İrfani İncelik ve İmani Hakikat
Bil ki, ilk Adem ve en büyük İblis, akıl ve cehaletin hakikatidir. Her birisinin bir soyu ve dünya aleminde mazharları vardır. Dolayısıyla onları teşhis etmek ve de bu alemde aralarını ayırt etmek mümkündür. Elbette bu teşhis ve ayırt etme, Mizan-i Ekber (en büyük ölçü) olan Kur’an ölçüleriyle ve de Mizan-i Sugra (küçük ölçü) olan hadis ölçüleriyle yapılabilir. O da şu şekildedir ki insan kendisini Kur’an’a arzeder ve Kur’an-ı Kerim’de zikredildiği gibi yaratılışın evvelinden sülukunun sonuna kadar Adem ve İblis’in kıssası ve de Adem (a.s) hakkındaki ayetleri kendisine uyarlamaya çalışır. Hakeza gökler aleminde olduğu zamandan bu zamana dek, İblis hakkındavar olan ayetleri de kendisiyle kıyas eder. 1 Böylece insanın hangi partiden olduğu anlaşılır.
Kıraat adaplarından biri olan ve bizim Adab’us-Salat2 kitabında zikrettiğimiz bu tatbik ve uyarlamanın büyük neticesi de, insanın kendi neş’etini değiştirebilmesi ve İblisi mazhariyeti Adem’i mazhariyete dönüştürebilmesidir. Zira insan, değişim, başkalaşım ve madde alemi olan bu tabiat aleminde yer alınca, Hak Teala’nın kendisine verdiği etkilenme gücü ve kendisine göstermiş olduğu saadet ve şekavet yolu vasıtasıyla noksanlıklarını kemalata ve rezaletlerini güzel övülmüş hasletlere dönüştürebilir, kötülüklerini iyilikler haline getirebilir. Dolayısıyla da, “falan çirkin huy veya falan rezil sıfat, zati bir sıfattır ve değişmesi mümkün değildir.”3 Bu söz, temelsiz bir sözdür ve az düşünceden kaynaklanmaktadır. Zati şeylerin değişmezliğinin bu hususla bir ilgisi yoktur. Aksine insan, riyazet ve çabalarıyla bütün nefsani sıfatlarını değiştirebilir. Hatta korkaklık, cimrilik, hırs ve tamah gibi sıfatlarını bile cesaret, yücelik, kanaat ve nefis izzeti haline dönüştürebilir.
O halde, hak yolunun saliki ve saadet ve kurtuluşun talibi olan bir insan, fırsatı olduğu bu birkaç gün içinde ve de değişim, ihtiyar ve irade yurdu olan bu dünya yurdunda kaldığı birkaç sabah müddetince büyük bir ciddiyetle çaba göstermeli, nefis sayfasını Allah’ın Kur’an’ına ve masumların hadislerine –ki hak ve batılın ölçüleri ve saadet ve şekaveti ayırt etme kriterleridir. - arzetmelidir ki evvela kendisini tanısın, kendi batıni hali hakkında bilgi elde etsin, hangi hizipten olduğunu ve hangi orduya dahil bulunduğunu anlasın. Acaba Rahman hizbinden ve akıl askerinden midir yoksa şeytan hizbinden ve cehalet askerlerinden midir? O halde eğer, bu şerh etmek istediğimiz hadisle kendisini imtihan edecek ve kendisini akıl askerlerinden teşhis ettiği ve ruh memleketine akıl askerlerini galip ettiğini gördüğü zaman hemen Allah-u Teala’ya şükr eder ve batın memleketini cehalet askerlerinden temizlemeye koyulur. Akıl ve askerlerinin hükmünü batınında sağlam ve etkili kılar. Asla, sahip olduğu kemal veya batıni cemal vasıtasıyla gururlanmaz. Zira gurur, salik olan insanı hakkın yolundan alı koyan İblis’in en büyük tuzaklarından biridir. Bu tuzak insanı gerisin geri döndürür. Zira insan, bu dünyada ve aldanma yurdunda olduğu müddetçe ruhani cemal ve kemalin her makamına ulaşsa da ve adalet ve takvanın her mertebesine erişse bile, yeniden gerisin geriye dönebilir, tümüyle değişebilir ve işin sonunda şekavet ve mahrumiyete düşebilir.
O halde, insan asla kendinden gaflet etmemelidir ve kendi kemallerine aldanmamalıdır. Kendisini, nefsinin hallerini ve nefsine riayet etmeyi unutmamalıdır. Bütün hallerinde Hak Teala’nın gizli inayetlerine sarılmaktan gaflet etmemeli, kendisine, sülukuna, riyazetine, ilmine ve takvasına hiçbir şekilde itimat etmemelidir. Zira bu insanlığın en büyük helak edicisi ve de şeytanın vesvesesidir. Salik insana kendisini unutturmaktadır. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur: “Allah'ı unutmuş, Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.”1 Eğer zatının batınında ve ruh memleketinde şeytan hizbinin ve cehalet askerlerinin galip olduğunu hissederse, bütün ciddiyet ve riyazeti ile, batın memleketini, şeytan askerlerinden temizlemeli, o aşağılık şeytanın tasarruf elini kesmelidir. Allah Tebareke ve Teala’nın isteği ve yardımıyla bu sayfalarda, cehalet ve akıl askerlerinin genişlik ve detaylarını, nefisleri tedavi etme niteliğini, kalpleri temizlemeyi ve ruhları münezzeh kılmayı mümkün olduğu kadar ve bu kitapla uyumlu bir şekilde beyan etmeye çalışacağız. Ama bilmek gerekir ki herkes, bizzat kendisi, kalbini tedavi etmeli, ruhunun doktoru olmalıdır. Hiç kimse kraldan daha kralcı olamaz. İnsan fırsat, imkan ve kendisine verilen mühlet günlerini kaybetmemeli, çaresizlik, baskı ve darlık günlerinde, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Aksi taktirde, artık onun için hiçbir ilacın etkisi olmadığını bilmelidir. Ey Aziz! Bu ilahi büyük nimet ve Allah’ın verdiği bu peşin ömür, henüz mevcuttur. Çaresizlik ve yoksunluk günlerin için bir himmet et, kendini, seni bekleyen zorluklardan ve sıkıntılardan kurtar. Bugün değişim, başkalaşım ve ekim gününde olduğundan bu neticeyi daha güzel bir şekilde elde edebilirsin. Eğer Allah korusun şeytani güç, sana galip gelecek olursa ve bu hal üzere ömrün sona erecek ve bu dünyadan mahrum kalacak olursan, artık hiçbir şeyi telafi edemezsin. Artık o gün hasretlerin ve pişmanlıkların hiçbir faydası olmayacaktır.
“Ey Muhammed!) İnsanların pişmanlık duyacağı ve işin bitmiş olacağı (kıyamet) günü ile onları uyar. Onlar hâlâ gaflet içindedirler, onlar iman etmezler.”1
O hasret ve pişmanlık günlerinin hangi günler olduğunu sadece Allah bilmektedir. Biz, bugün o günün hasretleri hakkında sadece bir haber işitmekteyiz:
“Kıyametten bir haber işitiyorsun
Uzaktan ateşe el tutuyorsun”
Bu hasretler, sonu olmayan hasretlerdir. Bu pişmanlıkların sonu yoktur. Evet, Allah-u Teala’nın bütün ilerleme ve manevi tekamül araçlarını ve saadete ulaşma vesilelerini kendisine ihsan ettiği –bu vesilelerden kimisi akıl, ayırdetme gücü, hedefe ulaşma kabiliyeti, kemal ve cemala olan fıtri aşk gibi batıni vesilelerdir ve kimise de ömür, vakit, uygun çevre, salim organlar ve başlıcası hidayet yolunu hidayetçileri, semavi kitaplar, ilahi emirler ve onu yorumlayan kimseler gibi zahiri araçlardır- kimse, bütün bunlara rağmen, sonsuz ilahi nimetlere küfretmiş, ilahi emanete hıyanette bulunmuş, akıl ve şeraite uymayı terk etmiş, nefsani isteklere, insanlardan ve cinlerden şeytanlara uymayı, veli nimeti olan hakka uymaya tercih etmiş ve bütün fırsatları kaybettiği, Allah’ın kendisine verdiği bütün nimetlerden yoksun kaldığı bir zamanda tabiat aleminin ağır uykusundan, sonsuz gafletinden ve sarhoşluğundan uyanmış, bu araçlarla ebedi saadet elde edeceğine büyük peygamberler ve yüce veliler ile birlikte nimetler cennetinde rahatlık ve huzur içinde, yaşayacağına, kendisi için ebedi şekavetleri temin etmiş, cin, şeytan ve cehennem ashabıyla arkadaş olmuş; zulmetler, baskılar, ateşler, prangalar, ağır zincirler, yılanlar ve akreplerle, haşrolmuş ve seyr-u sülukunun sonunda, “Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O kızgın bir ateştir.”1 ayetindeki, cehenneme varmıştır.
Böyle bir çaresiz kimseyi düşün. Arkadaşlarını, türdeşlerini ve vatandaşlarını, saadete ve nihai kemale ulaştığını gördüğü halde, kendisinin bu kamiller kafilesinden geri kaldığını, noksan ve şekavet sahibi kimselere katıldığını, hiçbir çözüm yolunun kalmadığını ve noksanlıklarını telafi imkanının olmadığını gördüğü zaman ne kadar büyük hasrete kapılacaktır.
Bugün, tabiat aleminin hicaplarında ve mülk aleminin kılıfında olduğumuz için o alemdeki halleri düşünemiyoruz. Bu alemin gaybında olan, Hak Teala’nın semavi kitaplar, büyük Peygamberler ve yüce velileri vasıtasıyla bizlere beyan edilen, yaygın hakikatler, bize göre yakin ifade eden hakikatlerden değildir. Eğer zahiren onlara iman ettiğimizi söylüyorsak veya burhan yada veli ve alimlerin sözüne uyarak akli bir inancımızın olduğunu söylüyorsak da insani kemal ölçüsü olan kalbi imana sahip değiliz. Tahtadan olan delilsel ayakla2, bu zikzaklı ve tehlikeli yolu kat etmek istiyoruz. Oysa biz bu azık ve güçle, hedefe ulaşamayız. Aşk menzilinin kafilesinden geri kalacağız.
Şerh ettiğimiz bu hadis-i şerifin sonunda da burada yazdığımız bazı gerçeklere işaret edilerek şöyle buyurulmuştur: “Bu güzel hasletlerin tümü sadece Peygamber’de veya Peygamber’in vasisinde veya Allah’ın kalbini imanla imtihan ettiği müminin kalbinde, bir araya toplanabilir. Ama diğer dostlarımıza gelince, şüphesiz onlardan birinde bu sıfatlardan bazısı vardır ta ki kemale erer ve cehalet ordusundan temizlenir. Bu durumda Peygamberler ve vasilerle birlikte yüce bir derecede bulunur.”
Bu hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere kalpleri sefalı ve iman nuru için halis olan müminlerde bütün bu sıfatlar bir araya gelir. Diğer insanlarda ise akıl askerlerinden biri veya bir kaçı bulunduğundan ilmi ve ameli riyazet vasıtasıyla kendilerini kemale eriştirebilirler. Cehalet askerlerinden temizlenebilir ve akıl askerleri ile süslenip donanabilir. Peygamberlerin ve velilerin civarında kamil ve yüce bir dereceye erişebilirler.
Beşinci Makale
Dostları ilə paylaş: |