I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə118/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   114   115   116   117   118   119   120   121   ...   129

AZİZ MAHMUD HÜDAÎ

506


507

AZİZ MAHMUD HÜDAÎ

Aziz Mahmud Hüdaî, 15 ve 16. yy'lar-da istanbul'da faaliyet gösteren Nakşî, Halveti, Mevlevî ve Bayramî tarikatlarının yanısıra bu dönemde şehir hayatına henüz yeni girmeye başlayan Kadirî-lik(->) ve Rıfaîlik(-«) ile aynı toplumsal kültür zemini üzerinde örgütlenip yaygınlaşan Celvetîliğin kurucusudur. Tarikat kurucusu olarak "pir" unvanıyla anıldığı gibi tasavvuf tarihinde kendisine "kutbü'l-aktâb" ve "sahib-i zaman" sıfatları da verilmiştir.

Tasavvufa yönelmesi, Küçükayasofya Medresesi'ndeki öğrencilik yıllarına rastlar. Burada hem Nâzırzade Ramazan Efendi'den zahiri ilimleri öğrenmiş hem de dönemin ünlü Halvetî şeyhlerinden Filibeli Nureddinzade Musliheddin Efendi'nin (ö. 1573) sohbetlerine katılmıştır. Nureddinzade, Rumeli kökenli Halvetîliğin Melamî-meşrep tasavvuf anlayışına bağlı temsilcilerinden olup Batıni eğilimlerinden dolayı idamı istenen ünlü Bayramî/Melamî şeyhi Haşimî Osman Efendi'nin (ö. 1594) koruyuculuğunu üstlenerek bağışlanmasını sağlayan nüfuzlu bir şeyhtir. Hüdaî'ain Nureddinzade ile tanışması, onun daha sonra kuracağı Celvetîlik(-») içinde Melamî mistisizmiyle yoğrulan Halvetî kültürünün önemli bir yer tutmasına neden olmuştur. Halvetîliğin Hüdaî üzerindeki bir diğer etki kaynağı ise Mısır'da bulunduğu yıllarda intisap ettiği, tarikatın Demirtaşîlik koluna mensup Kerimüd-din Halvetî'dir.

1573'te Mısır'dan bir Halvetî şeyhi olarak Bursa'ya dönen Hüdaî'nin burada Muhyieddin Üftâde (ö. 1580) ile tanışıp onun Kaygan Camii'ndeki cemaatine girmesi, tarikat ve tasavvuf anlayışı üzerinde Bayramî etkisinin başladığı dönem olarak kabul edilebilir. 1577'de Üftâde'

Aziz Mahmud

Hüdaî'yi anan

bir tekke

levhası:


Yâ hazret-i

pîr şeyh


seyyid

Mahmud


Hüdaî.

M. Baha Tanınan

koleksiyonu

ye intisap etmiş ve ondan tarikat hilafeti ile daha sonra şiirlerinde kullanacağı "Hüdaî" mahlasını almıştır. Aziz Mahmud Efendi'nin İstanbul'a gelmeden önce Bursa'da geçirdiği 1573-1580 arasında Halvetî ve Bayramî zümreleriyle yakın ilişki kurduğu, fakat Üftâde aracılığıyla daha çok Bayramîlerin etkisinde kaldığı görülmektedir. Diğer yandan intisap ettiği Üftâde'nin tarikat silsilesi, Muk'ad Hızır Dede (ö. 1512) ve Akbıyık Meczub (ö. 1456) tarafından Hacı Bayram-ı Ve-li'ye (ö. 1429) bağlandığı için Hüdaî'nin sonradan İstanbul'da kurduğu Celvetîlik, tasavvuf tarihinde Bayramîliğin bir kolu gibi yorumlanmıştır. Ancak Celvetîlik, Rumeli Halvetîliği ile Anadolu Bayramî-liğinin kültürel bütünleşmesiyle meydana gelmiş ve her iki tarikattan bağımsız bir tasavvuf anlayışını temsil etmiştir. Hüdaî, kurduğu tarikatın mistik öğretisini tasavvufta "halvef'ten ayrılma anlamına gelen ve "tevhid"e işaret eden "cel-vet" kavramı etrafında şekillendirmiş, Halvetî ve Bayramî zikrinin temelini oluşturan "esma-i seb'a"ya ilaveler yaparak 12'ye çıkarmış ve "tevhid" akidesiyle birlikte 13 sayısının kutsallığım sembolize eden 13 terkli (dilimli) Celvetî tacını müritlerine giydirmiştir.

Aziz Mahmud Efendi'nin İstanbul'a gelmesi ve Celvetîliği şehrin mistik hayatına sokması 1580'lerin başına rastlar. Önceleri Küçükçamlıca'da yaptırdığı "çilehane"de inzivaya çekildiği rivayeti yaygındır. Fakat tarikatın başlangıçtaki asıl merkezi, kendisinin daha önce öğrencilik yıllarının geçtiği Küçükayasofya Camii ve Medresesi bünyesindeki tekke olmuştur. Burada sekiz yıla yakın post-nişinlik yapmış, yerine Filibeli İbrahim Efendi'yi bırakarak Üsküdar'da inşa ettirdiği "âsitane"nin başına geçmiştir.

17. yy başlarında İstanbul'un saray çevresini nüfuzu altına alan tarikat şeyhleri arasında Hüdaî, belki de en etkili olanıdır. Hayatı boyunca dokuz padişahın saltanat dönemim yaşamış ve besiyle yakın ilişki kurarak Celvetîliğin hem İstanbul'da hem de Batı Anadolu, Ege adaları ve Rumeli'de hızla yaygınlaşmasını sağlayacak siyasi desteği elde etmiştir. Hüdaî'nin padişahlarla kurduğu ilişki, iki temel noktada odaklanır. Bunlardan birincisi, başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun gündelik hayatına ilişkin sorunların pratik çözüm önerileriyle birlikte padişaha mektuplar aracılığıyla sunul-masıdır. Bu mektupların içeriği, İstanbul'un iaşesinden bürokrasideki çeşitli atamalara kadar uzanan geniş bir sorunlar dizisini kapsamakta ve Hüdaî kendisini padişah üzerindeki nüfuzuna dayanarak kamu vicdanının sesi olarak ön plana çıkartmaktadır. Tezakir-i Hüdaî adlı mecmuada toplanan bu mektupların büyük bir kısmı III. Murad'a yazılmıştır. Hüdaî'nin sarayla kurduğu ilişkinin odaklandığı bir diğer önemli nokta da, padişahların gördükleri rüyalara yaptığı uygun yorumlarda kendisini gösterir. III. Murad (hd 1574-1595), III. Mehmed (hd 1595-1603), I. Ahmed (hd 1603-1617) ve II. Osman'ın (hd 1618-1622) rüyalarım yorumlamış, devlet yönetimini ilgilendiren kimi kararların alınmasında bu yolla etkili olmuştur. Rüya yorumculuğu, Hü-daî'den sonra Celvetîlik içinde özellikle üzerinde durulan bir konu değerini kazanmış ve bu alanın isim yapmış kişileri tarikatın üyeleri arasından çıkmıştır. Hüdaî'nin saray üzerindeki nüfuzunu vurgulamak için ayrıca onun IV. Murad'a (hd 1623-1640) kılıç kuşattığını da belirtmek gerekir.

Aziz Mahmud Hüdaî'nin tarikat faaliyetleri, sarayın yanısıra bürokrasi ve aydın zümre arasında da destek bulmuş, dönemin önde gelen devlet adamları, sanatçılar ve diğer tarikatlara mensup şeyhler ona bağlanmak suretiyle güçlü bir çevre oluşturmuşlardır. Sadrazam Halil Paşa (ö. 1629) bu çevre içinde adı en çok dikkati çeken kişidir. Hüdaî ile kurduğu ilişkiyi vefatına kadar sürdürmüş, sahip olduğu vakıf gelirlerini tarikata bağışlayarak Celvetîliği maddi yönden desteklemiştir. Abaza Mehmed Paşa ayaklanmasında başarı gösteremeyince Aziz Mahmud Efendi'nin tekkesine sığınmış ve Hüdaî tarafından IV. Murad'a bağışlatılmıştır. Mimar Mehmed Ağa'ya yaptırdığı türbesi, Hüdaî Âsita-nesi yakınındadır. Aziz Mahmud Efen-di'ye bağlanan diğer önemli kişiler arasında, Sunullah Efendi, Hoca Sadeddin Efendi, Şeyhülislam Hocazade Esad Efendi ve Okçuzade Mehmed Şâhî Efendi gibi ilmiye sınıfına mensup isimler de vardır. Ayrıca diğer tarikatlara mensup şeyh ve mutasavvıfların da Hü-daî'ye bağlandıkları, böylece 17. yy başlarında Celvetîliğin İstanbul hayatı içinde zengin bir tasavvuf okuluna dönüştüğü görülmektedir. Şair ve tezkireci

Nev'îzade Ataî(->), Bayramî/Melamî mutasavvıf Sarı Abdullah(-0 ve "Olanlar Şeyhi" lakabıyla tanınan Halvetî/Melamî Şeyhi İbrahim Efendi(->), özellikle mensubu bulundukları tarikatların mistisizmini Celvetîlik ile bütünleştiren kişiler olarak dikkati çekerler.

Celvetîliğin İstanbul'da orta tabaka arasında yaygınlaşması, Hüdaî'den sonra onun yetiştirdiği halifeleri aracılığıyla gerçekleşmiştir. "Serhalife" unvanıyla tanınan Muk'ad Ahmed Efendi (ö. 1639), Veliyüddin Efendi (ö. 1651), Mehmed Fenaî Efendi (ö. 1664) ve Tophaneli Veli Efendi (ö. 1697) İstanbul'da faaliyet göstermişler, Muk'ad Ahmed Efendi ile kendi adına Celvetîlikten kol ayıran Mehmed Fenaî Efendi ayrıca Hüdaî Âsi-tanesi'nde postnişinlik görevinde bulunmuşlardır. Diğer halifeleri ise başta Bursa ve Edirne olmak üzere Rumeli'de faaliyet göstermişlerdir. Bu yoğun faaliyet ve örgütlenme sonucunda İstanbul'daki diğer tarikatlara ait bazı tekkeler Celve-tîlerin denetimine geçmiştir. Özellikle tasavvuf anlayışı bakımından Celvetîliğe yakın olan Halvetîlere ait tekkeler bu grup içinde ön sırayı almaktadırlar. 17. ve 18. yy'lar arasında İskender Baba, Küçükayasofya, Sokollu Mehmed Paşa, Alaeddin, Akbıyık, Erdebil, Bezirgan ve Sertarikzade tekkeleri Halvetîlerden Celvetîlere geçmiş, bunları Kadirîliğe bağlı Akarca ile Nakşîlere ait Zeyrek ve Çakır Dede tekkeleri izlemiştir. 19. yy başlarından itibaren Celvetîliğin İstanbul'da eski önemini kaybetmeye başladığı ve suriçindeki tekkelerim özellikle Halvetî denetimine bırakarak faaliyet alanını büyük ölçüde Üsküdar'da yoğunlaştırdığı gözlenmektedir.

İbnü'l-Arabî'nin "vahdet-i vücud" anlayışına bağlı kalan Aziz Mahmud Hüdaî, Arapça ve Türkçe kaleme aldığı eserlerinde bu tasavvuf çizgisinin başarılı örneklerini vermiştir. Arapça yazdığı Kegfü'l-Kmâ an Vecbi's-Semâ, 17. yy'da sema ve musikinin İslamiyete aykırı olduğu için yasaklanmasını isteyen Kadı-zadeliler'e(~0 karşı bu tarikat ritüelleri-nin savunmasını yapan ve bu açıdan İstanbul'daki tekke hayatını yakından ilgilendiren bir eserdir. Türkçe eserleri arasındaki Celvetî tarikatının adap ve erkânını inceleyen Tarikatname (İst., 1287, 1338) ve padişahlara yazdığı mektuplarının yer aldığı Tezakir-i Hüdaî adıyla da tanınmış Mektûbât, İstanbul hayatını yakından ilgilendirir. Yunus Emre etkisinde kalarak yazdığı ilahiler pek çok bestekâr tarafından bestelenmiş ve İstanbul tekkelerinde yaygın şekilde okunmuştur. Bu ilahiler ile birlikte çeşitli rubai ve kıtaları da Divan-ı İla-hiyyat (İst., 1287, 1338, yb 1970, 1986) başlığı altında toplanmıştır.



Bibi. Cemaleddin Hulvî, Lemezat-ı Hulviye, Süleymaniye Ktp, Hacı Mahmud Efendi, no. 4536, vr 187a; Harîrîzade, Tibyân, Süleymaniye Ktp, ibrahim Efendi, no. 430, vr 227a-245b; Tarih-iNaima, I, 112; Tarih-i Peçevî, II, 36; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, ist., 1287, s. 113-114; Evliya, Seyahatname, I, 479; Ataî,

Hadaiku'l-Hakaik, II, 760-762; Şeyhî, Veka-yiü'l-Fuzalâ, I, 280-281; İsmet, Tekmiletü'ş-Şakaik, 345-346; Ayvansarayî, Hadîka, II, 195-204; ay, Mecmuâ-i Tevârih, 55-56; İ. Hakkı Bursevî, Silsile-i Tarîk-i Celvetî, îst., 1291; Raif, Mir'at, 63-67; Hocazade, Ziyaret, 56-64; Vassaf, Sejîne, II, 372-382; Mehmed Gülsen, Külliyat-ı Hazret-i Hüdaî, İst., 1338; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 72; E. W. Gibb, A History ofOttoman Poetıy, I, Londra, 1958, s. 218; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 337-339; Beldiceanu-Steinherr, "Hüdaî", El2, II, 538-539; F. A. Tansel, "Seyyid Aziz Mahmud Hü-dâyî", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XV, (1967) s. 1-42; H. K. Yılmaz, Aziz Mahmud Hûdayî ve Celvetiyye Tarikatı, İst; 1982; ay, "Aziz Mahmud Hûdayî", DlA, IV, 338-340; Z. Tezeren, Seyyid Aziz Mahmud Hûdayî, I, îst., 1984.

EKREM IŞIN



AZİZ MAHMUD HÜDAÎ KÜLLİYESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Doğancılar'da, Ah-metçelebi Mahallesi'nde, Hüdai Mahmut, Aziz Mahmut ve Aziz Efendi Mektebi sokaklarının kuşattığı bir arsa üzerinde yer almaktadır.

Külliyenin çekirdeğini oluşturan tekkenin banisi Celvetî tarikatının piri Şeyh Aziz Mahmud Hüdaî'dir (ö. 1628). 1589' da tekkenin arsasını satın alıp inşaata başlattığı tespit edilmektedir. Muhtemelen mensuplarının da katkılarıyla 1003/1594-95'te tamamlanan ilk tekkenin şu bölümlerden oluştuğu anlaşılmaktadır: Aynı zamanda tevhidhane olarak kullanılan ve 1007/1598-99'da bizzat baninin minber ekletmesiyle camiye dönüştürülen bir mescit, bunun etrafında yer alan derviş hücreleri, aşhane niteliğinde büyük bir mutfak, taam-hane, biri Aziz Mahmud Hüdaî'ye, dördü de kızlarına tahsis edilmiş toplam beş adet meşruta ev, cümle kapısı ile bunun yanındaki iki çeşme. Bu yapılara, Aziz Mahmud Hüdaî'nin vefatına yakın inşa edilen türbesi de eklenmiştir.

İstanbul'un tasavvuf hayatında önemli bir yeri olan Celvetîliğin merkezi Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi'dir. Bünyesinde bu tarikatın pirinin türbesini de barındır-

Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi'nin vaziyet planı.

Nükhet Ezel/Vakıflar Arğivi

dığı için "pirevi" niteliği arz eden bu tekke kaynaklarda şu adlarla da anılmaktadır: Hazret-i Hüdaî Âsitanesi, Hüdaî Mahmud Efendi Âsitanesi, Pişvây-ı Tari-kat-ı Aliyye-i Celvetiyye, Aziz Mahmud Hüdaî Efendi Hankahı, Hankah-ı Celvetî, Hüdaî Aziz Mahmud Efendi Hankahı, Hazret-i Hüdaî Aziz Mahmud Efendi Dergâhı, Hüdaî Dergâhı, Hüdaî Aziz Mahmud Efendi Tekkesi.

Bir tarikat külliyesi olan bu yapı topluluğu 19. yy'ın ortalarına kadar çeşitli eklerle genişletilmiş, kalabalık bir derviş zümresini besleyebilecek güçte maddi kaynaklara, bu kalabalığı barındırabilecek ölçüde mekânlara sahip olmuştur. 1850'de Üsküdar çarşısında çıkan ve külliyenin bulunduğu yamaca doğru yayılan bir yangında, Hüdaî Türbesi dışında kalan binalar ortadan kalkmış, bu yangından sonra kısa bir müddet dervişler türbede toplanarak ayinleri icra etmişlerdir. Abdülmecid 1855'te, türbe de dahil olmak üzere külliyeyi yeni baştan inşa ettirmiştir. Bu ikinci kuruluşunda, külliyenin yerleşim düzeni aynen korunmuş, fazladan cami-tevlıidhaneye bir hünkâr mahfili, arsanın güney kesimine bir sıb-yan mektebi eklenmiştir. Bu son dönemde, II. Abdülhamid'in "mukarriblerinden" Lütfi Bey, 1317/1899-1900'de cami-tev-hidhanenin karşısına bağımsız bir kütüphane binası yaptırmış, bu binanın bir kısmını kendisi ve ailesi için türbe olarak ayırmıştır. Külliye, bundan bir yıl sonra, giderleri Hazine-i Hassa'dan karşılanmak suretiyle tamir ettirilmiş ve günümüzde ayakta olan harem bölümü inşa olunmuştur. Kısa bir süre sonra 1910' da yıldırım düşmesiyle yıkılan minare, türbenin önüne, türbedarlara ayrılan bölümün üzerine devrilerek burayı tahrip etmiş, bu olayın hemen ardından minare yeniden inşa edildiği gibi, Mısır Hıdivi İsmail Paşa'mn (ö. 1895) kızlarından Prenses Fatma Hanımefendi (ö. 1912) tarafından türbenin camekânlı giriş bölümü yaptırılmıştır.

Bu haliyle, tekkelerin kapatıldığı 1925 tarihine kadar gelen külliyenin ca-



AZIZ MAHMUD HUDAI

508

509

AZİZ MAHMUD HÜDAÎ

Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi'nde cami-tevhidhanenin içi. Sağ alt köşede "şeyh kafesi" görülüyor. Bekir Tosun, 1983

Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi'nin cümle kapısı ile iki yanındaki çeşmeler. M. Baha Tannan. 1983

mi-tevhidhanesi bundan böyle yalnızca cami olarak kullanılmış, meşruta evler ise cami görevlileri ile Vakıflar İdare-si'nin kiracılarına mesken olmuştur. Bu arada mutfak, nazire, çeşmeler, türbe ve cümle kapısı gibi unsurların günümüze aynen gelebilmiş olmalarına karşılık, derviş hücreleri, selamlık ve mektep gibi kullanımlarını yitiren bazı bölümler de tarihe karışmıştır. Binalar, başta cami olmak üzere, Vakıflar İdaresi tarafından 1975'te onartılmış olup sağlam durumdadır. Son yıllarda kurulan Aziz Mahmud Hüdâî Vakfı, külliyenin bakımını yapmakta, ayrıca öğrencilere ve muhtaçlara dağıtılmak üzere mutfakta her gün yemek pişirilmektedir.

Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi, Osmanlı döneminde istanbul'un en parlak tasavvuf merkezlerinden birisiydi. Aziz Mahmud Hüdaî'nin etkili kişiliği hükümdarları, hanedan ve saray mensuplarını, devlet ricalini, ulemayı, sanat ve musiki erbabını, çeşitli zümre ve meslekten birçok kişiyi buraya çekmiş, bu durum tekkenin postuna oturmuş olan şeyhler tarafından sürdürülmüştür. H. K. Yılmaz'ın Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı başlıklı incelemesinde, Hüdaî Tek-kesi'nin şeyhleri, hayatları ve kişilikleri ile ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır.

Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi'nin ilk aşamadaki özellikleri hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Yine de, cami-tev-hidhane ile Hüdaî Türbesi'nin aynı yerde bulundukları, ancak daha ufak boyutlu oldukları söylenebilir. Külliyeyi 17. yy'da görmüş olan Evliya Çelebi, arsadaki dağılım ve mimari özellikler konusunda doyurucu bilgi vermemekte, üç yüz kadar dervişin müstakil hücrelerde barındığını söylemekle yetinmektedir. 18. yy'daki durumu kısmen aydınlatması bakımından Ayvansarayî'nin Hadîkatü'l-Cevâmi'de naklettiği şu bilgiler kayda değer: "... cami-i şerifin avlusunda şadırvanı ve etrafında fevkani ve tahtanî mahfilleri vardır. Ve zaviye kapısında müteaddit çeşmeler vardır. Ve zaviye hücerâtı cami etrafındadır. Şeyh dairesi başka olup müstakil meşruta menzilleri dahî vardır". Külliyenin 1272/1855-56'daki ihyası sırasında, Batılılaşma eğiliminin yoğunlaştığı Tanzimat dönemine ait hemen bütün onarım ve yenileme faaliyetlerinde olduğu gibi, buradaki yapılar da, özgün mimarileri hiç hesaba katılmaksızın, Aziz Mahmud Hüdaî'nin yaşadığı devre tamamen yabancı düşen ampir üslubunda yenilenmişlerdir. Külliyenin ilk halinden günümüze intikal edebilen unsurlar cami-tevhidhanenin batısındaki Fatma Hammsultan Türbesi ile cümle kapısının solundaki iki çeşmedir.

Batıdan doğuya doğru alçalan arsa birçok istinat duvarı ile setlere ayrılmış, külliyenin binaları bu setler üzerine yerleştirilmiştir. Arsa batıda Hüdai Mahmut, güneyde Aziz Efendi Mektebi, doğuda Aziz Mahmut Efendi sokakları, kuzeyde de komşu bir parselle kuşatılmıştır. Ayrıca külliyenin tam ortasından geçerek ar-

sayı doğu-batı doğrultusunda ikiye bölen basamaklı bir geçit vardır. Bu geçit zaman içinde, tekke sakinleri ve cami cemaatinin yanısıra çevre halkınca da kullanılarak "Hüdai Avlusu Sokağı" adını almıştır. Bu sokak niteliğindeki kademeli geçidin doğu ucunda, Aziz Mahmut Efendi Sokağı'yla birleştiği noktada külliyenin cümle kapısı yer alır.

Cümle kapısından girince, Hüdai Avlusu Sokağı üzerinde, solda Aziz Mahmud Hüdaî Türbesi ile sonradan buna bitiştirilmiş olan, tekke şeyhleri ile aile fertlerinin gömülü oldukları türbe, Hüdaî Türbesi'nin arkasında bu yapıya bitişik olarak yer alan cami-tevhidhane, dar bir geçitten sonra, içinde, Kaya Sul-tan'ın (ö. 1699) kızı Fatma Hammsül-tan'ın (ö. 1727-1728) gömülü olduğu türbeyi 'barındıran hazire parçası sıralanmaktadır. Bu nazirenin batısında, Aziz Efendi Mektebi Sokağı'mn kuzeye doğru kıvrılan kesiminden sonra, duvarlarla çevrili bir bahçenin içinde harem dairesi ile harem mutfağı bulunmaktadır.

Hüdai Avlusu Sokağı'mn diğer (kuzey) yakasında ise, en alttaki küçük meşruta evden sonra sırayla, zemini yükseltilmiş bir hazire parçası, mutfak ile buna bitişik hünkâr mahfili girişi, abdest muslukları, kütüphane ve yine bir bölüm hazire yer almaktadır. Abdest musluklarının sıralandığı duvarın arkasında, arsanın kuzey kesiminde vaktiyle derviş ' hücrelerinin, kahve ocağının, taamha-nenin ve diğer selamlık birimlerinin bulunduğu bilinmektedir. Ahşap oldukları anlaşılan bu binalar tamamen tarihe karışmış, yerlerine son yıllarda Aziz Mahmud Hüdâî Vakfı tarafından bir öğrenci yurdu inşa edilmiştir. Hüdai Avlusu Sokağı'mn Hüdai Mahmut Sokağı'na kavuştuğu yerde de, cümle kapısı ile aynı boyutlarda bir kapı bulunur. Bu kapıdan çıkınca solda, sokak üzerinde, kül-

liyeye ait meşruta evlerden ikisi, bağımsız bahçeleri içinde yer almaktadır.

Cümle Kapısı ve Yanındaki Çeşmeler: Cümle kapısı küfekiden pilastrlar ile iki yandan kuşatılmış, dikdörtgen açıklığının üzerine, iki silme arasına 1272 tarihli ihya kitabesi yerleştirilmiştir. Metni Süleyman Senih Efendi'ye (ö. 1900) ait olan talik hatlı kitabe iki parça halinde düzenlenmiş, bunların ortasına Abdül-mecid'in tuğrası konmuştur.

Kapının solunda yan yana iki çeşme mevcuttur. Klasik üslupta silmeler ve sivri kemerlerle donatılmış olan bu çeşmeleri yaptıran, büyük bir ihtimalle Aziz Mahmud Hüdaî'dir. Soldakinde, kemerin üzerinde 1033/1623-24 tarihli sülüs hatlı ve Arapça metinli mensur bir kitabe, kemer aynasının içinde de 1272/1855-56 tarihinde külliye ile birlikte Abdülmecid tarafından tamir ettirildiğim gösteren, manzum metni Ahmed Sadık Ziver Paşa'ya (ö. 1862) ait talik hatlı diğer bir kitabe bulunmaktadır. Bunun sağındaki daha ufak boyutlara sahip çeşmede ise son mısraı ebcedle 1019/1610-11 tarihini veren sülüs hatlı manzum bir kitabe yer alır.

Cümle kapısının sağındaki çeşmede, 1141/1728-29'da, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın oğlu "Genç" lakaplı Damat Mehmed Paşa (ö. 1734/35) tarafından yaptırıldığını belirten, metni Bahçe-saraylı Mustafa Rahmi'ye ait, ta'lik hatlı manzum bir kitabe görülmektedir. Söz konusu çeşmenin, ampir üslubunda olan oranlan ve ayrıntıları külliye ile beraber yenilendiğini kanıtlamaktadır.

Çeşmelerin üzerinde, halen imam ve müezzin meşrutası olarak kullanılan birer ahşap mesken vardır. Geçen yüzyılda yenilendikleri anlaşılan bu evlerden soldaki, yakın bir zamanda kagire dönüştürülerek özgün şeklini kaybetmiştir. Bunun arkasında, külliyenin ilk yıllarından kalma olması muhtemel bir su haznesi ile bir dizi hela yer almaktadır.



Cami-Tevhidhane: Kagir duvarlı, ahşap çatılı, fevkani bir yapıdır. Biri bodrum katı, biri de mahfillerin oluşturduğu kısmi üst kat olmak üzere, toplam üç katlıdır. Bütün açıklıkların basık kemerlerle geçilmiş olduğu cephelerde, kat döşemeleri ve saçak hizalarında yatay silmeler dolaşmaktadır. Zemin katta, namaza ve ayinlere tahsis edilen dikdörtgen alan, kıble yönünde yer almakta, batı ve kuzey yönlerinde, zeminleri bir seki ile yükseltilmiş mahfillerle çevrili bulunmaktadır. Bu mahfillerin sınırında, ahşap korkuluklar arasında, fevkani mahfilleri taşıyan ve alçak bir korkuluk duvarından sonra tavana kadar devam eden ahşap dikmeler sıralanır. Söz konusu dikmeler kare kesitli olup pilastr başlıklarla donatılmıştır. Her dikmeye, karşısındaki duvarla aynı boyutlarda bir duvar payesi tekabül etmekte, bunların arasında altlı üstlü ikişer pencere bulunmaktadır. Batıdaki zemin kat mahfilleri ortada, iki dikme arasında kesintiye uğratılarak buraya, yalnız Hüdaî Tekkesi'nde bulunan "şeyh kafesi" yerleştirilmiştir.

Şeyh kafesinin varlığı, Aziz Mahmud Hüdaî ile Hızır Aleyhisselam arasında cereyan ettiğine inanılan bir menkıbeden dolayı, sırf bu tekkede icra edilen ayinlerde uygulanan farklı bir ritüelden kaynaklanmaktadır. Cuma namazlarından sonra icra edilen ayinlerde, cuma namazını bu kafesin içinde eda eden şeyh efendi, ayinin belirli bir yerinde, dervişler kıyama kalktıktan bir müddet sonra kafesten çıkarak ayindeki yerini alırdı. Gerektiğinde kapı gibi açılabilen kafesli bölmelerin kuşattığı bu mekânın arkasında, iki ucu kapılarla donatılmış ufak bir geçit, mahfiller arasındaki bağlantıyı sağlamaktaydı. Şeyhler, harem dairesinin bulunduğu batı yönünde, binayı kuşatan dar geçide açılan "şeyh kapısını" kullanarak cemaate görünmeden bu kafese girerlerdi. Şeyh kafesinin kıble yönündeki sınırında yer alan seki,

cami-tevhidhanenin ilk inşa edildiği yıllardaki sınırını göstermektedir.

Kuzey yönündeki mahfiller de ortada, iki sütun arasındaki açıklık miktarınca kesintiye uğramakta ve: bu açıklığın ekseninde, harimin güney duvarında mihrap, kuzey duvarında son cemaat yerine açılan kapı, bunun da karşısında yapının dış duvarındaki esas kapı yer almaktadır. Dışarıdan bir sıra basamakla ulaşılan ve cami cemaatince kullanıldığı anlaşılan bu kapının üzerinde, ortada Abdülmecid'in tuğrası, yanlarda şair Ziver'in kaleminden çıkmış ve talikla yazılmış 1272/1855-56 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Bu esas kapının batı yönünde, aynı şekilde önü basamaklı, daha ufak boyutlu diğer bir kapı daha vardır ki "tevhidhane kapısı" olarak adlandırıldığına göre daha ziyade tekke sakinlerince kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu girişin üzerindeki kitabe levhasında, sülüsle yazılmış ve Aziz Mahmud Hüdaî'ye ithaf edilmiş bir beyit yer almaktadır. Son cemaat yerinin doğu ucundan geçilen minare, dışarı taşkın, kare bir kaide üzerinde yükselen daire kesitli gövdesi, basit şerefesi ve kurşun kaplı koni biçimindeki ahşap külahı ile iddiasız bir görünümdedir.

içinde birçok sofayı, odayı ve bir helayı barındıran hünkâr mahfilinin girişi, cami-tevhidhanenin kuzeyinde, Hüdai Avlusu Sokağı'mn öbür yakasında yer alan kısmı bir zemin kattan sağlanmıştır. Duvarları içeriden bağdadi sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile donatılmış olan ve bir hünkâr kasrı niteliği arz eden bu bölümün üst katı, iki çift ahşap dikme üzerinde, köprü gibi sokağı kat ederek yapıya bağlanmaktadır. Cami-tevhidhanenin kafeslerle donatılmış olan üst kat mahfillerinin kuzey kanadı hünkâr ile maiyetine ve hanedan mensuplarına, batı kanadı ise kadınlara tahsis edilmiştir. Ahşap bölmelerle taksim edilmiş olan mahfillere, biri son cemaat yerinden, diğeri de batı yönündeki geçitten başlayan iki merdivenle ulaşılabilmektedir.

Bodrum katının, ilk mescit-tevhidha-nenin altına tekabül eden kuzey kesiminde, dar uzun koridorlara açılan ve ufak pencerelerden az miktarda ışık alan halvethane (çilehane) niteliğinde mekânlar vardır. Güney kesiminde ise, 1855-1856'daki genişletme sırasında içeriye alınarak bir türbe niteliği kazanmış olan hazire parçası yer almaktadır.

Ampir üslubuna has sadeliğin hâkim olduğu cami-tevhidhane cephelerinde herhangi bir süsleme unsuru göze çarpmaz. İçeride de süsleme asgari ölçülerde tutulmuştur. Şöyle ki; profilli çıtalarla meydana getirilmiş geometrik taksimata sahip tavanda, ayrıca pencere sıraları ile alt ve üst kat mahfilleri arasındaki kuşakta, pastel renkler kullanılarak ampir üslubunda stilize çiçekler ve dal kıvrımlarından oluşan bir tezyinat uygulanmıştır. Ayrıca üst kat pencereleri ile üst kat mahfillerinin kafesleri oymalı ve yaldızlı hotozlarla taçlandırılmıştır. Bu hotozların tepelerinde, zemini siyaha boyalı daireler içine, zerendûd tekniği kullanılarak "Muhammed" ibareleri ile Dört Halife'nin isimleri yazılmıştır. Minber ile şeyh kafesinin önünde yer alan vaaz kürsüsü ahşaptan mamul olup, "S" ve "C" kıvrımlarını ihtiva eden ve daha ziyade barok üsluba bağlanan kabartmalar ile süslüdür.

Türbeler ve Hazire: Aziz Mahmud Hüdaî'nin türbesi, vefatından 1925'e kadar, Celvetî tarikatı mensuplarınca, bayram arifelerinde, âsitane şeyhinin riyasetinde debdebeli bir şekilde ziyaret edilmiş, ayrıca istanbul'daki veli türbeleri içinde en çok rağbet görenlerden birisi olma özelliğini günümüze dek sürdürmüştür. Cami-tevhidhane ile aynı inşaat ve süsleme özelliklerim paylaşan türbe, kuzeyden güneye doğru sıralanan camekânlı bir giriş bölümü, türbe-darların nöbet tuttukları, piramit biçiminde bir külahla örtülü oda ve esas harimden oluşmaktadır. Harim kapısı üzerinde Aziz Mahmud Hüdaî'nin vefat tarihini (1038/1628) veren Arapça mensur metinli ve talik hatlı bir kitabe vardır. Dikdörtgen planlı harimin ortasında daire kesitli dört adet mermer sütuna oturan ve içeriden Celvetî tacının tepeliği gibi on üç dilime taksim edilmiş olan bir ahşap kubbe yükselmektedir. Pirin yaldızlı demir şebekelerle kuşatılmış olan ahşap sandukası, bu kubbenin altındadır. Çevresinde çocuklarına ve bir torununa ait toplam on adet sanduka sıralanmaktadır. Duvarların üst kesiminde hattat Mahmud Celaleddin'in (ö. 1829) kaleminden çıkmış, Sure-i Mülk'ü içeren, sülüs bir yazı kuşağı dolaşmaktadır. Türbede bulunan sandıklar içinde Aziz Mahmud Hüdaî'nin birtakım emanetleri muhafaza edilmektedir.

Bu türbenin doğusunda, ilk önceleri açık hazire şeklindeyken muhtemelen 1855-1856'da, üstü örtülerek türbeye dönüştürülmüş olan bölüm vardır. Tekke şeyhlerinden, mensuplarından ve aile efradından birçok kişinin gömülü ol-

r


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   114   115   116   117   118   119   120   121   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin