Muhabbetname


NÛRÂNÎ VE ZULMANÎ PERDELER



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə60/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   83
    Bu səhifədəki naviqasiya:
  • ORUÇ

NÛRÂNÎ VE ZULMANÎ PERDELER


İnsanlar yaradılış gereği aceleci yaratılmışlardır. Az bir mücâdele sonunda hemen murâdlarına ermek isterler. Yaptıkları ibâdetler sonunda hicâblarının açılmasını, her şeyin Hakk ve hakîkatini görmek ve mutluluğa kavuşmak isterler. İşte böyle idrâkteki Musalara Kur’ân-ı Kerîm’de, Musa (A.S.) “Görün bana bakayım sana” dediğinde “Ya Musa! Sen Beni göremezsin” (Len terâni ya Musa) denmiştir. Musa (A.S.) “Karşı dağa bak” diye hitâb duyunca dağa baktı. Oradan tecellî eden ism-i celâl ateşi ile o benlik dağı eridi ve Fenâfillâh oldu. Kendine geldiğinde “Ya Rabbim benim arzu ettiğim gibi seni görmek isteyenlerin ilk tövbe edicisi ben olayım” diye niyâzda bulunmuştur.

Şu halde bizlerin bir Mürşid-i Kâmil vasıtasıyla nisbîyetlerimizden kurtulup, nefs deryâsından rûh âlemine geçme ilmini öğrendikten sonra zulmânî perdeleri yırtmamız mümkün olduğu görülmektedir. İkilikle yapılan ibâdetler müşâhedesiz olduğu için zulmanî perdeler kalkmaz. Kıldığımız vakit namazları, Ramazan’da bir ay tuttuğumuz oruçlar bizlere perdedir. Çünkü bedenle yapılan ibâdetlerin fiillerinin fâilini, görüntüde mevcûd olan sıfat ve esmâya nisbet ettiğimizde zulmanî perde inmektedir. Zira bedenin kendine has bir gücü ve kuvveti yoktur. Güç ve kuvvet sahibi Allah’tır. Kelâmla “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahilazim” diyoruz ama yaşantımızda ‘Bu ten kafesinden her ne fiil zuhûr ederse bunların fâili Allah’tır’ diyemiyoruz, şühûd edip esmâ ve sıfatlara nisbet etmeden, Rûhullahın tecellîsinin zuhûrunu zevk edemiyoruz. Her varlığın yaratılma yeri neresi ise orada fiil ve icraatını gösterecektir. Biz de onu yerinde farkıyla seyredebilirsek, işte o zaman zulmânî perdelerimiz kalkmış olacaktır. Yoksa ikilik yaşantısında kendi vücûdumuz bize perde teşkil etmektedir. Çünkü sûretten sîrete geçmeden her varlıktaki birliğin zevkine eremeyiz. Okuduğumuz kitaplar bize perde olabilmektedir. Çünkü o yazarın fikirlerine bağlılık yaratmaktadır. Vücûdumuz bize perdedir. Çünkü nisbîyette kalmamız dâima yenilenmektedir. Hakk’a nisbîyet şühûdlarımız galebe çalmadıkça her an gaflete düşmemiz mümkün olmaktadır. Kıldığımız vakit namazlarımız bile bize perde olmaktadır. Çünkü dâimî namazda olamadığımızdan, müşâhedemiz tecellî etmediği için nisbîyetlere bağlılığımız devam ediyor. Bütün bunları ilmen bilsek bile gaflete düşmemize engel olamıyoruz. Nakşibendi, Kadiri, Nurcu gibi grup ve ekoller bizlere perde olabilmektedir. Çünkü bu grupların mazharlarından Hakk’ın, yaratılma yerlerine göre tecellî ettiğini, onların da yerli yerinde Hakk olduklarını kabullenemiyoruz. Bir bahçede bulunan gül, karanfil, menekşe, sümbül gibi hepsinin birer çiçek tecellîsi olduğunu kabullenecek, onlara ihtilafın Hakk'a ihtilaf olduğunu, onlara buğz etmenin Hakk'a buğz etmek olduğunu anlayarak, onları da yerli yerinde görüp, sevmeye gayret etmemiz gerektiğini anlayacağız. Halka hizmet Hakk'a hizmettir.

Halkı sevmek Hakk’ı sevmektir. Çünkü Hakk, halktan tecellîsini göstermektedir. Onun için Hakk, halktan ayrı değildir. Bu zevk ile zevkiyâb olduğumuzda Hakk’tan gayri olmadığımız o zaman anlaşılacaktır. İşte o zaman saydıklarımız bize perde olmadığı gibi bunlar bizler için günah da olmayacaktır. Çünkü en büyük günah Hakk’tan ayrı olmaktır. En büyük sevap da Hakk’la beraber olmaktır. Onun için yaptığımız ibâdetlerde dâima Hakk’ı müşâhede edelim. Dâima onunla beraber olmamız, bizim, bütün ibâdetlerden üstün olan dâimî zikrimiz olacaktır. Bizler Hakk teâlânın birer aletiyiz. Bizleri nerelerde kullandığını şühûd edelim. Emrettiği yerde mi. Yoksa yasak ettiği yerde mi. İşte biz oyuz.

Nûrânî perdeler ise birliği bozmayan ikilik perdeleridir. Nasıl bir evin penceresinin tülünden dışarıyı seyrettiğimizde her şeyi net görmek mümkünse aynen onun gibi Fenâfillâh olup Bekâbillâha erenler Allah’ın Cemalullahını bütün sıfatlardan seyrederler. İşte bu birliği bozmayan ikilikte Zâtını, sıfat aynalarından seyretme halidir. Seyreden ve seyredilen şekliyle anlatılsa da bu zevke erişen bir sâlik irfâniyeti ile kendi zâtını kendi sıfatlarından seyredenin ayrı olmadığını zevk etmektedir. Bir kişi aynaya baksa, bakan ayrı, aynadaki ayrı değil ki ayrı mütalâa etsin. İşte buna da nûrânî perdeler denilmektedir.”Allah âlem-i Âhirette ayın ondördü gibi Cemalullahını mü’min kullarına gösterecektir.” sözünün gerçek anlamı budur. Allah, Zâtını ne bu âlemde ne de âlem-i Âhirette mazharsız göstermeyecektir. Zâtının bulunduğu yerde başka bir varlık yok ki gören veya görünen olsun. Allah cümlemize nûrânî perdeler altında Cemalullahını seyretmek nasîb ve müyesser etsin. Âmin.


ORUÇ


Oruç, yükselmek demektir. Nereden nereye yükselmektir. İkilikten birliğe yükselmektir. Cehâletten irfâniyete yükselmektir. Şirkten, gayriyetten, nisbîyetten birliğe, ayniyete yükselmektir. Oruç dört bölümde mütalaa edilir:

1- Bedenin orucu(şerîat-ı evvel orucu)

2- Kalbin ve gönlün temizlik orucu(tarîkat orucu)

3- Hakîkat orucu (ikilikten birliğe yükselme orucu)

4- Mârifet orucu (esmâ ve sıfatların seyri)

Bedenle ilgili olan oruçta evvelini ve âhirini bilerek her ikisi arasında, yemek içmek ve nefsânî istek ve arzulardan uzak kalmak olarak mütalaa edilir. Çünkü bu beden onbir ay çalışıp bir ay bakıma tabi tutulan bir fabrika gibi dinlendirilirse sıhhatte kalacağı muhakkaktır. Bir hadiste "Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız" buyrulmuştur. Yalnız sahurda, akşama kadar aç kalmaktan korkarak tıka basa mideyi doldurup rahatsız olmak, iftar vaktinde de yine tıka basa yemek yemek bedeni dinlendirmek değildir. Aç kalmak kişiye tam mânâsıyla ölümü hatırlatıyor ve nefs muhasebesini yaptırıyorsa ancak o zaman bedenin orucunun faydasını kişi görebilir. Yoksa oruç tutmamıştır. Bedenin orucunu tutanlar, bu satırlarda îzâh edilemeyecek kadar çok sayıda faydalar elde etmektedirler. Fakat İslâmiyetin oruç emrindeki daha fazla yüceliğe sahip olmak için beden orucuyla beraber olan kalb ve gönül temizliği olan tarîkat orucu da tutmağa gayret göstermelidir. Böylece bedensel orucun yetmişbin katına mazhar olur. Çünkü yalnız bedensel orucu tutanlar kalb ve gönül terbiyesinden lâyıkiyle nasîb alamadıkları için, onların yaşantılarında, sinirlilik, sağa sola sataşma gibi, sabırsızlık halleri görülür. Halbuki oruç, günahlardan, kişiye zarar verecek her türlü kötülüklerden sakınmak içindir. Gaflet ve dalâlete düşerek, ahlâksızlıktan sakınılmalıdır. Oruçta güzel ahlâk, edeb ve iffet vardır. Peygamberimiz, "Bir kişi size kötü bir söz söylediği zaman, siz ona kötü bir söz söylemeyin. ‘oruçluyum, oruçluyum’ desin" buyurdular. Görüldüğü gibi oruçlu bir kişinin, el, ayak, göz, dil gibi her türlü sıfat ve a’zalarını kötülüklerden sakınması gerektiği anlaşılmaktadır. Bunlarla her hangi bir hata yaptı ise, hemen tövbe etmesinin orucun aslı olduğu beyan edilmiş oluyor. Orucun güzel ahlâk ve hakikî insanlığın ta kendisi olduğu, benlik, nisbetten, gurur, kibir, haset, fesat, yalan ve buna benzer bütün kötülüklerden sakınmanın oruç olduğu anlaşılmış oluyor. Oruç nefs terbiyesidir. Kur’ân-ı Kerîm’de yasak kılınan, nefsin canavarlıklarını terk etmek tahsilidir. Oruç, kişinin kalb ve gönlünü nefsin hükmünden kurtarmalıdır. Kalbin ilim ve irfâniyet doğrultusunda güçlenmesi gerçek oruçtur. Bir kişi oruçlu olduğu halde sağa sola saldırıyor, onun bunun kalbini kırıyor, ahlâk ve edeb kâidelerine riâyet etmiyorsa onun orucu yoktur. Çünkü oruç kötülüklerden, ahlâksızlıktan, bilgisizlikten, kötü düşünüş ve davranışlardan sakınmak, güzel ahlâka ve bütün iyiliklere yükselmek için emredilmiştir. Gelin kardeşlerim bu seviyede bir oruç tuttuğumuzu söylüyorsak gıybet dinlememeye özen gösterelim. Kötü görmemeye, kötü şeylerle dilimizi meşgul etmemeye, kötü şeyler düşünmemeye, gönlümüzü ve bütün sıfatlarımızı elimizden geldiğince Hakk’la meşgul etmeye, zikir ve fikirle uğraşmaya gayret gösterelim. Unutmayalım ki zikrimiz ne ise fikrimiz de o olacaktır. Bir günümüzün kaç saatini Hakk için ve kaç saatini halk için harcadığımızı dâima kendimize sorup muhasebemizi yapalım.

Hakîkat orucunu ise ancak yukarıda açıkladığımız oruçları tutabilenler tutmağa hak kazanırlar. Zira bedensel oruç olmazsa ahlâk güzelliği olan tarîkat orucunu tutamaz. Bütün kötülüklerden uzaklaşmayan ve ahlâk güzelliği elde edemeyen de ikilikten birliğe vuslat olan hakîkat orucunu tutamaz. Hakîkatte oruç ‘uruc’ etmektir. Yani ikilikten birliğe yükselmektir. Kişinin kendi varlığı ayrı, Hakk’ın varlığı ayrı iken, cehâletinden, gayriyetinden, şirkinden kurtularak, kendi varlığının olmadığını, varlık sahibinin Hakk olduğunu şühûd etmesi ve yaşamına geçirmesi onun orucu olacaktır. Bu da bir Mürşid-i Kâmilden tahsil etmeden olmaz.

Bir sâlikin, zerreden kürreye kadar her neye bakarsa baksın Hakk’tan gayri bir tecellî görmemesi, onun ikilikten birliğe vuslatı olacaktır. Onun gayriyete çıkmaması, dolayısıyla da ikilikteki bütün şirk ve kötülüklerden sakınması, onun orucu demektir. Bütün ihtilâf ve kötülükler ikilikte olur. Birlik deryasında ihtilâf ve kötülükler olmaz. Hakîkatte ikilikle oruç da olmaz. Ölmeden evvel ihtiyarî bir ölümle ölenler oruç tutma zevkine sahip olabilirler. Oruçlu, her şeyi bir olan Cenâb-ı Hakk’ın tecellîsini şühûd etmektedir. Hz. Îsâ (A.S.) "İkiliğe çıkmak orucu bozar" buyurmuşlardır. Yani, kişi kendisini Hakk’tan ayrı bir varlık sahibi olarak görüyorsa bu ikiliğe çıkma olacağından orucu bozulur demektir. Görüldüğü gibi, nasıl bir cevizin dış yeşil kabuğu olmadığı zaman, içindeki ağaç kabuk teşekkül etmiyor, bu kabuklar olmayınca da içindeki cevizin özü olan hakîkati teşekkül etmiyorsa oruç da böyledir. Hakîkat orucuna sahip olabilmek için, cevizin yeşil kabuğu olan bedensel terbiye, cevizin ağaç kabuğu olan, ahlâk güzelliği ve kötülüklerden uzaklaşma orucu olan tarîkat orucunu tutabilenler, ancak cevizin özünü yemeğe hak kazandığı için, birlik deryasına ayak basarak hakîkat orucunu tutabilirler.

Mârifet orucu ise bu üç mertebede tutulan oruçların idrâkini, gönlünde yaşama hâlidir. Kişi kendisine baksın, hangi mertebede bulunuyor ve oruç tutuyorsa onun orucu o seviyededir.

Bir kişinin hakîkat orucunu tutabilmesi için, kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok ederek, Fenâfillâh olup, “Mutu kable ente mutu” sırrına sahip olması lâzımdır. Kendi varlığı olmayan bir kişinin kötülük yapması, kötülük düşünmesi, şirk ve gayriyet içinde bulunması düşünülemez. Zira bunlar ikilik vâdisinde yetişen ürünlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın güzel ahlâkına sahip olmamışsa, insanlarla zaman zaman takışıyorsa, şirk ve gayriyet fiillerinden kendisini sakındıramamışsa o kişinin orucu yok demektir. Cenâb-ı Allah, bütün kardeşlerime, bu dört mertebenin oruç idrâkine sahip olarak oruç zevklerini ihsân etsin. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin