128
Hz. Ali, küçük yaşından itibaren yanında yetiştiği Hz. Peygamber’e
çocuk
denecek yaşta inanmakla kalmamış, aile fertleri arasında da Hz.
Peygamber’in kardeşlik ve yardımcılığına tereddütsüz talib olmuştur.
Nitekim gerek Sünnî ve gerekse Şiî kaynaklarda, ashâbın faziletine dair
rivayetlerin büyük ekseriyeti, Hz. Ali hakkındadır. Peygamber’in vefatından
sonra gerek Ebû Bekir, gerekse Ömer’in hilafetleri müddetince onların
mutlaka istişare ettikleri isim olmuş; tarihlere
Ebû Bekir ve Ömer’in müftüsü
olarak geçmiştir.
Cesaret, şecâat ve kahramanlığı ise, Hz. Ali’nin şöhretinin en azametli
sayfalarını oluşturur. Hz. Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalamak
ve yokluğunu gizlemek amacıyla Peygamber’in hicrete çıktığı geceyi onun
yatağında geçirmesi bunun en önemli kanıtıdır. Bu ve benzeri sebeplerden
Hz.
Peygamber, Medine’ye hicretlerinden beş ay sonra, Muhacirlerle Ensâr
arasındaki dayanışma ve muhabbeti sağlamlaştırmak için yaptığı kardeşlik
tesisi (muâhât) sırasında, Hz. Ali’yi kendisine kardeş olarak seçmiştir.
Hicretin ikinci yılının son ayında da, kızı Hz. Fatıma’yı Hz. Ali’ye vererek,
onu kendisine damat edinmiştir. Bu evlilikten Hasan, Hüseyin ve adı
doğmadan verilmekle birlikte ölü olarak doğan Muhsin adlı erkek çocukları
ile Zeyneb ve Ümmü Kulsûm adlı kız çocukları olmuştur.
Hz. Ali, Bedir, Uhud, Hendek, Hayber başta olmak üzere neredeyse bütün
gazvelere katılmış olmakla birlikte, Tebük gazvesinde Hz. Peygamber, onu
ailesine ve işlerine bakmak için Medine’de bırakınca, münafıkların
“Ali
aşağı sayılarak, önemsiz görülerek geride bırakıldı” diye dedikoduları
üzerine, Ali Peygamber’e yetişerek üzüntüyle söylenenleri nakletmiş; Hz.
Peygamber de bunun üzerine şu karşılığı vermiştir:
“Onlar yalan söylüyor-
lar. Ben seni arkamda kalanlara bakmak üzere Medine’de bıraktım. Sen
Medine’ye dön; ailemde ve kendi ailende benim halifem ol. Ey Ali! Musâ’ya
nisbetle Harun ne ise, sen de bana nisbetle o mevkide bulunmaya razı değil
misin?. Fakat benden sonra peygamber gelmeyeceğine göre, ancak peygam-
berlik derecesi bunun haricindedir.” Hz. Ali de bunun üzerine Medine’ye
geri dönmüştür. Bu ve buna benzer rivayetlerden Şîa, Hz. Ali’nin imâmetine
ilişkin bir takım çıkarımlarda bulunmasına rağmen, olayın meydana geliş
şekli dikkate alındığında, bunun imâmetle ilişkisinin olmadığı anlaşılacaktır.
Hz. Ali’yi, Resulullah’tan sonra insanların en üstünü olarak görüp, başta
Ali olmak üzere, kendisinden sonra çocuklarını da imâmete en layık kişi
olarak gören Şîa’nın, yukarıdaki rivayetlere
ilave olarak, bu iddialarını
desteklemek üzere naklettikleri en önemli olay,
Ğadîr-i Hum vakasıdır.
Onlara göre, Peygamber, Vedâ Haccı’ndan Medine’ye dönerken, Ğadîr-i
Hum denilen mevkide, Hz. Ali’yi, kendisine halife ve ümmete imam olarak
tayin ettiğini açıkça bildirmiştir. Çünkü imâmet, Ehl-i Sünnet’in dediği gibi,
ümmetin istek ve seçimine bırakılacak küçük işlerden değildir.
Burada, Şîa’nın pek önem verdiği Ğadîr-i Hum olayına kısaca temas
etmek gerekebilir. Hz. Peygamber, Vedâ Haccı dönüşü konakladığı bu yerde,
Şîa’ya göre, orada bulunanlara şu hitapta bulunmuştu: “
Allah bana: ‘Ey
Peygamber, sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, Onun elçiliğini
yerine getirmemiş olursun…’ (el-Mâide, 67) ayetini indirdi. Cebrail bana
Rabbim’den şu emri getirdi: Ali b. Ebî Tâlib, benim kardeşim, vasîm, halifem
ve benden sonra imamdır. Ey halk! Allah onu size velî ve imam olarak tayin
etti; ona itaati herkese farz kıldı. Ona muhalefet eden mel‘
ûn, saygı gösteren
ise rahmete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz. Allah mevlânız, Ali de
imamınızdır. İmâmet ondan sonra, kıyamete kadar, onun soyunda devam
129
edecektir”. Bundan sonra Hz. Peygamber, Ali’nin
elinden tutarak havaya
kaldırmış ve “
Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” demiştir.
Ehl-i Sünnet’e göre ise, yukarıda zikredilen ayet, bu vesile ile değil, çok
daha önce nazil olmuştur ve üstelik Müslümanlardan değil, kafirlerden
bahseden bir ayettir. Ayrıca Hz. Peygamber’in sözünü ettiği velâyet, Şiîler’in
kastettiği anlamda kullanılmamıştır; çünkü Hz. Peygamber her Müslümanın
velîsidir, dostudur. Hz. Ali ile olan münasebeti de böyledir. Diğer taraftan
Hz. Ali’nin torunu Hasan el-Müsennâ’ya yukarıdaki hadis hakkında sorul-
muş; ama o, “…
fakat bununla emirliği ve sultanlığı kastetmedi. Öyle demek
istemiş olsa idi; bunu açıkça söylerdi. Çünkü Resulullah, Müslümanların en
fasih olanıdır…” demiştir.
Hz. Ali’nin Mezhepler Tarihi açısından asıl önemli faaliyet dönemi, Hz.
Osman’ın şehâdetinden sonra başlar. Hz. Osman’ın öldürülmesini takiben
halife seçilen ve sayıları binlerle ifade edilen katilleri cezalandırmada
sıkıntıyla karşılaşan Hz. Ali, başlangıçta kendisini destekleyen Talha, Zübeyr
ve Hz. Aişe’yle, istemeden de olsa Cemel’de karşı karşıya gelmiştir. Hâsılı
ister dinî, ister dünyevî hırs ve kızgınlıklar sebebiyle olsun, teşekkül eden
karşı grup, İslam tarihinde Müslümanlar’ın ilk defa karşı karşıya gelmelerine
ve binlerce Müslüman’ın kanının akıtılmasına sebep olmuştur. Cemel
savaşının sonunda Muaviye’ye biat etmesi için elçi gönderen Hz. Ali,
maalesef, bu ve daha sonraki uzun boylu yazışmalardan bir sonuç
alamamıştır. Bütün bu iyi
niyetlere rağmen Muaviye, Hz. Ali’ye biatı
reddedip, Osman’ın intikamı adı altında siyasi gayelerini devam ettirmek
suretiyle Müslümanlar’ın ikinci defa karşı karşıya gelmelerine neden
olmuştur. İkinci Ünite’de açıklandığı gibi, Sıffîn sonrası tahkim meselesinde
ordusu içindeki müteaasıp bir grupla ters düşmüş ve Hâriciyye adını alan bu
gruba mensup Abdurrahman b. Mülcem tarafından yaralanarak 19 veya 21
Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 661 tarihinde vefat etmiş ve Kufe’de (Necef)
defnedilmiştir. Emîru’l-mü’minîn, Aliyyü’l-Murtazâ, Ebû’l-Hasan, Ebû
Turâb, Esedullahi’l-Gâlib gibi adlarla da anılan ve Şîa’nın tamamı tarafından
Hz. Peygamber’den sonra imam olması gereken kişi olarak kabul edilen Hz.
Ali, bütün Şiî mezheplerin imâmet silsilesinde ilk sıradadır (Fığlalı, 1984,s.
67-84).
Dostları ilə paylaş: