Üçüncü Bölüm Akıl ve Rahman’ın Askerlerinden Biri Olan Korku İle Şeytan Ve Cehalet Askerlerinden Biri Olan Ümitsizlik Arasındaki Farkın Beyanında
Bil ki Allah-u Teala’dan korkmak ile Allah’ın rahmetinden ümidini kesmenin temel ve esasları farklıdır. Zira Hak Teala’dan korkmak ya celal, azamet ve kibriya tecellisinden ya azap şiddetini, hesap inceliğini ve ceza büyüklüğünü düşünmekten ya da görevini eda etmek hususunda kusur ve acizliği göstermektendir. Bunlardan hiçbiri de Allah’ın rahmetine ümit bağlamak ve güvenle çelişki teşkil etmemektendir. Bunun da neticesi görevini yerine getirmeye koyulmak ve itaat hususunda dikkat göstermektir. Sadece fiillerin hedefi bu esaslar üzere farklılaşmaktadır. Örneğin hakkın celal ve azametinin kendisini amele davet ettiği bir kimsenin fiilinin nihayeti hak Teala’yı övmektir ve dili de “seni ibadete ehil gördüm ve sana ibadet ettim”2 hakikatidir.
Bunların hem korkuları diğerlerinin korkusundan ve hem de amelleri diğerlerinin amelinden farklıdır. Bunlar, cennet ve cehennem ile ilgilenmezler. Bunlar amellerin cezası ve mükafatına itina göstermezler. Azap, ceza ve hesap korkusunun kendisini amele davet ettiği kimsenin nihayeti de bunu gerektiren şeylerden kurtulmak ve de karşıtlığı olan şeylere erişmektir. Kendi noksanlıklarını görmenin, korkmasına neden olduğu ve de kendisini amele davet ettiği kimsenin nihayeti de mümkün olduğu kadar bu noksanlıkları gidermek ve gücü yettiğince kemallere erişmektir. Ama Hakk’ın rahmetinden ümidini kesmek ise ilahi rahmeti sınırlamak, mağfireti kusurlu görmek ve Hakk’ın affını eksik kabul etmektir. Bu ümitsizlik, en büyük günahlardan biridir. Hatta Allah’ın isimleri hakkında inkara düşmektir ve hakikati de yüce Allah’ı inkar etmektir. Hak Teala’nın mukaddes makamını, değerli isim, sıfat ve fiillerini tanımamaktır.
Bu ümitsizliğin etkilerinden biri de amelden geri kalmak, ciddiyetten el çekmek, kulluk bağlarını koparmak ve de dizginlerini salı vermektir. Zavallı kulu Hak Teala’nın dergahından ve mukaddes makamından bu kadar uzak düşürebilen ve rahmetinden mahrum kılan başka bir şey oldukça azdır.
İblis’in büyük tuzaklarından biri de başlangıçta kulu kibre sürüklemesi, bu vesileyle istediğini söyler bir hale getirmesidir. İblis, böylece insanı küçük günahlardan, büyük günahlara ve büyük günahlardan da helak edici günahlara sürükler. Bu hal üzere bir müddet onunla oyun oynar, onu Allah’ın rahmetinden ümit etme hayaliyle, kibir vadisine sürükler. İşin sonunda onda tövbe ve dönüş yapacağı ihtimalini verdiği bir nuraniyet gördüğü taktirde ise onu Hak Teala’nın rahmetinden ümitsizliğe sürükler ve şöyle der: “Artık senin işin bitmiştir. Sen ıslah olacak değilsin.” Bu, kulu Allah’ın kapısından geri çeviren ve elini ilahi rahmetten koparıp atan büyük bir tuzaktır. Bu halet bir çok ilginç garipliklerin kaynağı ve sayısız fesatların çeşmesi konumundadır. Bu tür kimselerin kendisine ve diğerlerine verdiği zarar, herkesin verdiği zarardan çok daha fazladır ve bu cehalet ve şekavetin nihayetidir.
O halde insan, bu büyük helak edici günahtan kurtulmanın yolunu bulmalı, Hak Teala’nın geniş rahmetini ve mukaddes zatın gizli ve açık ihsanlarını düşünmelidir. Hak Teala, insan hakkında bir çok lütuf ve merhamette bulunmuştur. İnsan, bu özel rahmet ve lütufların yanı sıra hayvani veya bitkisel hayatında da diğer varlıklarla ortak kılındığı bir çok rahmetlere ve ihsanlara mahzar kılınmıştır. Hatta bu hayvani ve bitkisel makamlarda bile insan, diğer hayvanlardan farklı olarak bir çok yüceliklerle seçkin kılınmıştır.
Hayvani hatta bitkisel hayatın temeli olan su ve hava, bizim gafil olduğumuz büyük nimetlerden biridir. Bizler bu iki nimet içinde yüzdüğümüz için hesaba katmamaktayız.
İnsan henüz doğmadan önce, Allah-u Teala, kendisi için en uygun yiyeceklerden olan bir takım yiyecekler temin etmiştir. Allah-u Teala çocuğun sevgisini diğer hayvanlardan daha çok bir şekilde anne ve babasının kalbine yerleştirmektedir. Yani insan diğer hayvanlardan çok daha fazla evladını sevmekte, çocuğunu büyütme, koruma ve terbiye etme hususunda ciddiyet göstermektedir. Bu aşırı ilgi sebebiyle anne ve baba çocuğu hakkında yaptığı hizmetleri hiçbir minnet ve karşılık beklemeden isteyerek yapmaktadır.
Örneğin anne birçok zahmetlere katlanarak geceleri çocuğuna bakmak için uyumamaktadır. Oysa bu iş için bile hiç kimseyi görevlendirebilmek mümkün değildir. Ama anne bu zahmeti can-u gönülden kabul etmektedir. Çocuğunun istirahat etmesi için çalışmaktadır. Uzun geceler yatmayarak değerli çocuğunu uyutmaya çalışmaktadır. İşte bu Allah’ın insanoğluna yönelik ilahi sevgisinin, annenin kalbine yansıyan bir tecellisidir.
İnsana özgü olan yüceliklerden biri de annenin göğüslerinin, çocuğa süt verirken onu saygı ile kucağına alacağı bir şekilde karar kılınmış olmasıdır.
Bunlar ve verilebilecek binlerce örnek, sadece çocukluk dönemindeki zahiri yüceliklerden bir kaçıdır. Ömrün her çağında insan için bir çok nimetler ve rahmetler taktir edilmiştir. Bunları aktarmak sözün uzamasına neden olacaktır. Bütün nimetlerden daha büyük, bütün rahmetlerden daha kamil olanı ise, insanoğluna özgü kılınan manevi terbiyeler nimetidir. Örneğin semavi kitaplar, Peygamberler ve de elçiler göndermektir. Bu elçiler insanın ebedi rahatlığını ve saadetini temin etmektedir. İnsanlara ebedi saadet ve insani kemallere ulaşma yolunu göstermektedir.
Bu çeşitli nimetler, açık ve gizli lütuflar, hiçbir hizmet ve ibadet karşılığında taktir edilmemiştir. Allah’ın bütün nimetleri ibtidaidir. 1
Allah’ın bütün rahmetleri hiçbir karşılık düşünülmeden yapılan rahmetlerdir. Allah-u Teala 1400 yıl önce bizler için en son ilahi marifet mertebelerini ihtiva eden ve dini-dünyevi saadetleri garantileyen Kur’an-ı Kerim gibi bir kitabı, yaratıkların en yücesi, en büyüğü ve Allah’a en yakın olan son Peygamber vasıtasıyla indirmiştir. Allah-u Teala bu değerli kitabı, meleklerinin en üstünü olan Cebrail vesilesiyle indirmiştir. Onların tümü bu insanın yüceliği sayılmaktadır.
Bütün bu nimet ve rahmetler, hangi itaat ve ibadetin karşılığı ve hizmetin neticesidir? Bütün bu nimetleri bulan, gören ve buna rağmen ümitsizliğe kapılan kalp ve göz kör olsun.
Ey zavallı insan! Melekut ve kıyamet alemindeki çeşitli azaplar ve cehennem, senin amel ve ahlakının suretleridir. Sen kendi elinle kendini zillete ve zahmetlere düşürmüşsün ve de düşürmektesin. Sen kendi ayaklarınla cehenneme gitmektesin. Kendi amellerinle cehennemi yaratmaktasın. Cehennem senin uygunsuz amellerinin batınından başka bir şey değildir. Berzah, kabir ve kıyamet zulmetleri ve dehşetleri, insan oğlunun batıl inançlarının ve bozuk ahlakının zulmani bir gölgesinden başka bir şey değildir.
“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.”1
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu ayeti şerife, en muhkem ayetlerdendir.”2
Bu ayet-i şerifenin zahirine göre de biz sadece kendi iyi ve kötü amellerimizin karşılığını göreceğiz.
Al-i İmran 30. ayette şöyle buyurulmaktadır: “Herkes ne hayır işlemişse ve ne kötülük yapmış ise önüne konmuş bulacağı gün.”
Eğer, insan oğlunun amelleri olmasaydı ve bizim çirkin amellerimizin gaybi suretleri olmasaydı, cehennem diye bir şey olmazdı ve bütün gayb alemi esenlik olurdu.
Aynı zamanda cehennemin batını, ilahi rahmet ve lütfün suretidir. Günahkar müminlerin kurtuluşu ve ebedi saadete ulaşma vesilesidir. Zira insanın saf yoğrulmuş fıtratı, yaşam günlerinde bakıra bulaşmış bir altın gibidir. Bu altını ocaklarda ve eritici ateşlerde halis kılmalı, bütün pisliklerden arıtmalıyız.”İnsanlar, altın ve gümüş gibi madenlerdir.”3
O halde cehennem fıtratları tümüyle örtülmemiş, küfür, inkar ve nifaka ulaşmamış kimseler için gazap suretinde bir rahmettir.
Dostları ilə paylaş: |