Muhabbetname


SÂLİKİN HİCABLARININ AÇILMASI



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə67/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   83

SÂLİKİN HİCABLARININ AÇILMASI


Tevhîd yolu kişilerde ilim, i’tikad, edeb ile ahlâk güzelliklerini sağlıyorsa o, doğru yoldur. Bunlar eksik veya yoksa o yol ilm-i ledün diye Kur’ân-ı Kerîm’in bahsettiği sır veya esrar yolu değildir. Bir büyüğümüze “Farzdan önce farz nedir” diye sorduklarında “Farzdan önce farz, ilimdir” buyurmuş.”Farz içindeki farz nedir” diye sorduklarında da “Farz içinde farz da ihlâstır” buyurmuşlar. Görüldüğü gibi ilim olmazsa menzile doğru ilerleyen bir kişi dosdoğru yoldan sapabilir. İlimden gâye de i’tikad, edeb ve ahlâk güzelliklerini elde edip Âhiretin bahçesi olan dünyada çok güzel mahsul ve meyveleri yetiştirmek, Âhirette de refah ve mutluluk içinde ebedî olarak elde ettiklerini yemesidir. Onun için her nefesteki kalbî zikrini saat gibi kurmaya çalışmalıdır. Kurduktan sonra kalb mutmain olmuş demektir. Kalb zikirle mutmain olunca “ircî” hitabına mazhar olan sâlik, Mürşid-i Kâmilinin himmeti ile Tevhîd-i ef’âl mertebesi kendisine telkîn olunduğunda, artık hissiyle tefekkür etmeye başlayacaktır. Kalbiyle dâimî zikrine devam eden sâlik hissiyle de râbıtayı kullanmak sûretiyle kendinde ve kendisi dışındaki varlıklarda fiilleri şühûd etmeğe başlayacaktır.

Kulağın duyduğuna gözle de şahitlik yaparsak işte o zaman kalbimiz o fiili tasdik eder. Yoksa kulağın duyduğunu göz görmez ise şüpheden kurtulamadığı için kalp o olayı tasdîk etmeyecektir. Kalbin tasdîki her olayın şahitliği ile zuhûr eder. Ondan sonra kalp bütün sıfatlara komut vererek onun kabullenmesini ister. Dolayısıyla da her fiilin fâilini kişiye veya mazhara nisbet şekliyle değil, Hakk’a nisbet ederek müşâhede başlamış olur. Bir fiilin görünmesine şühûd diyoruz. Kalb tasdîk ettikten sonra bütün sıfatların kabullenişi ile görmeye de dâimî olduğu için müşâhede diyoruz. Bir kişi bu dâimî zikri kalbiyle yaptığı gibi hissiyle de mertebelerde dâima râbıtasını kullanırsa işte o zaman hicâblar açılmaya başlayacaktır.

Nasıl dâimî zikri yapmayan bir kişi kendisini zorlamak suretiyle zamanla o zikre alışkanlık meydana getiriyorsa aynen onun gibi, enfüste ve âfâkta hissiyle râbıtayı kullanmayı arzu eden bir sâlikte de elbette hicâblar kendiliğinden açılacaktır. Dâimî zikirle birlikte devamlı râbıtayı kullanmayanlarda bu hicâb açılmayacaktır. Bir kişi Tevhîd mertebelerinden hangisinde olursa olsun dâimî zikrini saat gibi kurduktan sonra mertebesinin râbıtasını da mutlaka hissiyle kullanmalıdır. Yoksa idrâk ve gönül aynasından bu niyetle bakmadığı için hicâblar açılmayacaktır. Ma’lûmunuz hicâblar ikidir: 1- Zulmânî perdeler 2- Nûrânî perdeler.

Zulmânî perdeleri açmak için ilim ve irfâniyetle fâili, mevsûfu ve mevcûdu iyi bilmek ve Hakk’a nisbet etmek lâzımdır. Bu irfâniyetten sonra da her mazhar kendisinin isti’dâd ve kabiliyetine göre Hakk’ı açığa çıkardığını ve varlıkların cins, renk ve vasıfları ne olursa olsun onun Vahdâniyyet tecellîlerini perdeleyemeyişine nûrânî perdeler denmektedir. Hicâb perde demektir. Zulmânî perdelerin açılması için dâimî zikri ve hissimizle râbıtayı kullanmayı dâimîleştirmeli, akıl nimetiyle de kendimizi, yakın takibe alarak dâima kontrol etmeliyiz.

Bir sâlik ne kadar sohbetlerde bulunursa bulunsun, irfâniyetini ilim yönüyle geliştirirse geliştirsin dâimî zikirle birlikte, hissiyle mertebesindeki râbıtayı kullanmaz ise hicâbları açılmayacaktır. Hicâbı açılmayan sâlik de varlıkları ve fiilleri ayrı ayrı kendisine nisbet ederek ihtilâftan ve ikilikten kurtulamadığı için hem mutsuz olacak hem de ilmin ötesine geçemeyecektir.

Allah’a gönül verenler yalnız ilimde kaldılarsa o kadar bir gönül verisi var demektir. Yoksa ilim, âmil olmak için elde edilmelidir. İlmiyle âmil olanlar edebinde, ahlâkında dâima kendilerini kontrol ederler. Hz. Muhammed (A.S.)’e ‘Muhammed-ül emîn’ denildiği gibi kendilerine de toplum tarafından “emîn” denir ve onlardan toplum memnundur.


SÂLİKLERDE EDEB NASIL OLMALIDIR


Edeb, terbiyeli olmak, insanlara sözle, fiille güzel davranmak ve lütufkâr bir hâl güzelliği ile muamele etmek anlamlarına gelir. Kelimeyi harflerle açacak olursak:

E: Eline sahib ol

D: Diline sahib o

B: Beline sahib ol

Eline sahib olmanın, Malum her şeyi ellerimiz ile yaptığımızdan ellerimiz fiilullahı remzeylemektedir, bu fiilullaha sahib olmanın ise Tecelliyi Efal-e mazhar yani nail olmak, Tecelliyi Efal-i giymektir. Dilimize sahib olmak ise, malum dil “Kelam Sıfatı’nı” bu sıfatın zuhur mahalli olması itibariyle tecelliyi sıfata mazhar yani nail olmak, Tecelliyi Sıfat-i giymektir. Beline sahib olma ise malum bel insanoğlunun arzıyla arşının bir olduğu, çoğalma noktası olarak vucudun yekünüdür. Bu itibarlada Tecelliyi zat’a mazhar, yani nail olmak, Tecelliyi Zat’ı giymiş olur. Günümüzde Atasözü ve Özlü söz diye bilinen bütün söz ve sözlerin hakikatde ise ne hikmet ve manalara sahib olduklarını anlamak; ancak bir Mürşid-i Kamile giderek tevhid tahsilimizi yaparak mümkün olacaktır, aksi takdirde bu edebe sahib olmak mümkün olmayacaktır.

Hucûrât Sûresi 1, 2 ve 3. âyetlerde “1-Ey îmân edenler;Allah ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, her şeyi işitir ve bilir. 2-Ey îmân edenler, seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın ve birbirlerinize bağırır gibi, ona bağırmayın. Haberiniz olmadan amelleriniz sonra boşa çıkıverir. 3- Gerçekten Allah’ın peygamberinin yanında seslerini kısanlar, bunlar o kimselerdir ki, Allah kalblerini takva için imtihan etmiştir, onlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır” buyrulmaktadır.

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîmelerde de, üstüne basa basa ifade edildiği gibi, Allah ve Resulünün huzurunda hudû’, huzu’ ve huşû’ halinde edebli olmamız istenmektedir.”Günümüzde, Resûlullah yok ki bunu uygulayalım” derseniz o iki cihan serverinin veresetül enbiya olan zâhir ve bâtın ilimlerini inananlara tebliğ eden İnsan-ı Kâmilleri mevcuttur.

Câmilerimizde, cemâatla kıldığımız namazlarda, nasıl imama uyduktan sonra, imamın dışında cemâattan çıt dahi çıkmıyorsa, aynen onun gibi, sohbet ve Kâmil ile beraberliklerimizde de edebe dâima uymalıyız. Çünkü İnsan-ı Kâmiller, Allah’ın bu yer yüzündeki sesidirler. O mazharlardan konuşan ve her türlü nasihatı bizlere yapan Rabbimin taa kendisidir. Rabbimin gölgesi olarak gördüğümüz beşer yüzlerinin hiçbir ilim ve irfâniyetleri yoktur. İlim ve irfâniyet sahibi o yüzlerden kemâlâtıyla tecellî eden Rabb-il Âlemin’dir. Kâmil mazharlarından, bizlerle sohbet eden ve her türlü yüce âyetlerini gösteren bizzât Cenâb-ı Allah’tır. Allah Zât olarak, sıfatı olan Muhammed mazharından tebliğini yapıp durmaktadır. Allah ‘Zât’tır. Muhammed ‘sıfat’tır. Muhammed ‘Zât’ olduğunda Âdem ‘sıfat’ olur. Âdem ‘Zât’ olduğunda da, sâlikler ‘sıfat’ olmuş olurlar. Onun için, Zâtın tecellîlerine, sıfatlar asla karşı gelemediği gibi, îmân eden huzur ehlinin zâhir ve bâtın edeblerinin, Cenâb-ı Allah kişilerde cem olmasını istemektedir.

Tevhîdde her merâtib-i İlâhiye mertebesinin, riâyet edilmesi vâcib olan bir edebi vardır. Fenâ mertebelerinde ‘yok’luğun hisle yaşamı, bekâ mertebelerinde de yokluğun mukabilinde ‘var’lığın lâtif sıfatlardan zuhûrâtının müşâhedesi vardır. Kâmilin sözleri Rabbimizin sözüdür. Her ne konuşursa doğrudur. Eğri olarak algıladığımız bazı sözler varsa, “Mutlaka bir sebebi vardır” diye düşünmek lâzımdır.”Verdiği kararlarda doğruyu en iyi bilen O’dur” demelidir. Çünkü onun kendine ait bir varlığı yoktur. Varlık sahibi Allah ise nasıl olur da, Allah eksiklik sergiler. Bu yolda görevli olan Kâmillerimizi madem ki Allah görevlendirmiştir, onların bizlerin bilmediği, bize ters gelen bazı kararlarının nefslerinden olmadığını bilmemiz gerekmez mi. Onun için, zâhirde yürürken onların önüne geçmemeli, ses yükseltilmemeli, uzaktan çağırılmamalı, fiil ve davranışlarda edebe riâyetsizlik asla olmamalıdır. Onların meclisinde sohbet esnasında bir ihvân kardeşimizin diğer bir ihvân kardeşimizle O’nu dinlemeyerek kendi aralarında gizli gizli konuşmaları hoş olmayan davranışlardır. Bâtında da kâmillerin kişilere yakınlığını suistimal etmek, fazla isteklerde bulunmak hoş olmayan hâllerdir. Çünkü Allah zâhir ve bâtın her şeyi gören ve bilendir.

Maalesef günümüzde, Kâmil diye bildiğimiz Mürşid-i Kâmilleri sıradan ilim sahibi bir kişi olarak gördüğümüz için, bir adım ilerlememiz mümkün olmamaktadır. Onların, sırf ilim öğrenmek için sohbetlerini dinlememiz bize vuslat buldurmaz. Bu durum evimizde bir velînin kitabını okumuş olmak gibidir. Bu hâl suyun bulunmadığı yerde teyemmümle abdest almaya benzemektedir. Gönülden sevgi ile teslim olmayanlar “Hakk’ın huzurundayım ve Hakk’ın sohbetini dinliyorum” diyemiyorlarsa, ilimleri artsa bile, mânen onlardan istifâde edip vuslat bulamazlar. Onların sîreti, bir yerde Muhammed, bir yerde Rabbü’l-Âlemîndir. Sûretleri ise, senin benim gibi bir beşerdir. Artı kutup olan Allah’ın Zâtı, Muhammed olan eksi kutupla birleşmedikten sonra gönüllerimizde nûr ziyâsının parlaması mümkün değildir.

Gelin kardeşlerim, zerreden küreye kadar Allah’ın Zâtının tecellîlerini tanıyalım. En üstün vasfa sahip olan bu Kâmillerimizin Kevser ırmağından kana kana içmenin ancak edebimiz nisbetinde mümkün olabileceğini unutmayalım.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin