlemdir; fakat işlemin arkada bıraktığı sonuçlar bakımından bazı faydaları vardır. Doğmuş çocukların temizliğinin tescili, bu doğumlar yolu ile oluşan akrabalıkların geçerli sayılması vb. gibi.

Başka bir deyişle, geçmişte aynı anda nikâh altına alınan iki kız kardeşin her ikisi veya biri öldüğünde ya da her ikisi veya biri boşandığında bu eski evliliği yasak veya serbest saymanın anlamı yoktur. Fakat bu nikâhın ürünü olan çocukların temiz olduklarının tescili bakımından onun haramlığının kaldırılması yerindedir. Ayrıca bu çocuklarla onları dünyaya getiren babaları arasındaki akrabalığın ve babalarının diğer akrabalarıyla ilişkilerinin geçerli sayılması da bu yolla gerçekleşen bir faydalı sonuçtur ki bu sonuçlar, miras ve evlilik gibi hükümlerde etkilidirler.

Buna göre "geçmişte olanlar hariç" ifadesi, ayetteki hükmün bir istisnasıdır. Yalnız bu istisna hükmün yasal sonuçlarından yapılıyor. Yoksa yasadan önce yapılmış işlemin kendisi ile ilgili bir istisna değildir. Bundan dolayı bu istisna tefsircilerin belirttiklerinin tersine, mun-katı=kopuk istisna değil; muttasıl=bitişik istisnadır.

Bu istisnanın sadece "iki kız kardeşi birlikte almanız" ifadesine değil, ayette sayılan bütün kadın zümrelerine dönük olması da mümkündür. Gerçi Araplar bu yasaklar içinde sadece iki kız kardeşle evlenme yasağını çiğniyorlardı. Analarla, kızlarla ve ayette sayılı diğer kadın zümreleri ile evlenme gibi âdetleri yoktu. Yalnız bu ayetlerin indiği dönemde evlenmesi yasaklanan bu kadın zümreleri ile evlilik yapma geleneği olan Farslar, Romalılar gibi uygar veya ilkel milletler vardı. Elbette söz konusu uygulamalar arasında milletlere göre farklılıklar vardı. Bilindiği gibi İslâm, Müslüman olmayan milletlerin kendi inançlarına göre yaptıkları evlilikleri geçerli sayar. Dolayısıyla çocukların temiz olduklarına hükmeder ve İslâm'ı kabul ettikten sonra eski akrabalık ilişkilerinin geçerliliğini kabul eder. Bu böyle olmakla birlikte birinci tefsir daha belirgindir.

"Allah, hiç şüphesiz bağışlayan ve esirgeyendir." Bu ifade istisnaya ilişkin bir gerekçelendirmedir. Buradaki mağfiret, günahların kendileri ile değil, o günahların dışa yansıyan sonuçları ile ilgilidir.

"Sahip olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlar da haram kılınmıştır." Ayetin orijinalinde geçen "muhsenat" kelimesi, "ihsân" kökünden türemiş ve engel olmak ve korumak anlamına gelen ism-i mef'ul kalıbında bir çoğul isimdir. Başkalarının girmesini engelleyen sağlam kaleye de "el-hisn-ul hasîn" denilmesi bu yüzdendir. Nitekim "kadın kendini korudu, fuhuştan kaçındı" anlamına gelmek üzere "ahsanat-il mer'etu" denir. Yüce Allah da "o ki, edep yerini korudu" (Tahrîm, 12) buyuruyor. Yine "kadın evlendi, eşi ya da evlilik onu diğer erkeklerden korudu" anlamında "ahsanat-il mer'etu" veya "uhsinet-il mer'etu" denir. Yine özgür bir kadın anlamında "ahsanat-il mer'etu" denir. Çünkü özgür oluşu, başkasının onun edep yerine sahip olmasını engeller veya zinadan uzak durmasını sağlar. Çünkü zina daha çok cariyeler arasında yaygındı.

Ayetin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla ayetteki "muhsenat"tan maksat, kelimenin birinci ve üçüncü anlamları değil, ikinci anlamı yani, "evli kadınlar" anlamıdır. Çünkü iki ayette sayılan on dört zümre dışındaki kadınlardan sadece evlilerin evlenmeleri yasaktır. Diğer kadınlarla yapılacak evliliklere yönelik bir yasaklama hükmü yoktur. Bu kadınlar ister iffetli olsunlar, ister olmasınlar; ister özgür, ister cariye olsunlar fark etmez. Dolayısıyla yasaklama hükmünün sadece iffetli kadınlara mahsus olmamasıyla birlikte ayetteki "muhsenat" kelimesi i-le iffetli kadınların kastedildiğini söyleyip, daha sonra ayetin evlilikle kayıtlandırılması yoluna baş vurulmasının hiçbir tutarlılığı ve anlamı yoktur. Bunun gibi cariyelerle ilgili hüküm, özgür kadınlarla ilgili hük-mün aynısı olduğu hâlde bu kelimeyi özgür kadınlar anlamında alıp, daha sonra ayeti evlilik ile kayıtlandırma cihetine gitmek doğru değildir. Kısacası aklıselimin kabul edeceği bir tefsir tarzı değildir bunlar.

Buna göre "muhsenat" kadınlar demek, "evli, nikâh bağı altındaki kadınlar" demektir. Bu kelime "ummehatikum=analarınız" kelimesine matuftur. İfadenin anlamı şöyledir: Bütün evli kadınlar, evlilik bağı altında oldukları sürece kendileri ile evlenmeniz haramdır.

Buna binaen, "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" ifadesi, evli oan cariyelerden evlenme yasağını kaldırıyor. Nitekim hadislere göre, evli cariyenin efendisi cariyesi ile kocası arasına girerek kanamasız döneminde onunla yattıktan sonra onu kocasına geri verebilir.

Bazı tefsirciler "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" ifadesini, nikâhla ve cariye edinme yolu ile elde ettiğiniz iffetli kadınlar olarak açıklıyorlar. Bu açıklamaya göre sahip olmak demek, yararlanmak ve cinsel ilişkiye geçme sultasına sahip olmak demek olur. Fakat bu görüşte tutarsızlık vardır; çünkü bu tefsir tarzının geçerli olabilmesi ilk önce "muhsenat" teriminin evli kadınlar değil de iffetli kadınlar anlamına alınması gerekir ki, bunun tutarsızlığını az önce anlattık. İkinci bir engel de Kur'an'ın bu ibareyi söylenen anlamın dışında, yani yararlanmayı ele geçirme anlamında değil de cariye edinme anlamında kul-landığının bilinmesidir.

Başka bir tefsirci de sahip olunan cariyeler ile kâfir kocaları olan esir cariyelerin kastedildiğini ileri sürmüştür. Bu tefsir tarzını Ebu Sai-d-i Hudri'ye dayanan şu rivayet teyit ediyor: "Ayet, Evtas esirleri hakkında indi. Müslümanlar orada müşriklerin kadınlarını esir almışlardı. Bu kadınların dar-ul harpta ve kendi ülkelerinde kocaları vardı. Bu ayet inince Peygamberimizin münadisi şöyle seslendi: "Bilin ki, hamile olan esir cariyeler ile doğum yapıncaya kadar ve hamile olmayanlarla da hayızdan temizleninceye kadar cinsel ilişkide bulunmayın."

Bu tefsir tarzında delil olarak gösterilen rivayetin zayıf oluşunun yanı sıra, ayeti sınırlayıcı olmaksızın sınırlama vardır. [Ayetin anlamı geneldir, savaşta ve savaş dışında sahip olunan bütün cariyeleri kapsar.] Dolayısıyla ayetin anlamı bizim anlattığımız doğrultudadır.



"Allah'ın farz kıldığı hükümlere bağlı kalın." Yani üzerinize yazılan ve farz kılınan Allah'ın hükmüne bağlı kalın. Tefsirciler bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapıyorlar: "Kitabellahi aleykum" gizli bir fiilin mutlak mef'ulu olmak üzere mansuptur. İfade aslında "ketebella-hu kitaben aleykum=Allah üzerinize yazı yazdı" şeklindedir. Sonra fiil hazfedildi ve mastar fiilin failine muzaf kılınarak onun yerine geçti. Bu tefsirciler, "aleykum" kelimesini ism-i fiil [fiil anlamını taşıyan isim] olarak algılamamışlardır. Bu hususta, nahiv ilmi bilginlerinin sözlerine dayanmışlardır. Onlar ism-i fiilin amel ve etki bırakma açısından zayıf olduğu için mamulünün ondan öne geçemez olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunun üzerinde iyice düşünmek gerekir.

"Bunun dışında kalanı... size helâl kılındı." Cümlenin orijinalinde "mâverâe" kelimesinde sadece akıllı olmayan varlıklar için kullanılan "ma" edatının kullanılmasından, bunun yanı sıra tekil ve müzekker için kullanılan işaret edatına ("zalike" kelimesine) yer verilmesinden ve yine daha sonraki "mallarınızla aramanız" ibaresinden, ulama edatı olan "ma" ve ismi işaretle "analarınız... haram kılındı." cümlesinde gizli olan şeyin kastedildiği anlaşılıyor. Bu gizli şey, yasaklamanın konusu olan cinsel ilişki, elde etme ve benzeri bir anlamdır. Buna göre cümlenin anlamı "Size sayılanların dışındakileri elde etmeniz helâl kılındı" şeklindedir. Bu elde etme, sayılan on beş zümre dışındakileri ya nikâh yolu ile ya cariye edinme yolu ile elde et-mek demektir. O zaman "mallarınızla aramanız" ifadesinin "Bunun dışında kalanı (bunun dışındaki birleşmeler)... size helâl kılındı" ifadesinden bedel olması kurallara tamamen uygun olur.

Tefsircilerin bu cümle ile ilgili şaşırtıcı tefsirler yaptıkları nakledilmiştir. Meselâ bir tefsirci, "mâverâe zalikum" ifadesini, "Bunlar dışındaki yakın akrabalarınız size helâl kılındı." şeklinde tefsir etmiştir. Başka bir tefsirci bu ifadeyi: "Beş taneden aşağı sayıda kadınla evlenmek size helâl kılındı. Bu da dört ve daha azıdır. Bunları nikâh yolu ile mallarınızla elde etmeye çalışmanız size helâl kılındı." şeklinde tefsir etmiştir. Bir başka tefsirci de aynı ifadeyi "Bunların dışında kalan elinizdeki cariyeler size helâl kılındı." biçiminde tefsir etmiştir. Bir başka alim de bu ifadeyi "Dörtten fazla olmama şartıyla sayılan yasak kadınların dışındaki kadınları nikâhlama veya cariye edinme yolu ile mallarınızla elde etmeniz size helâl kılındı." şeklinde açıklıyor.

Bu tefsir biçimleri tutarsızdır. Ayette kullanılan kelimelerde bunlara ilişkin delil yoktur. Üstelik hepsinde "ma" edatının akıllı varlıklar için kullanıldığı öngörülüyor ki, az önce söylediğimiz gibi bunun hiçbir dayanağı yoktur. Üstelik bu ayette elde edilmesi haram olan kadın zümreleri açıklanmak isteniyor. Maksat nikâh altında ne kadar kadın bulundurmanın haram olduğunu bildirmek değildir. Buna göre eş sayısını bu ayete yüklemenin hiçbir gerekçesi yoktur. Doğrusu şudur ki, bu cümlede daha önce ki iki ayette sayılanların dışında kalan kadınların ya nikâh veya cariye edinme yolu ile elde edilmelerinin caizliği açıklanmak isteniyor.

"İffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız" Bu ifade, "mâverâe zalikum=bunun dışında kalanı" ifadesinden bedel veya atf-ı beyandır. Bu ifadeden söz konusu kadınları elde etmenin ve onlarla ilişkide bulunmanın meşru yollarının ne olduğu ortaya çıkıyor. Şöyle ki, "Bunun dışında kalanı... size helâl kılındı." ifadesinin içerdiği üç yol var. Bunlar nikâh, cariye edinme ve zinadır. "iffetli olmak... üzere mallarınızla aramanız" ifadesi ile zina işlemek yasaklanıyor ve sadece nikâh ile cariye edinme şıklarının helâl oldukları vurgulanıyor. Sonra "mal ile arama" işlemi gündeme getiriliyor. Bu, nikâhta onun temel şartlarından biri olan mehir ve ücret, cariye edinme de ise, bu işin çoğunlukla edinme yolu olan bedeldir. O zaman ayetin anlamı şöyle yorumlanabilir: Sayılanlar dışındaki kadınları elde etmek ve onlarla ilişkide bulunmak malî harcamada bulunmak suretiyle size helâl kılındı. Bu malî harcama kadınları zina değil de nikâhlama yolunda veya cariyeleri satın almak için yapılır.

Bundan anlaşılıyor ki, "muhsinîne ğayre musafihîne" ifadesindeki "ihsân" kelimesi, evlenmişlik ve özgür olma anlamında değil, iffetli olma anlamındadır. Çünkü ayetteki "malla arama" hem nikâhlamaya, hem de cariye edinmeye şamildir. Bunu sadece nikâhlama ile sınırlayıp "ihsân" kavramını evlenmişlik anlamına almanın delili yoktur. "İhsân" kelimesini iffetlilik anlamında kullanmak demek, kadınlarla ilişkiden uzak durmak demek değildir ki, bu kelimenin buraya uymadığı söylenebilsin. Tersine buradaki iffetli olmaktan maksat herhangi bir şekilde fuhşa yönelmeyerek sadece Allah'ın helâl kıldığı ile yetinmek, nefsi Allah'ın haram kıldığı yollardan alıkoymaktır. Allah'ın helâl kıldığı yollar, insanın yapısında ve fıtratında ona yönelik eğilim bıraktığı doğrudan yararlanma hususunda, bilinen ve alışıla gelen yollardır.

Bu açıklamalarımız "en tebteğû biemvalikum=mallarınızla aramanız" ifadesinin, başında gaye anlamı taşıyan bir "lam" harfi veya o anlamda bir şey farz ederek aslında "li-tebteğû" yani aramak için veya "iradete en tebteğû" yani aramak isteyerek gibi anlamlara çekmenin yanlış olduğunu ortaya koyar. Çünkü "en tebteğû=aramanız" ifadesinin içeriği "bunun dışında kalanı" ifadesinin içeriği ile aynı amaçlıdır. İkinci ifade birincisine dayalı ve onun için kastedilmiş değildir. Bu husus açıktır.

Başka bir yanlış görüş de bir tefsircinin şu anlama gelen yorumudur: Ayetteki iffetsizlikten maksat, erkeğin menisini Allah'ın koyduğu gayeyi gözetmeksizin akıtmasıdır. Bu öyle bir gayedir ki, Allah insanın fıtratında şehvet iç güdüsünü bu gaye için koymuştur. Gaye aile yuvası oluşturmak, nesli sürdürmek ve çocuk yapmaktır. İffetsizlik bu olunca, onun karşıtı olan ayetteki "ihsân" ise, üreme ve nesli çoğaltma amaçlı sürekli evlilik demek olur. Buna dikkat ediniz.

Ben bu tefsircinin ne demek istediğini anlamış değilim. Çıkardığım yalnız şu ki, bu kimse inceleme yöntemini karıştırmıştır. Yani, kanunun hikmeti diye adlandırılan hüküm dayanağını incelemek ile hük-mün kendisini incelemeyi birbirine karıştırmıştır. Bunun sonucu olarak kabul edilemeyecek gerekleri, kabullenmek zorunda kalmıştır.

Bu iki incelemeden biri olan dayanağa ilişkin inceleme, aklîdir. Ö-bürü olan şer'î hükme, bu hükmün konusuna, ilgili olduğu şeye, şartlarına ve engellerine ilişkin inceleme ise lafzî ve sözeldir; genişliği ve darlığı, şeriat koyucunun sözel açıklamasına bağlıdır. Bütün şeriat hükümlerinin maslahata ve gerçek dayanaklara bağlı olduğundan şüphemiz yoktur. Bu hükümlerden biri olan evlenme hükmünün yasallaşması da objektif faydaya ve gerçek dayanağa bağlıdır. Bu çıkar ve dayanak, çoğalmak ve üremektir.

Biliyoruz ki yaratılış düzeni, insan türünden fertlerin bekası yolu ile insan türünün bekasını istemiştir. Bu beka Allah'ın dilemesi ile sınırlıdır. Bu amaca ulaşabilmek için insan bünyesi üreme cihazı ile donatıldı. Bu cihaz insandan ayırdığı parçaları eski insanın yerini alacak yeni bir insan olarak yetiştiriyor. Böylece türün zinciri kesintisiz olarak uzayıp gidiyor. Bu cihazı çalışmaya ve üretmeye sevk etmek için de insan bünyesine şehvet gücü yerleştirildi. Bu gücün etkisi ile erkek ile dişinin her biri öbürüne karşı ilgi duyar, birbirine sahip olup ilişki kurmak üzere bu gücün çekimi devreye girer. Sonra bu iş akılla olgun-luğa kavuşur. Akıl, yaratılış düzeninin özendirdiği bu yolun bozulmasını, yanlışa saplanmasını önler.

Hilkat düzeni fonksiyonu konusunda titiz, insan türünün sürekliliğinden ibaret olan amacı konusunda ısrarlıdır. Ama bu titizliğin aynısını erkek ile dişi arasındaki ilişkilerde ve insan zümrelerinde göremeyiz. Bu yaratılış gayesine ulaşma azmi fertlerde sürekli olarak görülmez, ancak çoğunlukla bir ilk adım olarak görülür. Buna göre her evlilik çocuk yapmaya vardırmaz. Her cinsel ilişki için de aynı şey söylenebilir. Her cinsel ilişki eğilimi, bu sonucu meydana getirmez. Her erkek, her kadın ve her evlilik zorunlu olarak bu zevke varmaz ve çocuk edinme arzusuna varmaz. Bunlar ancak çoğunlukla görülebilecek gelişmelerdir.

Yaratılış cihazı insanı evlenmeye çağırır. Amacı, şehvet yolu ile çoğalmaktır. İnsana bağışlanmış olan akıl ise bu isteğe nefsin korunmasını ve sakınmasını ekler. Bu sakınma, hayatın mutluluğunu bozan, ailelerin temellerini yıkan ve neslin çoğalmasının önünü kesen fuhuştan ve zinadan kaçınmaktır.

Bu birleşik fayda, yani çocuk edinme faydası ile fuhşun sızmasını engelleme faydası, İslâm'da evliliğin temeli olan, çoğunluğa dayalı dayanaktır. Yalnız çoğunlukla olma durumu dayanağın hükümlerindendir. Konuları için konmuş olan hükümler ise, sadece sürekli olmayı kabul ederler, çoğunluğa dayalı olmakla yetinmezler.

"Evlenme veya cinsel ilişki caiz olup olmama bakımından amaca ve dayanağa bağlıdırlar." demek doğru değildir. Böyle düşünmenin devamı şöyle gelir: Çocuk edinme niyeti ile yapılmayan evlilik caiz değildir. Kısır çiftlerin evlilikleri caiz değildir. Aybaşı olmayan yaşlı kadınlarla evlenmek caiz değildir. Küçük yaştaki kızlarla yapılan evlilik caiz değildir. Zina eden erkeğin evliliği caiz değildir. Hamile kadın ile cinsel ilişkide bulunmak caiz değildir. Meni akıtmaksızın yapılacak ilişki caiz değildir. Aile yuvası oluşturmaksızın evlilik yapmak caiz değildir. ...caiz değildir. ...caiz değildir.

Aslında nikâh, kadın ile erkek arasında meşru bir sünnettir. Onun sürekli hükümleri vardır. Daha önce belirtildiği gibi bu meşru sünnetle kamuyla ilgili çoğunluk üzere kurulu bir maslahat korunmak istenmiştir. O hâlde, dayanağının gerçekleşip gerçekleşmemesine bağlı olan ve dayanağı gerçekleştirmeyen evli fertleri veya evlilik hükümleri engellenecek olan bir meşru sünneti geçerli kılmak anlamsızdır.



"O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." Bildiğim kadarıyla ayetin orijinalindeki "bihi" zamiri, "Bunun dışında kalanı... size helâldir." ifadesinin delâlet ettiği şeye dönüyor. Bu da "neyl=ulaşmak" veya o anlama gelen durumdur. O zaman ayetin başındaki "ma" edatı vakit bildirmek için ve "minhunne" ifadesi, "istamta'tum" ifadesi ile bağlantılı olur. Böyle olunca bu ifadenin anlamı 'Ne zaman müt'a yaparak onlardan yararlandınızsa, ücretlerini farz olarak verin." biçiminde olur.

Bunun yanı sıra ayetteki "ma" edatının mevsule ve "istamta'tum" ifadesinin sıla cümlesi, "bihi zamirinin ism-i mevsule dönük olması ve "minhunne" ifadesinin mevsulun açıklaması olması da mümkündür. O zaman anlam "Kendilerinden yararlandığınız kadınların ücretlerini farz olarak verin." şeklinde olur.

"Femestamta'tum" cümlesi daha önceki ifadeyle ilgili bir ayrıntı-landırmadır. Çünkü başında bu anlamı veren "fa" harfi vardır. Bu cümle hiç şüphesiz parçayı bütüne, cüz'îyi küllîye dayandıran bir ayrıntılı açıklamadır. Çünkü "iffetli olmanız ve zina etmemek üzere mal-larınızla aramanız" ifadesi, yukarda açıklandığı üzere, hem nikâhlıda, hem de cariyede ulaşılan şeyi içeriyor. Böyle olunca, "O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesini bir önceki cümleye uzantı yapmak, parçayı bütüne veya bazı cüz'î bölümleri, bölümlere ayrılmış küllî ve bütüne bağlamak türünden olur.

Bu ayrıntılandırma üslûbu, Kur'an'da çok kullanılır. Meselâ şu ayetler gibi: "Sayılı günlerde oruç tutmanız farz kılındı. O hâlde içinizden kim hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar." (Bakara, 184) "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır. O hâlde kim tağutu reddederek Allah'a inanırsa kopmaz bir kulpa yapışmış olur." (Bakara, 256)

Ayette sözü edilen "yararlanma" ile müt'a nikâhının kastedildiği şüphesizdir. Çünkü bu ayet Medenîdir ve Peygamberimizin hicretten sonraki döneminin ilk yarısında inen Nisâ suresinin ayetlerinden biridir. Nisâ suresinin ayetlerinin çoğu bu söylediklerimizin delilidir. Bu nikâh, yani müt'a nikâhı bu dönemde Müslümanlar arasında yürürlükte ve uygulamada idi. Bunda şüphe yoktur. Rivayetlerin hepsi bunun tartışmasız bir gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Bu uygulamayı ortaya koyan İslâm olsun veya olmasın, bunun Peygamberimizin gözü ve kulağı önünde yürütüldüğü şüphesizdir. Uygulamanın adı bu, yani müt'a idi. Ondan bu adla söz edilirdi. Buna göre "O hâlde, ne zaman onlarla... ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesi, kesinlikle bu anlamda kabul edilmesi, ondan bu anlam çıkarılması kaçınılmazdır. Tıpkı Kur'an'ın inişi sırasında Müslümanlar arasında geçerli olan diğer gelenekler ve âdetlerde olduğu gibi. Bu gelenekler ve âdetler bilinen, yaygın isimleri ile anılıyorlardı. Bu isimlerle ilgili hüküm içeren bir ayet inince bu ayetlerde geçen isimler yaygın anlamlarında alınırlardı. Gelen hüküm ister onaylama, ister ret, ister emretme, ister yasaklama biçiminde olsun ilgisi olduğu isimlerin asıl lügat anlamları ile irtibat-landırılmazdı.

Meselâ hac, alış veriş, faiz, kâr, ganimet ve bu türden olan kavramlar gibi. Hiç kimse sözlük anlamını ileri sürerek Beytullah'ı ziyaret etmenin, orayı kastetmek demek olduğunu iddia edemez. Sayılan diğer kavramlarda da durum böyledir. Yine Peygamberimiz (s.a.a) tarafından ortaya konan, arkasından yaygın biçimde kullanılarak sonunda şeriattaki adı ile bilinir hâle gelen namaz, oruç, zekât, hacc-ı temettü gibi şeriat kavramlarında da aynı kural geçerlidir. Bu kavramları ifade eden kelimeler, şeriat tarafından veya şeriat bağlıları tarafından kesinlikle söz konusu anlamlara bağlandıktan sonra onları sözlüklerdeki anlamlarına döndürmenin imkanı yoktur.

Buna göre ayette sözü edilen yararlanmayı müt'a nikâhı anlamına almak zorunludur. Çünkü bu ayetin indiği sıralarda bu ilişki türünün Araplar arasında kullanılan adı bu idi. Bu, böyledir; daha sonra müt'a nikâhının ayetle veya sünnetle neshedildiğini söyleyelim veya söylemeyelim fark etmez; çünkü bu, yerinde incelenmesi gereken ayrı bir konudur. Sözün kısası, bu ayetten anlaşılan şey müt'a nikâhının hükmüdür. Sahabe ve tabiin kuşağına mensup eski dönem tefsircilerden nakledilen yorum da budur. İbn-i Abbas, İbn-i Mesud, Ubeyy b. Kaab, Katade, Mucahid, Suddi, İbn-i Cubeyr, Hasan vb. gibi. Bu yorum Ehl-i Beyt İmamlarının da görüşüdür.

Yapılan açıklamalardan konuyla ilgili bazı tefsircilerin yapmış olduğu yorumun asılsız olduğu ortaya çıkıyor. Yorum şudur: "Buradaki istimta'dan maksat, evlenmektir. Çünkü nikâh ilişkisi kurmak kadından yararlanmaya yönelik bir taleptir." Bir tefsirci de "istamta'tum" ke-limesindeki "sin" ve "ta" harflerinin tekit için olduğunu ve kelimenin anlamının 'temetta'tum" biçiminde olduğunu iddia etmiştir.

Mezkur görüşün tutarsızlığının delili şudur ki; Araplar arasında müt'a nikâhının bu adla yayılması ve bilinmesi bu kelimeyi işitenlerin onu lügat anlamında algılamalarına imkan tanımaz.

Ayrıca kelimeye verilen anlamın doğru olduğu, talep anlamının daimi nikâh ile bağdaştığı ve "istemta'tum" kelimesinin "temetta'tum= yararlandığınız" anlamına geldiği farz edilse bile, bu ifade "onlara ücretlerini verin." biçimindeki sonuç cümlesi ile bağdaşmaz. Çünkü me-hir, nikâh akdi yapmakla farz olur. Evlilik teklif yapmayı, akit yapmayı, oynaşmayı, cinsel ilişkiyi vb. şeyleri de kapsamına aldığını kabul ettiğimiz yararlanma talebine ve aynen yararlanmaya da dayanmaz. Mihrin yarısı nikâh akdi ile, öbür yarısı da cinsel ilişki ile farz olur.

Üstelik bu ayetten önce inen ayetler, çeşitli ayrıntıları ile mehir vermenin gerekliliğini geniş biçimde anlatmışlardır. Bu gerekliliği tekrar anlatmanın anlamı yoktur. Söz konusu ayetler şunlardır: "Kadınların mehirlerini (Allah tarafından) bir bağış olarak verin." (Nisâ, 4) "Eğer bir eşinizi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklü miktarda mal (mehir) vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şeyi geri almayın." (Nisâ, 20) "Kadınlara dokunmadan veya mehirlerini kesmeden kadınları boşarsanız, size bir günah yoktur. Fakat onları yararlandırın; zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında... Eğer onlara mehir keser de dokunmadan boşarsanız, kestiğinizin yarısını verin..." (Bakara, 236-237)

Bir tefsirci bu ayetin, yani "O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin tekit (pekiştirme) amaçlı olduğunu ileri sürmüştü. Bu yoruma verilecek cevap şudur: Bu ayetin öncesindeki ayetler, özellikle "eğer bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz..." ifadesinden sonra iki ayete kadar yer alan kısmı son derece kesin ve vurgulamalı ifadeler taşıdıkları için bu ayetin onları pekiştirme amacı taşımasına sebep yoktur.

Nesih meselesine gelince; bazıları bu ayetin "Onlar ki, edep yerlerini korurlar. Yalnız eşleri ve sahip oldukları (cariyeleri) hariç. (Bu iki durumda) onlar kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir." (Mü'minun, 5-7) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazıları ise id-detle ilgili olan "Ey Peygamber, kadınları boşayacağınız zaman bekleme sürelerini gözeterek boşayın." (Talâk, 1) ayeti ile neshedilmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları ise "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç temizlenme süresi beklerler." (Bakara, 228) Çünkü bu iki ayette eşlerin ayrılmaları boşamaya ve bekleme süresine bağlanmıştır. Oysa müt'a nikâhında bunların hiçbirisi yoktur.

Bazıları ayetin "eşlerinizin... geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir..." (Nisâ, 12) ayeti ile neshedildiğini söylüyorlar. Müt'a evliliklerinde mirasın olmayışını görüşlerine delil gösteriyorlar. Bazıları "Size (şunlar) haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız..." (Nisâ, 23) ayetinin bu ayeti neshettiğini söylüyorlar. Çünkü bu ayet evlenme hakkındadır, diyorlar. Diğer bazıları da bu ayetin "o hâlde gönlünüzün rahat ettiği (başka) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenebilirsiniz." (Nisâ, 3) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. [Çünkü müt'ada dörtten fazlasıyla da nikâh yapılabilir.]

Bazılarına göre ayet sünnetle neshedildi. Bu doğrultudan da kimileri ayetin Peygamberimiz tarafından Hayber Savaşı yılında, kimileri Mekke'nin fethedildiği yıl, kimileri veda haccında Peygamberimiz tarafından neshedildiğini söylerlerken, kimileri de bu uygulamanın önce serbest bırakıldığını, sonra iki veya üç defa yasaklandığını, en son kesinleşen hükmün yasaklanma hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Bu ayetin Mü'minun suresindeki ayetle neshedilmiş olması iddiası hakkında söylenecek söz, Mü'minun suresindeki ayetin neshetmeye el-verişli olmadığıdır. Çünkü o ayet Mekke döneminde, müt'a evliliği ile ilgili ayet ise Medine döneminde inmiştir. Mekke döneminde inen bir ayet, Medine dönemindeki bir ayeti neshedemez. Üstelik müt'a işlemini nikâh ve kendisiyle müt'a yapılan kadını eş saymamayı kabul etmiyoruz. Bu konudaki Peygamberimizden gelen haberler ve sahabeler ile tabiinin bu işleme nikâh adını vermiş olmaları onu nikâh saymamaya engeldir. Bunu nikâh saymanın, miras ve boşama vb. şeyleri gerektirdiğini ileri sürerek onu nikâh saymamaya ilişkin gerekli cevap verilecektir.

Bu ayetin miras ayeti ile, boşama ayeti ile ve evlenilebilecek kadınların sayısına ilişkin ayetlerle neshedildiğini ileri sürenlere verilecek cevap şudur: Bu ayetler ile müt'a ayeti arasındaki ilişki nesheden-neshedilen ilişkisi değil, genel-sınırlı veya mutlak-kayıtlı ilişkisidir. Meselâ miras ayeti kalıcı ve geçici nikâhlı bütün eşleri içerir. Fakat sünnet bu ayetin içeriğinin bir bölümünü dışarıda bırakarak onu sınırlar. Sünnetin dışarı çıkardığı bölüm geçici nikâhlı eşlerdir. Boşama ayeti ile eşlerin sayısını sınırlayan ayet hakkında söylenecek söz de aynıdır. Bu açık bir husustur. Bu ayetlerin neshedici olduklarına ilişkin iddia, her hâlde bu iki ilişki türünü birbirinden ayırt edememekten ileri geliyor.

Evet; bazı fıkıh usûlü bilginleri, eğer sınırlı kapsamlı bir ayetin arkasından olumlu veya olumsuz olarak ona zıt genel kapsamlı bir ayet gelirse, geniş kapsamlı ayetin sınırlı kapsamlı ayeti neshedeceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüş yerinde anlatıldığı üzere zayıf olmakla birlikte bizim üzerinde konuştuğumuz meseleye uymuyor. Çünkü genel kapsamlı olan boşama ayeti Bakara suresindedir. Bakara suresi müt'a ayetini de içeren Nisâ suresinden önce Medine döneminde inmiş ilk suredir. Evlenebilecek eş sayısına ilişkin ayet de Nisâ suresinde ve müt'a ayetinin öncesinde yer almıştır. Miras ayeti de müt'a ayetinden önce aynı siyak içinde ve aynı surededir. Yani bütün bu durumlarda sınırlı kapsamlı müt'a ayeti, genel kapsamlı ayetten sonra geliyor.

Bekleme ve iddet süresine ilişkin ayetin bu ayeti neshettiği iddiasına gelince, bu iddianın asılsızlığı daha da açıktır. Çünkü bekleme süresi (iddet) hükmü, sürekli nikâhta olduğu gibi geçici nikâhta da geçerlidir. Yalnız süresi farklıdır. Bu farklılık sınırlayıcı sayılır, neshedici kabul edilmez.

Müt'a nikâhı ayetinin yasak evliliklere ilişkin ayetle yasaklandığını iddia eden görüş ise, şu iki sebepten dolayı bu görüş bu tür görüşlerin en şaşırtıcı olanıdır. Birinci sebep şudur: Yasak evlilikleri sayan ifade ile müt'a nikâhına delil olan ifade birbirine bağlı bir bütündür. Müt'a nikâhına delil olan ifadenin önce olduğu nasıl farz edilecek, sonra da bir sözün baş tarafının uzantısını neshettiği nasıl ileri sürülecektir? İkinci sebep de şudur: Bu ayet hiçbir yönü ile sürekli olmayan eşliği açıkça ve net bir dille yasaklamıyor. Ayet önce erkek için evlenilmesi yasak olan kadın zümrelerini sayıyor. Sonra da nikâh veya cariye edinme yolu ile elde edilmesi caiz olan kadınları açıklıyor. Daha önce dediğimiz gibi müt'a nikâhı nikâh olduğu için bu iki mesele arasında karşıtlık ilişkisi yoktur ki, neshedilme söz konusu olsun.

Evet. Kimileri şöyle diyor: "Bunun dışında kalanı ihsân=iffetli olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı." İfadesi, diğer kadınların helâl olmasını mehirle ve "ihsân" ile zinaya bulaşmamakla kayıtlandırıyor. Geçici nikâhta "ihsân" yoktur. Nitekim müt'a nikâhı yapan bir erkek "ihsân" şartını yerine getirmiş sayılmadığı için eğer zina işlerse recm edilmez. Bu durum bu ayette müt'a nikâhının kastedilmiş olması ihtimalini ortadan kaldırır.

Bu itiraza daha önce değinilen şu karşılık verilir: "ihsân ve zina etmemek üzere" ifadesinde geçen "ihsân" kelimesi, iffetli olma anlamındadır; evli olmak anlamında değildir. Çünkü aynı ifade, hem cariye edinmeyi, hem de nikâh yolu ile evliliği içeriyor. Eğer buradaki "ihsân"ın evli olmak demek olduğu kabul edilse bile evli erkeğin zina suçunun müt'a nikâhlı bir erkeğin zina suçunu Kur'an ile değil, sünnetle sınırlandırdığı sonucuna varılır. Çünkü zaten Kur'an'da recm cezası yoktur. [Recm cezası, sünnetle ispat edilen bir gerçektir.]

Bu hükmün sünnetle neshedilmiş olmasına gelince, bir kere bu nesih, kökünden asılsızdır. Çünkü mütevatir hadislere terstir. O hadislerde hadislerin Kur'an'a sunulması, Kur'an'a ters düşenlerinin reddedilmesi ve Kur'an'ın ölçü alınması emrediliyor. Ayrıca rivayetler bölümünde bu iddiaya cevap verilecektir.

"İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye (malî açıdan) gücü yetmeyen kimse... evlensin." Ayetin orijinalinde geçen "tavl" kelimesi zenginlik ve gücün fazlalığı demektir. Her iki anlam da ayete uygundur. Ayetin orijinalinde geçen "muhsenat" kelimesi, özgür kadınlar demektir. Bunun karinesi bu kelimenin karşıtı olarak cariyeler kelimesinin kullanılmasıdır. Bu aynı zamanda "muhsenat" kelimesinin iffetli kadınlar demek olmadığını da gösterir. Eğer öyle olsa idi bu kelimenin karşıtı olarak "cariyeler"den söz edilmez, hem cariyeler, hem de iffetsiz kadınlar zikredilirdi. "Muhsenat" kelimesi evli kadınlar anlamında da değildir. Çünkü onlarla yeni bir nikâh akdi yapılamaz. Bu kelime Müslüman kadınlar anlamını da içermez. Çünkü eğer öyle olsaydı, "mümin kadınlar" kaydının konmasına gerek duyulmazdı.



"Sahip olduğunuz cariyelerinizden" ifadesinden maksat müminlerin sahip olduğu cariyelerdir. Yoksa evlenmek isteyen erkeğin eli altındaki cariye değildir. Çünkü bir kimsenin kendisinin sahip olduğu cariyesi ile evlenmesi geçersizdir, meşru değildir. Sahip olmak, aralarında evlenmek isteyen erkeğin de bulunduğu müminler topluluğuna nispet ediliyor. Çünkü müminler bir ve bütün sayılıyor. Dinleri, menfaatleri bir olduğu için bir tek şahısmış gibi sayılıyorlar.

Gerek özgür kadınların, gerekse cariyelerin mümin olmak ile kayıtlanmış olmaları, mümin olmayan kitap ehli ve müşrik kadınlarla evlenmenin caiz olmadığını gösterir. Bu konuda inşallah Mâide suresinin başlarında tamamlayıcı açıklama yapılacaktır.

Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: Mehir ve geçim sağlama yüklerini taşımaya gücü yetmediği için özgür kadınlarla evlenemeyen erkekler, mümin cariyelerle evlensinler. Böylece özgür kadınlarla evlenmeye güçlerinin yetmemesinin sıkıntısı altında kendilerini fuhşun tehlikelerine atıp bedbahtlığa maruz bırakmasınlar.

Bu ayetteki nikâhtan maksat, sürekli nikâhtır. Ayet indirgeme içeriklidir. Yani "eğer öyle yapamıyorsanız, böyle ki yapabilirsiniz." Ayette, indirgenilen şeyin sadece bazısından, yani caiz olan nikâhın bir türü olan sürekli nikâhtan söz ediliyor. Çünkü aile yuvası kurmayı, nesli arttırmayı ve geride çoluk-çocuk bırakmayı isteyen herkese göre bilinen ve doğal olarak belirlenmiş nikâh, sürekli nikâhtır. Müt'a nikâhı ise dinin tanıdığı bir kolaylıktır. Allah, fuhuş yolunu tıkamak ve fesat kaynaklarını kurutmak için bu hükümle kullarına kolaylık tanımış ve yükünü hafifletmiştir.

Sözü çoğunlukla karşılaşılan veya ilk akla gelen bilinmiş yönlere doğru sevk etmek, özellikle hüküm açıklama ve kanun koyma yerlerinde bu üslûbu kullanmak Kur'an'da çok yaygındır. Meselâ şu ayette olduğu gibi; "Öyleyse sizden kim bu aya (ramazan ayına) şahit olursa, onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun." (Bakara, 185) Oysa oruç tutmamanın mazeretleri sadece hastalık ve yolculuk değildir. Şu ayet de öyledir: "Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut sizden biriniz tuvaletten gelirse yahut da kadınlara dokunmuşsanızsa, su bulamadığınız takdirde temiz bir yere yönelin." (Nisâ, 43) Görüldüğü gibi özürler ve kayıtlar sık karşılaşılan ve bilinen durumlara dayandırılmıştır. Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.

Bu söylediklerimiz bu ayetin sürekli nikâha hamledilmesi durumu içindir ki, tefsirciler böyle olduğunu söylemişlerdir. Bu durum bazılarının sandıkları gibi indirgeme ve genişletme anlamı içerdiğinden dolayı bu ayetin sadece sürekli nikâhla sınırlı olmasını ve "O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesinin müt'a nikâhını açıklama amacını taşımamasını gerektirmez. Çünkü hem kendisinden indirgenen, hem de kendisine indirgenenin her ikisi bu ayetin, yani "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye (malî açıdan) gücü yetmeyen..." ayetinin kendisi içinde yer alıyor.

Üstelik bu ayetin sözleri, onu sürekli ve geçici şıkları ile mutlak nikâhı ifade edecek şekilde tefsir etmeye elverişlidir. Bu durum, ayetin geride kalan cümleleri incelenirken ortaya çıkacaktır.

"Allah sizin imanınızı, en iyi bilendir. Bazınız bazınızdandır (insanlıkta eşitsiniz)." Hüküm şartı olarak gösterilen iman, kalbi bir mesele olduğu için sebeplere dayanarak bilinmesi mümkün değildir. Kimileri bunu imkansıza ve çok zor bir şarta bağla-ma olduğunu sanabilir. Yükümlülerin bu yüzden sıkıntıya düşeceği ka-bul edilebilir. Bundan dolayı yüce Allah mümin kullarının kimler olduğunu kendisinin bildiğini belirtiyor. Bu ifade, kinaye olarak şu mesajı veriyor: Kullar imana delâlet eden görünür sebepleri göz önüne almakla yükümlüdürler. Kelime-i Şahadet getirmek, Müslüman topluluğu içinde yer almak ve genel dinî görevleri yerine getirmek gibi. Dayanak olan, imanın dışa yönelik belirtileridir; yoksa batınî yönü değildir.

Bu ayette evlenmeye gücü yetmeyen yükümlülerin cariyelerle evlenmeye yöneltilmiş olmaları hususunda ayetin etkili olup kabul görmesi açısından başka bir eksiklik vardır ki, o da şudur: Sıradan insanlar köleleri hor görürler, onları aşağılarlar. Bunun sonucu olarak onlarla bir arada yaşamayı, hayatı paylaşmayı içlerine sindiremezler. Özellikle onlarla evlilik ilişkisi kurmayı eksiklik addederler. Çünkü evlilik hayatı bir ortaklık, et ve kan kaynaşmasıdır.

İşte yüce Allah "Bazınız bazınızdandır" buyruğu ile öyle açık bir gerçeğe işaret ediyor ki, eğer bu gerçek üzerinde iyi düşünülürse sözünü ettiğimiz asılsız vahim dağılır. Buna göre köle de özgür kişi gibi bir insandır. Bu ikisi arasında insanı insan yapan nitelikler bakımından fark yoktur. Bu iki insan grubu sadece birtakım yasal hükümler bakımından birbirinden ayrılırlar ki, bu yasal hükümler toplumun mutluluğu düşünülerek konmuştur. Bu farklılıkların Allah nazarında önemi yoktur. Yüce Allah katında önemli olan üstünlük faktörü, takvadır. O hâlde müminler, kendilerini, mutluluklarını ve kurtuluşlarını sağlayan temel gerçeklerden uzaklaştırabilecek bu tür vehimlerin etkilerine kapılmamalıdırlar. Çünkü doğru yoldan sapma her ne kadar yolun başında az da olsa, git gide insanı hidayet yolundan uzaklaştırarak helak edici vadilere sürükler.

Bundan anlaşılıyor ki; "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü olmayan kimse, sahip olduğunuz cariyelerinizden evlensin." ayetinin başlangıcındaki şart koşma ve alternatif gösterme biçiminde ortaya konan sıralama, sözün doğal akışına ve âdetlere uymuşluğun ifadesidir. Yoksa müminlere bu sıralamayı zorlamak anlamlı bir anlamı taşımaz. Yani cariye ile evlenebilmek, özgür kadınla evlenme gücünün olmamasına dayanmaz. Yalnız insanlar tabiatları gereğince böyle bir tutumu benimsedikleri için Kur'an, onlara eğer özgür kadınlarla evlenmeye yetecek maddî güçleri yoksa içlerinde bir burukluk hissetmeden cariyelerle evlenebileceklerini söylüyor. Ayrıca onları özgürlerin ve kölelerin aynı türün fertleri olduğu, hepsinin bir bütünün parçaları olduğu konusunda uyarıyor.

Bu açıklamamızdan ayetin devamını oluşturan "Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır." ifadesi hakkında bazı tefsircilerin şu yorumunun da asılsızlığı ortaya çıkıyor. Söz konusu tefsirciler bu ifadeyi "iffetli kalarak ve sabırlı davranarak cariyelerle evlenmemeniz, onlarla evlenmenizden daha hayırlıdır" şeklinde yorumluyorlar. Bu yorum köleleri aşağılayıcı, horlayıcı olduğu için sakat ve asılsızdır. Çünkü "Bazınız bazınızdandır" ifadesi ile kesin olarak çelişir.

"O hâlde onlarla iffetli olmaları, zina etmemeleri ve... şartıyla sahiplerinin izniyle evlenin." Ayetin orijinalinde geçen "muhsenat" kelimesi iffetliler demektir. Çünkü evli kadınların bir daha evlenmeleri mümkün değildir. Ayetin orijinalindeki "musafihat" kelimesi, "muttahizat-i ahdan" yani gizli dost tutmuş olmanın karşıtıdır. Ayette geçen "ahdan" kelimesi, "hidn" kelimesinin çoğulu olup dost, arkadaş anlamına gelir. Müzekkeri, müennesi, tekili, çoğulu aynı kalıpla ifade edildiği hâlde burada çoğul kalıbı ile kullanılması, net bir şekilde çoğula delâlet etsin diyedir. Çünkü fuhuş maksadı ile dost edinen kimse bir veya iki dostla yetinmez. Çünkü isteklerine uyulan nefis sınır tanımaz olur.

"Sifah"tan, açıkça yapılan zina; dost edinme ile de gizli işlenen zina kastedilmiştir diyen tefsirci bu karşıtlığı göz önünde bulundurmuştur. Gerçekten dost edinmek Araplar arasında hayli yaygın idi. Öyle ki, köle olmayanların açıkça zina yapmalarını kınadıkları hâlde özgür erkek ve kadınlar dost tutmuş olmaları yüzünden ayıplanmazlardı.



"O hâlde onlarla... sahiplerinin izniyle evlenin." ifadesi, cariyelerle evlenmenin onların sahiplerinin iznini alma şartına bağlı olduğuna delildir. Çünkü cariyelerin dizginleri başka birinin değil, sahiplerinin elindedir. Ayette sahip ve efendiden söz edilirken "onların aileleri" tabirinin kullanılması, "bazınız bazınızdandır" buyruğunun gereğine uyma anlamını taşır. Yani cariye, efendisinin ailesinin bir ferdidir ve efendisi de onun ehlidir.

Cariyelere örfe uygun olarak ücretlerinin verilmesi demek, nikâhlarının mehirlerinin eksiksiz biçimde verilmesi demektir. Bu mehirler onların velilerine verilecektir. "örfe uygun" kaydının konmasından maksat, mehir konusunda onları aldatmamak, oyalamamak ve üzmemektir.



"Eğer evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınlara verilecek cezanın yarısı uygulanır." Ayetin mealinde evlenmek olarak anlamlandırdığımız fiil bir kıraate göre, "uhsinne" yani ilk harf zammalı olarak edilgen fiil şeklindedir. [Yani evlenmekle koruma altına alınmış kadın...] Bir başka kıraate göre de "ahsanne" yani ilk harf fetha harekesiyle etken fiil şeklindedir. [Yani Müslüman olmasıyla kendini koruma altına alan kadın...] İkinci kıraat daha tercihlidir. Eğer ayette söz konusu edilen "ihsân" evli olmak demekse, onun şart olarak kabul edilmesi sadece anılan zinanın evlilikten öncesi ile ilgili olduğunu göstermek için olur. Çünkü eğer bir cariye zina ederse ister evli olsun, ister olmasın özgür kadına verilecek cezanın yarısına çarptırılır. Evli olmak bu cezayı ağırlaştıracak bir sebep sayılmaz.

Ama eğer bir tefsircinin de dediği gibi, ayette söz konusu edilen "ihsân" Müslüman olmak demekse, -nitekim "ahsanne" fiilinin etken fiil şeklinde okunması bunu pekiştiriyor- o zaman ek bir destek olmaksızın ayetin anlamı belirginleşir. Yani cariyeler ister evli olsunlar, ister bekar olsunlar, zina ettikleri takdirde özgür kadınlara verilecek cezanın yarısına çarptırılırlar.

Buradaki cezadan maksat recmetmek değil, kırbaçlamaktır. Çünkü recm cezasının ikiye bölünmesi düşünülemez. Bundan anlaşılıyor ki, bu ifadede söz konusu edilen "muhsenat" kelimesi, ayetin başında anılan evli olmayan özgür kadınlar anlamındadır ve "el-muhsenat" kelimesinin başındaki "el" takısı ahit yani bilinen bir şeye işaret içindir. Kısacası ayetin anlamı şudur: Mümin cariyeler eğer zina ederlerse, evli olmayan özgür kadınlara verilecek cezanın yarısı ile cezalandırılırlar ki, bu da elli kırbaç vurma cezasıdır.

Ayette sözü edilen "ihsân" kelimesinin iffetli olmak demek olması da mümkündür. Bunun açıklaması şöyledir: O dönemde köleler canlarının her istediğini yapamazlardı. Çünkü efendilerinin emirlerine uymak zorunda idiler. Özellikle fuhuş konusunda... Onlar eğer fuhuş yapıyor idi iseler, bunu efendilerinin emri ile yapıyorlardı. Efendileri onları bu yolda kullanıyor, para karşılığında onların ırzlarını pazarlıyorlardı. Bu durum "Namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi dünyalık çıkarlarınız uğruna fuhşa zorlamayın." (Nûr, 33) ayetinde yer alan yasaklamadan anlaşılıyor. Cariyelerin fuhşa dalmaları, bunu alışkanlık ve iş edinmeleri olduğu kadarı ile efendilerinin emri ile oluyordu. Onlar bu emre karşı koyamazlardı. Onlar efendileri tarafından fuhşa zorlanmadıklarında içlerindeki müminler İslâm görüntüsüne uygun yaşıyorlardı. Bu sırada eğer zina işlerlerse, kendilerine özgür kadınlara verilecek cezanın yarısı uygulanacaktı. İşte "Eğer iffetli iken (zorlama olmaksızın) zina işlerlerse, onlara hür kadınlara verilecek cezanın yarısı uygulanır." ayeti bunu ifade ediyor.

Bundan anlaşılıyor ki, bu şartın bu anlama göre mefhumu[30] yoktur. Çünkü cariyeler eğer iffetlerini korumadıkları takdirde efendileri tarafından zorlanmış olurlar, onlar da efendilerinin emirlerine uymuş olurlar. Bunun gibi "Namuslu kalmak isterlerse, cariyelerinizi fuhşa zorlamayın." (Nûr, 33) ayetindeki şartın da mefhumu yoktur. Çünkü eğer cariyeler namuslu kalmak istemezler ise, efendileri tarafından zorlanmaları söz konusu olmaz. Çünkü onlar kendi istekleri ile fuhuş yapmış olurlar. Bunu iyi kavramak gerekir.

"Bu, içinizden sıkıntı ve günaha düşeceğinden korkanlar içindir." Ayetteki "anet" sıkıntı, şiddet ve helak demektir. Bundan maksat galiba zinadır. Çünkü zina insanın bekârlık ve nikâh şehveti sıkıntısının yol açtığı şeydir ki, bunda insanın mahvolması vardır. Söylendiğine göre, bu ifade ile cariyelerle evlenmeye işaret ediliyor. Buna göre "Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır." ifadesi, "Eğer sabreder de cariyelerle evlenmezseniz veya zina yapmazsanız sizin için daha hayırlı olur." anlamına gelir. Bu ifade cariyelerle evlenmenin veya mutlak anlamda evlenmenin gerekliliğine de işaret etmiş olabilir. Eğer bu iki şık ile ilgili bir şey bir önceki ayetin siyakından elde edilmiş ise bu ihtimal söz konusu olur. Yine de doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.

Her neyse. Eğer sabretmekten maksat cariyelerle evlenme konusunda sabretmek ise bu, bu husustaki efendilerinin ve çocuklarının hakları yüzündendir ki bu konu, fıkıh kitaplarında ayrıntılı biçimde anlatılıyor. Eğer bu ifadedeki sabretmekten maksat zina etmeme konusunda sabretmek ise, bu sabırda nefsi arındırmak, evlenerek veya evlenmeyerek zina arzusuna karşı koymak sureti ile takva melekesini geliştirmek olduğudur. "Allah, bağışlayan ve esirgeyendir." Takva sahibi kullarının kalplerinden kötü duygularının izlerini siler ve onları rahmetinin kapsamına alır.

"Allah size (hükümleri) açıklamak ve sizi, sizden önceki (iyi)lerin yollarına ve yasalarına iletmek... ister." Bu ifade, son üç ayetteki hükümlerin yasalaştırılmasındaki maksadı ve bu hükümler uygulandığında getirecekleri faydaları açıklıyor ve onlara işaret ediyor. "Allah size açıklamak... ister." Yani yüce Allah size dünyanızın ve ahiretinizin mutluluğunu sağlayacak olan dinî hükümleri, dinî bilgiler ile hükümlerini size açıklamak istiyor. Buna göre "yubeyyinu" fiilinin mef'ulu, konumunun yüceliğini ve büyüklüğünü vurgulamak amacıyla cümleden hazfedilmiştir. "Yubeyyinu" fiili ile "yehdiyekum" fiilinin "sunenellezîne" üzerinde amil olma açısından çatıştığı ve onun her iki fiile mef'ul olma ihtimali de vardır.

"ve sizi, sizden önceki (iyi)lerin yollarına ve yasalarına iletmek... ister." Yani dünya hayatını Allah'ın rızası uyarınca düzenleyen, böylece dünya ve ahiret mutluluğuna eren sizden önceki peygamberlerin ve salih ümmetlerin yaşama tarzlarını size tanıtmak istiyor. Bu yoruma göre eskilerin yaşama tarzlarından maksat, bunların ayrıntıları ve bütün özellikleri değil, ana hatlarıdır. Ayet böyle yorumlanınca eski ümmetlerin hükümlerinin bu ayetlerle bile neshedilmiş olduğu itirazı söz konusu olmaz. Hz. Âdem'in (a.s) geleneklerine göre erkek kardeş ile kız kardeşin evlenebilmeleri gibi. Hz. Yakub'un (a.s) geleneklerine göre iki kız kardeş ile aynı anda evlenebilmesi gibi. Bazı rivayetlere göre Hz. Yakup (a.s), Yahuda'nın anası Leyya ile Yusuf'un anası Rahil adındaki iki kız kardeşi, nikâhı altında birleştirmişti.

Bir tefsire göre bu ayete başka bir anlam veriliyor. O anlam da şudur: Ayetin maksadı bütün geçmiş milletlerin geleneklerini tanıtmaktır. Bu milletler ister hak yolda, ister batıl yolda olsunlar. Yani "Biz hak-batıl ayırımı yapmaksızın size bütün eski gelenekleri tanıtıyoruz. Maksadımız, sizin bilinçli bir ayıklama yaparak bu geleneklerin hak olanlarını almanız, batıl olanlarını bırakmanızdır."

Bu anlamın sakıncası yok. Yalnız Kur'an'da hidayet bu anlamda kullanılmaz. Bu kelime kullanıldığı zaman hakka iletmek veya hakkı istemek anlamında kullanılır. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Sen istediğini doğru yola iletemezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi doğru yola iletir." (Kasas, 56) "Biz insana doğru yolu gösterdik. Artık o ister şükreder, isterse nankör olur." (İnsan, 3) Kur'an zevkine en uygun gelen üslûp, söz konusu anlamları 'açıklama, anlatma' vb. kelimeler ile ifade etmesidir.

Evet. Eğer "yubeyyinu" ve "yehdiyekum" fiilerinin "sunenellezî-ne" üzerinde kendilerine mamul etme açısından çarpıştıkları ve Allah'ın tövbe etmesi de onunla ilintili olarak ele alınır ve ifadenin "Allah size sizden öncekilerin geleneklerini açıklıyor. Sizi onların doğru olanlarının bilincine erdiriyor ve imtihan edildiğiniz batılları hakkındaki tövbelerinizi kabul ediyor." şeklinde bir anlam taşıdığı kabul edilirse, bu tefsir tarzının bir dayanağı olmuş olur. Çünkü bu ayetten önceki ayetlerde bazı eski milletlerin geleneklerine, bunların hak ve batıl olanlarına ve batıl geleneklerden geçmişte yani İslâm'dan önce yapılanlarını Allah'ın kabul edeceğine değinilmişti.

"Allah... rahmetiyle dönüp tövbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hikmet sahibidir." Burada sözü edilen tövbe Allah'ın nimeti ve rahmeti ile kuluna yönelmesi, şer'î hüküm koyması, gerçeği açıklaması ve doğru yola iletmesidir. Bunların hepsi yüce Allah'ın tövbesidir. Bunların yanı sıra kulların tövbesini kabul etmek ve günahın izlerini silmek de Allah'ın tövbesidir.

"Allah bilendir, hikmet sahibidir." cümlesi, ayetin bütün cümleleri ile bağlantılıdır. Eğer bu bağlama cümlesinin ayetin sadece son cümleleri ile bağlantılı olması istenseydi, zahire göre "Allah bağışlayandır, esirgeyendir." cümlesi en uygun ifade olurdu.

"Allah, rahmetiyle size dönüp tövbelerinizi kabul etmek ister; oysa şehvetlere (tutkulara) uyanlar ise..." Bana öyle geliyor ki, Allah'ın müminlere yönelik tövbesinin tekrarlanmış olması, "Şehvetlere uyanlar ise, sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler." ifadesinin bir önceki ayetin üç cümlesinden sadece sonuncu cümleye karşılık olduğunu göstermek içindir. Çünkü eğer "Allah ister..." ifadesi tekrarlanmadan "Şehvetlere uyanlar ise... isterler." ifadesi bir önceki ayete eklense, bu bitişiklik o ayetin bütün cümlelerine karşılık ol-mayı ifade eder ve kesinlikle anlam bozulurdu.

Ayette sözü edilen "büyük sapıklık"tan maksat haramları işlemek, neseplerin ve sebeplerin etkisini ortadan kaldırmak, zinayı mubah saymak ve yüce Allah'ın önerdiği hayat tarzını engellemek suretiyle bu ayette sözü edilen ilâhî sınırları çiğnemektir.

"Allah sizden hafifletmek ister; (çünkü) insan zayıf yaratılmıştır." İnsanın zayıf olması, şehevî güçlerle donanmış olmasındandır. Bu içgüdüler, insanı arzuları konusunda sürekli kışkırtırlar, onu bu konularda taşkınlığa sürüklerler. Yüce Allah insanlara lütufta bulunarak bu iç güdülerinin etkisini kırarak helâllikleri ortaya koydu; "Bunun dışında kalanı... size helâl kılındı." diye buyurarak bu içgüdü baskısını ortadan kaldıracak evlenme kurumunu caiz kıldı. Helâl kılınan yollar evlenme ve cariye edinmedir. Böylece Allah insanları kendilerinden öncekilerin geleneklerine de iletti. Ayrıca müt'a nikâhını yasallaştırmak suretiyle onlara ek bir hafifletme getirdi. Çünkü müt'a nikâhında süresiz nikâh külfeti, mehir verme ve eş geçindirme gibi nikâha bağlı yükler yoktur.

Bazıları bu hafifletmenin zaruret hâlinde cariyelerle evlenebilmek demek olduğunu ileri sürüyorlar. Buna verilecek cevabımız şudur: Zaruret hâlinde cariyelerle evlenebilmek İslâm'dan önce de Araplar arasında uygulanıyordu. Fakat istenmeyen, kınanan bir uygulama idi. İslâm'ın bu konuda getirdiği yenilik, söz konusu nefreti ve yadırgamayı ortadan kaldırmaya çalışmak olmuştur. Bunun için İslâm, cariyenin de özgür kadın gibi insan olduğunu, aralarında fark olmadığını, köle olmanın insanı bir arada yaşama hakkından yoksun bırakıcı bir sebep sayılamayacağını vurgulamıştır.

Ayetin inkar edilmez zahirî anlamı şudur: Buradaki hitap bu ümmetin müminlerine yöneliktir. Buna göre ayette sözü edilen hafifletme bu ümmete yapılmıştır ve bundan maksat anlattığımız hafifletmedir.

Zayıflık bütün ümmetlerin -bu ümmetin ve daha önceki ümmetlerin- ortak vasfı olduğu ve hafifletme sadece bu ümmete yapıldığı hâlde bu hafifletmenin "insan zayıf yaratılmıştır" ifadesi ile gerekçelendirilmesi, genel faktör ve gerektiricinin zikredilmesi ve bu faktörün etki bırakmasında tamamlayıcı rol oynayan şeyden söz edilmemesi kabilindedir. Şöyle denmek isteniyor: Biz sizin yükümlülüğünüzü hafiflettik. Çünkü insanın genel olarak zayıf olması hafifletmeyi gerektiren bir sebeptir. Fakat bu hafifletme bir engel yoksa yapılır. Nitekim engellerin sürekli biçimde varolması, diğer ümmetlere fiilen hafifletme yapılmasını ve rahmetin yaygınlaştırılmasına imkan tanımadı. Fakat sıra size gelince, rahmet hepinizi kuşattı, bu rahmetin sonuçları aranızda ortaya çıktı, dolayısıyla sözü edilen sebebin hükmü ortaya çıktı ve daha önceki ümmetlerin mahrum oldukları hafifletme hükmü sizin şeriatınızda yer aldı. Nitekim şu ayetler bu anlama delâlet ederler: "Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme." (Bakara, 286) "O sizi bu görevi yapmak için seçti. Din konusunda size hiçbir zorluk yüklemedi." (Hac, 78)

Bundan anlaşılıyor ki, bu genel gerekçelendirmede yatan nükte, insana yönelik nimetlerin tamamının bu ümmet üzerinde gerçekleşmiş olmasıdır.


Yüklə 2,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin