BERK-ENDAZ f. Parlayıcı, parıldayıcı.BERKENDE : f. Koparılmış, sökülmüş, kökünden çıkarılıp atılmış.
BERKEŞİDE f. Kınından çıkarılmış, sıyırılmış, çıkarılmış.* Mc: İlerletilmiş, çekilip meydana getirilmiş. BERKİYYE : Şimşek gibi. Şimşeğe âit. Elektrik. Telgraf.
BERKİ' Yedinci kat gök.
BERKU' Yüz örtüsü. Peçe.
BERKUK Şeftali, kayısı, zerdali.
BERM f. Hıfzetme, hatırda tutma, ezberleme.
BERMAH(E) f. Burgu, matkab.
BERMAL f. Zirve, dağ tepesi. Dağın üstü, en yüksek yeri.
BER-MÛCİB f. Gereğince, icabına göre.
BERMURAD f. Emeline kavuşan, arzusu yerine gelen, dileğine eren.
BERMU'TAD f. Her zamanki gibi. Âdet olduğu üzere, alışıldığı gibi.
BERNA f. Delikanlı, yiğit, genç.
BERNAME f. Mektub başlığı. * Zarfın üzerindeki adres. * Fihrist.
BERNİK Su aygırı.
BERNİŞ f. Romatizma ağrısı, mafsal sancısı. * Karın ağrısı, sancısı.
BERNİYE (C.: Berâni) Büyük küp. * Küçük horoz. * Bir hurma cinsi.
BERNÛN f. İnce tül. Çok ince ipek kumaş.
BERPA f. Ayakta, ayak üzerinde, dik.
BERR (C.: Ebrâr) Va'dinde sâdık. Sözünde duran. Muhsin. Keremkâr. * Nimetleri herkese, umuma ihsan eden. * Gerçeklik, sıdk. * Susuz, kuru yerler. * Toprak. Yeryüzü, yer.
BERR-İ ATİK Eski karalar. Asya, Avrupa ve Afrika.
BERR-İ CEDİD Yeni karalar. Amerika ve Avusturalya.
BERRADE Suyu soğutmaya ait kap, buzdolabı, karlık. * Bardak asacak yer.
BERRAH Sahra, çöl. * Zeval, sona ermek. * Gitmek, zehab.
BERRAK Nurlu, pek parlak. * Bulanık olmayan, duru, açık, saf.
BERRAN f. Kesen, kesici, keskin.
BERRANÎ (Berr. den) Sahra ve kıra ait. Yabani. * Hâricî, zâhirî. * Şer'î hükümlere uymayan.
BERRAT Bıçkı. * Törpü.
BERREN Karadan, kara yoluyla.
BERRÎ Toprağa ait, kara ile ilgili.
BERRİYE Toprağa âit. * Çöl. Beyaban. Sahra. * Kara askeri. Piyade.
BERRÛD Tül ağacı.
BERRÜSTE f. Karpuz, kavun, kabak, çimen gibi dalbudak salıp da yükselmiyen nebat. * Mc: Alçak, edepsiz, rezil kimse.
BERS (C.: Bürâs-Ebrâs) Çukur, yumuşak yer.
BER-SABIK f. Eskisi gibi.
BERSAK Sevinmek, sürur ve ferah.
BERSER-ZEDEN f. Başa kakmak, azarlamak.
BERŞ f. Afyon şurubu, keten yaprağı ile yapılan bir nevi sarhoş edici mâcun. * Arzu, gönül isteği.
BERŞA' Uzun boylu, iri gövdeli ahmak kimse.
BERŞAK Ok atmak.
BERŞAN f. Ümmet. Bir peygamberin tebliğ ettiği dine ve kitaba iman eden cemaat.
BERŞEM f. Kederin belli oluşu. * Dikkatli nazar.
BERTAL Rüşvet almak.
BERTAM Dudağı kalın adam.
BERTAME Gadaptan müntefih olmak, hiddetlenmek.
BERTARAF f. Bir tarafa atılan, bir yana atılmış, ortadan çıkmış, zâil olmuş.
BERTARUM f. Kubbe üzerinde. Dam üstünde.
BERTER f. Daha yüksek, daha üstte, âlâ.
BERTİH Aşırma.
BERTİL (C.: Beratil) Uzun taş. * Uzun, sağlam demir.
BERÛD Soğutucu. * Göze çekilen sürme.
BERÛMEND f. Faydalı, verimli. * Ter ü taze. * Nasibli, hisseli.
BERÛMENDÎ f. Faydalı, menfaatli olma.
BERÛZ Zâhir olmak, zuhur etmek, görünmek.
BERÛZ f. Kavga, savaş, muhârebe.
BERVAR(E) f. Sayfiye. * Havadar köşk, mesken. * Evin küçük, arka kapısı.
BERVAZE f. Gezinti için hazırlanan yemek.
BER-VECH f. Olduğu gibi, aynen.
BER-VECH-İ ATİ f. Gelecek tarz üzere. Aşağıdaki gibi.
BER-VECH-İ BÂLÂ Yukarıda olduğu gibi.
BER-VECH-İ İŞTİRÂK Ortaklıkla, iştirak ederek.
BER-VECH-İ MAKTU' Muayyen bir bedel karşılığı olarak.
BER-VECH-İ MÛTAD f. Adet olduğu gibi.
BER-VECH-İ YESİR Kolaylıkla, kolayca.
BER-VECH-İ ZİR f. Aşağıdaki gibi. Gelecekte görüleceği üzere.
BERZ f. Ziraat, ekim.
BERZAH İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası. * Perde. * Sıkıntılı yer. * İki yer arasındaki geçit. * Mani'a, engel, (Bak: Sırat köprüsü). Ölen insanların ruhları kıyamete kadar berzah âleminde bulunurlar. Berzah büyük ve mânevi bir âlemdir. Dindar olup cennetlik olanlar, berzah âleminde sevdikleri kimselerle ve iyi insanlarla görüşürler ve çok zevkli yaşarlar. Kıyamet kopunca Allah bütün ruhları haşir meydanında cesetleri ile diriltip toplayacaktır.
BERZE f. İpekli kumaş * Yakışıklı, nâzik. * Ekin, zirâat. * Dal, budak. * Letâfet, zerâfet.
BERZEDE f. Toplanılmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
BERZE-GAV f. Tarla sürecek öküz, çift öküzü.
BERZEN f. Sahra, çöl. * Sokak, cadde. Mahalle. Köşebaşı.
BERZ-GAR f. Ekinci.
BES f. Kâfi. Yeter. Yetişir. (Allah bes, gayri heves)
BE'S Azab, şiddet. Korku. * Zarar, ziyan. * Zorluk, meşakkat, zahmet. * Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)
BESA' Yumuşak yer. * Benî Selim vilayetinde bir yerin adı.
BESÂ f. Pek çok, hayli miktarda, nice nice.
BE'SA Fakirlik, muhtaçlık ve benzerleri.
BESA' Ülfet, alışma, ünsiyet.
BESA (Arnavutça) Arnavut yemini. * Kan güden hasımlar arasında yeminle akdolunan anlaşma.
BESAİT (Basit. C.) Basit şeyler. Mürekkeb ve memzuç olmayanlar.
BESALET Yiğitlik. Bahadırlık. Yürek sağlamlığı.
BESAMET Güler yüzlülük. Mütebessimiyet.
BESARE f. Sofa, salon. Divanhâne.
BESÂRE-NİŞİN f. Sofada oturan, uşak, hâdim, hizmetçi.
BESARET Göz açıklığı. Dikkatle bakış.
BESASA Göz, ayn.
BESAT (Bisât) Düz. * Döşenmiş. * Geniş. * Yayvan kab. * Düz açık yer.
BESATET Basitlik. Düzgünlük. Sadelik. Düzlük. * Dilde düzgünlük.
BESATİN (Bostan. C.) Bostanlar.
BESATİN-İ CİNAN Cennet bostanları. Cennet bahçeleri.
BESBAS f. Saçmasapan, manâsız söz.
BESBASE Bir ağaç adı.
BESBELE Bakla.
BESBES (C.: Besâbis) Herze. Mânasız, saçma sözler.
BESBESE Haberi yaymak. * İşini halka bildirmek.
BESBESE Bir nesneyi yaş etmek, bir şeyi ıslatmak. * Çok çabuk yürüme. Hızlı yürüme.
BESEK (Besdek) f. Esneme. * Harman yerinde toplanılarak demet yapılan arpa ve buğdaylar.
BESEN şirin, lâtif, gökçek, hüsn.
BESEND(E) f. Kâfi, kifayet eder, tamam, yeter, yetişir.
BESFAYİC Bir ot kökü ki, içinde fıstığa benzer bir yemişi olur.
BE-SER f. Baş üzerine.
BE-SER Ü ÇEŞM f. Başgöz üstüne.
BE-SER Ü PÂ f. Baştan ayağa.
BESGÛY f. Geveze. Çok konuşan.
BESÎ f. Çokluk, fazlalık, ziyadelik. * Birçok.
BESİC f. Hazırlık. Sefer hazırlığı, yol hazırlığı. * Yol ve sefer azığı, harçlığı.
BESİL Çirkin yüzlü.
BESİLE Kap içinde kalmış içki artığı.
BESİM (Besm. den) Güleryüzlü kimse.
BESİN t. Zihayat varlıkların yaşama, gelişme ve çalışmaları için gerekli olan çeşitli gıda maddeleri.
BESİR Ziyade, çok, birçok.
BESİSE Bir çeşit yemek. * Yağ ve undan yapılan bir çeşit bulamaç. * Ayrılık, nifak, iftira, ihtilaf.
BESİT(A) (C.: Besâit) Döşenmiş nesne, yer yüzü. * Yalnız tek. * Geniş yer.
BESK Yırtmak. * Yarmak ve ayırmak.
BESK Tükürmek. * Uzamak. * Büyümek.
BESKELE f. Kapı sürgüsü, kapı mandalı.
BESL Helâk etmek. * Men'etmek.* Çirkin yüzlü olmak. * Helâl ve haram.
BESM Tebessüm etmek.
BESMAN f. Bir muahededen, bir anlaşmadan sonra rehin olarak bırakılan şey. Kapora.
BESMELE $ in kısaltılmış ismi. Müslüman her işine Bismillah ile başlar. Yani her işi Allah adına ve Allah için yapar. Atomlardan yıldızlara kadar her varlık da Allah adına ve Allah için hareket eder. İnsan da Bismillah diyemiyeceği, yani Allah'ın emri ve izni olmayan bir işi ve hareketi yapmamak, onun emri dairesinde kalmakla gerçekten insan olur. Aksi halde hayvanlardan aşağı dereceye iner.
BESMELE-HÂN f. Besmele çeken.
BESNE Yumuşak yer.
BESNİYYE Alçak ve yumuşak yerde biten buğday. * Şam diyarında belli bir yerde yetişen buğdaya da derler.
BESR Çok, kesir.
BESR Yüz ekşitmek. * Talep etmek, istemek. * Acele etmek. Hamlık atmak.
BESR (Besere) (C.: Besûr) Vücutta çıkan bir çeşit ufak sivilce.
BESERE-İ HABİSE Çıktığı yeri kangren eden ve adına da kara kabarcık denen öldürücü bir hastalık.
BESRİK (Bisrik) Hafif ve hızlı yürüyüşlü bir cins hecin devesi.
BESS İçindekini açığa vurmak. * Neşretmek, yaymak. * Ayırmak. * Dert, keder. * Merak.
BESS Parça parça olmak, dağılıp serpilmek.
BESSAM Güler yüzlü olan adam. Çok gülen kimse.
BESSASE Mekke-i Mükerreme.
BEST Döşemek.* Yaymak, neşr.
BEST f. Düğüm.
BESTA Uzunluk, bolluk, genişlik. Yaygın olmak.
BESTAK Hizmetçi, hâdim.
BESTE f. Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı. * Kapalı. Tutucu. Donmuş. * Bir nevi ipek kumaş. * Gr: "Besten" fiilinin ism-i mef'ulüdür. Kelimelerin başına veya sonuna getirilerek mürekkeb kelimeler (Birleşik kelimeler) yapılır. * Müzikte: Şarkının makam ve âhengi.
BESTE-DEHÂN f. Dili bağlı. Ağzı kapalı, susan, sükût eden.
BESTE-DEM f. Nefesi tutulmuş.
BESTE-GÎ f. Bağlılık. Kapalılık.
BESTE-KÂR Besteliyen. Besteci.
BESTE-LEB f. Dudağı kapalı.
BESTE-RAHİM f. Çocuk doğuramayan, kısır kadın.
BESÛR (Besr. C.) Siğiller, sivilceler, küçük çıbanlar.
BESÛS Okşadıkça süt veren deve.
BESV Yüz ekşitmek.
BEŞAAT Kabahat, suç. * Yiyecek ve içeceklerdeki acılık.
BEŞAHE Çirkinlik.
BEŞALE Harislik, hırslı olma.
BEŞAM Hicaz'da yetişen bir cins ağaçtır ki, hoş kokuludur ve dallarından misvak yapılır.
BEŞANİKA Boşnaklar.
BEŞARAT (Beşaret. C.) Beşaretler. (Bak: Beşaret)
BEŞARE (C.: Beşâir) Hüsn, güzellik, cemâl.
BEŞARET (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey.
BEŞARET-ÂVER Beşaret veren, müjdeci.
BE-ŞART-I ANKİ f. Bu şartla ki. Şu şartla ki.
BEŞAŞ (Beşeş, beşüş) Açık yüzlü. Güler yüzlü.
BEŞÂŞET Güler yüzlülük. * Tazelik.
BEŞE f. Atmaca kuşu.
BEŞEL Hırslı kişi. Haris kimse.
BEŞEL f. İki kimsenin birbiriyle tutuşması. İki şeyin birbirine sarılması. * Beşelîden masdarından emir ki; asıl, sarıl, mânâlarına gelir.
BEŞEM f. Kederli, hüzünlü, yaslı. * Hazmı güç olan şey.
BEŞEN f. Uzun boy. * Beden, cisim. * Taraf, uç, kenar.
BEŞENC f. Yüz güzelliği, parlaklığı.
BEŞER (Beşere) İnsan derisinin dış yüzleri. * İnsan. Âdem.(Hem istikrâ-i tâmme ile ve fenlerin tahkikatıyla sabit olmuş ki; mahlûkat içinde en mükerrem, en ehemmiyetli beşerdir. Çünki beşer, hilkat-ı kâinattaki zâhiri esbab ve neticelerinin mabeynindeki basamakları ve teselsül eden illetlerin ve sebeplerin münâsebetlerini aklıyla keşfedip san'at-ı İlâhiyeyi ve muntazam hikmetli icadât-ı Rabbaniyenin taklidini san'atcığıyla yapmak ve ef'âl-i İlâhiyeyi anlamak için ve san'at-ı İlahiyeyi bilmek ve cüz'î ilmiyle ve san'atlarıyla anlamak için bir mizan bir mikyas, kendi cüz-i ihtiyariyle işlediği maddelerle Hâlık-ı Zülcelâl'in küllî, muhit ef'al ve sıfatlarını bilerek kâinatın en eşref ve ekrem mahlûku olduğunu isbat ediyor.Hem İslâmiyetin kâinata ve beşere ait hakikatlarının şehadetiyle, mükerrem beşer içinde, en eşref ve en âlâsı ehl-i hak ve hakikat olan ehl-i İslâmiyet, hem istikrâ-i tâmme ile, tarihlerin şehadetiyle, en mükerrem beşer içindeki en müşerref olan ehl-i hakkın içinde dahi bin mu'cizâtı ve çok yüksek ahlâkının ve İslâmiyet ve Kur'an hakikatlarının şehadetiyle en efdal, en yüksek olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. H.)
BEŞERÎ İnsana ve insanın fıtrî hallerine mensub ve müteallik. İnsanla ilgili.
BEŞERİYYET İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
BEŞG f. Dolu; kar; çiy, şebnem. * Naz, cilve, işve.
BEŞGEN (Bak: Muhammes)
BEŞİ' Tadı fena olan çirkin şey; acı, ekşi.
BEŞİR Müjdeli haber veren. Müjde getiren. * Güler yüzlü. Hub. Cemil. * Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir vasfı.(İşte o Zât bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi; bir rahmet-i binihayenin kâşifi ve ilâncısı; ve Saltanat-ı Rububiyetin mehasininin dellalı, seyircisi; ve künûz-u Esma-i İlâhiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan... S.)
BEŞİŞE Açık yüzlü olmak.
BEŞK Yalan söylemek. * İşleri yaramaz olmak. * Deve, sür'atle gitmek. * Elbise dikmek.
BEŞM Çok yemekten dolayı midenin dolması.
BEŞM f. Kırağı; çiy. Şebnem. * Taberistan ile Rey arasında havası çok soğuk olan bir mevki. * Dinsiz, mezhebsiz.
BEŞME f. Her çubuğu ayrı ayrı beş renkte olan yollu kumaş. * İşlenmemiş ham deri. * Göz ilâcı.
BEŞR Eski fetva metinlerinde erkeği temsil eden isimlerden biri. (Bak: Zeyd)
BEŞŞ Açık yüzlü olmak.
BEŞŞAK Yalancı, kezzab.
BEŞTEK (Beştük) f. Zarf. Vazo. Kap. Kâse. Çiniden yapılmış saksı.
BEŞÛŞ (Bak: Beşaş)
BEŞÛŞÂNE f. Güler yüzlüce. Hoş olarak.
BEŞYÛN f. Semiz, besili, yağlı.
BET' Boynu uzun olmak. * Aşikâre ve zâhir olmak. Açık ve görünür olmak.
BET Çehre rengi, beniz.
BET f. (Bak: Bed)
BETA' İkamet. Bir yerde oturma.
BE-TAHSİS Hele, hususiyle.
BETAİN Astarlar.* Yatak yüzleri.
BETAL(E) Bahâdır, yiğit, kahraman.
BETALET (Bak: Batalet)
BETAN (C.: Bitnân) Çukur yer.
BETANE Büyük karınlı olmak.
BETAR Çok fazla sevinmek. * Hayret. * Dehşet. * Tekebbürlenmek, gururlanmak.
BETARE Eksiklik, noksanlık.
BETAT Azık. Bir yolculukta gereken öteberi. * Ev eşyası. * Kesin, kat'i.
BETATRON yun. Fiz: Elektronları hızlandıran elektromanyetik bir âlet.
BE-TEKRAR f. Tekrar ile.
BETER (Bed-ter'in muhaffefi) Daha kötü, daha fena.
BETİ' Eğlenici, eğlenen.
BETİHA (C.: Bitâh-Betâyih) Ufak taşlı büyük dere. * Kamışlık ve sazlık yer.
BETİK Kat'etmek, kesmek. * Yapışıp bir şeyi çekmek.
BETİL Hz. İsa'nın (A.S.) anası olan Hz. Meryem'in lâkabı. * Salkımları sarkmış ağaç. * Nehirlerdeki akıntılar. * Ağacın gövdesinden veya ana ağaçdan ayrılıp başka kök salan fidan.
BETİLE (C.: Betâil) Hurma fidanı.
BETİN Yalnız midesini düşünen kimse.
BETİN Büyük karınlı. Şişman. * Irak, baid, uzak.
BETK Kesmek, kat'etmek. * Yapışıp bir şeyi çekmek.
BETKİŞ f. Atılacak okların içine konulup omuza asılan mahfaza. Ok mahfazası, okluk.
BETL Kesmek, kat'etmek.
BETLE Kesilmiş, maktû.
BETONARME Fr. İskeleti demir çubuklardan yapılmış olan beton.
BETR Kat', kesme. * Hatalı, eksik bırakma.
BETRA (Müz: Ebter) Çocuğu olmayan. Kısır. * Kuyruğu kesik dişi hayvan.
BETRE Dişi eşek.
BETT (C.: Betût) Kesmek, kat'. * Kilim.
BETTÂR Çok kesen, fazla keskin.
SEYF-İ BETTÂR Çok keskin kılıç.
BETTAT Kilim satıcı. * Kesici.
BETTE Kat'i. * Kesilmiş, ayrılmış, maktu'. * Tiftikten şal.
BETTER f. (Bed-ter) Daha kötü. Çok fena.
BETÛK f. Yuvarlak tabla, bakkal tablası ve sepeti.
BETÛK Çok keskin.
BETÛL (Betâl) Erkekten kaçınan nâmuslu kadın. * Hz. Fatımatüzzehra ve Hz. Meryem'in sıfatı.
BETV Durmak, ikamet.
BETYAB f. Mihnet, keder, dert, gam, kaygı, elem.
BETYAR(E) f. şeytan, ifrit. * Düşman, adüvv. * Görülmesi istenilmeyen şey.BE'V : Fahirlenmek, büyüklenmek, kibirlenmek.
BEV Deve yavrusunun derisi. (Bunu samanla doldurup anasına gösterirler. tâ ki sağılmaktan kaçmasın diye.) BEV : Geri çekmek. * Lâyık olmak. * İkrar etmek.
BEV' Kulaç, kulaçlama. * Sataşma, musallat olma. * Kuytu yer.
BEVA' Benzer, beraber, eş, denk. * Hazır etmek. * Doğrulanmak. * Nüzul etmek, inmek.
BEVABET Kapıcılık, kapı bekçiliği.
BEVABÎ Kapıcılık, kapı bekçiliği.
BEVADİ (Bâdiye. C.) Bâdiyeler, sahralar, çöller.
BEVADİR (Bâdire. C.) Bâdireler, olagelen hâdiseler.
BEVAH Aşikâr, meydanda, belli. Herkesin gözleri önünde.
BEVAHE (Bûhe. C.) Dişi baykuşlar. * Çakır doğan kuşları. * Ahmak, ebleh adamlar.
BEVAHEN Belli olarak, âşikar.
BEVAHİD Musibetler, felâketler, âfetler, belâlar.
BEVAİK (Bâika. C.) Belâlar, musibetler, felâketler, âfetler.
BEVAKİ (Bâki, Bâkiye. C.) Bâkiler, kalanlar, daim olanlar.
BEVANİ Kaburga kemikleri. * Deve ayakları.
BEVAR Mahvolma, çürüme, yok olma. * Kadının kocaya varmayıp evde kalması.
BEVARİ (Bâriyye. C.) Hasırlar, ince kumaştan örülmüş hasırlar.
BEVARİD (Bârid. C.) Soğutulmuş yemekler. * Omuzlarda boyun arasında, gerdanın yanında veya kulaklar arasında ve ensede olan etler. * Sakat şeyler.
BEVARİH (Bârih. C.) Şiddetli sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar ki, adına Samyeli denir.
BEVARİK (Bârika. C.) Şimşek ve yıldırım parıltıları. * Parıltılar, gözleri kamaştırıcı olan şeyler.
BEVÂRİK-İ SÜYUF Kılıçların parıltıları.
BEVAS f. Sıkıntı, keder, mihnet, elem, dert, kaygı, gam. * Yokluk.
BEVASİR (Bâsur. C.) Mayasıllar, basurlar.
BEVAŞE Çiftçilerin harman savurmakda kullandıkları çatal şeklindeki tahta kürek, yaba.
BEVATIL (Bâtıl. C.) Batıllar, hurafeler. Hak olmayanlar, sahteler.
BEVATIN (Bâtın. C.) Gizli ve kapalı şeyler. Aşikâr olmayan şeyler. (Zıddı: Zevahir'dir.)
BEVATİR (Bâtire. C.) Keskin, çok kesen kılıçlar.
BEVB Menetmek.
BEVBAT Sahra, çöl, geniş kumluk araziler.
BEVC Berk, şimşek. * Yorulma. * Bağırma, haykırma.
BEVÇ Azamet, büyüklük, heybet. Gösteriş, ihtişam. * Zinet, süs, debdebe.
BEVD Kuyu.
BEVE' Geri çekmek. * İkrar etmek. * Lâyık olmak.
BEVG Üstünlük, galibiyet, galib gelme.
BEVGA Yumuşak toprak.
BEVH Musibete, belâya uğrama; felâket gelmesi. Kederlenme. * Gizli şeyin, sırrın açığa çıkması.
BEVH Kızgınlık ve hiddetin geçmesi. * Ateşin sönmesi.
BEVH Lânet etme, beddua etme, söğme. * Haberli olma. * Düşünme.
BEVİŞ f. Tahmin, farzetme.
BEVJ f. Şiddetli kasırga, su çevrintisi, girdap.
BEVK Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme. * Musibet, felâket. * İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme. * Çalıp çırpma. * Yalan söz. * Boşboğaz (adam). * Şiddetli yağmur.
BEVK Sıçrayıp binme. * Toplanma. Bir araya gelme. * Karışma, karmakarışık olma. * Su kaynağını karıştırarak açma.
BEVKA' Kargaşalık, karışıklık.
BEVL Sidik, idrar.
BEVLE Çok işeyen adam. * Kız çocuğu.
BEVLİYE Tıb: İdrar yolları ve böbrek hastalıkları. Bu hastalıkların teşhis ve tedavisiyle uğraşan tıp dalı. (Üroloji)
BEVN f. Nasib, pay, hisse.
BEVN İki şey arasındaki mesafe. Uzaklık. * Fazilet, meziyet.
BEVN-İ BAİD Çok açıklık, uzak mesafe.
BEVNE Küçük kız çocuğu.
BEVR Helâk olma. Yok olma. * Sınama, deneme. * Alış-veriş sıkıntısı. * Sürülmemiş yer.
BEVS Acele, ileri geçme, ileri gitme. * Bıktırıncaya kadar israr etme. * Bir kimseden kaçıp gizlenme. * Bir şeyin rengi.
BEVS Bahsetmek.
BEVS Öpmek. (Farisîden muarrebdir.)
BEVŞ Her biri bir yerden gelmiş olan bir bölük cemaat.
BEVŞ f. Çalım, gösteriş, debdebe, ihtişam.
BEVT Zengin iken fakir düşme. Düşkünlük.
BEVVA Hindistan cevizi.
BEVVAB Kapıcı. * Menedici.
BEVVAB-I Mİ'DE Mide kapısı.
BEVVABAN (Bevvâb. C.) Kapıcılar.
BEVVABÎN (Bevvâb. C.) Kapıcılar.
BEVVAL Çok bevl eden, aşırı derecede işeyen.
BEVVÂL-İ ÇEH-İ ZEMZEM Zemzem kuyusuna işeyen. * Mc: Yalnız şöhret kazanmak ve adı anılmak için uygunsuz iş yapan.
BEVVAN (C.: Büven-Ebvine) Çadır direği.
BEVVEE Hazırladı, yerleştirdi, sâhib kıldı (meâlinde fiil).
BEVZ Devamlı oturuş. Daimi oturma. * Çillerin kaybolmasından sonra yüzün güzelleşmesi.
BEVZ(EK) f. Rutubetten dolayı yiyecek ve giyeceklerde meydana gelen yeşil renkte küf. * Ağacın, kök kısmına yakın olan yerleri. * Eşek arısı.
BEY' Satmak. * Fık: Bir malı diğer bir mal ile değiştirmek.
BEY'-İ BÂT Kat'i satış.
BEY' U ŞİRÂ Alım-satım. Alış-veriş.
BEYA f. Dolu, dolmuş. * Kapı, girilecek yer.
BEYABAN f. Çöl. Sahra. * İmar olunmamış arazi. * Kır.
BEYAD Mahvolma, yok olma, hiç olma.
BEYADIKA (Beyâzıka) (Beydak ve Beyzak. C.) Küçük yapılı, bodur boylu ve çabuk yürüşlü adamlar, paytaklar. * Satranç oyununda paytaklar, piyadeler.
BEYADİR Harmanlar.
BEYAH (C.: Büyâh) Küçük balık.
BEYAN İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. * Öğretme. * Fesahat ve belâgat. * Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı. (Bak: Belâgat) * Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan bir sözle veya bir fiil ile açıklamaktır.
BEYAN-I EFKÂR Fikirleri beyan etme, fikirleri söyleme.
BEYAN-I HÂL Halini anlatma, durumunu bildirme.
BEYAN-I İFHAMİYE Bildirmek ve anlatabilmek için yapılan açıklama.
BEYAN-I TEFSİR Huk: Mücmel ve mübhem bir sözden maksadın ne olduğunu açıklayan beyan.
BEYAN-I ZARURET Huk: Zaruri beyandır. Susmak suretiyle ifade edilen mâna, beyan-ı zaruret kabilindendir.
BEYANAT (Beyan. C.) Nutuklar, izahlar, açıklamalar, beyanlar.
BEYANNAME f. Durumu yazı ile bildiren açıklama.
BEYARE f. Kısa boylu ve bodur olarak yerde yetişen nebat, meyve ve sebze. Kavun, karpuz, kabak...gibi.
BEYARİŞ f. Çare. Tedbir. Deva, derman. İlâç, tiryak.
BEYAT Geceleyin çalışma, geceyi işle geçirme.
BEY'AT (Bak: Biat)
BEYAVAR f. Meşguliyet, meşgul olma, uğraşma, iş.
BEYAZ Aklık, beyazlık. * Aydınlık. * Yumurta akı. * Müsveddenin temize çekilmesi.(Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: "Dikkat et!" İşte o beyaz kılların ihtariyle vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki; çok güvendiğim ve ezvakına meftun olduğum gençlik elveda diyor ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeğe başlıyor ve pekçok alâkadar ve âdeta âşık olduğum dünya, bana "Uğurlar olsun" deyip, misafirhâneden gideceğimi ihtar ediyor. L.)
BEYAZÎ Aklık, beyazlık. * Uzunluğuna açılan yazma kitap. * Sığır dili.
BEYD Helâk olmak. * Gayr, diğer.
BEYDA Tehlikeli mevki. * Sahra, çöl. * Medine ile Mekke arasında bulunan düz bir yer.
BEYDAH f. Sert başlı, haşarı at.
BEYDAHA İri ve şişmanca kadın.
BEYDAK Piyade dedikleri nesne. (Satranç âletlerindendir.)
BEYDANE (C.: Beydânât) Yabani dişi eşek.
BEYDE Gr: "Enne" lâfzı gibi, "şu kadar var ki, lâkin" mânâsında istisna edatlarındandır.
BEYDER f. Ekin harmanı. * Doğru lügat.
BEYDERÎ Harmancı.
BEYDÛDET Mahviyet, hiçlik, yok olma.
BEY-GÂH f. Pazar yeri, pazar.
BEYGAR(E) f. Tekdir, azarlama, çıkışma. Sövme.
BEYHAKÎ (Hi: 384-458) Büyük hadis ve fıkıh âlimlerinden olup asıl adı Ebubekir Ahmed bin Hüseyn'dir. İmam-ı Şâfii mezhebinde sözü sened yerine geçen büyük bir hadis âlimidir. Kendisi gibi daha birçok faziletli âlimler yetiştiren Beyhak bölgesinin Hüsrevcurd köyündendir. "Kitab-ün Nusus-uş-Şafiî" ile "Kitab-üs-Sünen Vel'âsar" ve "Essünen-ül-Kebir" ve bir de "Delâil-ün-Nübüvve"gibi eserleri vardır. (K.S.)
BEYHAN Sır saklamıyan, aklında ve kalbinde olanları söyleyen kimse. Boşboğaz.
BEYHOŞ f. (Bihûş) Şaşkın. Akılsız. Deli. Serseri.
BEYHÛC Höyük. (Tarlada ve bostanda dikerler.)
BEYHÛDE f. Boşuna. Boş yere. Faydasız.
BEYHUŞT f. Kökünden çıkarılmış, dibinden koparılmış olan şey.
BEYİN t. Kafatasının en büyük kısmını kaplayan, kalınca ve dayanıklı üç zarla örtülmüş olan bir sinir merkezidir. Yumuşak ve beyazımsı bir kitle olan beyin, duygu ve bilgi merkezidir. Ak ve boz maddeden yapılmıştır ve iki yarım küre olarak yaratılmıştır. Yarım kürelerden birinde bir arıza sebebiyle bu merkezin vazifesini yapamaması hâlinde diğer yarım küre o vazifeyi yapmağa devam etmek ve ârızayı telâfi etmek özelliğinde yaratılmıştır. Meselâ: Bir yarım küredeki görme merkezi bozulsa insan kör olmaz. Diğer yarım küredeki merkez, bu vazifeyi devam ettirir.
BEYİNCİK Art kafa çukurunda beyin kökünün üst arka kısmında bulunan merkezi sinir sisteminin bir organıdır. Mühim bir görevi, hareketlerimizin âhenk içinde olmasını sağlamaktır.
BEYİT (Bak: Beyt)
BEYKARA Kişinin başını sallayarak sür'atle gitmesi.
BEYKEM f. Oda, salon, sofa. * Kasr, köşk.
Dostları ilə paylaş: |