Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə23/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   181

BÜSSED Mercan taşı.

BÜSTAH f. Edebsiz, küstah, utanmaz.

BÜSTE f. Fındık.

BÜSTÛKA (C.: Besâtik) Küçük küp. Küpçük.

BÜSUK Bir kimsenin, akranına üstün olması. * Ağacın uzaması. * Uzunluk.

BÜSUL Beddua, lânet.

BÜSUT Cömertlik, civanmertlik. El açıklığı.

BÜSÛTA Genişlik. * Tekellüfsüzlük.

BÜŞ f. At yelesi. * Kahkül. * Noksan, eksik.

BÜŞİY Fakir ve evlâdı çok olan kimse.

BÜŞRA Müjde. Sevinçli, hayırlı haber. * İncil'in bir ismi.

BÜT f. Put, heykel. Sanem.

BÜTÇE Fr. Devletin veya diğer kuruluşların yıllık gelir ve giderlerini (sarfiyat ve varidatlarını) gösteren ve bunlarla ilgili harcamaları tayin eden hesap işleri.

BÜTEKA (C.: Bevâtık) Pota dedikleri âlettir ve kuyumcular içinde altın ve gümüş eritirler.

BÜTEYRA Sonunda evlâdı kalmayan. * Vitir namazını bir rekat kılmak. * Şems, güneş. * Sabah.

BÜTLAL f. şaşa kalan, hayret eden, hayran olan.

BÜTPEREST f. Putu mâbut ittihaz eden. Heykellere ibâdet eden. (Bak: Putperest)

BÜTŞİKEN f. Put kıran.

BÜTU' Uzaklaşma. * Kesilme.

BÜTUL Bâtıl olmak.

BÜTUN (Batn. C.) Batınlar, karınlar, kucaklar. * Soylar, nesiller.

BÜÜRE Çukur kazmak. * Çukur.

BÜVAN (C: Ebvine) Çadır direği, direk.

BÜYU' (Bey'. C.) Satışlar. Satın almalar.

BÜYUD Yok olma, hiç olma, in'idam.

BÜYUN Geniş ve derin kuyu. * Mıntıkalar, bölgeler, yerler.

BÜYÛT (Beyt. C.) Beytler, evler.

BÜYÛTÂT (Büyût. C.) Asilzâde aileleri. * Asil kimseler, soylu kişiler. * Ev kümeleri.

BÜYÛZ (Beyz. C.) Yumurtalar.

BÜYÜ Cin gibi manevî varlıklar aracılığı ile insan veya başka varlıklar üzerinde etki meydana getirme işi. Dinimiz büyücülerin şerrinden, kötülüklerinden Allah'a sığınmamızı emreder. Müslüman büyücülük yapmaz.

BÜYÜKLENMEK t. Kendini büyük görmek, büyüklük taslamak. (Kötü huylardan biridir, günahtır.)

BÜZ f. Keçi.

BÜZ Harap yer.* Fâsid nesne. * Helâk.

BÜZA' Kibar, zarif.

BÜZAA Kibarlık, incelik, zerafet.

BÜZAK Salye, tükrük.

BÜZARE Üst dudakta fazlalık olarak sarkık deri olması.

BÜZ-BAN f. Keçi çobanı.

BÜZBÛN Altıda bir, südüs.

BÜZGALE f. Keçi yavrusu, oğlak.

BÜZİÇE f. Oğlak. Küçük, yavru keçi.

BÜZM Kesin karar ve tahammül. * Sertlik, kuvvet. * Doğru rey.

BÜZR Herkesin sözünü dinleyen. Dinleyici.

BÜZÛ' Doğmak, tulû' etmek.

BÜZUL Yarılmak, inşikak.

BÜZUR (Bezr. C.) Tohumlar, çekirdekler.

BÜZUZET Perişanlık, kıyafetsizlik, pejmürdelik, bezazet.

BÜZÛZET-İ HÂL Kıyafet pejmürdeliği, hâl perişanlığı.

BÜZÜRG (C.: Büzürgân) f. Cesim, kebir, azîm, büyük, ulu. * Reis, baş, başkan, şef. * Türk musikisinde bir mürekkep makamın adı.

BÜZÜRGÂN (Büzürg. C.) Büyükler, azimler, cesimler, ulular.

BÜZÜRGÂNE f. Büyük, ulu bir kimseye yakışacak sûrette.

BÜZÜRGÎ f. Azîm olmak. Büyüklük. Ululuk.

BÜZÜRGMENİŞ f. Yüksek fikirli, fikirleri değerli olan.

BÜZÜRG-SAL f. İhtiyar, yaşlı.

BÜZÜRG-VAR f. Büyük, saygıdeğer, ulu (kimse).

BÜZZAKA Kabuksuz sümüklü böcek.

C Arabî ayların kısaltmalarında Cemaziyel Evvel ayının kısaltılmış hali.

CÂ f. Yer. Mekân. Mevki.

CÂ-Yİ BEHİŞTÎ Cennet gibi yer.

CÂ-Yİ İŞTİBAH Tereddüt edilecek nokta.

CÂ-Yİ MÜLAHAZA Düşünülecek nokta. Mülahaza edilecek mes'ele.

CÂ-Yİ PENAH Sığınılacak yer.

CÂ-Yİ RAHAT Rahat edilecek yer.

CA'AB Bileyci.

CAADET Etli, semiz ve kıllı kişi. * Su kenarında biter bir ot. * Bir kabile adı.

CAADET Kıvırcıklık.

CA'AM Tama' etmek.

CAAR Sırtlan.

CA'B Kazmak. * Atmak.

CABE Bir cevap.

CA'BE Ok torbası, sadak.

CABECA f. Yer yer. Ara sıra. Yerden yere. Bazı yerlerde.

CA'BER(E) (C.: Ceâbir) Kısa boylu kimse.

CABET Cevap vermek.

CÂBİ (Cibâyet. den) Eskiden Evkaf gelirlerini ve zekâtları toplayan tahsildar.

CÂBİR Cebredici, zorla yaptıran.* Galib gelen. * Şefkatsiz, merhametsiz. * Tekebbür ve taazzüm eden. * Aziz ve kavi olan. * Tıb: Kırıkçı, çıkıkçı. * Cebir ilminin ilk kurucusu olan müslüman âlimi.

CÂBİR-ÜL-ENSARÎ Câbir Bin Abdullah El-Ensarî (R.A.) da denir. Meşhur sahabelerdendir. Bizzat Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) ilim ve feyiz almış ve zamanında Medine-i Münevvere'nin müftüsü olmuştur. En çok hadis rivayetiyle meşhur olan altı sahabeden biridir. 1540 hadis rivayet etmiştir. 19 gazada hazır bulunmuştur. Hicri 73 tarihinde 94 yaşında Medine-i Münevvere'de vefât etmiştir. Akabe biatinde bulunan 70 Ensar'dan Medine'de en son vefat eden bu zattır.

CABİYE (C.: Cevâbi) Cemaat. * İçinde su toplanan büyük havuz. * Şam diyarında bir şehir adı.

CABLUS f. Dalkavukluk, yaltaklanma. * Dalkavukluk eden, yaltaklanan.

CABLUSÎ f. Dalkavukluk, yaltaklanıcılık.

CA'CA' (C.: Ceâci) Taşsız yer. * Zindan.

CA'CAA Değirmen sesi. * İsteklerde zorluk vermek. * Devenin çökermesi. * Çökmüş deveyi kaldırmak.

CA'CERE (C.: Ceâcir) Hamurdan çeşitli şekiller yapıp, pekmez içinde pişirip yerler.

CADD (Câdde) Ciddi, çalışkan, azimli.CA'D : Kıvırcık saç, şa're.

CADDE Geniş, işlek, büyük yol. Anayol. şah-rah.

CADDE-İ KÜBRA Büyük cadde. * Mc: En selâmetli yol. Kur'an yolu. Sahabe ve Peygamber vârisi olan büyük zatların, müçtehidlerin yolu.

CADI Avrupa'da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kullanarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok yaşlı masum kadın, cadı diye Hristiyanların kurduğu Engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılmıştır.

CADİ f. Safran.

CADİ (C. Cüdât) Sâil, dilenci.

CADİB(E) Kusur görücü. Başkalarının noksan taraflarını gören.

CADİL Gürbüz, kuvvetli, kavi, metin.

CADİS(E) Viran, harap, yıkık. * Çorak, kurak, işlenmemiş, ekilmemiş toprak, gelir getirmeyen boş arazi.

CADU f. Büyücü, cadı. * Hortlak, gulyabani. * Acuze, çirkin kocakarı. * Çok güzel söz.

CADU-FENN f. Büyücü, sihirbaz.

CADU-GER f. Büyücü, sihirbaz.

CADU-SUHEN f. Sihirlercesine söz söyleyen.CA'F : Atmak, yere vurmak.

CAFCAF f. Ahlâksız, iffetsiz kadın.CA'FER : Küçük akarsu, çay.CA'FERÎ : Şiilerden İmam-ı Ca'fer-i Sâdık Hazretlerine bağlı olduklarını iddia edenler.Bütün mânâsıyla İslâmiyet'e bağlı olup şeriatın emirlerine göre amel eden ve Âl-i Beyt'in büyük bir dinî şahsiyeti olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık Hazretlerine bağlılık iddiasının doğru olması için, o zat gibi olmağa ve Hz. Muhammed'in (A.S.M.) sünnetlerini yaşamağa gayret göstermek lâzımdır.

CA'FER-İ SÂDIK (Bak: İmam-ı Cafer-i Sâdık)CA'FERİYYE : Caferî tarikatı.

CAFÎ Cefa eden, eziyet veren.

CAFİL Yürürken çabuk olan kimse.

CAFÛN Karpuz.

CAGER f. Kuş kursağı.

CAH (Câhe) f. Makam, mansıb. Kadr, itibar.

HUBB-U CAH Makam ve mansıb sevgisi.

CAHAN Yediği fayda etmeyip geç büyüyen çocuk.

CAHAR Kuyunun içinin geniş olması.

CAHB (C.: Echibe) Ebücehil karpuzu. * Korkudan dolayı kederli olmak.

CAHCAH (C.: Cehâcih) Ulu, şerif kişi.

CAHCAHA Gönlünde olan sırrını gizlemek. * Çağırmak. * Su sesi.

CAHD Bile bile inkâr etme.

CAHD-I MUTLAK, CAHD-I MÜSTAĞRAK Arab gramerinde menfî olan iki geniş zaman sigası. Muzari fiillerinin başına (Lem; $ ) ve (Len $) getirilerek olur.

CAHDEL Semiz.

CAHDEM (C.: Cehâdim) Ekin tarlası.

CAHDER Kısa boylu.

CAHF Tekebbürlenmek, kibirlenmek, gururlanmak.

CAHF Övünme, fahr. * şeref.

CAHFEL Dudakları kalın olan kimse. * Asker. * Zenginlik.

CAHFELE (C.: Cehâfil) At dudağı.

CAHH Ayakları uzun, yeşil çekirge.* Adamın beli bükülüp eğilmek.

CÂHIZ Asıl ismi Amr İbn-ül Bahr olan ve gözünün hadekası çıkık olduğu için bu isimle anılan büyük bir Arab edibi. * Patlak gözlü adam.

CAHÎ (Cahiye) Aşikar, aleni, açık, meydanda ve herkesin gözleri önünde olan.

CAHİD Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.

CAHİD Bildiği halde inkâr eden. Ayak direyen.

CAHİF Kişinin kendi yanında olan şeylerin çokluğundan fahirlenmesi.

CAHİF Uykusunda dişini öttürmek. * Çok fazla hafiflik üzerine olmak. * Nefis, ruh. * İnsanın karnından çıkan ses. * Kısa. * Çok asker.

CAHİL Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy. * Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)

CAHİL-İ ANÛD İnatçı cahil.

CAHİLANE f. Câhillikle, câhilce, câhil kimseye yakışır şekilde.

CAHİLE (C.: Cevâhil) Değirmen çarkı.

CAHİLİYYET Cahilliğe âit. * İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendilerine yeni putlar dikiyor ve kendi yaptıkları bu putlara kendileri tapıyor. (Bak: Yobaz.)

CAHİM Çok sıcak yer.

CAHİM Şiddetli ve kat kat birbiri üzerine yanan ateş. Çukur yerde yanan ateş. * Cehennem'in bir tabakası.

CAHİMÎ Cehennem gibi.

CAHİYEN Aşikâr olarak, alenen.

CAHİZ Cesur, cesaretli, yiğit.

CAHL Çekirge gibi bir büyük arı. * Büyük kırba. * Ters yuvarlayan bir böcek.

CAHMA' Gözleri büyük ve çok kırmızı olan kadın.

CAHME Nazar değdiren göz. * Kat kat ve şiddetli yanan ateş.

CAHMERİŞ (C.: Cehâmir) Çok yaşlı kadın. * Eşek sıpası.

CAHRE Şiddet ve kıtlık yılı. * Yemek.

CAHREME Darlık. * Kötü ahlâk.

CAHSUK f. Orak.

CAHŞ (C.: Cihaş-Cuhşâ) Eşek sıpası. * Kolan eşeğinin erkeği.

CAHŞE Eşek sıpasının dişisi. * Çobanın eline dolayıp eğerdiği ip.

CAHÛD (Cahd. dan) İsrarla inkâr eden. Muannidce, isnat edilen bir sözü kabul etmeyen. * Yahudi.

CAHÛF Mağrur, kibirli, kendini beğenmiş.

CAHZEM Gözleri büyük olan kimse.

CAİBE (C.: Cevâib) Halkın ağzında gezen haber.

CAİL Yapan, bir şey veren, kılan. * Yaratıcı. (Bak: Ca'l)

CAİL Cevelân eden. Yerinde durmayıp hareket eden.

CAİR Mâni, engel. * Eğri. * Çok, kesîr. * Eziyet eden. Cevreden. Zulmeden.

CAİZ Mümkün, olur, olabilir. * Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.

CAİZE (Cevaz. dan) (C.: Cevaiz) Azık, yol yiyeceği. * Hediye, armağan, bahşiş. * Edb: Eskiden takdim olunan medhiyeli bir şiire veya bir san'at eserine karşılık olarak verilen para, hediye ve bahşişler.

CAKA (Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çekiyorlar.

CAL' (Câli') Terbiyesiz. Kötü konuşan.

CÂL Akıl. * Rey. * Kuyu duvarı.

CA'L Yaratmak, halk. * Almak. * İş işlemek. Yapmak. * Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de onüç vecihle kullanılmıştır:1- Tafak ve ahz (inşâ ve ikbal) mânasına; bir işi işlemeğe müteveccih olup başlamak ve işler olmak.2- Halketmek, yaratmak.3- Kavl ve irsal.4- Tehiyye ve tesviye (tanzim ve düzeltme).5- Takdir.6- Tebdil.7- Bir şeyi bir şeye dâhil etmek.8- Bir şeyi kalbe ilka ve İlhâm eylemek.9- İtikat.10- Tesmiye.11- Bir şeyi diğer bir şeyden icad ve tekvin.12- Bir şeyi bir sıfat ve hâletten diğer bir sıfat ve hâlete döndürmek, kılmak, tasyir.13- Bir nesne üzerine hükmeylemek gerek hak ve gerek bâtıl olsun - vaz'eylemek bir hususu bir kimse ile bir vecih üzere şartlaşmak ve azv ve nisbet eylemek ve hükm-ü şer'i. (L.R.)

CAL(İ) f. Tuzak, ağ. * Misvak ağacı.

CA'LE (C.: Cüul) Küçük hurma ağacı.

CALE f. Nehrin bir kenarından diğer kenarına geçebilmek için ağaçtan, sazdan veya şişirilmiş tulumlardan yapılan sal.

CA'LÎ Uydurma, samimi olmayan, sahte, düzme ve taklid.

CALİ' Açık-saçık kadın. Hayasız kadın. * Utanmaz, utanması kıt olan adam.

CALİB Çekici. Celbedici. Kendi tarafına çekip getirici olan.

CÂLİB-İ DİKKAT Dikkat çeken.

CÂLİB-İ MERHAMET Merhamet çeken.

CALİF Deri soyan, kabuk soyan.

CALİFE Deri ile eti birlikte koparan yara.

CALİNOS (Kalinos) yun. İlk devirlerde yaşamış olan bir Yunan Filozofunun adı.

CALİS (C.: Cüllâs) Oturan, oturucu, cülûs eden. Tahta çıkan.

CA'LİYYAT Yapmacık hareketler, sahte, düzme hâller.

CA'LİYYET Yapmacık (olmak.)

CALİZ f. Sebze bahçesi, bostan. Kavun karpuz tarlası.

CALÛT (Bak: Yûşâ A.S.)

CAM f. Cam, şişe, bardak, sırça.

CAM-I GEVHERÎ Billur kadeh.

CAM-I MEMLÛ Dolu kadeh.

CAM-I SEHER Güneş, şems.

CAM-I SİM Sevgilinin çenesi.

CAM-I TEHÎ Boş kadeh.

CAM-I ZERRİN f. Altın kadeh. * Tas: Allah âşıkının kalbi. * Bir kasaba adı. * Bir şarab adı.

CA'MA Yaşlı deve.

CAME f. Evde giyilen bol elbise. Elbise, çamaşır. Sevb, libas.

CAME-İ FENA Kefen.

CAME-İ HASSA Tar: Osmanlı padişahlarının verdikleri elbiselik kumaşlar.

CAME-İ HAYAT Hayat elbisesi, ömür.

CAME-İ ÎDÎ Bahar çiçekleri. Kırmızı renkli elbise. * Bayram elbisesi.

CAME-İ NEVRUZÎ Rengârenk elbise. * Bahar geldiğinde açan çeşitli çiçekler.

CAMEDAR f. Elbiseyi muhafaza eden kimse. * Vestiyer.

CAME-DUZ Terzi, elbise diken.

CAME-GÎ f. Hâdim ve hizmetçilere verilen ücret ve elbise parası. * Tüfek fitili. * Elbiselik kumaş.* Hizmetkâr, hademe, hâdim.

CAMEHAB f. Yatak.

CAMEKÂN f. Elbise soyunulacak yer. * Camlık.

CAMEŞUY (C.: Câmeşuyân) f. Çamaşırcı, çamaşır yıkayan.

CAMGER f. Cam yapan sanatkâr, camcı ustası.

CAMGÛL f. Külhanbeyi.

CAMHANE f. Cam fabrikası.

CAMÎ (Molla Camî) Hi: 817-898 Büyük bir İslâm müellifidir. Asıl adı: Abdurrahman'dır. Yüze yakın eser vermiştir.

CAMİ İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina. * Cem'edici, toplayıcı, içine alan. * Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan. * Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem'ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir. * Ehl-i Hadis ıstılahınca da; Buhâri Hadis kitabları gibi, babların sekizini birden cem' eden büyük hadis kitablarına da Câmi denir veya Sünen ismi verilir.

CAMİ-İ EMEVÎ şam şehrinde büyük bir câmidir.

CAMİ-İ KEBİR Büyük cami.

CAMİ-İ KUR'AN Kur'an-ı Kerim'i toplayan mânâsında olup, Halife Hz. Osman (R.A.) kasdedilir.

CAMİ-ÜL MEHASİN Güzel vasıfları huyları kendinde toplamış bulunan.

CAMİA Topluluk. Birlik. Kütle. * Dâr-ül fünûn.

CAMİD (Câmide) Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız.

CAMİH Başı sert hayvan.

CAMİİYYET Câmi'lik, toplayıcılık. * Çok şeylerle alâkalılık. * Pek ziyâde mânâları ve şeyleri hâvi olmak.(Evet hayatın öyle bir câmiiyyeti var; âdeta umum kâinata tecelli eden ekser Esmâ-i Hüsnâ'yı kendinde gösteren bir câmi âyine-i ehadiyyettir. Bir cisme hayat girdiği vakit, küçük bir âlem hükmüne getirir; âdetâ kâinat şeceresinin bir nevi fihristesini taşıyan bir nevi çekirdeği hükmüne geçiyor. Nasılki bir çekirdek, onun ağacını yapabilen bir kudretin eseri olabilir; öyle de en küçük bir zihayatı halkeden, elbette umum kâinatın Hâlikıdır. L.)

CAMİL Çobanla olan deve sürüsü.

CAMİS Cansız, camid. * Letâfeti gitmiş olan elbise.

CAMİT Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır.

CAMİ-ÜL EZHER Mısır'daki en büyük üniversitenin adı.

CAMİ-ÜL HURUF Kitap te'lif eden, müellif, yazar.

CAMİ-ÜL KELİM Vecize. Kısa olup çok mânaya gelen söz.

CA'MUS (C.: Ceâmis) Pis, necis.

CAMUS Su sığırı. Manda. Kömüş.

CAN f. Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri. Madde ilimleri, maddenin; hayat ilimleri (biyolojik ilimler) hayatın ne olduğunu açıklıyamamışlardır. Aslında bunların konusu da madde, hayat ve ruhun kendisi değil, bunların tezahürleri yani olay haline gelen tesirleridir. Deney ilimlerinin vazifesi bu olaylar arasındaki ilişkinin değişmeyen tarafını bulmaktır. Bunun ötesinde ilmin söyleyeceği bir sözü yoktur. Buna rağmen bazı kendini bilmez cahiller, ilim adını kötüye kullanarak ilmin sustuğu yerde kendileri konuşuyor ve hayat ve ruhu madde ile açıklamaya kalkışıyorlar. Oysa maddenin de ne olduğunu biliyor değildirler. Biz müslümanlar madde gibi hayat ve ruhun da Allah'ın kudretinin eserleri olduğunu biliyor, birini diğerinin yerine koymuyoruz. Allah görünen ve görünmeyen âlemler yaratmıştır. Onun kudretinin ve yaratmasının sınırı yoktur. Madde, yarattıklarının sadece bir çeşitidir. Varlığı maddeden ibaret sanmak aklı gözüne inmiş olan akılsızların batıl bir inancıdır. * Mc: Sevgili, dost.

CANA f. Ey sevgili! Ey can!

CAN-AFERİN f. Yaratıcı.

CANAN f. Sevgili, güzel, sâhib-i cemâl. * Canlar, ruhlar.

CANAVAR f. Can alıcı, kahredici. * Vahşi, yırtıcı hayvan. Kurt.

CAN-AVER Zihayat, canlı, yaşayan. Hayatdar. * Domuz, canavar, hınzır. * Zararlı hayvan.

CAN-AZAR f. Can yakan, can inciten, eziyet veren. Acı çektiren.

CAN-BAHŞ f. Hayat bağışlayan, can veren. Sevgili. Cenâb-ı Hak. Allah.

CANBAZ (C.: Canbazan) Can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz. * Hayvan alış-verişi ile uğraşan kimse. * Aldatan, hilekâr, hile yapan. * Eskiden atlı fedai asker.

CANBELEB Ölecek halde, canı dudakta.

CANDADE f. Bir şeye candan bağlanmış. Can vermiş, candan bağlanan.

CANDANE f. Tepe ile alın arasındaki yer, bıngıldak. Beyin.

CANDAR f. Diri, canlı, zihayat, ziruh. * Silâhlı kimse. * Muhafız, koruyucu, emniyet memuru. * Yol yiyeceği, azık.

CANE f. Silah.

CAN-EFŞAN f. Bir dâvâ uğrunda canını veren, canını feda eden.

CAN-FERSA f. Can dayanamıyacak derecede.

CANFEZA Gönüle ferahlık veren, can artıran. * Ayın 23. gününe verilen ad.CAN-GÂH $_ : f. Can evi. * Can azaltıcı.

CAN-GEZA f. Ruh sıkıcı, can sıkıcı. Tehlikeli olan, öldürücü.

CAN-GÎR f. Can sıkıcı, ruh sıkıcı.

CAN-GÜZAR f. Cana dokunan, candan geçer olan.

CANHIRAŞ f. Dayanamıyacak derecede acı ve keder veren.

CANİ Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan. Caniler nasıl haksız yere insanı öldürüyorlar ve onların hayatlarına son veriyorlarsa; kâfirler, inkârcılar, dinsizler de birer cani sayılırlar. Çünkü Allah'ın eserleri olan canlı ve cansız varlıklar onun sonsuz kudretini, ilmini, iradesini, rahmetini ilân edip dururlarken inkârcılar bunları tesadüfün, maddenin, tabiatın ve sebeplerin eseri sayıyor ve mânasız, gayesiz şeylermiş gibi göstererek onları mânen öldürüyor, sayısız cinayetler işliyorlar. Demek ki inkârcıların bu cinayetlerinin hesabını verecekleri bir mahkeme var ve olacaktır. (Bak: Ceza)

CANÎ f. Candan sevilen.

CANİB f.Yan, yön. Cihet, taraf. Yüksek taraf.

CANİBEYN İki taraf, iki cânib, iki yan.

CANİH(A) (Cünha. dan) Suç işlemiş, mücrim, cinayet işleyen.

CANİHA Bir tarafa meyleden veya bir cenahı tutan. * Göğüs altındaki iyeği.

CANİŞİN Birinin yerine geçen, birinin yerine vekâlet eden. Vekil.

CANKURTARAN t. Ölüm tehlikesinde olanları kurtarmak için kullanılan vasıta. * Hasta ve yaralıları hastahaneye taşıyan otomobil. Ambulans.

CANN Ateşten mahlûk cinlerin babası olan. * Bir beyaz yılan cinsi. * Cin taifesi. İnsanlardan evvel yaratılan bir nevi mahlûklar, cinler. (Bak: Cinn)

CAN-NİSAR f. Canını harcayan, canını fedâ eden.

CANPERVER f. Kalbi ferahlandıran. Ruha hoş gelen.

CANRÜBA f. Gönül alan, gönül kapan dilber.

CANSİPER (Cansupâr): f. Canını feda eden.

CANSİPERANE f. Canını feda edercesine.

CAN-SİTAN f. Can çıkarıcı, ruh alıcı. İnsana bela olan. Güzel.

CANSUZ f. Can yakıcı, yürek tutuşturan.

CANŞİKÂF f. Can yaralayıcı, can yırtıcı.

CANŞİKÂR f. Öldürücü. * Mc: Can avlayan veya öldüren. Sevgili, mahbub.

CAN-ŞİKEN f. Azrâil (A.S.)

CAR Faydasız bağırıp çağırmayı ve gevezeliği ifade eder ve ekseriya mükerrer kullanılır.

CA'R Yırtıcı kuşların pisliği.

CÂR Kadınların, elbisenin üstünde örtündükleri çarşaf. (Bak: Çarşaf)

CÂR Çeken, sürükleyen. * Komşu. * Medet eden, yardımcı. * Müşteri.

CÂR-I ZİL KURBÂ Yakın komşu.

CÂR-ÜL CÜNÜB Yabancı kimse. Akrabadan olmayan.

CARİ Akan, akıcı. * Geçmekte olan. * İnsanlar arasında mer'i ve muteber ve mütedavil olan.

CARİF Yıkıp harap etmek.

CARİH Yaralayan. Yara açan. * Cerheden, çürüten. * Avcı hayvan.

CARİHA (Müe.) Yaralayan. * Kol, ayak gibi her bir vücud azâsı.

CARİM Cürüm ve kabahat sahibi. Suçlu. * Ailesinin maişetini kazanan. * Kesen. * Hurma toplayan.

CARİN Aşınmış ve eskimiş bez.* Belirsiz yol. * Yılan yavrusu.

CARİS Yaygaracı, geveze, terbiyesiz, güldürücü. Çala çaldıran.

CARİYE Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden. * Güneş, şems. * Gemi. * Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet. * Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.

CARR Çeken, çekici. Sürükleyici. * Harf-ı cer.

CARRE Komşu kadını. * Yularından çekilen deve.

CARŞEB f. Çarşaf, cilbab.

CARÛ(B) f. Süpürge.

CÂRÛB-ZEN f. Süpürücü, çöpçü.

CARUD Nasrani rüesasından olup Şam'ın da reislerindendi. Kitablarında Hz. Peygamber'in (A.S.M.) vasıflarını görüp imân edenlerdendir. Asr-ı Saâdetten önce yaşamıştır.

CARÛR Sel arkı.

CARÛRE Kapı ökçesinin yeri.

CA'S Pis, necis.

CASELİK Katolik. Başpiskopos, başpapaz, büyük papaz, patrik.

CASİM Şam diyarında bir köyün adı.

CASİR (Cesaret. den) Cesaret eden, cesur, cesaretli.

CASİYE Diz çökmüş.* Topluluk, cemaat. * Yığın, taş yığını.

CÂSİYE SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 45. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. Şeriat, Dehir Suresi de denir.

CASLİK (Cesâlik) Nasrâniler hakîmi. * Çokluk, kesret.

CASS Alçı taşı. * Kireç.

CASSAS Sıvacı, kireççi.

CAST f. Üzüm teknesi. Üzümün sıkıldığı yer.

CASÛM Korkulu rü'ya, kâbus.

CASUS (C.: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.

CA'SÛS (C.: Ceâsis) Kötü huylu, kısa boylu.

CASUS Karpuz.

CAŞİRİYYE Kuşluk vakti yenen yemek. Kuşluk yemeği.

CAUB Kısa adam.

CA'V Deve ve koyun tersini toplamak.

CAVERS Buğdaylar arasında biten bir cins sarı darı.

CÂVİD (Câvidân, câvidâne, câvidânî) f. Sermedî, sonu olmayan, sonsuz, dâimî, lâyemut.

CÂVİDÂNE f. Câvidân, ebedi, sonsuza âit, sonsuza müteallik.

CÂY f. Yer, makam, mevki.

CÂY-I DİKKAT Dikkat edilecek nokta. Dikkat edilecek yer veya şey.

CÂY-I HAYRET Hayret edilecek yer veya şey.

CÂY-I KARAR Dinlenme, durma yeri.

CÂY-I MÜLÂHAZA Düşünülecek nokta, düşünülecek yer.

CAY-BAŞ f. İkâmet yeri, oda, ev. Yurt, mekân, mesken.

CAY-GÂH f. Mevki, makam, rütbe. * Yer, mekân.

CAY-GİR f. Yerleşen, yer tutan, yerleşmiş.

CAYİ' (C.: Ciya') Aç, acıkmış; aç olan.

CAYİD Cömert, sahi.

CAYÎFE Karın içine geçmiş olan yara.

CAYİHA Şiddet. * Kıtlık. * Yemişe gelen âfet.

CAYİR Cevir ve cefâ eden. Eziyet veren.

CAYMAK t. Vazgeçmek. Sözünden dönmek.

CAY-MEND f. Yerinden kalkmayan, üşenen, tenbel. Rahatını bozmayan.

CAY-NİŞİN f. Yer tutan. Birinin yerine geçen.

CA'Z Yoğun, kalın nesne.

CA'ZERÎ Kısa boylu, galiz, sitemkâr kimse.

CAZGIR Yağlı güreşlerde pehlivanları seyircilere takdim edip dualarını okuyarak onları meydana çıkaran kimse.

CAZİ Ayaklarını dikip parmakları üzerine oturan kişi.

CAZİ' Üzüm çardağının üzerinde enine konulan, üzerine de üzüm çubukları serilen ağaç.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin