Ö. 1119/1707 [?] Türk saz şairi



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə15/25
tarix05.09.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#77458
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   25

lamalar verilmektedir. İran edebiyatının İslâmî devresinde edebî sanatlar hakkın­da yazılmış halen bilinen en eski ve çok mahdut sayıdaki Farsça edebî mensur eserlerden biri olan Tercümânü'I-belâ­da, meşhur şair Ferrûhî'ye isnat edil­mekte ve yalnız ismen bilinmekte idi. Ateş eserin bir nüshasını bularak (Sü-leymaniye Ktp., Fâtih, nr. 543) müellifi hakkında tekrarlanagelen rivayetin ma­hiyetini ve Râdûyânfnin hüviyetini ayrı ayrı ele almış ve hicrî V. yüzyılın sonla­rında veya sonraki yüzyılın başlarında telif edilebileceği neticesine vardığı Ter­cümânü'I -belâğa'yı tahlil ederek ben­zeri eserlerle ilgi ve münasebetleri üze­rinde durmuştur. 3. Vesiletü'n-necat {Meulid), (Ankara'1954). Süleyman Çele­bi mevlidinin bu neşrinde Ateş, notlar ve açıklamalarının bir kısmını bu tarz eserlerin doğuş ve inkişafına, Süleyman Çelebi'ye ve eserine ayırmıştır (s, 1-88], Bu çalışma ile Türk edebiyatının bu şa­heseri ilk defa ilmî bir araştırma mev­zuu olmuş yine ilk defa eserin tenkitli metni neşredilmiştir (s. 91-147], Bu neş­re en eski nüshalardan birinin faksimi­lesi de ilâve edilmiştir. 4. Cami' al-ta-vârih, II. cilt, dördüncü cüz, Sultan Mah-mud ve Devrinin Tarihi (Ankara 1957], II. cilt, beşinci cüz, Selçuklular Tarihi (Ankara 1960). Eser Reşîdüddin Fazlul-lah'ın Câmifu't-tevânh"min zikredilen kısımlarının tenkitli neşridir. Bu neşir hakkında çıkan bir tenkide cevaben yaz­dığı makale Ateş'in metin tesisi mevzu­unda en güzel yazılarından biridir ("Ca­mic al-tavârih tenkidi münasebetiyle", TTK Belleten, XXV/97 [1961], s. 29-61; Farsça trc. "Der bâb-ı nakd-i Cami11 al-tevârîh", Mecelle-i Dânişkede-i Edebiy-yat, 1340 hş./1961, yıl 8, sayı 23, s. 1-36). 5. Risâla fi mâhiyat aî-'işk (İstanbul 1959). İbn Sînâ'nın risalelerinin tenkitli metnini ve Türkçe tercümesini ihtiva eder. 6. Şehriyâr ve Haydar Baha'ya Selâm (Ankara 1964). Eserin birinci kıs­mında ünlü Azerî şair Muhammed Hü­seyin Şehriyâr tanıtılır ve ikinci kısımda sanatkârın en çok tanınan eseri yer alır. 7. İstanbul Kütüphanelerindeki Fars­ça Manzum Eserler Katalogu (İstanbul Üniuersitesi oe Nuruosmaniye kütüpha­neleri; İstanbul 1968)- Vefatından sonra çıkan kitap halindeki bu son çalışması­nın geniş çerçeveli bir tasavvurun ilk cil­di olduğu anlaşılmaktadır. Bu eser ben­zeri çalışmaların en mükemmel örnek­lerinden biri olup Farsça yazmalar bakı-

mından ehemmiyeti bilinen adı geçen kütüphanelere!eki metinlere dayanan bir İran sür tarihi mahiyetindedir.

Tercüme ettiği kitaplar arasında ise şunlar vardır: 1. Fârâbî, İlimlerin sayı­mı [/hsâs al-'ulüm] (İstanbul 1955i; 2. Râvendî, Rahat-üs-südûr ve âyet-üs-sürûr (l-ll, Ankara 1957, 1960).

İstanbul ve bühassa Anadolu'da An­kara, Konya, Bursa, Edirne, Manisa, Ti­re, Afyon, Çorum, Yozgat, Amasya, Sam­sun, Tokat, Kastamonu ve havalisi gibi yerlerdeki kütüphanelerde yaptığı araş­tırmaların neticeleri olarak yazdığı ma­kalelerde, bu kütüphanelerde muhafa­za edilen ve ilim alemince tanınmayan birçok eserin yegâne nüshasını, bazıla­rının taşıdıkları hususiyetler bakımından ehemmiyetli nüshalarını devamlı suret­te tanıtmıştı (bu makaleler hakkında et­raflı bilgi için bk. Nihad M. Çetin, "Ahmet Ateş", Oriens, XXI-XXII, 14-15; tanıtılan nüshalar hakkında bk. Yusuf Demirkol, bibliyografyada gösterilen eser; M'da ve UDMİ'de çıkan maddeleri hakkında bk. Çetin, ŞM, VI!, s. 9-22].

Ahmet Ateş'in bunlardan başka başta İslâm Ansiklopedisi olmak üzere Tür­kiyat Mecmuası, Şarkiyat Mecmuası, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, TDAY-Belleten ve Tarih Dergisi'nöe birçok araştırma mahsulü makale ve kitap ta­nıtma yazısı yayımlanmıştır. Bunlar ara­sında özellikle "Metin Tenkidi Hakkın­da" {TM, 1942, VİI-V11I, s. 253-267] adil makalesi, Türkiye'de modern metotlar­la metin neşri çalışmalarında bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Ateş'in kitap ve makalelerinin kronolojik bir listesi de yapılmıştır (bk. Çetin, ŞM, Vlî, s. 9-22).

BİBLİYOGRAFYA:

Yusuf Demirkol, İstanbul Kütüphanelerinde Prof. Ahmed Ateş'in Tavsif Ettiği Yazmaların İndeksi, İstanbul 1969, İstanbul Şarkiyat Araş­tırma Merkezi Ktp., Tez nr. 136; Nihad M. Çe­tin, "La Vie et l'CEeure d'Ahmed Ateş (1911-1966)", REI, XXXVI/1 (1968), s. 157-164; a.mlf., "Zindegî vü Âşâr-ı Ahmed Âteş" (trc. İsmet Hekimi], Râhnümâ-yı Kitâb, Xlll/11-12, Tah­ran 1349 hş./1971, s. 737-747; a.mlf., "Ah­med Ateş", Oriens, XXI-XXl[[, Leiden 1968-69, s. 622-630; a.mlf.. "Ahmed Ateş, Hayatı ve Eserleri", ŞM, VII (1972], s. 1-24 ve burada gösterilen yerler; Hâdî Âlimzâde. "Âteş", DMBİ, I, 95-97. i—i

MU Nihad M. Çetin

ATEŞ, Osman Hulusi

(bk. HULUSİ EFENDİ, Osman).

L J

ÂTEŞ-i RUMİ



Eskiden

bir savaş silâhı olarak kullanılan yanıcı, yakıcı ve patlayıcı bir madde.

Daha çok Bizanslılar"ca kullanıldığı için bu adla meşhur olmuştur. İlk önce Çinli­ler tarafından bulunduğu ve Çin'den ya­yıldığı hakkındaki kanaat ise daha yay­gındır. Bizanslılar'ın ilâhî bir güç olarak kabul ettikleri, terkibi yüzyıllarca bir sır gibi saklanan bu ateşin esasının o çağ­larda kullanılan güherçile olduğu, bu­nun kükürt ve zift maddeleriyle karışı­mına neft yağının eklenmesiyle de mayi haline getirildiği daha sonra anlaşılmış­tır. Su üzerinde dahi yanabilme özelli­ğinden dolayı "âteş-i bahrî" adıyla da anılmıştır. "Grejuva ateşi" de denilen bu ateşin birleşimine kömür tozu ilâve edi­lerek bu maddenin bir bakıma barutun basit bir şekli olduğu söylenebilir.

Âteş-i Rûmî'yi, Bizans imparatorların­dan Konstantin Pogonatos'un hüküm­darlığı zamanında Mısırlı veya Baalbek-li Kallinikos adlı biri Bizans'a getirmiş (652) ve silâh olarak kullanılmasında ön­cü olmuştur. Mucidinin de yanlış olarak bu kişi olduğu zannedilmiştir. Halbuki ateşin IV. hatta II. yüzyıllarda varlığı bi­liniyordu. Rum ateşi Bizanslılar tarafın­dan ilk defa, Halife Muâviye zamanında İstanbul'un fethi için gönderilen Süfyân b. Avf kumandasındaki İslâm orduları­na 1674), daha sonra da İstanbul'u kuşa­tan Ruslar'a ve yine müslüman kuvvet­lerine karşı kullanılmış ve tesirli olmuş­tur. Bizanslılar'ın ilâhî bir sır gibi sakla­ma gayretlerine rağmen Araplar tara­fından Çinliler'den öğrenilen bu ateşin daha da geliştirilerek "neft-i kâzıf" veya

"harrâka" adları altında Haçlı seferleri sırasında kullanıldığı görülmüştür. Bun­dan dolayı Avrupalılar bu silâha "Arap ateşi" adını vermişlerdir. Rum ateşinin kullanımı XIV. yüzyıldan sonra Anado­lu'da da yayılmış, Timur İzmir Kalesi'ni bu ateş sayesinde alabilmiştir. Bizanslı­lar bu ateşi son olarak 1453'te Osman-lılar'ın İstanbul'u kuşatmaları sırasında kullanmışlardır.

Rum ateşinin fındık büyüklüğünden fı­çı büyüklüğüne kadar birçok çeşidi var­dı. Bunlar büyüklüğüne ve yerine göre ok ucuna bağlanarak veya mancınıkla, topun icadından sonra ise toplarla atıl­mıştır. Şişeler içinde hazırlananları İse günümüzdeki el bombaları gibi kullanı­lırdı. Surlara tırmananlara karşı büyük kaplarla burçlardan aşağı boşaltılan bu ateş Araplar'ın eline geçtikten sonra ha­vai fişeklerle ve mancınıklarla atılmış­tır. İstanbul'un fethinden sonra, Osman­lı Türkleri tarafından topun geliştirilme­siyle ikinci planda kalan âteş-i Rûmî Av­rupa'da bir süre daha varlığını sürdür­müş, XIX. yüzyılda ise tamamen tarihe karışmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

C. Zeydan, Târthu't-temeddüni'l-İslâmî, Ka­hire 1958, I, 200-201; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi ftrc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 116, 146, 187, 258, 274; Pakalın. I, 107-109; C. Zenghelis. "Le feu gregeois et les armes â feu des Byzantins", Byzantion, VII, Bruxelles 1932, s. 265-286; TA, IV, 133; Efdalüddin, "Âteş-i Rûmî", İTA, 1, 634-638.

Kİ Abdülkadir Özcan

AteşbAz-i velî

Yûsuf b, İzzeddin (ö. 684/1285)

Mevlevîliğin ünlü simalarından.

Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Mevcut bilgiler, menkibevî de olsa yaşa­dığı yıllar ve Mevlevî kültüründeki yeri hakkında fikir verecek durumdadır. Mev­lânâ'nın babası Bahâeddin Veled ile Ho­rasan'dan geldiği veya kafileye Kara-man'da katıldığı rivayet edilmektedir. Horasan'dan geldiği yolundaki görüş da­ha kuvvetlidir. Yûsuf b. İzzeddin'e "ateş­le oynayan kişi" anlamına gelen Farsça ateşbaz unvanının verilmesi şu menkı­beye dayanır: Bir gün, mutfakta odun kalmadığını arzetmek üzere Mevlânâ'nın huzuruna girer. Mevlânâ'nın latife olarak,

57

"Kazanın altına ayaklarını sokarak kaza­nı kaynat!" demesi üzerine öyle yapar; ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerametin açıklanmasını isteme­yen Mevlânâ, "Hay ateşbaz, hay!" der. Böylece Yûsuf bu olaydan sonra "Âteş-bâz" unvanıyla anılmaya başlar.



Âteşbâz-ı Velî'nin türbesi Konya'da Me­ram yolu üzerinde Aşkan (Âşıkân "âşık­lar") tepesi yakınlarındadır. Selçuklu tür­be mimarisinin özelliklerini taşıyan ya­pının muntazam kesme taştan inşa edil­miş gövde kısmı içeriden kare, dışarıdan sekizgen planlıdır. Üstü ise ehramî bir külah ile örtülü olup Arapça kitabesi gü­neydeki "niyaz penceresi"nin üzerinde­dir. Türbenin civarına. Sultan Veled'in kızı Arîfe Şeref Hatun'un oğlu Muzaffe-rüddin Ahmed Paşa torunlarından Çelebi Abdüssamed tarafından bir zaviye yap­tırılmış ve vakıflar kurulmuştur. Zaman­la harap olan bu zaviyenin yerine bu­günkü tekke, postnişin Vâhid Çelebi ta­rafından 1897 yılında inşa ettirilmiştir.

Mevlevîlik'te mutfak "aşhane" olduğu gibi daha önemlisi, Mevlevîliğe intisap ni­yazında bulunan kişilerin temel eğitim­lerinin yapıldığı yerdir. Mevlânâ zama­nında bu Önemli görevi "Ateşbaz-e Velî" Yûsuf b. İzzeddin yerine getiriyordu. Son­raki dönemlerde bu unvan bu göreve tayin edilen kişiler için kullanılmıştır.

Mevlevîhanelerdeki özel ocağa "Âteş­bâz-ı Velî ocağı" denir. Önemli günlerde aş burada pişirilir, ayrı bir yerde sak­lanan gümüş renkli "Âteşbâz-ı Velî ka­zanı". İşi bitince yıkanarak özenle yerine kaldırılırdı. Mevlevî dergâhlarında mey-dân-ı şerifte serili beyaz postun adı "ateşbaz postu"dur. Bu makama tesli­miyet, "Mevlevîliğe ikrar vermek", "çile­ye soyunmak" demektir. Sâliklerin mü-rebbisi olan "âteş-bâz türbedarfnın âyin sırasında semahanedeki yeri postnişin ve tarikatçı dedenin hizasında idi. Meşî-hatnâmeler çok defa "ateşbaz şeyhi" ile gönderilirdi. Kazan ve tencerelerin açılı­şında olduğu gibi yemekten sonraki "gül-

58

bank"ta Âteşbâz-ı Velî de zikredilir. Mev­levîlik'te onun makam ve mevkiine daima büyük saygı gösterilmiştir.



BİBLİYOGRAFYA:

Sâkıb Dede. Seftne, s. 211, 212-213; AbdOl-bâki Gölpınarlı, Meulânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 205, 290, 331, 332. 333, 396, 415, 416; a.mlf., Mevlevi Âdap ue Erkânı, is­tanbul 1963, s. 7, 126; Konyalı, Konya Tarihi, 3. 587; N. ClĞment Huart. Mevleuîler Beldesi Konya (trc. Nezih Uzell, İstanbul 1978, s. 141 -143; Hasan Özönder, Konya Velîleri, Konya 1980, s. 115-123; Hakkı Önkal. "Konya'da Âteş-bâz-ı Velî Türbesi", İİFD, sy. 1 (1975], s. 223-238. m

İH Hasan Ozönder

ÂTEŞKEDE


_

Lutf Ali Beg Azer'in

(ö. 1195/1781) şuarâ tezkiresi.

Farsça yazan 845 şairin biyografisini ihtiva eden eser, 1174 (1761) yılında ya­zılmaya başlanmıştır. Tezkirenin tamam­lanma tarihi ise, belli değildir. Ancak eserde şairler için verilen ölüm tarihle-

rinden en sonuncusu 1193 (1779) oldu­ğuna göre bu tarihten sonra tamamlan­dığı söylenebilir. İran'ın Afgan istilâsın­dan (1709) güney eyaletlerinde düzeni sağlayan Kerim Han Zend'e kadar sü­ren karışıklık dönemi hakkındaki elli yıl­lık tarihinden bahseden bir önsözün ar­dından, şairlerin mensup oldukları böl­ge ve şehirlere göre tertip edilmiş olan Âteşkede, "micmere" (mangal) adlı iki ana bölümden meydana gelmiştir. Lutf Ali Beg'in kendisinden önceki dönemler­de yaşamış şairlerin hayatlarına dair bil­gi verdiği ilk micmere "şu'le", "ahger" ve "fürûğ" adlı üç ait bölüme ayrılmıştır. Şu'le alt bölümünde İslâm dünyasının şair olan hükümdar, şehzade ve emîrle-rjnden; ahger alt bölümünde İran, Tu­ran ve Hindistan şairlerinden; fürûğ alt bölümünde ise kadın şairlerden bahse­dilmektedir. Tezkirenin bu kısmında ve­rilen bilgilerin çoğu Takl-i Kâşî'nin Hu-lâşatül-eş'âr ve zübdetü'l-efkâr adlı eserinden alınmıştır. Müellifin çağdaşı yetmiş kadar şairin biyografisini ihtiva eden ikinci micmere "pertev" adı verilen iki alt bölüme ayrılmıştır. Birinci pertev

Afganiılar'in İran'ı istilâsı ve sonraki olay­lar hakkında bir girişten sonra çağdaş şairlerin biyografilerini, ikinci pertev ise müellifin otobiyografisini ve şiirlerinden yaptığı seçmeleri ihtiva eder.

Dünya kütüphanelerinde birçok nüs­hası bulunan (bk. Storey, 1/2, s. 871 vd., ayrıca İÜ Ktp., FY, nr. 499, 612, 619) Âteş-kede'mn henüz tam bir ilmî neşri yapıl­mamıştır. Eser Kalküta (1249/1833) ve Bombay'da (1277/1860, 1299/1882) taş basması, Tahran'da (1337 hş./1958) ise eski bir yazmadan ofset olarak Seyyid Ca'fer Şehîdî'nin önsöz ve notları ile ya­yımlanmıştır. Ancak hepsi de el yazısı nüshalardan taş basması veya ofset su­retiyle yapılan bu baskılardan faydalan­mak güçtür. Tahran baskısının diğerle­rine tercih edilen tek yanı şahıs, .yer ve kitap adlarını ihtiva eden fihristlerinin bulunuşudur. Âteşkede'nin ikinci bas­kısını hazırlamaya başlayan Hasan Sâdât Nâsırî, şimdiye kadar eserin Irâk-ı Acem'­de yetişen şairlerin sonuna kadar olan bölümünü üç cilt halinde yayımlamıştır (Tahran 1336 hş. [1957]; 1338 hş. [1959| ve 1340 hş. |1961|]. Âteşkede'rim hü­kümdarlar, prensler ve emirlerden bah­seden "şu'le" bölümü N. Bland tarafın­dan The Âtaşh-Kadah or Fire-Temple, öy Hajji Lutf AH Beg of Isfahan adıyla ilk defa Londra'da basılmıştır (1841).

Özellikle müellifin yaşadığı devrin İran tarihi için de önemli bilgiler ihtiva eden Âteşkede'nin Türkçe bir tercümesinden söz ediliyorsa da (bk. El2 [îng.l, V, 834; Storey, 1/2, s. 8721 bu doğru olmama­lıdır. Zira tercümenin baskı yılı için veri­len 1259 (1843) tarihi Âteşkede tercü­mesine değil, Devletşah Tezkiresi'nin Fehmi Efendi tarafından Sefînetü'ş-şu-arâ adıyla yapılan tercümesine aittir.

BİBLİYOGRAFYA:

Storey, Persian Literatüre, 1/2, s. 871 vd.; Ahmed Gülçîn-i Meânî, TârTh-i Tezkirehâ-yı Fâr-st Tahran 1348 hş./1969, I, 3-17; N. Bland, "Account of ttıe Âtash-Kadah Biographical work on the Persian poeîs, by Hajji Lutf Ali Beg of Isfahan", JRAS, VII (1843), s. 345-392; J. H. Kramers - [J. T. P. Bunjn], "Lutf 'ali Beg", E!2 [İng.l, V, 834; Tahsin Yazıcı, "Lutf-Ali Bey", M, VII, 93-96; DMF, 1, 49; "Âteşkede", DMBİ,

Tahsin Yazıcı

ATEŞPERESTLİK (bk. MECUSİLİK).

—i

ATFE


Hadislerin yazılışı sırasında unutularak yazılmayan ve sonradan

sayfa kenarına veya satır arasına

ilâve edilen kelimeye işaret etmek üzere,

bu kelimenin düştüğü yerden sağa

veya sola doğru çizilen yatay çizgi

(bk. LAHAK).

ATFİYEŞ

(bk. ETTAFEYYİŞ).



ATHÂR-e IRAN

İran'da tarihî değer taşıyan

sanat eserlerini tanıtmak üzere

Fransızca olarak yayımlanan dergi.

İran Eski Eserler Müdürlüğü'nün yıl­lığı olarak 1936'dan itibaren çıkarılan dergi, İran Millî Eğitim Bakanlığı1 na bağ­lı bu müdürlüğün başına getirilmiş bu­lunan Fransız uzman AndrĞ Godard ta­rafından Hollanda'da Haarlem'de bastı­rılıyor ve Paris'te Paul Geuthner Yayıne­vi aracılığı İle dağıtılıyordu. Dergi başlı­ğının altında ayrıca "Annales du Service ArchĞologique de l'Iran" şeklinde bir alt başlık daha bulunuyordu.

İlk fasikülü 1936'da yayımlanan dergi­nin her yıl iki fasikülden oluşan bir cilt halinde çıkarılması tasarlanmıştı. 1938'e kadar sadece üç cildi çıkmış, uzun bir aradan sonra 1949'da yayımlanan IV. cildi ile yayımı sona ermiştir. İlk sayının başında yayımcısı A. Godard, derginin yeni araştırmalara zemin hazırlamak ga­yesiyle çıkarılmakta olduğunu ve bunun için mümkün olduğu kadar bol çizgi, fo­toğraf, kitabe kopyası, kısa açıklama metinleri ve çok lüzumlu sonuçlarla ta­rihî notlar yayımlayacağını açıklamış ve arkeolojiyi karıştırmaktan başka bir işe yaramayan teorilerden kaçınacağını be­lirtmiştir.

İlk sayıda P. Pelliot, M. Bementh Smith gibi yabancıların da makaleleri bulun­makla beraber, yazıların büyük bir kıs­mı A. Godard tarafından yazılmış, bazı sayılar tamamen onun veya Maxime Si-roux'un kaleminden çıkmıştır. Bazı sayı­larda Takî Mustafavî, Mehdî Behrâmî, Yedda Godard, Behmen Kerîmî gibi im­zalar da görülmektedir.

Oldukça itinalı basılmış, bol resimli ve çizimli bu ilmî derginin İran'daki sanat

eserlerinin tanıtılması hususunda büyük hizmeti olmuştur. Makaleler İran sınır­ları içinde çeşitli bölgelerde, hatta bazı­ları erişilmesi son derecede zor yerlerde bulunan, gerek Sâsânî döneminde ge­rekse İslâmiyet'in yerleşmesinden iti­baren yapılan mimari eserleri, planla­rı, süslemeleri ve kitabeleri, haklarında kaynaklarda bulunan bilgilerle araştırı­cılara sunmaktadır. Dergide mimari dı­şında kalan konularla ilgili olarak pek az makale yayımlanmıştır.

W Semavi Eyice

Atıf efendi

(ö. 1155/1742)

Osmanlı defterdarı

ve kendi adıyla anılan

kütüphanenin kurucusu.

Babasının adı Mustafa olduğundan Atıf Mustafa Efendi olarak da bilinir. İstan­bul'da Soğanağa mahallesinde dünyaya geldi. İlk tahsilinden sonra maliye mes­leğine girdi. Başarılan sayesinde kısa zamanda devrin defterdarı İzzet Alî Pa-şa'nın dikkatini çekerek defterdar mek­tupçusu oldu. 1737 yılında defterdâr-ı şıkk-ı evvel (başdefterdar) tayin edildi. Bu ilk defterdarlığı, Avusturya ile yapılan savaş ve idari mekanizmadaki bozuk­luklar yüzünden buhranlı yıllara rastla­dı. Atıf Efendi ordunun malî işlerini yü­rütmek üzere Niş'e kadar gitti, fakat sadrazam Yeğen Mehmed Paşa tarafın­dan kusurlu görülerek 1738'de görevin­den alındı. Ancak ertesi yıl İvaz Mehmed Paşa'nın sadâreti zamanında ikinci de­fa başdefterdar lığ a getirildi ve savaş sırasında başarılı hizmetlerde bulundu. Belgrad'ın geri alınmasından sonra şeh­re ilk girenler arasında o da vardı. İki buçuk yıla yakın süren bu ikinci defter­darlığından 1741 Eylülünde ayrılarak hac­ca gitti. Döndükten sonra üçüncü defa başdefterdarlığa getirildi. 25 Temmuz

59

1742 tarihinde sıtmadan öldü. Mezarı Karacaahmet Mezarlığı'nda, Miskinler Tekkesi civarında Şerifkuyusu'ndadır.



Atıf Efendi Osmanlı Devleti'nin değer­li maliyecilerindendir. Onun zamanına kadar malî Ödemeler hicrî takvim esası­na göre yapılıyordu. Böylece her otuz üç yılda bir yıl fazla ödeme yapılıyor, bu ise hazine giderlerinin önemli miktarda art­masına yol açıyordu. Nitekim bu husu­sa Atıf Efendi'nin seleflerinden Defter­dar San Mehmed Paşa da temas etmiş ve bu uygulamadan yakınmıştır (bk. Öz-can, s. 189-190). Atıf Efendi bu konuda sunduğu bir takrirle (metni için bk. Cev­det, VI, 373-377) Osmanlı maliyesinde âdeta bir reform yapmıştır. Buna göre maaş ve ücretlerin muharremden değil, 1152 (1740} yılında marttan jtibaren ve şemsî yıl hesabına göre verilmesi öngö­rülmüş ve uygulanmaya başlanmıştır. Böylece malî işlerde daha önceki yıllarda yetkilileri meşgul eden ve devleti zarara sokan önemli bir mesele halledilmiştir.

Aynı zamanda şair olan Atıf Efendi ge­nellikle Nâbî tarzında didaktik şiirler ka­leme almış, Türkçe, Arapça ve Farsça manzumeler yazmıştır. Türkçe şiirleri­nin toplandığı bir divanı vardır (Atıf Efen­di Ktp., nr. 2087). Atıf Efendi ayrıca hat sanatındaki maharetiyle de tanınmıştır. Nesih ve sülüs yazıları Ağakapılı İsmail Efendi ile onun oğlu Mustafa Efendi'-den öğrenmiştir. Siyâkat ve özellikle di­vanî gibi zor yazı türlerinde daha sonra gelenleri taklide mecbur bırakacak ka­dar maharet sahibi idi. Şehremini civa­rında harap halde bulunan Nazmîzâde Mescidi'nİ yıktırıp Halvetî tekkesi haline getirmesi, onun bu tarikata intisap et­miş olabileceğini gösterir. Hoşsohbet, güleryüzlü, faziletli ve yardım sever bir kişi olan Atıf Efendi'nin en büyük hay­ratı kendi adını taşıyan kütüphanesidir. Günümüzde de faydalanılan bu vakıf eser, kurucusunun ilme ve eğitime ver­diği değerin güzel bir örneğini teşki! et­mektedir.

Atıf Efendi'nin üç oğlu vardır. Vakfiye­sinde bunlardan sadece Mehmed Emin Efendi'nin adı geçer. İkinci oğlu Ahmed Efendi maliyeden yetişmiş, başmuhase-beciliğe kadar yükselmiş ve 1787'de öl­müştür. Öteki oğlu Ömer Vahîd Efendi de genç yaşta defterdarlık dairesine gir­miş, kısa zamanda ilerleyerek birkaç de­fa başdefterdariık yapmış, reîsülküttâb-lık ve nişancılık görevlerinde bulunduk­tan sonra 1783'te vefat etmiştir. Vahîd

60

Efendi de babası gibi hattat ve şairdi. Bu aileden daha sonra kazasker ve şey­hülislâm da çıkmıştır.



BİBLİYOGRAFYA:

Atıf Efendi, Divan, Atıf Efendi Ktp., nr. 2087, vr. 10"; Cevdet, Târih, VI, 150-157, 373-377; Atıf Efendi Kütüphanesi Vakfiyesi, Atıf Efendi Ktp., nr. 2858, vr. 4J; Subrıî, Târih, İstanbul 1197, s. 102, 126, 149, 160, 177, 200, 204, 213; Râmiz. Âdâb-ı Zurefâ, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3873, vr. 70ab; Müstakimzâde, Mecellel.il'n-ti'ısâb, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 628, vr. 308h; a.mlf., Tuhfe, s. 543-544; Vâsıf, Târih (İlgürel), I, 207-208; Fatîn, Tezkire, s. 268; iimiyye Salnamesi, s. 594-595; Ergun, Türk Şairleri, I, 149-150; M. Zeki Paka-Iın, Mâliye Teşkilâtı Tarihi, Ankara 1977, II, 189-203; a.mlf., "Âüf Mustafa Efendi", İTA,l, 644-646; AbdüJkadir Özcan. Defterdar Sarı Mehmed Paşa-Zühde-i Vekâyiât, Tahlil ue Me­tin (doktora tezi, 1979), !Q Ed.Fak, Tarih Se­miner Kitaphğı, nr. 3276, s. 189-190.

Kİ Abdülkadir Balgalmış

L

Atıf efendi,



(bk. İSKİLİPLİ MEHMED ATIF EFENDİ).

Atıf efendi kütüphanesi

İstanbul Vefa'da XVIII. yüzyılda kurulan vakıf kütüphanesi.

Defterdar Atıf Mustafa Efendi, önce 1146 (1733) ve 1153'te (1740) hazırlat­tığı vakfiyelerle kütüphanenin gelir kay­naklarını temin etmiş, 1153-1154(1740-

1741) yıllarında düzenlediği birkaç vak­fiye ile de kütüphanenin kuruluşunu ger­çekleştirmiştir.

Kütüphanenin personeli ve işleyişiyle ilgili Receb 1154 (Eylül 1741) tarihli vak­fiyeden öğrendiğimize göre, Atıf Efendi Kütüphanesi'nde üç hâfız-ı kütüb, bir şeyhülkurrâ, bir suyolcu, bir mücellit ve bir marangoz görevlendirilmişti. Kütüp­hanenin yanında yaptırılan evlerde otur­maları şart koşulan hâfız-ı kütüblerin haftada beş gün sabahtan akşama ka-dargörev başında bulunmaları istenmek­teydi. Hâfız-ı kütüblere, kütüphanecili­ğin dışında, kütüphanede cemaatle kıl­dırılacak namazlarda imamlık, müezzin­lik gibi ek görevler de verilmişti. Kütüp­hane vakfiyesinde günlük 12 akçe ücret alacak bir şeyhülkurrâ da tayin edildiği belirtilmekte, ancak kütüphanede düzen­li bir eğitim yapılacağını gösteren başka herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.

Atıf Efendi Kütüphanesi'nde değerli eserlerden meydana gelen zengin bir ko­leksiyon mevcuttu. Atıf Efendi'nin ka­yınbiraderi Darphâne-i Amire Başkâtibi Hacı Ömer Efendi'nin 1119 (1707) yılın­da vakfedip ölümüne kadar Soğanağa'-daki evinde saklanan kitapları da 1156'-da (1743) bu evin satılması üzerine Atıf Efendi koleksiyonuna katılmıştır. Şeyhü­lislâm Veliyyüddin Efendi de 117S (1761) tarihinde bu kütüphaneye 150 eser vak­fedip hâfız-ı kütüblerinin de ücretlerine

bir miktar zam yapmış, fakat daha son­ra (1182/1769] bu vakıftan vazgeçmiş ve bu kitapları Beyazıt Camii'nin sağ tara­fına bitişik olarak yaptırdığı kütüphane­sine koydurmuştur. M. Zeki Pakalın'ın ailesi tarafından 1973 yılında bağışla­nan zengin kitap koleksiyonu da bu kü­tüphanede ayrı bir bölüm olarak muha­faza edilmektedir. Bugün Atıf Efendi Kü-tüphanesi'nde toplam 2775 yazma eser bulunmaktadır.

Atıf Efendi Kütüphanesi'nde birçok eserin tek veya nâdir nüshalarının ya­nında önemli sayılabilecek sayıda müel­lif hattıyla yazılmış veya nleşhur âlimler tarafından istinsah edilmiş kitaplar da mevcuttur (bu tür eserlerin bir değerlen­dirmesi İçin bkz. Sezgin, s. 139-144).

BİBLİYOGRAFYA:

Atıf Efendi Kütüphanesi Vakfiyesi, Atıf Efen­di Ktp., nr. 2858; VGMA, nr. 735. s. 241-257; ismail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II: Kuruluştan Tanzimata Kadar Osmanlı Va­kıf Kütüphaneleri, Ankara 1988, bk. İndeks; Fuad Sezgin. "Âüf. Efendi Kütüphanesinin Vakfiyesi", TDED, VI (1955i, s. 132-144.

lifti İsmail E. Erünsal

D Mimari. Atıf Efendi Kütüphanesi, kütüphane binası ile meşruta evleri ol­mak üzere iki kısımdan meydana gel­mektedir. Vefa ve Sarı Bayezid caddele­ri kenarındaki üç meşruta evin yüksek dış cepheleri üç kat halinde olup en üst katların konsollara oturan çıkmaları bu­lunmaktadır. Kesme taş ve tuğla şeritler halinde yapılan bu cephenin renkli bir görünümü vardır. Ayrıca sokakların kav­sine ustalıkla uydurulan bu hareketli cephe, İstanbul'un eski Türk ev mimari­sinin günümüze kadar gelebilmiş nâdir


Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin