179
abdest alsa Kadıncık Ana onun abdest suyunu zayi etmezdi” denilmiştir.
Namazla ilgili olarak ise Hünkar’ın velâyetini ispatlamak için susam yaprağı
üzerinde, başka bir zamanda da darı seci üzerinde namaz kıldığı, ayrıca
Lokman-ı Perende hacda iken Hacı Bektaş’ın Kâbe’de namaz kıldığını
gördüğü belirtilmiş, yine Hünkar’ın Bedahşan’ı düşmandan kurtardıktan
sonra halka namaz kılmayı öğrettiği ifade olunmuştur.
Diğer taraftan, söz gelimi, Kaygusuz Abdal Menâkıbnâmesi’nde “salât-
nâme” adını taşıyan on beş kıtalık şiîrde, Kaygusuz’un günlük farz namazlar,
Cuma ve bayram namazları, teravih (ayrıca cenaze namazı) sünnetleri ve
rekat sayıları belirtilerek dillendirildiği görülmektedir.
Kızılbaş erkân kitabı olan Buyruk
’ta abdest ve namazla ilgili olarak ilginç
kayıtlara rastlanılmaktadır. Eserde abdestten söz edilirken şöyle
denilmektedir:
Şeriat abdesti, su ile bilinen şekliyle alınır; tarikat abdesti,
ikrar vermektir; marifet abdesti, nefsini bilip Hak’kı tanımak, hakikat abdesti
ise kendi kusurlarını görüp başkalarının kusurlarını örtmektir. Diğer taraftan
namazla ilgili olarak eserde, şeriat kapısının üçüncü makamının
ibadet
olduğu zikredilip bunlardan birinin de “namaz kılmak” olduğu belirtilmiştir.
Ancak eserdeki ibadetler bâtınî biçimde yorumlanırken namazın erkânından
Kâbe’ye yönelmekle ile ilgili olarak, “sûfî’nin kıblesinin, mürebbi ve
rehberin yüzüne bakmak olduğu” ifade edilmiştir.
Oruca gelince; Alevîlik ve Bektaşîlik bâtınî karakterine bağlı olarak
Ramazan orucuna diğer İslâmî ibadetlerde olduğu gibi daha serbest ve
mesafeli bir tutum içinde olmuştur. Kültürel kaynaklarda bu ibadetle ilgili
olan kayıtlar yok denecek kadar azdır. Söz gelimi, Hacı Bektaş Veli
Menâkıbnâmesi’nde, Hünkar’ın dedesi Musa es-Sânî’nin İmam Ali Rızâ ile
ilgili bir
görüşmesinden söz edilirken, Musa’nın İmam için sofra hazırlattığı,
İmam’ın ise oruçlu olduğunu söylediği fakat ısrar üzerine orucunu bozarak
birkaç lokma aldığı kaydedilmektedir.
Dört Kapı Kırk Makam sayılırken gerek Hacı Bektaş Veli’nin
Makâlât’ında gerekse Buyruk’ta şeriat kapısının üçüncü makamı olan
ibadetlere değinildiğinde, bunlardan birinin “oruç tutmak” olduğu
belirtilmiştir. Öte yandan Buyruk’ta erkân yürüten bir “sofunun (sûfî) aynı
yol kardeşine saygı göstermesi, (batınî) “oruç” olarak açıklanmıştır.
Oruçla ilgili olarak şu da kaydedilmelidir ki, Alevîlik ve Bektaşîlik’te
Muharrem ayı girdiğinde bu ayın ilk on günü veya bazı yerlerde on iki günü
oruç tutmak gerekir. Bu oruç esas olarak Kerbela’da şehit olan Hz. Hüseyin
ve arkadaşlarının acısını paylaşmak üzere tutulur.
Zekat konusunda da Alevîlik ve Bektaşîlik’te anlayışlar da diğer
ibadetlere ilişkin anlayışlarla benzer durumdadır. Hem Hacı Bektaş Veli’nin
Makâlât’ında hem de Kızılbaş erkân kitabı Buyruk’ta, şeriat kapısının üçüncü
makamı olan “ibadet”ten söz edilirken zekat geçmektedir. Ancak kültürel
kaynaklarda bu ibadetin gereği ve detayı ile
ilgili bilgilere
rastlanılmamaktadır. Diğer taraftan Buyruk’ta yol mensuplarının birbirlerini
niyaz etmelerinin (batınî) zekât olduğuna işaret edilmiştir.
Zekatla ilgili durum kısaca böyle olmakla birlikte Alevîlik’te mali
bakımdan “yol önderlerine” destek olunması, yoksullar arasında
yardımlaşma, onların korunup gözetilmesi ve insanların ibadet düşüncesiyle
kazançlarından bir pay ayırması doğrultusunda özel bazı uygulamalar vardır.
Bunun başında “hakkullah” veya “lokma” adıyla anılan bir uygulama gelir.
180
Buna göre bir Bektaşî, yıllık gelirinin beşte birini Ehl-i Beyt hakkı olarak
Hacı Bektaş Veli Dergahı’na, Kızılbaşlar da dedelere ve ocaklara verirler.
Yörelere göre birtakım farklılıklar olmakla birlikte, hakkullah kara kazan
hakkı, mürşit hakkı ve çerağ hakkı diye üçe ayrılır. Kara kazan hakkı
dergahın giderleri için harcanırken mürşit hakkı pirlere verilir, çerağ hakkı da
darda kalan muhiplere dağıtılmak üzere taksim edilir. Bunlar para olabildiği
gibi arpa, buğday, hatta halı, kilim gibi kişinin gücü neye yeterse o cinsten
verdiği şeylerdir.
Hacca gelince, Alevîliğin kültürel kaynaklarında bu
ibadete
azımsanamayacak nispette gönderme yapılmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin
Makâlât’ında “kapı”lar anlatılırken yine ibadet makamının sayılması
sırasında hac ibadetine değinilmiştir. Kızılbaş erkân kitabı Buyruk’ta da
ayrıca, bir yol mensubunun kendisi gibi yol mensubu olan sûfî kardeşine
“tecellâ”sı (onunla görüşmesi) yine batinî bir hac olarak ifade olunmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli Menâkıbnâmesi’nde hacca birkaç önemli atıfta
bulunulmuştur. Bunların birinde Hünkar’ın hocası olan Lokman-ı
Perende’nin hacca gittiği, Kâbe’yi tavaf ettiği, Arafat’ta vakfeye durduğu
belirtilmiş, ayrıca Kâbe’de namaz kılarken Hünkar’ın da oraya gelip
namazlarını orada eda ettiğini görmüştür. Bir başka kayıtta ise bizzat
Hünkar’ın hacca gittiği, yol güzergahı da verilerek ifade edilmiştir. Buna
göre Hünkar hacca gitmeye niyet edip yola çıkmış, Necef, Halep, Kudüs,
Medine gibi şehirlere uğrayarak “erbaîn” (çile) çıkarmış ve hac görevini
yerine getirdikten sonra da Elbistan ve Kayseri yolunu izleyerek yolculuğunu
tamamlamıştır.
Yine
söz gelimi, Kaygusuz Abdal Menâkıbnâmesi’nde Kaygusuz’un hac
yaptığı detaylı sayılabilecek biçimde ifade edilmiştir. Zikredildiğine göre
Kaygusuz, şeyhi Abdal Musa’nın yanında kalıp kırk yıl hizmet ettikten sonra
icazet almış, ardından kırk dervişi ile birlikte Mısır’a gelmiş, buradan da
hacca gitmek üzere yola çıkmıştır. Gündüzleri yürüyerek, geceleri istirahat
ederek kırk gün süren yolculuğun ardından Mekke’ye gelmiş, önce Kâbe’yi
tavaf etmiş, arkasında vakfeye durmak üzere Arafat’a çıkmıştır. Gün boyu
telbiyeler (Lebbeyk duası) eşliğinde dua eden
Kaygusuz daha sonra
Mekke’ye gelip tavaf görevini yerine getirmiş, Safa ile Merve arasında sa’y
yapmış, zemzem suyu içip ilgili diğer yerlere uğrayarak dua etmiştir. Hac
vazifesini ifadan sonra Medine’ye dönen Kaygusuz burada Hz. Peygamber’in
kabrini ziyaret etmiş, yedi gün kalarak “Gevhernâme”yi yazmış, ardından
seyahatini tamamlayıp dönmüştür.
Dostları ilə paylaş: