Muhabbetname


RESÛLULLAH EFENDİMİZLE DÂİMA BİRLİKTE OLMAK



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə65/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   83

RESÛLULLAH EFENDİMİZLE DÂİMA BİRLİKTE OLMAK


Ashâb, Resûlullah (S.A.V.) Efendimize “Cennet’te bizler seninle beraber mi olacağız, yoksa ayrı mı olacağız. Çünkü sen Makâm-ı Mahmûd sahibisin, bizler ise değiliz.” diye sorduklarında Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Her kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurdular. Peygamber Efendimizin bu sözünden ne anlamamız gerekir.

Evvelâ Muhammed’i bilmemiz gerekiyor. Muhammed’i bilemeyen onunla beraber olup olmadığını da bilemez. Cennetler ikidir. Amel Cennetleri ve irfâniyet Cennetleridir. Amel Cennetleri amel karşılığında Cennetler olup, oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek, zekât vermek gibi ibâdetlerimizdir. İrfâniyet Cennetleri de 1- Ef’âl Cenneti 2- Sıfat Cenneti 3- Zât Cenneti 4- Hayat veya Vahdâniyyet Cennetleridir. Bu Cennetlerin hangisinde olursak olalım Muhammed’i bilmemiz ve şühûd etmemiz gereklidir. Mukayyed olan bu âlemde Muhammed sadece dört yerde zevk edilir, beşincisi yoktur.

1- Enfüste Muhammed: Zât olan Hakk’ın sıfat olan Muhammed’den yani kişinin bütün sıfatlarından tecellîsini bilmek ve zevk etmektir.

2- Âfâkta Muhammed: Bir Mürşid-i Kâmilin bütün ihvânlarından bilinmesi ve görünmesidir.

3- Vahdette Muhammed: Ahadiyetten altı merâtib mertebelerinden açığa çıkan Hakk’ın tecellîlerini bilmek ve görmektir. Zira “Allah bu âlemi altı günde yarattı.” âyeti bunu remzetmektedir.

4- Kesrette Muhammed: Allah Ahadiyetinden 1- Cemâdâtta, 2- Nebâtâtta 3- Hayvânâtta 4- İnsanlarda tecellî etmekle bu kâinatta dört yerde Tafsîlât-ı Muhammedi aynalarından kendini şerh etmektedir. Çünkü bu âlemde Zât Allah, sıfat ise Muhammed’dir. Ancak Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Allah’ı kemâl sıfatlarda arayınız. Allah’ı noksan sıfatlardan aramayınız. Allah noksan sıfatlardan münezzehtir” buyurmuşlardır. Bizler de Muhammed’i noksan sıfatlarda aramayız. Kemâl sıfatlarda ararız. O noksanlıktan münezzehtir.

Onun için kemâl mertebelerinde tecellîler Muhammedî tecellîlerdir. Bu mertebe ve yerlerde Muhammed’i tanıyan ve zevk eden kişiler her yerde ve her zaman Muhammed’le birdirler. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizden ayrı olmadıklarını görür ve zevk ederler.

Hakîkatte Cennet, kişinin Allah’la beraber olma zevki, Cehennem ise, Allah’tan uzak olma cehâletidir. Böylece anlaşılmış oluyor ki kişiler hangi Cennet’te olurlarsa olsunlar Makâm-ı Mahmûd sahibi olan Resullulah efendimizle dâima beraberdirler. Böylece “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Hadis-i Şerifi tahakkuk etmiş olacaktır. O’nu sevmek, O’nu bilmek ve O’nunla dâima beraber olup, O’nun her türlü hâli ile hallenmektir.

Cehennemdekiler ise hiçbir zaman Muhammed’i bilemeyecek ve görmeyeceklerdir. Bu âlemde saydığımız bu dört tecellînin dışında başka bir tecellî bilmek ve görmek de mümkün değildir. Resûllulah Efendimizle beraber olmak isteyenler bu yerlere nazar etsinler. İnşaallah Rabbim onlara ihsân edecektir. Âmin.

RESÛLULLAH EFENDİMİZİN BİZLERE GETİRDİĞİ HEDİYE


Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz Mi’ractan dönüşte bizlere üç hediye getirmiştir. Bu hediyeler:

1- Umuma 2- Özel 3- Kendine ve vârislerine has olan hediyelerdir.

Umumî olan için zâhirde her ne kadar Allah’ın emir ve yasakları deniyorsa da Tevhîd içinde Kâmil tarafından sâlike telkîn edilen Makâmlardır. Çünkü bu ilme talip olan bütün sâliklere ayırdedilmeksizin her Makâm aynı telkîn edilmektedir. Ayırım yoktur. Buna Tevhîd içinde umumî emânet veya hediye diyoruz.

İkincisi ise özeldir. Yani telkîn edilen her sâlik Makâmlarda çalışıp râbıta ve şühûdları lâyıkıyle zevk edebildiyse o sâliklerin gönül semâsından ilham zevkleri özel olarak o kişilere lütfedilir. Çalışmayanlar bu zevklerden mahrumdurlar. İşte çalışanlara verilen bu özel hediyeler de İnsan-ı Kâmil’in ilm-el yakînlik mertebesinde verdiği hediyeleri o kişilerin ayne’l ve Hakk-al yakînlik mertebelerindeki zevk etmeleridir. Hatırlanacaktır Maide sofrasında da Hz. Îsâ (A.S.)’nın havarîleri kırk gün sofradan yedikten sonra “Bundan böyle bu yemekten zenginler yemeyecek fakirler yiyecektir” diye Hz. Îsâ (A.S.)’ya emir gelince zenginler yani varlıklarından kurtulamayanlar inkâr ve itiraz ettiler. Allah da onları bu zevk halinden uzaklaştırdı. İşte aynen onun gibi zevke geçemeyenlere, kendi kuyusundan suyunu çıkaramayanlara bu hediye verilmiyor demektir.

Üçüncüsü hediye ise Resûlullah (S.A.V.) Efendimize veya vârislerinedir. Bu ne demektir. Makâm-ı Mahmûd sahibi olan Resûlullah (S.A.V.)Efendimiz o Makâmın tek sahibidir. O Makâmın sırlarına ve o Makâma ait hediyelere yalnız o vâkıftır. Hatta İbrahim (A.S.) Tevhîd babamız olduğu halde Resûlullah (S.A.V.)’ın müsaadesi ile o yere girmeye hak kazanmıştır. Dolayısıyla evliyalar ve vâris olanlar da kendi esmâlarıyla değil kendi esmâlarını dışarıda soyunup Muhammed olarak oraya teberrüken girebilmektedirler. Makâm-ı Mahmûd’a teberrüken giren bu evliyalar elbette oranın sır hediyelerine de sahip olmaktadırlar. İşte bu üç türlü hediye bizlere Resûlullah (S.A.V.)Efendimiz tarafından getirilmiştir.

RÛH NE DEMEKTİR


Resûlullah Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde "Evvelâ ma halâkallahu rûhi" “Allah evvelâ benim rûhumu yarattı.” buyurmaktadır. Bu rûh, küll-i rûh idi. Cemâdâta tecellî ettiğinde, cemadî rûh, nebâtâta tecellî ettiğinde nebâtî rûh, hayvânâta tecellî ettiğinde hayvânî rûh, insanda tecellî ettiğinde de insan rûhu adını aldı. Aslında rûh birdir parçalanma kabul etmez. Fakat tecellî ettiği mazharlarda saydığımız gibi isimler almaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in İsra Sûresi 85. Ayetînde “Sana rûhtan sorarlar, de ki, o Rabbimin bir emridir.” buyrulmaktadır. Cemâdî, nebâtî, hayvânî rûhlar, teşriye devrinde kör dönemecin içinde elli bin yıl tekrar tekrar dönerek kaldıktan sonra ancak insan rûhuna kavuşabiliyorlar. İnsanlardaki rûh da üç bölümde mütalaa edilir:

1- Hayvânâtı insan rûhu

2- Nâkıs insan rûhu

3- İnsanlığını bulmuş insan rûhu

1- Nefsânî yaşantıdan başka bir yaşantısı olmayan, sûrette insan görünümünde olan ancak sîrette hayvan rûhuna sahib olan insanlardır. Baba sulbü, anne sulbü ve dünyaya geldikten sonra, bir Hakk Mürşîdi olan Rabbi tarafından “Rûhumuzdan bir rûh üfürdük” âyetine mazhar olamayanlardır. Bunlar, hayvânlar gibi yeryüzünde yaşayan, Hakk ve hakîkatten haberdar olmayan, yolca gelip boyca bu âlemden âlem-i Âhirete göçüp giden varlıklardır. Bunlar hiçbir zaman insan rûhuna sahip olmadıkları gibi, bu âlemde de âlem-i Âhirette de Cehennem azâbından kurtulmuş değillerdir. Hayvanlar gibi yerler, içerler, ürerler, dünya yaşamı ile nefsânî bütün zevklerini alırlar ve teşriye kör dönemecinde, genlerinin ve bütün insanlık hasletlerinin zuhûruna kadar yıllarca insan rûhuna hazır olasıya kadar cemâdât, nebâtât ve hayvânât teşriye devriyesinde döner dururlar. İşte dünyada da Âhirette de Cehennem bunlar içindir. Bu kişilerin, stres, üzüntü, keder, asabiyet gibi bir çok Cehennem halleriyle bezendiklerini görürüz.

2- İnsan-ı nâkıs rûhlar, bir İnsan-ı Kâmile gelerek, insan-ı asliyelerini bulmak için insanî rûh üfürülmesine rağmen henüz tam insan-ı asliyelerini tamamlamadıkları için, eksik ilim ve idrâka sahip olan kişilerdir. Zariyat Sûresi 56. âyette “ins” diye tabir edilen henüz insanlığını bulmamış olanlar bu sınıftandır.

3- Sûrette insan sîrette de insanlığını bulan kişilerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in Araf Sûresi 172.”Rabbim Âdem oğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ buyurduğu vakit onlar da ‘Evet Rabbimizsin, şahit olduk’ dediler.” âyetini bu gün bezm-i elest olarak kabul edip, bir İnsan-ı Kâmilden, “Rûhumdan bir rûh üfledim.” âyetini üfürten kardeşlerim insan rûhuna sahip olanlardır. Bunlar da aynen nâkıs insan gurubunda olan kardeşlerimiz gibi akıl baliğ olasıya kadar baba sulbü, anne sulbü gibi devrelerden geçmektelerse de, henüz sâbîlik devresinde olduğu için, sâbîlikleri nedeniyle herhangi bir suçtan da mes’ul değillerdir. Nâkıs rûhlarla bunların arasında tek bir fark vardır, o da, eksik olan rûhların nâkıslığından mütevellit insan-ı asliyesini tam idrâk edememeleridir.

İşte insan rûhu bir Mürşid-i Kâmilden o kişiye evvelâ zikir rûhu, ef’al rûhu, sıfat rûhu, Zât rûhu üfürüldüğünde, Hicr Sûresi 29.”Feiza sevveytuhü ve nefahtü fiyhi min rûhi” “Ona Rûhumdan bir rûh verdik.” âyetinin zuhûru olan insan rûhu görülmeye başlar. Nasıl ki anne rahmine intikâl eden sperm birinci kırk günde kan pıhtısı, ikinci kırk günde et parçası, üçüncü kırk günde kol ve bacaklar teşekkül ederek yüzyirmi gün sonra anne karnındaki çocuk hareket etmeye başlıyorsa, manevî rûh da bu şekilde, Mürşid-i Kâmilin zikir rûhu, ef’al rûhu, sıfat rûhu, Zât rûhu olarak üfürülerek insan rûhu teşekkül etmiş olur. Yoksa bu gördüğümüz bütün insanların hepsinin insan rûhlu olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, “nas” tabiriyle bütün insanlardan bahsediyor. Zariyat Sûresi 56. âyet “Ben ins ve cinleri bana ibâdet etmeleri için yarattım” demekle henüz insanlığını bulmamış eksik, yani nâkıs insanlardan bahsediyor. Yine Kur’ân-ı Kerîm İnsan Sûresinde, sûret ve sîrette insanlığını bulan insanlardan da bahsetmektedir. Şu halde, insan rûhuna sahip olarak Rablerine kavuşan bu kişilerin, Bakara Sûresi 156. âyetinde “Galu inne lillah ve inne ileyhi raciun” “Allah’tan geldik tekrar Allah’a rücû edeceğiz.” belirtildiği gibi rûhlarının sonsuza kadar, mutluluk içinde Cennet-i Âlâ’da kalacağı görülmektedir.

İnsan rûhu dışındaki diğer rûhların cemâdât, nebâtât ve hayvânât teşriyesi dönemecinde uzun yıllar kaldığını görüyoruz. Onun için akıl sahiplerinin bir an evvel, bir İnsan-ı Kâmilden bu insan rûhunu üfürtmesini tavsiye ederim. Böylece ervâh âlemi olan bezm-i elest deminde, sıra ile zikir rûhu, ef’al-i İlâhiye rûhu, sıfat-ı İlâhiye rûhu ve Zât-ı İlâhiye rûhunu Vahdâniyyet diriliğini zevk ettiğinde, insan rûhuna sahip olduğu görülecektir. Cenâb-ı Allah bütün inanan kardeşlerime bu insan rûhunu nâsib etsin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin