1991-1992 yılı PKK'nın doruk noktasına ulaştığı zamanlardı. Bu süreç içerisinde bütün PKK kimlikli kimseler gibi Perinçek de Apoist olmuştu.
Kim ne derse desin ortada bir gerçek vardı.
PKK'nın kurtarılmış alanlar oluşturduğu bir dönemde bu örgütü yıkıma uğratan kişi Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olan Tansu Çiller idi.
Çiller'in kimin tarafından yönetildiği, kumanda edildiği iddialarına meydan veren sorulara zemin hazırlayan spekülasyonlar inkar edilemez bir gerçeği saman altı edemezdi. Bu aktivitasyonu sağlamış olmasından dolayı idi ki, Apo'dan aldığı talimatla Çiller'i karalama harekatına girişen Perinçek, koz olarak CIA ajanlığı, ispiyonculuk, hırsızlık gibi iddiaları savurmuş, her ne hikmetse tüm bu söylenenler rağbet de görmüştü doğrusu.
1996 yılına kadar teorik ve pratik anlamda PKK'ya hizmet veren Perinçek, nihayet PKK tarafından ilk kez resmi bir yazı ile taktir edildi.
Tarih 1996.
* * *
ONBİRİNCİ BÖLÜM
Tarih 04.03.1996.
Garzan Eyaleti Karargah Komutanlığı tarafından kaleme alınan ve ERNK mensupları aracılığı ile Perinçek'e ulaştırılan bir teşekkür mektubu hazırlanmıştı. Bir sayfadan ibaret bu dokümanda Perinçek'i övücü cümleler kullanılmıştı.
Dokümanda önemli bulduğum kısımlar aynen şöyle yazıya dökülmüştü:
"... göstermiş olduğunuz özveri ve gerek silahlı, gerek siyasi, gerekse de ekonomik yönden partimize yapmış olduğunuz katkıları kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. ...Kürt halkının sizin gibi insan haklarına saygılı, cesur ve bağımsızlık mücadelesi yürüten partimize çekinmeden destek çıkan yiğit fertlere ihtiyacı vardır. ...partimiz sizinle sırt sırta çalışmaktan şeref duyacaktır."
Görüldüğü üzere, Perinçek-PKK diyalogunda bunun ötesine de geçilmeden esas gerçekleri görmek mümkündü. Kimsenin ne yalana, ne de yönlendirmeye ihtiyacı olmayacağı, olamayacağı bir ibret vesikası idi, bu!
Perinçek'in deyimiyle de; bu, bir komplo değildi.
* * *
ONİKİNCİ BÖLÜM
Kim PKK'ya nasıl yardım etti?
Tarih tekerrür ediyor!
KISIM BİR:
PKK'nın var oluşunu ve ayakta yıllar boyu nasıl kalabildiğini irdelediğimiz zaman karşımıza sistem anlayışı çıkıverecektir.
PKK, gerçek mânâda tanı bir sistem anlayışı üzerine kurulu idi. Gerçi ilk. oluşum sürecine bakıldığında oldukça kopuk ve istikrarsız bir görünümde olduğu sanılacaktır. Fakat beyin takımı kurucu ve merkezi üyelerin fonksiyonu PKK'nın yıllar boyu güçlenerek büyümesinde etken olmuştu. Türkiye şartlarının zemin tanıdığı fraksiyonel nemalarda önemli bir husus olarak değerlendirilebilirdi.
PKK'nın kurucu beyinlerinden olan Türk asıllı Haki Karer'in, ideolojik inancı gereği sağ-sol çatışmalarına girdiği sıralarda, 1977 tarihinde G.Antep'te ölmesi sonucu gereksinim duyularak kurulan PKK, kurulduğu gün olan 27 Kasım 1978 tarihine kadar istikran olmayan bir hareket idi. Ancak, asıl beyin olan Öcalan'm doğru teşhisi ile, yaşanan 12 Eylül cuntasının ardından devlet aleyhtarı birimlerin tersine, Lübnan-Suriye hattında gerilla hareketi için alt yapı sağlanmasıyla, ileriki yıllarda koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kaderini etkileyecek bir örgütün doğması söz konusu olmuştu.
PKK, devrim görevi doğrultusunda sınıfsız bir toplumu, yani Komünizmi hedefleyen ve bunun bir evresi olan Sosyalizmi bir yaşam felsefesi haline dönüştüren, kuruluş şiarım Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan üzerinde yoğunlaştıran, stratejisini uzun süreli halk savaşı olarak tespit eden çok yönlü bir koordinasyon örgütü idi. Halk savaşının temel dayanakları olarak parti, ordu ve cephe kanatlan aşamaların öncü aktivasyonlan olarak ön plana çıkartılmışlardı.
Halk savaşının üç merhalesi bulunuyordu. Bunlar;
a) Stratejik savunma
-
Stratejik denge
c) Stratejik saldırı aşamalarından ibaretti.
Kürdistan'daki sömürgeci egemenliğe ve emperyalizmin etkisine son vermeyi, çağ dışı kalıntıları tasfiye etmeyi de vaatleri arasına sokmayı ihmal etmemişti, PKK Örgütü.
PKK'nın büyüme safhalarını anlatma gereğini duymamın nedeni, finansörler ağının nelere mal olduğuna işaret etmek içindir. Bu sebeple, okurken anlamayı, anladıkça hükmetmeyi öğrenen bir nesil oluşturmak temel vazifelerim arasındadır.
Finansörün rolü, PKK'nın büyümesine, iktidarlaşma projelerinin gerçekleşmesine, şu tarihlerde fazlasıyla yetmiştir.
Kasım 1978-Şubat 1999
KISIM İKİ:
Yıllar öncesinden tasarlanan halk Örgütlenmesi, illegal bir hareket ortaya konularak Apocular ismi altında kimi zaman çatışılarak, kimi zaman provokatif icraatlar oluşturularak yaygınlaştırılmaya çalışılmış, ancak hiçbir dönem Sterka Sor Örgütü tarafından öldürüldüğü iddia edilen Haki Karer'in kaybından sonraki sürece kadar mücadelede silahlı, davasal ve örgütlü inanış baş göstermemişti.
1977 yılında Haki Karer Gaziantep’te vurulduktan sonra partileşmeyi zaruri gören Öcalan, aynı yıl PKK programını hazırladı. M. Hayri Durmuş ile örgütün manifestosunu kaleme aldı.
Bu manifesto 1978 tarihinde hazırlandı.
Öcalan, arkadaşlarım gizlice Diyarbakır'a bağlı Fiş köyünde toplayarak PKK (Partiya Karker6n Kurdistan)'yı kurdu.
Tarih bu sıralarda 27 Kasım 1978'i gösteriyordu.
1979 yılının Temmuz ayında Ethem Akçan ile Suruç üzerinden Suriye'ye, oradan da Lübnan'a geçen, Filistinlilerin yanına geri çekilen 200'e yakın arkadaşıyla ideolojik eğitim gören Öcalan, 1982 yılında Türkiye cezaevlerinde ölüm oruçlarına katılan parti mensuplarının ortaya koydukları iradeye müteakip silahlı propaganda faaliyetlerine girişilmesini istemiş ve nihayetinde 1984 tarihinin 15 Ağustosu'nda silahlı eylemselliğe geçilmesini emretmişti.
27 Kasım 1978 tarihinde kurulan PKK, kuruluşunu da 30 Temmuz 1979 tarihinde ilan etti.
PKK'nın kuruluşunun ilan edilmesi, Abdullah Öcalan'ın yurt dışına çıkmasının akabinde dönemin Adalet Partisi Milletvekili Mehmet Celal Bucak'm bulunduğu Hilvan Kurtbaş köyündeki saldırıda, PKK'lı grup adına öncülük yapan Salih Kandal ölürken, M. Celal Bucak ise yaralı olarak kurtulmayı başarmıştı. Bu saldırıdan sonra PKK'nın kuruluş bildirgesi olay yerine bırakılırken, Bucak Aşireti ile PKK arasında onlarca insanın Öldüğü kanlı çatışmalar da aynı zamanda startı almıştı.
PKK'nın ilanına müteakip, Suriye istihbaratının yardımlarıyla gerekli altyapıyı Lübnan'da sağlayan Abdullah Öcalan, sonradan deşifre olan arkadaşlarını da yurtdışına çıkardı. Mahsun Korkmaz, Kemal Pir, Halil Ataç gibi üst düzey yetkililerde bunların arasında bulunuyordu. Bunlar, 1980 tarihine kadar Lübnan'da bulunan El Fetih örgütüne ait kamplarda siyasi ve askeri eğitim gördüler.
1978 sürecinin getirisiyle filizlenen PKK hareketi üstlenmiş olduğu Ortadoğu kapılarında özellikle yabancı uyrukluların desteğiyle gerilla hareketini olgunlaştırmış ve bu hareketin uygulanış tarzına göre yön tespitinde bulunmuştu.
PKK, bu eğilimler esnasında özellikle devrimci kişilik oluşturmak ve örgütü iktîdarlaştıracak sentezler üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu sebeple, parti kişiliği ön planda tutuluyordu.
Eğitimlerde Apoizmin güdümünde bulunan PKK'ya göre, bir parti üyesi;
Parti programını kabul eden, hayata geçirmekle sorumlu olan, parti iradesini esas alıp, kendisini bu iradeyle bütünleştiren, parti yaşamına tüm gün katılan, kendini çözüp, partinin tarzı, tempo ve üslubuna katılarak, parti amaçlan için ödünsüz, derin coşku ve fedakârlıkla çalışan ve yaşamını parti davasına adayan zat idi.
1982 tarihli ikinci kongrenin ardından gruplar kuruldu. Sınırlarda Türkiye'ye ilk silahlı propaganda elemanları sızdırıldı. Önceleri Apocu diye adlandırılan militanlar, artık PKK kimliğini kullanıyorlardı. Hedef köylerdi. Kırsal bölgelerde örgüt lehine propaganda yapıyorlardı.
Amaç; PKK'yı silahlı mücadeleye hazırlamaktı.
1982 yılında, Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu bulunan Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan ölüm oruçlarına katılarak yitirildikten sonra propaganda faaliyetlerine son noktayı koyan PKK öncüsü Abdullah Öcalan, FHKC'nin uhdesinde bir kampta Ağustos 1982 tarihinde yapılan PKK 2.Kongresi'nin esintisinin de hissiyatıyla kesin bîr talimat vererek Eruh ve Şemdinli baskınlarını gerçekleştirmiş ve bu olayla, gerek Türkiye Devleti'nin, gerekse de Kürtlerin bambaşka bir tarihi dönemece sapmasına neden olmuştu.
15 Ağustos 1984 yılında silahlı mücadele atılımına girişen PKK gruplarından biri Eruh'a, bir diğeri de Şemdinli'ye baskın düzenlemişlerdi.
15 Ağustos 1984'de Eruh eylemim gerçekleştiren grup Agit kod adlı Masum Korkmaz'ın denetiminde bulunuyordu. Bu eylemde sadece bir asker hayatını yitirmişti. Şemdinli'de gerçekleştirilen eylem ise, Abdullah Ekici'nin denetiminde vuku bulmuştu. Bu eylemde de bir astsubay hayatından olmuştu.
Artık, devletin, yüzünü dönüp bakmadığı ve halka tanıtmaktan kaçındığı PKK hareketi büyümüş, ideolojik bağlamda Bağımsız Özgür Kürdistan isimli ayrı bir devlet kurmayı amaçlayacak noktaya dayanmıştı. Nitekim büyük bir organizasyona daha girişerek ordulaşmaya kadar giden örgütsel bir mekanizma realize oluyordu Türkiye toprakları üzerinde...
Tarih 15 Ağustos 1984.
Beklenmedik eylemlerle ibreyi bir anda şiddete yönlendirdi PKK. Öcalan, arkadaşları ve dağlardaki savaşçılar önce HRK ardından da ARGK ismi ile silahlı mücadele kulvarlarına ayrıldılar. Siyasal-sürecin takipçisi olması gayesi ile ERNK isimli bir de cephe kanadı oluşturdular. Nihayetinde kategorize olan PKK'nın dağlardaki militanları ARGK. şehirlerdeki elemanları ise ERNK mensuptan olarak sınıflandırıldıktan sonra ikinci ve üçüncü derecede önem kazandılar.
ARGK ve ERNK, PKK'nın alt kollan olarak çalışan kuruluşları olmuşlardı. ARGK ve ERNK mensupları açısından partili olmak, ancak merkezi üye olabilmekle mümkündü.
Ne garip değil mi; adına savaşılan oluşumun asıl üyesi olamamak!..
PKK, silahlı mücadeleye giriştikten sonra önemli kayıplarından olan sözde efsanevi komutan Agit kod adlı Mahsun Korkmaz'ı, 28 Şubat 1986 tarihinde, Gabar Dağı'nda şaibeli bir şekilde ölüme esir verdi.
Agit'in ölmesi ile birlikte aynı yıl PKK'nın üçüncü kongresi gerçekleştirildi.
Bu kongre örgütün büyümesini amaçlıyordu.
Ekim 1986'da gerçekleştirilen kongrede -ki bu kongre Helvi Kampı'nda gerçekleştirilmişti- büyük tasfiyeler yaşandı. Savaşmayanlar şiddetle kınandılar, dışlandılar.
Helvi Kampı, Mahsun Korkmaz Akademisi olarak adlandırılan eski eğitim sahasının Önceki adıydı. Kamp, Lübnan topraklarında bulunuyordu. Mahsun Korkmaz'ın şaibeli bir şekilde ölmesinin ardından, Helvi Kampı, Mahsun Korkmaz Akademisi olarak isim değiştirdi.
Üçüncü kongre doğrultusunda alınan kararlar içerisinde Askeri Kanun da bulunuyordu. Uzun süreli savaş işin dağlarda gıda stoklanması da alınan başlıca kararlardandı.
Askeri kanunun gerekçesi, dağlara militan akışının sağlanmasını temine yönelik bir çalışmanın sonucuydu.
Buna göre;
Her aileden bir gencin zoraki veya gönüllü olarak dağlara çıkartılması sağlanacaktı.
Bu kanun doğrultusunda köylere girildi; zoraki eleman temininde bulunuldu. Nitekim PKK'nın bu çalışmasını duyan köy ahalîleri, çocuklarını dağlara vermektense şehirlere göç ettirmeyi tercih etmişlerdi. Fakat PKK, şehirlerde de boş durmuyordu. Öylesine kapsamlı ve etkili propaganda faaliyetleri yürütülüyordu ki, zorla dağlara çıkartılacak korkusuyla evlerinden kaldırılarak şehirlere sürüklenen gençler, içlerinde biriken ütopyalarıyla dağlara kendiliklerinden çıkmaktaydılar.
PKK silahlı atılımını ilk HRK adı ile başlattı.
HRK, mânâsı itibarı ile; Hezen Rızgariya Kurdistan-Kürdistan Kurtuluş Birliği adını simgelemekte idi. 1986'da yapılan ve Mahsun Korkmaz'ın öldürülmüş olmasından da kaynaklandığı tahmin edilen değişiklik sonucu HRK lağvedilerek yerine ARGK, Arteşe" Rızgariya Gele" Kurdistan-Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu kuruldu.
PKK, bu pratiği sonucu Ortadoğu'ya da açılım sağlayarak, belki de hayali dahi mümkün olmayan bir güce ve etkinliğe sahip oldu.
Aslında Ortadoğu'ya açılım projesi, tespiti önceden saptanan fikirsel teatinin ürünü değildi; zorunluluğun bir gereği olarak bu göç, hayati endişenin sonucu kabul görmüştü.
PKK'nın kuruluş bildirgesi henüz yaygınlaşmamışken 1979 yılının Mayıs ayında MYK üyesi ve örgütlemeden sorumlu olan Şahin Dönmez ile birlikte pek çok örgüt mensubunun yakalanması, sorgularda Şahin Dönmez'in çözülerek itiraflarda bulunması sonucu Öcalan, Diyarbakır'da saklanmakta olduğu evde son anda kurtulmasının tedirginliği ve 12 Eylül dönemecinin haberleri üzerine örgüt üyelerinin akın akın dış ülkelere geçiş yapmasını istemiş ve bunu pratiğe de geçirtmekte fazla geç kalmamıştı. Nihayet 30 Temmuz tarihli PKK Kuruluş Bildirgesinde Öcalan Parti Genel Sekreteri, Cemil Bayık yardımcısı, Mazlum Doğan, Basın Yayın Sorumlusu, Mehmet Karasungur, Askeri Kısım Sorumlusu seçilmişlerdi.
Öcalan ve arkadaşları, PKK yönetimim bu şekilde saptarlarken vakit çoktan aleyhlerine dönmüşse de, yurt dışında kendi ayaklan üzerinde duracak ilişkiler ağım kurmuşlardı bile...
PKK, Kuzey Irak'ta eğitim amaçlı bulunduğu zamanlar Barzai Aşireti'nin kontrolü altında bulunuyordu. Fakat arazi tanındıkça aşiret denetiminden kopan PKK, dağlara sızmaya ve bağımsız hareket etmeye başladı.
Tarih, 16 Mart 1988.
Irak Devleti'nin Halepçe'ye karşı kimyasal bombalar yağdırması sonucu ölen 5 bin insanın acısıyla göçe kalkışan Kürtlerin, PKK tarafından silahlarına el konulmuş ve PKK, sahipsiz kalan topraklara üstlenme imkanı bulmuştu. Bu olaydan sonra sınırdan geçen araçlardan da gümrük vergisi alınmaya başlanmışt.
PKK'da iken anlatıldığı kadarı ile, göçe zorlanan Kürt mültecilere yardım ediliyordu; militanlar aşlannı dahi onlarla paylaşıyorlardı.
1988 tarihinde eşi Kesire ile ters düşen Öcalan, O'nu kabul etmez olmuştu. Özellikle Kesire, Apo'ya ağır ithamlarda bulunuyordu.
O'nu;
Terör estirmekle, kimseye söz hakkı tanımamakla, Kürt halkına ihanet etmekle suçluyordu.
Nitekim bu sürtüşme hayat arkadaşları olan Kesire ile Apo'yu birbirlerinden koparmıştı.
Kesire Öcalan'm örgütten ayrıldıktan sonra İsveç'te yaşadığı iddia edilmektedir.
PKK, silahlı eylemselliğini siyasal kulvarlarda da destekliyordu. Mevzii kazanımı için her türlü kozunu oynamaktan kaçınmıyordu. Bu münasebetle 1989 yılında Paris Kürt Konferansı isimli, Avrupa'da ilk ciddi siyasal etkinliğe imza koydu. Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Fransua Mitterand ile eşi Daniella bu toplantıya başkanlık yapmışlardı. Bu toplantıya yine dönemin SHP milletvekillerinden Ahmet Türk, Mahmut Almak gibi isimlerin yanı sıra bir çok Kürt kökenli önde gelen isimler de iştirak etmişlerdi.
1990 yılında yapılan 4. Kongreden sonra Avrupa'ya, hatta kelimenin tam manâsıyla dünyaya açıldı PKK. Her ülkede temsilcilikler kurdu. Ticaretini yapmasa da, eroin pazarlayan, kadın satan, çek-senet tahsilatı yapan mafya dahil herkesi haraca kesti. Zira, vuku bulan olaylar öyle bir noktaya dayanmıştı ki, köylerde vukuat meydana gelse, köylüler sorunlarını Örgüte götürüp, PKK'nın kurduğu Halk Mahkemeler'inden adilane sonuç almayı medet umar olmuşlardı. Kısacası, devlet içerisinde vatanı olmayan, fakat bağımsız bir oluşumun hakimiyeti baş göstermişti.
Bu oluşumun adı, PKK hareketi idi.
PKK, 4. Kongresini gerçekleştirmeden evvel 1990 yılının Mayıs ayında, Lübnan'da 2. Konferansım gerçekleştirdi. Bu konferans aynı zamanda kongre hazırlığı niteliğinde idi.
1988-1989 yıllarında yaşanan meşhur Hogir pratiğinin hayfmın alındığı bir konferans olmuştu, bu. Çünkü, bu tarihler kanlı olaylara gebe kalmıştı.
2. konferansta kararlaştırılan konulardan en önemlileri;
Halk ayaklanmaları sürecine gelindiği, kitlelerin ve cephe örgütlenmelerinin bu temelde gerçekleştirilmesi gerektiği, dini ve mezhepsel örgütlenmelere ağırlık verilmesinin zaruri olduğu, kitle gösterileri ile kepenk ve kontak kapatma eylemlerinin gündeme gelmesi idi.
İlk ciddi halk ayaklanmaları, 1990 yılında Nusaybin, Cizre ve Silopi'de yaşandı. Bu gösterilerin nedeni, PKK'lı yöre insanlarının Öldürülmüş olmasıydı. Keza, PKK'mn yöre halkım ateşleyen en önemli özelliği de saflarına kitle içerisinden dahil ettiği militanların varlığıydı. Bunların yöre halkı üzerinde yoğun etkisi oluyordu.
PKK'nın 4. Kongresi Aralık 1990 tarihinde gerçekleştirildi.
Kongre, Kuzey Irak'ta, Haftanın bölgesinde yapıldı.
Bu kongrede alınan kararlardan en önemlisi, gerillanın yaygınlaştırılmasıydı. Diğer kararlar 2. Konferansta alınan tedbir mahiyetti kararlar ile eşdeğerdeydi.
4. Kongreden önceki yıllarda provakatör olarak ilan edilerek, Halil Ataç'ın direktifleri doğrultusunda öldürülen Kör Cemal gibi, kongreden sonra da MKY üyesi M. Cahit Şener de, Suriye ile PKK arasındaki ilişkilerden dolayı Öcalan'ı eleştirmesi ve ayrılıkçı tavırlar takınması nedeni ile öldürülmek istenmiş, ancak kaçmayı basarsa da, Öcalan'ın görevlendirdiği infaz timi ile El Muhaberat işbirliği sonucu Suriye'nin Kamışlı şehrinde kıstırılarak öldürülmüştü.
PKK, özellikle 1990 yılından sonra, Körfez Savaşı'nın sonucu neticesinde Türkiye-Irak düşmanlığının rantiyesinden yararlanarak Irak Hükümeti ile dostluk kurdu. Irak'ın PKK'ya yanaşmasının en temel nedeni, kuşkusuz Irak Devle ti'ni n kendi topraklan olarak saydığı 36. Paralelin kuzeyinde bulunan sınırlarında hakimiyetim yitirmiş olmasından ve tekrar buralarda kendi borusunu Öttürmek istemesinden kaynaklanıyordu. Keza, biliniyordu ki, PKK ile Irak arasında da düşmanlıklar vardı.
1988 tarihinde Irak'ın Halepçe'ye kimyasal bomba yağdırmasına karşılık, ölen binlerce masum insan adına PKK misilleme yapmış ve düzenlenen saldırılarda pek çok Irak karakolu imha edilerek, çok sayıda Iraklı asker de ölü veya yaralı olarak militanların eline geçirilmişti.
Ancak zaman değişmiş, çıkarlar karşılıklı hasmane duygulan bir kenara bıraktırmış, PKK, Barzani'ye karşı duyduğu kinin, Irak Hükümeti de PKK düşmanı olan Barzani Aşireti’ne kaptırdığı toprakları geri almak üzere duyduğu amansız hırsın sonucu olarak bu birlikteliğe sıcak bakmışlardı.
Irak, PKK'ya Önemli miktarlarda silah ve mühimmat hibe etmişti.
Tabii PKK, bunlarla da sınırlı kalmadı. Sözde Güney Kürdistan halkı üzerinde etkin olabilmek maksadıyla PAK-Partiya Azadiya Kurdistan-Kürdistan Özgürlük Partisi adıyla paravan bir örgüt daha kurdu.
Artık, Türkiye Devleti'nin yıllar boyu tepe taklak olan ekonomisinin ve bir zamanlar neredeyse bölünmüşlüğe gidişinin yegâne sorumlusu PKK olmuştu.
Demek ki PKK, reddedilemez bir güce ulaşmış ve bu gücü uzunca süre bünyesinde barındırmıştı.
PKK, büyük eylemleri 1991 yılında gerçekleştirdi. Samanlı karakolu, Üzümlü karakolu baskınları bunların başlıcalarındandı.
Savaş geliştikçe hedefler de büyüyordu. Kazançların artması sebebiyle, savaş kıvılcımının Türkiye'nin her noktasında hissedilir çaplara ulaştırılmasına gayret ediliyordu. Geniş çaplı ayaklanmaların oluşması, kurtarılmış bölgelerin bir an önce meydana getirilmesi, Ulusal Meclis kurularak Savaş Hükümeti hazırlanması arzulanmıştı.
PKK, bu kararlan almakla nitelikli eylemleri başlatmayı, Kürtlere, varlığını ve gücünü ispatlamayı, elemanlarına, silahlı mücadelenin etkili ve sonuç alıcı bir yöntem olduğunu göstermeyi hedeflemekteydi. Bu amaçla, hem eğitici, hem provoke edici eylemleri video kasetlere kaydedip, dağıtması da söz konusu oldu.
Önce Lübnan ve Suriye hattı, sonrasında Kuzey Irak ve Türkiye'nin doğusu PKK'nın mücadele sahaları oluverdi. Belirtildiği üzere, aslında biraz da sürecin akımı PKK'nın önünü açarak, tarihi bir rol oynamasına katkı sağladı. Kuzey Irak'a IKDP'nin güdümünde dalış yapması ve IKDP'nin dahi kabusu olacak bir Örgütü kendi elleriyle beslemesi ve sonraki yıllarda yaşanan kanlı çatışmalar hafızalardan çıkmış değildir; çıkacağa da benzememektedir.
Kuzey Irak'ın kontrolsüz olması ve coğrafi yönden Türkiye'nin doğusu ile bütünlük sağlaması PKK'nın mücadele sahasının genişlemesine ve hareket kabiliyetinin artmasına neden oldu.
PKK'nın verdiği silahlı mücadelenin diğer tüm faaliyetlerin dinamosu olduğu, kırsal gerillasına enjekte ediliyordu. Kürdistan'da Zorun Rolü, Ulusal Kurtuluş Siyaseti isimli kitaplar -ki daha çok sayıda perspektif, çözümleme vardı- Örgütün silahlı faaliyetlere verdiği önemin altını çizmek maksadıyla militanların istifadesine sunulmuştu.
19901’lı yıllarda PKK'nın en önemli meselesi barınma sorunuydu. 1990 tarihine kadar sadece Botan Çayı'nın gerisinde icraatlarda bulunan PKK mensupları, özellikle 1989 yılında yaşanan Tahta Keş kıskacından sonra açılım sağlamayı kaçınılmaz olarak değerlendirmiş ve örgüt mensuplarının dar bir alanda neredeyse tamamının ihata altında tutulmuşken imha olmaktan son anda kurtulması nedeni ile, bir kez daha aynı imkanın devlet güçlerine tanınmaması için geniş bir arazi kullanımına ihtiyaç duymuşlardı. Nitekim silahlı örgüt mensupları Amed, Garzan, Botan, Dersim, Serhat, Mardin ve Gap olmak üzere birçok eyalet sahasına dağılmışlardı.
PKK, Türkiye içerisindeki siyasal akımları da yakından takip ediyordu. Türkiye'de legal siyasal, ancak paravan bir parti de kurmuştu.
Bu partinin ilk kuruluş adı; DEP, Demokrasi Partisi idi. Öcalan, 1991 yılında;
- "DEP'e oy vermeyenlerin tavuğunu dahi öldürün!" diye talimat vermekten dahi kaçınmamıştı.
Yıllar sonra bu söylediklerinin hata olduğunu, talimatının, adeta bir katliama dönüşeceğini düşünemediğini Öcalan belirtse de, DEP, o dönemlerde SHP ile ittifak kurmuş ve Türkiye'de ilk kez PKK'nın kurduğu paravan bir Örgüt Türk Meclisinin çatısı altında faaliyet gösterir olmuştu. SHP listesinden aday gösterilen DEP'lileri de bizzat Abdullah Öcalan belirlemişti.
PKK durmuyordu. Devlet, küçümsedikçe adeta inadına daha bir büyüyordu. Milis kadrolaşması, Halk Mahkemesi, ordulaşma düzeni vesaire almış başını gidiyordu.
PKK, 1992 yılında yoğun eylemlerin verdiği öz güvenle topyekün iç savaş hazırlığına gidiyordu, artık. Öyle ki, halktan, evlerine sığınak yapmaları, gerillaya dahi gerek duymadan Türk Ordusu'na karşı savaşmaları ve uzunca süre yetecek yiyecek depolamaları isteniyordu. Hatta dağdakîlere verilen talimatlarda, halka silah ve bol miktarda cephane aktarımı yapılması da telkin ediliyordu.
Bu emirler doğrultusunda Şırnak'ta, Mardin'de, Hakkari'de halk, örgüt tarafından silahlandırıldı.
Silahlı mücadele tarihinde, Med İmparatorluğu'nun kurulduğu gün olan 21 Mart, silahlı atılımın sağlandığı 15 Ağustos ve örgütün kuruluş yıldönümü olan 27 Kasım tarihleri önemini hep korudu. Zira bu tarihler, kitlelerin ayaklandırılmalarında milli bîr şuur olarak hafızalara çivilenmişti.
1990 yılından sonra 21 Mart 1992 yılında da Cizre, Nusaybin ve Şırnak halkı ayaklandı. Kanlı olaylar yaşandı.
18 Ağustos, bu tür olaylar için adeta bir motivasyon özelliği taşıyordu.
18 Ağustos 1992'de gövde gösterisi yapmak maksadıyla Şırnak il merkezine büyük bir güçle giren PKK, kamu kurum ve kuruluşlarını hedef seçmiş ve bütün kuvvetiyle Öldürücü saldırılarda bulunmuştu. Aynı sene Robarok karakoluna Botan güçlerinin saldırması sonucu, karakol yakılmış ve yağmalanmıştı. Öldürülen asker sayısı, küçümsenecek gibi değildi. Baskınlar, pusular, tacizler, mayınlamalar, serhil-danlar vs...
1992 yılında PKK'nın kuvvetini iyice hisseden devlet şaşkına dönmüştü. Ve neticede olaylar, tahammülleri aşmış olsa gerek ki, ciddi bir hareket devlet açısından kaçınılmaz olarak değerlendirildi; ve akabinde tüm olumsuzluklar gözö-nünde bulundurularak Kuzey Irak'a girildi.
PKK, bu operasyondan da haberdardı. Apo, Türkiye içerisindeki güçlere emir vererek, pusulamalar, caydırıcı eylemler ve mayınlamalarla Kuzey Irak'a akın eden ordu birliklerine darbe vurulmasını ve bu darbenin getireceği moral bozukluğu ile Türk güçlerinin Kuzey Irak'ta da çembere alınarak imha edilmesini ve bu amaçla Kuzey Irak'ta üstlenen kuvvetlere de sınır boyunca mevzii tutmalarını emretmişti. Şayet PKK, bu organizasyonu Apo'nun düşündüğü gibi yapmış olsa idi, devlet güçlerinin tarihi bir hezimete uğraması ve korkunç kayıplar vermesi kaçınılmaz olacaktı. Fakat Türkiye içerisindeki birliklerin, her ne kadar eylemler yapılsa da caydırıcı olamamaları Kuzey Irak'ta tetikte bulunan grupları yalnızlığa itmişti. Buna rağmen ordu güçleri sınır ötesinde beklendi. Göğüs göğüse çarpışmalara girildi.
Operasyonlara cephe savaşıyla karşılık veriliyordu.
PKK, dönem içerisinde yaşadığı zafer sarhoşluğuna kapılmıştı. Taktik savaşı pratize etmek ve deşifre olmuş mevziileri terk etmek yerine ısrarla cephe savaşını uyguluyordu.
Dostları ilə paylaş: |