181
tasarruflarda bulunulmuş olması ocaklar arasında bazı detay konularda küçük
farklılıkların oluşmasına yol açmıştır.
Bektaşîliğe gelince, yine 16. yüzyılda Balım Sultan’ın tarikatta genel bir
ıslahat ve düzenleme ile erkânı belirlediği genellikle kabul edilmektedir.
Ancak zaman içinde Dedegân ve Babagân Bektaşîleri arasında bazı
farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bunlar Babalar tarafından kaleme alınmış
“erkânnâme” adı verilen onlarca eserde ayrıntılı biçimde açıklanmıştır.
Erkânlara geçmeden önce her iki yapının
hiyerarşisine, diğer bir ifadeyle
sûfî teşkilatlanmasına kısaca işaret edilmelidir. Kızılbaşlık başlangıçta
“halife, dede, mürebbi, rehber, musahip ve talip” olmak üzere altı dereceli
idiyse de, daha sonra halifelik kalkmış, bu makam Bektaşî çelebisi tarafından
temsil edilmiştir. Bugün söz konusu yapı daha çok dedelik,
rehberlik ve
taliplik olmak üzere üç dereceli bir kategori arz etmektedir. Dedeler
mürşitlik, pirlik ve mürebbilik görevlerini yerine getiren kimseler olup Hz.
Peygamber soyundan geldiklerine inanılır. Rehber, dedenin yardımcısı, talip
de yol mensubu demektir.
Bektaşîlik ise kollarına göre bazı farklılık taşımakla birlikte genel olarak,
aşağıdan yukarıya doğru muhiplik, dervişlik, babalık, mücerretlik, halifelik
veya dedebalık şeklinde sıralanır. Muhiplik tarikattan nasip alanların
derecesini teşkil eder. Dervişlik, bunlardan bir dergahta hizmet edenlerden
liyakatli olanlara özel bir cemle hırka giydirilip yükseltildiği makamdır.
Babalık, dervişlerden ehliyetli olanların yükseltildiği daha üst bir makam;
mücerretlik, evlenmeyen halifelere
verilen makam; halifelik, en yüksek
makam, halifebaba yahut dedebaba da bu makamı temsil eden kimsedir.
Alevîlik ve Bektaşîlik’te asıl amaç “insan-ı kâmil olmaktır. Bunun için
her can yani talip bir mürşide bağlanarak “
dört kapı-kırk makam”ı bilip
uygulamalıdır.
Kapılar şeriat, tarikat, marifet ve hakikat şeklinde sıralanmıştır. Her
kapının onar makamı bulunmaktadır. Hacı Bektaş Veli’nın Makâlât’ı ile
Buyruk’ta yer alan kapı ve makamların bazı küçük farklılıklar dikkate
alınmazsa büyük benzerlik taşıdığı söylenebilir. Buna göre ilk kapı olan
“şeriat” kapısının makamları inanmak, ilim öğrenmek, ibadet etmek, helal
kazanç yemek, haramdan sakınmak, hayızlı hallerinde kadınlara
yaklaşmamak, şeriat evine girmek, şefkatli davranmak, temiz
yeyip temiz
giyinmek ve iyi şeyleri (ma’rûf) emretmektir.
İkinci kapı “tarikat” olup makamları mürşitten el alıp tövbe etmek, talip
olmak, dünya nimetlerine önem vermemek, sabırlı olmak, saygılı olmak,
Allah’tan korkmak, Tanrı’dan umut kesmemek, hidâyet içinde olmak, toplum
içinde uyumlu olmak, insanları sevip yoksulluğu seçmektir.
Üçüncü kapı “marifet” olup makamları edepli olmak, heybet, sabır ve
namazla Allah’tan yardım dilemek, kanaat göstermek, hayalı olmak,
cömertlik, ilim sahibi olmak, teslimiyet ve rıza, marifet ve kendi özünü
bilmektir.
Dördüncü kapı “hakikat” olup makamları türâp olmak (alçak gönüllülük),
Muhammed-Ali yoluna boyun eğmek, eline-beline-diline sahip olmak,
güvenilir olmak, tevekkül, sohbet, sır, rıza, tefekkür ve Tanrı hasretini kalpte
canlı tutmaktır.
182
Kur’an ayetleriyle temellendirilerek sayılan kapı ve makamlarla ilgili
olarak bazan benzetmelerle de açıklamalar yapılmıştır. Buna göre şeriat gemi,
tarikat deniz, marifet gavvâs (dalgıç), hakikat incidir. Başka bir ifadeyle,
şeriat kulluk etmek, tarikat bilmek,
marifet ermek, hakikat görmektir.
Alevilik ve Bektaşilik’te “insan-ı kâmil” olmak için katedilmesi gereken ve her
birinin on makamı bulunan dört kapı nelerdir?
Şüphesiz Alevî ve Bektaşî erkânının esası
cem adı verilen toplantılardır.
Alevîliğin sırrı olarak kabul edilen cem, kökeni itibariyle Türkler’in
İslâmiyet’e girmeden önceki devirlerde belli disiplin kuralları içerisinde
gerçekleştirdikleri kımızlı dinî toplantılar olup İslâm’ın kabulünden sonra bu
dinin bazı unsurlarını bünyesine katarak yeniden şekillendirilip
geliştirilmiştir. Alevîlik’te cem Hz. Peygamber’in miraç dönüşü uğradığı
kabul edilen “kırklar meclisi” söylencesine dayandırılmıştır. Kısaca işaret
etmek gerekirse, Hz. Peygamber miraca çıkarken bir aslan yolunu kesmiş,
kükremeye başlamıştır. Hz. Muhammed ne yapacağını şaşırmışken gayptan
duyduğu söze uyarak yüzüğü aslanın ağzına vermiştir.
Aslan sakinleşmiş, o
da yoluna devam etmiştir. Nihayet Rabb’i ile buluşmuş ve O’nunla doksan
bin kelâm konuşmuştur. Miraçtan dönerken de bir kubbe görmüş,
yaklaştığında birilerinin içeride sohbet etmekte olduğunu farketmiştir. Üç
denemeden sonra içeri girdiğinde, yirmi ikisi erkek, on yedisi kadın olmak
üzere otuz dokuz canın sohbet ettiğini görmüştür. Oradakilere kimler
olduklarını sorduğunda “bizler kırklarız” cevabını almıştır. Hz. Muhammed:
“Burada biriniz eksik, ne oldu?” diye sorduğunda onlar, “o birimiz
Selman’dır” demişlerdir. Ardından kırklardan biri olan Hz. Ali kolunu
uzatmış, birisi bıçakla koluna vurmuş, aynı anda tüm canların kolundan kan
çıkmaya başlamıştır. O sırada pencereden bir
damla kan girip ortaya
damlamıştır. Bu Selman’ın kanıdır. Biraz sonra Selman elinde bir üzüm
tanesi ile gelmiştir. Kırklar bu üzümü Hz. Muhammed’in önüne koyup
paylaştırmasını istemişler, bunu nasıl yapacağını düşünürken Allah, meleği
Cebrâil’i göndererek yardımına koşturmuştur. Cebrâil cennetten bir tabak
getirerek Muhammed’in yanına gelmiş ve “şerbet eyle ey Muhammed”
diyerek yol göstermiştir. Hz. Muhammed nurdan bu tabağa su koymuş ve
üzümü ezerek şerbet yapıp kırkların önüne koymuştur. Kırklar bu şerbetten
içererek tümü sarhoş olmuş ve “yâ Allah” diyerek Hak aşkıyla “uryan
büryan” semaha kalkmışlardır. Hz. Muhammed de bunlarla birlikte semaha
girmiştir. Semah ederken Hz. Muhammed’in mübarek sarığı başından yere
düşmüş ve kırk parça olmuştur. Kırkların her biri bir parçasını almış ve kuşak
yapıp bağlamışlardır.
Alevî ve Bektaşî erkânının temelini teşkil eden cem ritüeli, işte, temelde
miraç olayının ve kırkların meclisinin hatırlanması,
semah hizmeti bu
mecliste cânların Hak aşkıyla dönüşlerinin canlandırılmasından ibarettir.
Çeşidi ne olursa olsun cem toplantıları
on iki hizmetin yerine getirildiği
meclislerdir. Oniki hizmetin her birinin ayrı hizmetçileri vardır. Bu hizmetler
yörelere ve dönemlere göre bazı farklılıklar taşımakla birlikte genelde
dedelik, rehberlik, gözcülük, çerağcılık, zâkirlik, süpürgecilik, suculuk (saka,
ibrikdâr), sofracılık (kurbancılık), semahcılık (pervane), okuyuculuk (peyk),
iznikçilik ve bekçilik olarak sıralanabilir.
Oniki hizmetten ilki dedeye aittir. Dedenin (pîr, mürşit) postunun yeri
başköşedir. Dede bu postun üzerine oturur. Başta rehber olmak üzere diğer
hizmet sahipleri ayakları mühürlenmiş olarak (sağ ayak başparmağı sol ayak
üzerine konmuş vaziyette) yan yana durup dededen hizmet alır. Dede hizmet
183
sahiplerine gülbank okur, yani dua eder ve “hizmetlerinin kabul olmasını”
diler.
Her hizmet sahibi, dedeye niyaz ederek duasını aldıktan sonra
hizmetinin başına döner.
Cemlerin icrasında türüne göre bazı değişiklikler bulunmakla birlikte
hemen hemen bütün cemlerde ortak olan hususlar vardır. Her cemde on iki
hizmetin yerine getirilmesi, istiğfar edilmesi, canların birbirlerinden razı olup
olmadıkları sorularak rızalık alınması, topluca tevhid adı verilen nefeslerin
okunması, cem esnasında zâkir tarafından “duvaz imam” adıyla anılan ve On
İki İmam’dan bahseden deyişlerin okunması bunlardan bazılarıdır.
Cemlerin birçok çeşidi vardır. Bunlardan biri
“İkrar Cemi” yahut “
Nasip
Dostları ilə paylaş: