Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


Tasdik ve Zıddı Olan İnkarın Beyanında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə15/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   66

Tasdik ve Zıddı Olan İnkarın Beyanında


Burada da iki bölüm vardır:

Birinci bölüm: Tasdik ve cuhuddan (inkar) maksat


Bil ki bu makamda tasdik, hakkı kabullenmek ve hakka sağlam bir inançla bağlanmaktır. Nitekim, cuhud (inkar) da hakkı inkar etmek, reddetmek ve hak karşısında teslim olmamaktır.

Tasdik, aklın askerlerinden biridir ve de yoğrulmuş fıtrat ile ilgilidir. Nitekim inkar da cehaletin askerlerinden biridir ve de örtülü fıtrat ile ilgilidir.

Bu kısıtlı bilginin detayları ise, şudur ki insani fıtrat yüce ve olan Hak Teala’nın, celal ve cemal kudretinin eliyle yoğrulduğundan ve de temiz ve kutsal alemden indiğinden, ilk başlarda fıtrat ve yaratılış nurani ve parlaktır. Gayp alemine yöneldiği, hakkı talep ettiği ve önceden de işaret ettiğimiz gibi hakka aşık olduğu için nur, temizlik ve kutsal alemden olan hak işler ve imani hakikatler ile zati bir münasebeti taşır. Cehaletler, batıl şeyler, yanlışlar ve yalanlarla hiçbir uyumu yoktur. Kendi yerinde de ispat edildiği üzere ilim, alim ve malum (bilinen şey) birbiriyle uyum içinde olmalıdır. İlim, alimin yiyeceğidir. Nitekim yiyecek de yiyen kimse ile bir uyum içinde olmalıdır. Zira yiyen kimseyle birleşmektedir. Ruhani yiyecekler de yiyen kimseyle birleştiği için, onunla bir uyum içinde olmalıdır. Nitekim, bu konu, alim ve malumun (bilen ve bilinenin) birliği ve akil ve makul (düşünen ve düşünülen)in birliği hususu delillerle1 ispat edilmiştir. Nitekim Allah-u Teala, mübarek Abese suresi 24. ayette şöyle buyurmaktadır: “Bir de insan, yediğine bir bakıversin.

Kafi kitabında, bu ayetin anlamı hakkında İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu yer almıştır: “İnsan aldığı ilmine ve bu ilmi kimden aldığına iyi bakmalıdır.”2

Şeyh Mufid (r.a) ise, İmam Bakır’dan (a.s) bu anlamda bir rivayet nakletmiştir. 3 O halde insan kendi asli fıtratı üzere olduğu müddetçe nur ve temizlik aleminden olduğu sebebiyle hakiki ilimler, ilahi marifetler, ruhani hakikatler ve gaybi alemlerle uyum içindedir. Nefsin yüzü nurani, parlak, tozsuz, passız ve kirden arındırılmış olunca, tümü hak ilimler ve marifetler türünden olan gayb aleminin suretleri, bu aynaya yansır ve ayna da onlarla uyumlu olarak onları çok güzel bir şekilde yansıtır. Batıllar, yalanlar ve yanlış kıyaslar ise şeytanın nefhasından, zulmet, pislik ve karanlık alemlerden olduğu sebebiyle de fıtrat üzere yoğrulmuş olan nefsin yüzü, onlardan sarf-ı nazar etmektedir ve de onlarla hiçbir uyum ve tenasüb içinde değildir. Dolayısıyla da o suretlerin hiçbirini kabul etmemektedir. Onlardan etkilenmemektedir. Eğer bu fıtrat sonuna kadar korunur, İblis’in tasarruf elinden kurtulursa, Hakka aykırı olan hiçbir şeyi kabullenmez, hiçbir hakikatten yüz çevirmez, Kur’an-ı Kerim’in, büyük peygamberlerin ve yüce velilerin (a.s) buyurdukları ilahi vahiy madeninden ve hak ilimler kaynağından indiği şekliyle onda halis bir şekilde ve de kul ile Hak Teala arasında zulmani hicaplar olarak ifade edilen nefsin tasarrufları ve hayali müdahalelerden münezzeh bir şekilde tecelli eder.

Ama bu fıtrat, eğer ruhaniyyetinden örtülü olursa, tabiat alemiyle uğraştığı için zulmani hale gelirse; şehvet, cehalet, gazap ve şeytanlık sultası ona üstün gelirse, dünyevi işlerle ve mülk aleminin kesretleriyle ünsiyet kuracak olursa, batın yüzü, ruhaniyet ve melekut aleminden döner, o nurani alemlerle olan uyumu kesilir, cin ve şeytan alemiyle uyum içine girer, kuruntuların ve küçük insanın şeytanı olan hayali müdahalelerin egemenliği insana hakim olur ve ilahi marifet ve hakikatler ve de nur, temizlik ve kutsal alemden olan şeyler, ona acı gelir, kulağına ağırlık yapar ve tatsız bir hale dönüşür.

Zulmetler, pislikler, batıl inançlar, yalan kuruntular, safsata ve yanlışlıklar ona tatlı gelir, ruhuna hoş gelir, paslanmış bir kirli ayna gibi nur ve latif suretleri kabullenmez. Pas ve pislik türünden olan her şey onda üst üste gelir, böylece nefiste cuhud ve inkar haleti ortaya çıkar. Kalp artık hiçbir hakkı, hakikati, hatta zaruri ve fıtri şeyleri kabullenmez ve teslim olmaz.

Her insan fıtrat gereği bu güzel düzenden ve ilginç ince yaratılıştan, bunu düzenleyen ve yapan birine intikal eder ve bu düzeni yaratıcıyı aramaya koyulur. Bu ilginç düzenin bir düzenleyicisinin olmadığı düşüncesi aklına bile gelmez ve kalbinde bu hususta hiçbir şüphe oluşmaz. Elektrik gücü, radyo, telefon sanayisi, telsiz telgraf ve diğer buluşlar, insanı fıtratın aslına ve cibiliyete yöneltmekte, bunu yapan ve keşfeden karşısında teslim olmaya ve onu azamet ve büyüklükle ister istemez anmaya sevk eder. Eğer birisi şöyle derse, “Bunlar önemli şeyler değildir. Bunlar bir yapımcıya ve üstada ihtiyaç duymamaktadır. Onların kendi kendine oluşmuş olması mümkündür.” Bu yanlış ihtimal herkese ağır gelir ve ruh için çok acı olarak algılanır. Bu sözü söyleyen kimsenin cevabı ise kendisine hiçbir cevap vermemektir. Ama alemin ilginç düzeni ve kainatın akılları şaşırtan büyük yapımı insanı hayrete düşürmektedir. Elektrik gücünü ve beşeri ilginç teknikleri keşfetmek de bu alemin küçük bir örneğinden yani insani beyinden ortaya çıkmıştır. Alemdeki bütün büyük filozoflar, bu büyük alemin zayıf bir parçası olan bu beşerin yapısının her bir parçası hususunda büyük bir şaşkınlık izharında bulunmaktadırlar. Binlerce yıldır tıp ve anatomi alimleri, insanın zahiri yapımı hakkında bu kadar dikkat gösterdikleri ve incelemede bulundukları halde, henüz de bunun hakikatini tümüyle keşfedebilmiş değillerdir. Buna rağmen yine de insanlık arasında bu alemin yaratıcısının büyüklük ve azameti ve de Rab ve meydana getiricisi karşısında teslim olmayan cahil ve zalim insanlar bulunmaktadır. Bunların kalbinde şek ve şüphe tozları öylesine katmerleşmiştir ki, artık kendi fıtri özelliklerinden gaflet etmiş ve bu yüzden de aklın açık ve zaruri gördüğü şeyleri bile kabul etmemektedirler. “Kahrolası insan, ne kadar da nankördür.”1

Bunun sebebi de şudur ki insan tabiat alemi ile meşgul olduğundan, vehim ve şeytanlığın elinde esir hale geldiğinden fıtrat, nuraniyetini kaybetmekte, hak ve hakikatlerle ilişkisi kesilmektedir. Nitekim Allah-u Teala Ahkaf suresi, 20. ayette şöyle buyurmuştur: “İnkâr edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz!

Belki de kafirlerin dünya hayatında, dünyadan istifade ederken ve şehvetlere dalırken alıp götürdükleri temiz şeylerden biri kutsal Hazret’ten temizlikle nazil olan ve de insan için semavi sofralardan biri olan bu ilahi fıtrat nurudur ve onlar dünyaya teveccüh ettikleri ve dünyadan faydalandıkları sebebiyle de bu ilahi fıtrat nurunu kaybetmişlerdir.

Özetle, burhan esasınca yiyecek ile yiyen kimse arasında bir uyum gerektiği için nuraniyetinden dışarı çıkmamış olan asıl fıtratların bir gereği de hakkı onaylamak ve hakikat karşısında boyun bükmektir. Cehalet ve şeytanlığın galip geldiği örtülü fıtratların gereği ise inkar ve reddetmektir. O halde tasdik ve onaylamak, aklın askerlerinden biridir, inkar ve reddetmek ise cehaletin askerlerinden biridir.


Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin