Onur Türkmen, Robert Reigle, Zeynep Bulut



Yüklə 302,01 Kb.
səhifə1/2
tarix25.07.2018
ölçüsü302,01 Kb.
#57795
  1   2

Seminer 1. Sezon John Cage ve Giaginto Scelsi Üzerine Onur Türkmen, Robert Reigle, Zeynep Bulut
*Aaıdaki metin 25 ubat 2005 tarihinde Yeni Müzik Konser Serisinin Birinci Sezon “9 Yaylı çin Yeni Müzik” etkinliinde çerçevesinde gerçekletirilen John Cage ve Giaginto Scelsi Üzerine.balıklı panelin deifresidir. Katılanlar: Onur Türkmen, Robert Reigle, Zeynep Bulut

ONUR TÜRKMEN: Hepiniz ho geldiniz. Bu etkinlik Yeni Müzik konserlerinin bu seneki ilki. Biz bu çalımalara aslında geçen sene baladık. Yapı Kredi’nin sponsorluunda genç besteciler olarak bazı konserler yaptık. Bu sene de stanbul Bilgi Üniversitesi ve Fransız Kültür Merkezi’nin desteiyle de bu konserlere devam ediyoruz. Konserler haricinde bir takım baka etkinlikler de yapmayı düündük. Biz bu etkinliklerin stanbul’da yeni müzik yapan herkesin katılımıyla, kendi kendine ve yava yava geliecek bir ey olduunu düünüyoruz. Bu yüzden tüm genç bestecilerin katılımını ve dinleyicilerimizin fikirlerini bekliyoruz. Konserlerimiz öncesine paneller koymayı düündük. Bu panellerin, eitim amaçlı olmanın yanı sıra özellikle stanbul’daki yeni müziin içerii hakkında da bazı tartımalara yol açacaını umuyoruz. Bu seride de ilk panelimizi Amerika’lı besteci John Cage ve talyan besteci Giacinto Scelsi üzerine yaptık. Gerçekten 20. yüzyılda hem müzik felsefesi hem de müzikal olarak bir çok ey deitirmi, kafalarda pek çok soru iareti yaratmı iki besteci. Bugün bunun üzerine konuacaız. Konumacılarımız MAM Etnomüzikoloji Bölümü Bakanı Doktor Robert Reigle ve Etnomüzikoloji doktora örencisi Zeynep Bulut. Ben öncelikle sözü Robert’a bırakıyorum.

ROBERT REIGLE: Teekkür ederim. Hepiniz hogeldiniz. Burada olmak büyük bir zevk. Giacinto Scelsi hakkında konuacaım. Çounuzun O’nun müziini pek fazla dinlememi olduunuzu göz önünde bulundurarak biraz müziinin felsefi temelinden bahsettikten sonra 4. yaylı dördülünü dinleyeceiz.

Notasının birkaç kopyasını getirdim ve isteyenleri dinleti sırasında gelip notaya bakmaları için davet edeceim. Öncelikle Giaginto Scelsi, 1905 yılında dodu ve 1988 yılında öldü. Beste yapmayı bıraktıktan sonra, hayatının sonlarına doru ün kazandı. Ama 1980’lerden beri müzii takdir edilmeye balandı ve 20.yy’ın en önemli etkilerinden biri haline geldi ve herkes tarafından 20.yy’ın en önemli figürlerinden biri olarak görülmeye balandı. Kendisi, özellikle Dou felsefesinden etkilenmiti. Kütüphanesinde yarım düzine kadar sıkıca iaretlenmi, kullanı ve altı çizilmi kitap vardı ve bu kitaplar çounlukla Hint filozofları tarafından yazılmı metafizik kitaplarıydı (Abhinavagupta, Sri Aurobindo ve Helena P. Blavatsky’nin teosofi kitapları ve Jasques Masui’nin yoga üzerine bir kitabı).

Scelsi’nin müziinin en önemli yönlerinden birisi de kendisine kadar gelmi tüm bestecilerinkinden farklı olmasıdır. Bunun nedenlerinden birisi, müziinin doaçlama tabanlı olmasıdır. Scelsi, sadece 3 yaındayken doaçlama yapmaya balamı ve sanırım onlu yalarında bu doaçlamalarını seyirci kitleleleri önünde gerçekletirmitir. Doaçlamaları neredeyse tüm ileri için önayak oluturmutur. Yani ilk besteleri piyanoyla gerçekletirii doaçlamaları, doaçalamaya dayanan piyano ileridir. Teknoloji onun bu doaçalamalarını kaydetmesine imkan tanıdıktan sonra kendisi bestelerinin kayıtların yapıp, notaya dökmeleri için insanlar tutmutur. Daha sonra kendisi bu deifrelerin üstünden geçmi ve bu deifreler onun kompozisyonları haline gelmitir.

Scelsi’nin, müziini ve felsefesini anlamakta çok yardımcı olabilecek bir sözünü okumak istiyorum. “Titreimler benzeim yasasına uygun olarak ekillenen bir form yaratır; halihazırda bulunan yapısına denk düer ve onu deitirirler. Bu, sesi tüm içsel olarak ortaya çıkan ahitlerin kaynaına yerletiren

doktrinin temelidir”. Yani Scelsi sesi ruhsal dönüüme yardımcı olmak, mümkün kılmak veya neden salamak için bir araç olarak kullanmıtır.

Aklınızda bulundurmanızı istediim son nokta da Scelsi’nin Dou ve Batı felsefeleri ile kompozisyon arasında kurmayı baardıı köprüdür. Benzer ekilde Zeynep de bu panelde John Cage’den, yani bu iki felsefeyi farklı bir ekilde olsa da birbirine balayan bir dier besteciden bahsedecek. Fakat Scelsi sıklıkla kendisini bu iki felsefe arasında bir köprü konumunda gördüünden bahseder. Yaadıı apartman, Roma’daki Forum’a bakar ve kendisi evinin bulunduu bu bölgenin dou ve batı arasındaki sınırı tekil ettiini söyler.

imdi Scelsi’nin Dördüncü Yaylı Dördülü’nü dinleyelim istiyorum. Dördüncü Yaylı Dördülü, ilerinin kapsamlı bir özetini ve 20. Yüzyıl’a kattıklarının bir parçasını tekil eder. Parçanın yazımı hayranlık uyandırıcıdır çünkü yaylıların her bir teli, portelere ayrı bir enstruman olarak yazılmıtır. Yani kemanı tek bir porteye yazacaı yerde her bir kemanın notasyonunun çalınması gereken 4 ayrı portesi vardır. Yaylı çalgıcılarının aynı anda birden çok porte çalabilmesini salayan bir yazım kullanmıtır. Öyle ki kimi zaman aynı anda 3’ten fazla nota duyulabilmektedir.

Bir ey daha var: Bu yaylı dördülü, Yunanistan’daki dünya prömiyeri için Scelsi tarafından çalıtırılmıtır. Scelsi bu dördülü aylarca çalıtırmıtır. Dördül dünya prömiyerini verdikten birkaç yıl sonra stüdyoya gidip parçayı kaydetmilerdir. Fakat parçayla her ne kadar oldukça tanıdık olsalar da Dördüncü Yaylı Dördülü’nün kaydı için yine bir efle çalılardır çünkü ritmik olarak parça son derece daınık bir ölçüyle gitmektedir.

Yani parçayı takip ederken gerçekten de yönetirseniz iiniz daha kolay. Çünkü takip etmesi son derece zor. imdi Dördüncü Yaylı Dördülü’nü dinliyoruz. Yaklaık 10 dakika uzunluunda. Çok sessiz olarak balıyor.

ZEYNEP BULUT: Benim konumam biraz daha avant-garde kelimesi, tarihsel arka planı ve önerileri dorultusunda olacak. Alıntılarım var fakat süre nedeniyle hepsini aktaramayacaım. Avant-garde müzik belirli bir döneme tekabül ediyor. 1950’lerden sonraki bir dönemi düünebiliriz ama benim younlamak istediim eyler avant-garde kelimesinin ne anlama geldii ve belirli bir tarihsel döneme tam olarak odaklanmadan daha felsefi olaral nasıl deerlendirebileceimiz. Avant-garde’ın tam Türkçe’si “öncü”dür. Yenilikçi olarak da düünebiliriz ama “öncü” sanırın en doru tercümesi olur. Kelime “vangardizm”den geliyor. Vangardizm de “iddet, baskı kurma” temalarını ima ediyor. Benim avant-garde’la kurmaya çalıım ilikinin amacı “yeni nedir, ne olabilir, yeninin önerisi nedir” gibi sorulara cevap bulmaya çalımak. Avant-garde estetii –yani yeni bir ey yapma halini- düünürsek tarihsel olarak modern sanat formlarının karısında duran bir eyden söz etmi oluruz. Modern sanat formundan, modernden ne anlıyoruz? Modernin bize çatırdıkları aslında ilerici, standart, sistemli, akla dayanan, mantıı belli, çerçevesi belli gibi eylerdir. Avant-garde bunu öyle yorumluyor: -tabi benim yaptıım u an soyutlama; Moderni böyle, avant-garde’ı böyle düünebilirsiniz- Modern, yarattıı soyutlamayla hayattan kopuk, hayatla organik balantısı olmayan bir dünya yaratıyor ve bu dünya bizden önde gidiyor. Aslında bir çeit projeksiyon gibi. Yani hep bir ideal, varılacak bir nokta var ve o varılacak nokta aslında en baından belliymi gibi. Sonu ve baı, araçları belli kurgulanmı bir hikaye. Avant-garde yeni ise bunun tam tersini; aslında hayatla organik baı olan, hatası olan, eksii olan, kaybı olan bir eyi gösteriyor. Çünkü bir hedefi, bir baı ve sonu yok. Dolayısıyla avant-garde’ın önerisi biraz daha yeni ve deiimle ilgili bir ey. Peter Bürger’in avant-garde üzerine “The Theory of Avant-garde” adlı bir kitabı vardır.

Orada da yaptıı güzel bir alıntıda gerçek artık kopyalanmıyor diyor. Bu bütünlük hikayesi aslında bir çeit spontan, ani bir eye dönüüyor. Yani imdiyle birebir iç içe olan bir hikayeye dönüüyor. Dolayısıyla hepimizin öznelliine daha fazla nüfuz etme ansı olan bir eyden bahsediyoruz. Bunları düünürken ben biraz Heiddeger okudum. Heidegger’in “dasein” (being there anlamında) diye bir terimi var. Burada Heidegger’in iaret ettii ey aslında hepimizin bo bir öznellii olduu. Bu bo öznellik her gün yaadıımız her eyle deiiyor. Her gün deien ve bizim öznelliimizi de deitiren plastik, yeni roller ediniyoruz. Dolayısıyla bizim özümüz geçicilik. Bizim özümüz aslında biraz da deiime balı. Bunları da düünürken biraz bilinç dııyla balantı kurdum. Hepimiz az çok Freud okumuuzdur. Bilinç dıının ilk tanımı yaadıklarımızın bastırılmı halidir. Bir kilermi gibi bir eyleri bir yere depolamak gibi düünülebilir. Oysa Freud sonrası gelen Fransız Laplanche gibi psikanaliz üzerine yazan kuramcıların Heiddeger’le parallel giden görüleri var. Bilinç dıı aslında her gün deien ve yeniden üretilen bir ey. Yani bilinç dıı aslında bilinçli olma haliyle deiiyor. Bütün bu resmin içerisinde yeni müzik, avant-garde estetik nerede duruyor diye sorabiliriz. Avant-garde yeninin önerisi de bu deiimde duruyor. Peki neden, nasıl yeniyi önerebiliyor? Aslında moderden farklı neler söyleyebiliyor? Modernden farklı olarak avant-garde ilerin bize gösterdii koullar yarım kalmılık, açıklık, site- spesific’lik -yani baka bir yerde bireyin baka bir eye dönümesi-, bitmemilik... Bunları birer koul olarak düünmek gerekiyor. Çünkü bunlar birer romantik hayal gücünü sorgulama deil; aslında gündelik nesnelerin, seslerin kullanılması. Mesela musique concréte’de düündüümüz zaman Pierre Schaffer’in tren sesini kullanması gibi ya da bugün elektro-akustik müzikle uraan insanların daha “concréte”, daha dıarda duydukları sesleri kullanmaları aslında size tanıdık olanla tanıdık olmayan arasında bir gelgit öneriyor. Aslında

yeni, hiçbir zaman kendiliinden yeni olamaz. Yani tamamen yabancı saydıımız bir ey zaten yeni deildir. Bir yerleriyle size aina gelebilmesi gerekiyor ki onun yabancı olduunu kollayabilesiniz. Dolayısıyla böyle bir hareket, hatta gündüz düü diye nitelendirebileceimiz bir eyler oluyor. Bu geçicilik zaten her günün hikayesi, bilinç haliyle bilinç dıının ekillenmesi ve bunları dolduran eyler. Avant-garde ilerde ve yeni müzikte olan eyler de aslında birazcık ucu açıklıı, bitmemilii bir iin koulu olarak gösteriyor. Dolayısıyla bu koulla aslında bizim hayal gücümüz daha fazla harekete geçiriliyor. Çünkü bizim içimize daha çok nüfuz ediyor bu. Peki bunu John Cage ve Scelsi ile nasıl ilikilendiriyoruz? John Cage ve Scelsi iki farklı kiisel tarihi olan ve aslında birbirlerine belki çok da fazla benzemeyen iki besteci. Fakat benim için her ikisi de belirli bir döneme, belirli bir ekole dahil olmayan besteciler. Gerçekten herhangi bir eyi kendiliinden yeni deil, yeni ilikiler kurarak, yeni olanaklar sunarak bize ilerinde bir eyler göstermi besteciler. Fazla vaktimiz olmadıı için örnek getirmedim; özür diliyorum sizden. Ama benim aklımda sözlü olarak aktarabileceim bir iki örnek var. Mesela John Cage’in vokal ileri: “A Flower” ve “The Wonderful Widow of Eighteen Springs”. Birincisinin teksti yok. Sadece piyanoyu perküsif bir enstrüman olarak kullanıp üzerine vokal ekliyor. Biz bu vokalde biz sesli harfleri duyuyoruz “a-u-o” gibi. Fakat bu sesli harfler bize tam bir anlam ifade etmiyor. Tamamen ucu açık, hatta o sesli harflerle insan sesinin o perküsif seslere yaklaını, bir diyalog kurduunu, birbirine müdahale ettiini de söyleyebiliriz. Dolayısıyla öyle bir resim çıkıyor: Kendiliinden orada bir yarım kalmı anlam var ve bu herkesin kendini içine farklı koyacaı bir eye dönüüyor. Aynı ekilde “The Wonderful Widow of Eighteen Springs”, James Joyce’un Finnegans Wake’den olan bir metnidir. James Joyce da zaten yazı dilinde karekterlerini deitiren, yarım bırakan; çok tutarlı, lineer bir dizgisi olmayan bir yazar.

Dolayısıyla John Cage’in, James Joyce’un tekstini seçmesinin de aslında bilinçli bir seçim olduunu düünüyorum. Scelsi, John Cage’den farklı bir örnek. Çünkü kiisel tarihi tamamen farklı. Çok varlıklı bir ailede büyümü ve müzii sadece kendisi için yapmı bir besteci. Çok da fazla paylamamı. Zaten Robert’ın da belirttii gibi besteleri ve kendisi belirli bir dönemden sonra tanınmı. Scelsi’nin de dou felsefesinden etkilenerek kullandıı “Yoga of Sound” yani sesi bir çeit meditasyon olarak algıladıı ve aktardıı, kiisel ses, kiisel mekan, kiisel ton diye adlandırdıı bir terminolojisi var. Bununula alakalı verebileceimiz en güzel örnek Michiko Hirayama’yla yapmı olduu “Capricorn” arkıları. Onun dıında, belki de daha çarpıcı olan, Scelsi’nin kocaman bir orkestra için yazdıı single tone müziidir. Yani kocaman bir orkestra sadece bir tane nota çalıyormu gibi duyuluyor. Aslında o nota deiiyor, oluuyor, dönüüyor, bir eyler oluyor; aslında size daha fazla nüfuz ediyor ve siz ona daha fazla nüfuz ediyorsunuz. Aynı ekilde “Capricorn Songs”da da tıpkı John Cage’in “A Flower”ında olduu gibi insan sesiyle enstrüman arasında bir oyun var. nsan sesinin her gün duyduumuz baka seslerin formuna yaklaını, daha efekt hailne dönüünü ve asılı kaldıını duyuyorsunuz. O yüzden onda da aynı dönüümü, aynı deiimi yakalayabiliyoruz. Sonuç olarak bu iki besteci de yaptıkları çalımada bence yeni ilikileri vaad ediyor. Biz onların iini dinlerken aslında onları belki daha çok yarım bırakıyoruz. Ya da kendimizce bütünlediimizi sanıyoruz ama bizi daha fazla harakete geçiriyor. Bu yüzden de bence ikisi de öncü ve avant-garde. Teekkür ederim.


Yüklə 302,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin