Muhabbetname


ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK NE DEMEKTİR



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə61/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   83

ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK NE DEMEKTİR


Ölüm üç türlüdür:

1- İzdirari ölüm,

2- İhtiyârî ölüm,

3- Her nefesteki ölüm.

Her nefs ölümü tadacaktır” (H.Ş.) gereği her canlı varlığın belirli bir ömürden sonra bu âlemi terketmesine izdirari ölüm denir. İhtiyarî ölüm ise bir kişinin kendi istek ve arzusuyla bir Mürşid-i Kâmile gelip merâtib-i İlâhiyedeki fenâ-i tam tahsilinde kendine nisbet ettiği varlığı yok edebilirse ölmeden evvel irâde ve idrâkiyle ölmüşlerden olur. Bunu Resûlullah (S.A.V.)Efendimiz “Mutu kable ente mutu” sırrıyla tavsiye ediyor. Yani “Ölmeden evvel ölünüz.” buyuruyor. Sahabeye “Siz yiyip içen ve gezen ölü görmek ister misiniz. Ebubekir (R. A. ) Hz. ’lerine baksın demekle, onun sahabeler içinde şirklerinden kurtulup Fenâfillâh mertebesini zevk ettiğini göstermiş oluyor.

Bizler de kendimize nisbet ettiğimiz fiilimizin fiilullah, sıfatlarımızın sıfatullah, zâtımızın da Zâtullah olduğunu idrâk edersek ölmeden evvel ölenlerden oluruz. Bakara Sûresi 28. âyetinde Allah'a nasıl küfrediyorsunuz ki, ölü iken sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra sizleri yine diriltecek, sonra da döndürülüp O'na götürüleceksiniz!” buyruluyor. Bizler de Mürşid-i kâmile gelmezden evvel manevî yönümüzle ölüydük. O bizi zikirle diriltti. Tekrar öldürüldük. Yani kendimize nisbet ettiğimiz ef’âlimizin, sıfatımızın, Zâtımızın kendimizin olmadığını irfâniyetle öğrenince gayriyetlerimiz ölmüş oldu. Tekrar dirilmemiz ise Fenâfillâh olduktan sonra Hakk’ın varlığı ile var olduğumuzu anlamakla ihtiyarî olarak olacaktır. Ondan sonra da O’na döndürüleceğiz.

Zira Rabbimizi tanıyınca, bizdeki Rabbil has, Rabbü’l-Âlemîn’e muhtaç olduğunu kendisindeki sevk ve idârenin Rabbü’l-Âlemîn’in bir şûbesi olduğunu anlayacaktır. Sonunda elbette dönüş de O’na olmuş olur. Bakara Sûresi 260. âyetinde “Bir vakit İbrahim:‘Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster. ’demişti. Allah buyurdu: ‘Yoksa inanmadın mı’ İbrahim: ‘İnandım, ancak kalbimin iyice yatışması için. ’ dedi. Allah buyurdu ki: ‘Öyle ise kuşlardan dördünü tut ve onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt. Sonra onları çağır, koşa koşa sana gelsinler. Bil ki, Allah gerçekten güçlüdür ve hikmet sahibidir. ’” buyrulmaktadır.

İşte sendeki dört kuş

1- Leşle beslenen ‘kuzgun’, 2- Obur ve doymak bilmeyen ‘kaz’, 3- Eteğe düşkün ‘horoz’, 4- Gururlu ve kibirli ‘tavus kuşu’dur. .

Kuzgun, helâl haram gözetmeden her şeyi yer. Kaz, obur, açgözlü ve asla doymak bilmez. Horoz, haram ve helâl gözetmeksizin şehvete düşkündür. Tavus kuşu, tüylerinin güzelliğyle ve rengârenk oluşuyla mağrur olan bir kuştur. İşte saydığımız bu dört kuştaki hasletler insanlarda da vardır.

Bu kuşların taşıdığı hasletlerden geçersen, yani kendine nisbet ettiğin bu varlığı öldürüp, Hakk’ın bunların karşılığı olan güzel hasletleri, Hakk’ın varlığı ile dirildiğinde sende dirilir ve senin bu kötü hasletlerinin öldüğünü sendeki Hakk’ın güzel hasletlerinin dirildiğini görürsün. Yani ölmeden evvel ölmekle, dirildiğini görürsün buyurmuşlardır.

Zâhir bedenimizde nefesimizle aldığımız oksijenle dirilir, verdiğimiz nefesle de bedenimizdeki karbondioksiti atarak ölürüz. Bu bedensel faaliyetimiz her nefeste dirildiğimizi ve öldüğümüzü göstermektedir. Tevhîdde ise her nefeste ölüp dirildiğimiz Kâmilimizden aldığımız “nefehtü” âyetinin idrâkiyle anlaşılacaktır.

ÖLÜM ÖTESİ


Bizler dünya âleminde öldükten sonra bedenlerimizin toprağa girmesi ile Cennet’e veya Cehennem’e gideceğimizi zannederiz. Halbuki bu âleme gelesiye kadar üç âlem geçirdik. Bu âlemden sonra da üç âlem geçireceğiz. Ondan sonra Rabbimize kavuşmuş olacağız. Yoksa herkesin bildiği gibi ölünce hemen Cennet veya Cehennem’e girecek değiliz.

Bizler baba sulbünde iken meni halinde bir damla su idik. Orada ismim diyelim ki Ahmet idi. Oradaki vücûdum da bir damla sudan ibaretti. Oradan anne rahmine düştüm. Oradaki adım yine Ahmet oldu. Orada ayrı bir vücûd giydim. Yani anne rahminde yeni vücûd giydim. Burada göbek bağımla annemin kanından gıdalanıyordum. Anne karnından dünyaya geldim. Özüm yoluna dünyada devam etmeye başladı. Dünyadaki gıdamı artık ağız yolu ile almaya başladım. Dünyadaki adım yine Ahmet oldu. Vücûdum da dünyadaki bedensel olan vücûdum oldu. Dünyadaki vücûdumu da yetmiş-seksen senelik bir yaşam sonunda, baba ve anne sulbündeki vücûdlarımı nasıl bıraktıysam, aynen onun gibi dünyadaki vücûdum da, topraktan geldiği gibi toprağa gömülüp bırakılacak. Şimdi geriye baktığımızda, baba sulbündeki, anne sulbündeki ve bu dünyadaki vücûdumuzun nasıl olduğunu biliyorsak aynen onun gibi âlem-i berzaha geçtiğimizde de orada da lâtif bir vücûd giyeceğimizi bilecek ve göreceğiz.

Aslında, baba sulbünde de, anne sulbünde de, dünya âleminde de kesafet vücûdlarımızın altında ayrıca bir lâtif vücûdumuz dâima vardır. Yunus’un “Bir ben vardır bende, benden içeri” dediği işte o lâtif vücûdumuzdur. Kâinatta her varlık ‘dış’ ve ‘öz’den ibarettir. Bir ceviz bile kabuğunun içindeki özün durumunu lâyıkiyle bilemez. Fakat cevizin özü kabuğun durumunu çok iyi bilir. Kesâfet vücûdundan letâfet vücûduna geçmeden (Fenâfillâh) letâfet âlemi lâyıkıyle bilinemez. Fakat lâtif varlığımız kesâfet varlığımızdan zuhûra geldiği için onu çok iyi bilir ve görür. Kesif vücûdumuz fânî olduğu için ölüm onu yok eder. Fakat lâtif vücûdumuza ölüm yoktur. O, bir âlemden diğer bir âleme geçmekle yolculuğuna devam etmektedir. Lâtif vücûdumuz, bu dünya âleminde kesif vücûdumuz olan bu unsur vücûdun sıfat ve a’zalarından kendisini sergilemektedir. Evliya ve ehl-i ârifler, kesif olan bu zâhir vücûddan, gözle zâhirde görülmeyen lâtif olan vücûdu gördükleri için, ona göre tavır takınırlar. Bizler de onlara ‘Ne mübârek insanmış, içimizi okudu’ deriz. Gözle gördüğümüz zâhir vücûd, bu dünya âleminde gününü tamamlayınca aramızdan bir daha gelmemek üzere ayrıldığı için ona öldü deriz ve toprak olan cemâdâta teslim ederiz. Fakat lâtif olan vücûd bâkidir. O ölmemiştir. Berzah âlemine lâtif olan vücûd intikâl eder. Sakın bu âlemlerde bir yerlere gidilip gelindiğini zannetme. Sefer, senden sanadır. Anlaşılması için ikilik içersinde kelâmla bu şekilde ifade edilmektedir. Berzah âlemi, rûhlar âlemi, melekût âlemi diye bildiğimiz âlem, dünya ile Âhiret arasında bir bekleme salonudur. Burada, dünyada nasıl bir yaşam içerisindeysen, her anının çekilmiş fotoğrafları ve dünyadaki yaşamında söylediğin her sözün banta kaydedilmiş olarak tasnif edildiği yerdir. Ayrıca hakîkat ehli olarak da gönülden geçen her şey banta kayıt yapılmıştır. Bu fotoğrafların banyo yapılması ve bantların tasnifi, melekût âleminde yapılmaktadır. Bu âlemde de ismimiz yine aynıdır. Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyet yönünün her şeyi ihâta etmesi nedeniyle, bir çekirdeğin içerisinde bütün bir ağacın dal, yaprak ve meyveleri gizli olduğu gibi, berzah âleminde de kişinin dünyadaki çekilen fotoğrafları ve söz bantları henüz açığa çıkmamıştır. Gizlidir. Onun için buraya Vahdâniyyet âlemi, bekleme salonu veya berzah âlemi denmiştir. Burada sorgu ve sual yoktur. İnsanlar, burada da her ne kadar kalacaklarsa, kaldıktan sonra, rûhâniyetimiz olan lâtif vücûdumuz yoluna devam edecektir. Çünkü ölüm bedenedir. Rûha değildir.

Berzah âleminden sonra, Âhiret diye bildiğimiz, ceberrut âlemine, yani mârifet âlemine ölümsüz olan lâtif vücûdumuzla geçeceğiz. İşte bu âlemde, Cennet de var, Cehennem de var, Sırat da var, Mizan da var. Dünyada iken tencereye ne koydu isek, burada kepçemize o çıkacaktır. Cenâb-ı Allah, hesâbını seri görendir. Bu âlemde, frekanslar, dalgalar, şualar gibi bazı etkenlerle, kişilerin Vahdet ve kesret âlemindeki yıldızlardan etkilenmeleri mümkündür. İşte bu ceberrut âleminde, letâfet vücûdları ile kişiler günahkârlarsa Cehennem’de azâblarını çekecekler, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını uyguladılarsa Cennet’i görüp yaşayacaklardır. Dünyada çekilen fotoğrafların, zâhir ve bâtın bantların hesabı bu âlemde verilmektedir. Dünya âhiretin tarlasıdır.”Dünyada gönül tarlana ne ektiysen, âlem-i Âhirette onu biçersin” (H.Ş.) burası için söylenmiştir.

Âlem-i Âhirette, bizlerin bildiği gibi kesâfet bir vücûd değil, lâtif bir vücûd azâb ve mükâfatı görmektedir. Bir kişi nasıl rüyasında zâhiri vücûdu azâb ve mükâfatı görmediği halde, letâfet vücûdu azâb ve mükâfatı görmekteyse aynen onun gibi letâfet yönü ile bu imtihanı geçirecektir. Cenâb-ı Allah’ın her nefesin bile hesabını çok çabuk gördüğü göz önünde bulundurmak gerekir. Dünya mâdem bir imtihan âlemidir, her türlü yaşam hâlimizin hesabını vereceğimiz muhakkaktır.

Dünyada iken bu lâtif vücûdu tanımak ve her türlü nefs terbiyesi sonunda, kalb ve gönlü, Rabbinden başkalarından temizlemek lâzımdır. Allah kendisinden başkasının o gönülde olmasını istemez. Peygamberimiz "Nâs uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar" buyurmuşlardır. Kalbin cehâlet ve gafletten uzak olarak ilim ve irfâniyetsizliği, kişinin gaflet uykusunda olduğunu gösterir. Ömrü boyunca bedensel vücûdunun huzur ve rahatını düşünerek yaşamak, kişinin Hakk ve hakîkat yolunda uyuduğunu gösterir. İşte kalbin bu cehâlet ve gafletinden uyanması, kişinin aynı zamanda ilim ve irfâniyetle lâtif olan Âhiret âleminde uyanması demektir. Dolayısıyla da daha yaşarken, lâtif olan Âhiret âlemini görür. Kendisinin diye bildiği varlığın olmadığını, varlık sâhibinin Hakk’ın varlığı olduğunu şühûd etmeye başlayınca, gönlünde canlandırdığı benlik varlığının kendisinin olmadığını, bu varlığın Hakk’ın varlığı olduğunu anlayınca, dâima O’nu görmeye ve O’nun yaşamını seyretmeye başlar.

İşte, bir kişi gaflet ve cehâletten ölerek, Hakk’ın varlığında dirilirse, gaflet uykusundan uyanmış, ilim ve irfâniyetle dirilmiş demektir. Zira ilim ve irfâniyet Hakk’ındır. Diri de O olmuş olur. Bir âyet-i kerîmede "Mü’minler ölmezler, fenâ evinden bekâ evine göçerler" buyrulmuştur. Artık o kişi Hakk’ta fânî olmuş ve Hakk’ta Hakk ile bekâ bulmuştur. Onun Allah’tan gayri kendine ait varlığı olmadığı için, ona ölüm de yoktur. Rûhullah olan letâfet vücûdu, Zât deryası olan Lâhut âlemine kadar yoluna devam edecektir. Yunus Sûresi 62. âyette “Uyan! Allah dostlarına ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!” buyrulmaktadır. Birlik deryasında O’ndan başkası olmayınca kimden korkacak ki.

Berberin önünde saçlarımızın önümüze döküldüğünü gördüğümüz gibi, âlem-i Âhiret diye bildiğimiz ceberrut âleminde, Cennetlikler Cennet’e, Cehennemlikler de Cehennem’e gireceklerini göreceklerdir. Bu âlemde iken, bu âleme gelesiye kadar bütün âlemlerdeki vücûdumuzu görüp bildiğimiz gibi bu âlemde de vücûdumuzu görecek ve bileceğiz.

Ceberrut âleminde kaldıktan sonra Cennetlikler Lâhut âlemi olan Zât âlemine intikâl ederler. Her âlemde lâtif vücûdumuzla seyir yaptığımız gibi bu âlemde de Lâhut âlemine seyir yapılır. Mârifet âlemi olan Ceberrut âleminde, günahları ağır gelenler cehenneme,sevapları ağır gelenler ise cennete gireceklerdir. Günahları ağır gelenler ebedi cehennemde sevapları ağır gelenler ise ebedi cennette kalacaklardır.dünyada tevhid tahsilinden sonra cemalullahı görebilenler ise burada olduğu gibi Alemi ahirettede mükâfat olarak ebedî mutluluk ve huzur hâli olan Cenâb-ı Hakk’la beraber olma dâimliğine nâil olmuşlardır. İşte bunlar Rablerine kavuşmuş olanlardır. Irmak ve derelerin deryaya kavuştuğunda nasıl sesi ve sedâsı çıkmazsa Rablerine kavuşanların da mutluluklarına diyecek yoktur. Onlar bütün imtihan ve merhaleleri başarı ile geçmiş, Rablerine kavuşarak mutlu olmuş ve kurtuluşa ermiş kişilerdir. Her nereye bakarlarsa baksınlar, Cenâb-ı Hakk’ın yüzünü görmekte ve kendi sıfat mazharlarından, diğer bütün başka sıfatlarda tecellî eden Zâtın zuhûrunu seyretmektedirler. Bu âlemin bir seyir âlemi olduğunu bildikleri için, her an ayrı bir şe’nde tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın zuhûrâtını fark ile şerîat-ı ahkâmiyeyi seyreder ve yaşarlar. Allah bütün kardeşlerimi bu minval üzere vuslat bulan, kurtulmuş kişilerden eylesin. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin