Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə70/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   83

ŞERİAT NE DEMEKTİR


Kur’ân-ı Kerîm’deki emredilenleri yapma, yasak kılınanları yapmama yolu olan İlâhî kanunların hepsine birden şeriat denir. Şeriat ikidir:

1-Şeriat-ı evvel

2-Şeriat-ı sâni

Şeriat-ı evvel, taklîd olarak yapılan itikadî ve amelî yapılan bütün ibâdetlerimizdir. Bizler kimin taklîdini yapmaktayız. İki cihan serveri Peygamberimizin taklîdini yapmaktayız. Orucu, mânâsını ve bizlere sağladığı faydaları bilmeden emr-i İlâhiye diyerek tutarız. Namazı, kıyamın, rük’ûun ve secdenin bizlere sağladığı faydaları bilmeden, Resûlullah Efendimizin “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öylece namaz kılınız.” emrine binâen kılarız. Madem ki namaz mü’minin Mi’racıdır, Mi’rac da, Cenâb-ı Hakk’la konuşmak ve beraber olmaktır, kendimize namaz kıldığımızda “O’nunla beraber olup konuştuk mu” diye sorsak “Hayır, konuşmadık” diye içimizdeki müftünün cevap verdiğini göreceğiz.”Kâbe-i Muazzama’yı ziyâret etmek Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır.” âyetini, taştan yapılmış bir bina olarak ziyâret ederek ismimizin ‘hacı’ olmasından başka bizlere sağladığı faydayı göremeyiz. Zekât vermek de aynı şekilde, ya malınızın kırkta biri veya ilmimizin zekâtından başka bir zekâttan haberimiz olmadığını görürüz. Dolayısıyla da, Allah’ın şehadetini de ‘kelime’ olarak söyler her şeyin bundan ibâret olduğunu zannederiz.

Şeriat-ı Sâni ise, hakîkatten sonra gelen, farkıyla zâhir ve bâtın bütün tecellîlerin bilinip uygulanmasıdır. Cenâb-ı Hakk’ın, zâhir ve bâtın olan Vahdet ve kesret tecellîlerini bilmek, bizim ilm-el yakînlik seviyesindeki vâkıfiyetimizi gösterir. Âlimlerimizin ve ehl-i tarîk diye günümüzdeki tasavvuf erbabının bu yolda şuhûdları yoksa, onlarda ilm-el yakînlik seviyesinde şeriatı uyguladıklarını görüyoruz. Hakk Mürşîdlerinde merâtib tahsilini yaparak şuhûd sahibi olanlar, Hakk Mürşîdlerinin ihvândaki ahlâk, edeb gibi irfâniyet ve kemâlât yüceliklerinin şahitliklerini yapmaları onların ayne’l-yakîn olmalarıdır. Çünkü kendi varlıklarını yok ederek Rablerini her şeyde görmeleridir. Bunlar, tecellî edenin Rabbi olduğunu zevk etmesi, tecellî olunanın da her varlığın isti’dâd ve kaabiliyetine göre o mazhardan zuhûra gelmesini seyretmesidir. Kişi biraz daha üstün zevke girerse, kendi varlığının yerine ikame eden Rabbinin, evvel, âhir, zâhir, bâtın gönül tecellîlerinin, bütün sıfat ve a’zalarından kemâlâtıyla zuhûra gelmesiyle Hakk-al yakîn olarak zevk edebilir. Lâtif olan Cenâb-ı Hakk’ın tafsilât-ı Muhammediyye’den zuhûra gelmesi şeriattır. Onun için Niyazi-i Mısrî Hazretleri şöyle diyor:

Şeriat enbiyânın sünnetidir

Kamunun ihtidâsıdır şeriat

Bu nefs-i kâfiri katletmek için

Hakk’ın hükm-ü kazâsıdır şeriat

Hakîkat gerçi sultanlıktır amma

Önünde onun libâsıdır şeriat

Şeriattan velî yâd olmaz asla

Velinin âşînâsıdır şeriat

Şeriatla durur arz u semâvât

Bu dünyanın binâsıdır şeriat

Cem-i enbiyâ ve evliyânın

Niyazi’ye yol gösterendir şeriat

ŞERÎAT NEDİR


Şerîat, doğru yol, Hakk yolu, aydınlık yol, Allah’ın ve Peygamberin târif ettiği emir ve yasaklar yoludur. Şerîat ikidir:

1- Şerîat-ı evvel

2- Şerîat-ı sânî

Şerîat-ı evvel, Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden kaçmakla olur. Kul ayrı, Allah ayrı olarak idrâk edenler her türlü emir ve yasakları nefislerinde uygulamaktadır. Fakat taklîdî bir ibâdet içinde oldukları için, yaptıkları ibâdetlerin manâsını bilmezler. Kul, yaptığı ibâdetlerin faydalarını göremez. Yalnız emr-i İlâhiyye olduğu için uygular.

Şerîat-ı Sânî, hakîkatten sonra gelen şerîattır ki “Ben gizli bir hazineydim, bilinmekliğimi murâd ettim ve bu halkı halk ettim” Hadis-i Kudsî’sinde buyrulduğu gibi Hakk Teâla’nın bu kesret âlemine tecellî etmesiyle açığa çıkmasıdır. Şerîat-ı sânîde bulunan kişiler müşâhede sahibi oldukları için, Allah’ın, kâinatta, cemâdâtıyla, nebâtâtıyla, hayvânâtıyla ve insanlarıyla şerîatı ayakta tuttuğunu zevk etmektedirler. Allah’ın her an ayrı ş’en ve tecellîsi, şerîatla zuhûr etmektedir. Mevsimler, aylar, günler hep şerîatın birer yaprağıdırlar. Şerîatsiz hakîkat, hakîkatsiz şerîat olmaz. Niyazi-i Mısrî Hazretlerinin buyurduğu gibi:

Hakîkat gerçi sultanlıktır amma,



Önünde anın livâ’sıdır şerîat,

Şerîatla durur arz ü semâvât,

Bu dünyanın binâsıdır şerîat”

Şerîat mukayyed olan bu Âdem ve âlemde tecellî-i ef’al, tecellî-i sıfat ve tecellî-i Zâtı zevk etmektir. Mürşid-i kâmillerin yolu şerîatla kâimdir. Bir insan şerîatı ihmâl ederse o kimsenin yolu çok zorlaşır. İnsan, yazın sıcaklara ve kışın soğuklara karşı nasıl bir elbise giyer, giymediği takdirde vücûdu hasta olursa şerîat da bir libasdır(elbisedir). Şerîat olmazsa bir insanın hakîkati hastalanır. Bir insanın mazharından ne şekilde tecellîler olursa Allah’ın indinde o kişinin durumu da odur. Çünkü Allah Âlim’dir, bizler ise mâlumuz. Elbette Allah kullarında ma’lûmiyeti derecesinde tecellî etmektedir. On sekiz bin âlem şerîatla ayakta durmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in 6666 âyetinin tamamı şerîattan ibarettir.

Kur’ân-ı Kerîm’de:

1- Emirler 2000 âyet,

2- Yasaklar 1000 âyet,

3- Tarihçe 1000 âyet,

4- Kıssalar 1000 âyet,

5- Örnekler 1000 âyet,

6- Nisâ(kadınlarla ilgili) 66 âyet,

7- Haram ve helal 500 âyet,

8- İbâdetle ilgili 100 âyet bulunmaktadır.

Herkesin bildiği gibi oruç, namaz, hac İslâmın şartlarındandır. Bu ibâdetlerden elde edilen edeb, sevgi ve ahlâk güzelliği gibi faydalar şerîattır. Kur’ân’ın emrettiklerini yapmak, yasakladıklarını yapmamaktır şerîat. Tabiata baktığımızda, meyve veren ağaçların yapraklarını sıyırsak o ağacın o sene meyve vermediğini görürüz. Zira o meyveyi dalında geliştiren yapraklarıdır. Bunun gibi şerîat da hakîkatin kemâle gelmesini sağlayan Hakk’ın fiiller âlemindeki tecellîlerinden ibarettir. Arz ve semâvâtın şerîatla ayakta durduğunu biraz olsun tefekkür edersek, her şey açık olarak anlaşılmış olacaktır. Toprağa attığımız bir çekirdeğe özenle yetişmesi için emek sarfedilecek olursa zamanla, bir gün ağaç haline geldiğini gördüğümüz gibi, insanı da bir Muhammed çekirdeğine benzetebiliriz. İnsan, fiillerinden açığa çıkan eserlerini (meyvelerini) şerîatla gösterecektir. Bu icraatın sonucunda Hakk insan mazharından rızâsıyla zuhûr edecektir.

Allah bu âlemi sevmek ve sevilmek için yaratmıştır. Gerek bu âlemde gerekse âlem-i Âhirette refah ve saadet istiyorsak, sîretimizin sûretimizden tecellî eden fiillerini müşâhede etmemiz gereklidir. Şerîat, Hakk’ın bu âlemde kendisini açığa çıkardığı beyân-ı İlâhiyesi’dir. Şerîatsız tarîkat de hakîkat de olamadığı gibi zevk edilmesi de mümkün değildir. Hakîkatten sonra gelen şerîat, ‘fark’ tır. Her şeyin kendi mîzânı (ölçüsü) olduğu gibi, şerîat-ı farkta da her tecellîyi tecellî ettiği mazharın terazisiyle tartarak hüküm verilmelidir. Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerden bu ölçü doğrultusunda anlamak ve uygulamak suretiyle faydalanabiliriz. Bu ölçüyü göz ardı ettiğimiz taktirde dalâlete düşeriz. Yani bir kimse bütün tecellîleri tefrik etmeden (ayırmadan) “Hepsi Hakk’tır” derse dalâlete düşmüş demektir. Kur’ân-ı Kerîm’deki müteşâbih âyetleri yerinde, muhkem âyetleri de yerinde değerlendiremezsek o âyetlerden istifade etmek mümkün değildir. Bir insan şerîatın hükümlerini yerine getirirse “ten”in şükrünü, eğer bâtınını mâmur ederse “can”ın şükrünü edâ etmiş olur. Ten cansız, can tensiz olmadığı gibi zâhir bâtınsız, bâtın da zâhirsiz olamaz.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin