Cemaat-i İslâmî hareketi, Hint alt kıtasında İhvân-ı Müslimîn’in muadili
sayılabilir. Esas mesleği gazetecilik olan fakat dini ilimlerde ihtisası bulunan
ve dilimize çevrilmiş çok sayıdaki eseriyle Türkiye’de tanınan Ebû’l-A’lâ
Mevdûdî (1903–1979), Cemaat-i İslâmî adını verdiği teşkilatı Lahor’da 1941
yılında kurdu. Teşkilatın gayesi, Hindistan’dan ayrı, tamamen Müslümanların
yönetiminde, İslâm âlemine ve tüm dünyaya örnek olacak bir İslâm devleti
kurmaktı. Pakistan’ın 1956’daki ilk anayasasında “İslâmi temellere dayanan
bir toplum oluşturmayı ve mevcut bütün kanunları Kur’ân ve sünnet ışığında
düzenlemeyi” esas alan maddelere yer verilmesi büyük ölçüde Cemaat-i
İslâmî’nin bir eseriydi.
Bundan sonra Cemaat-i İslâmî, daha çok eğitimli kesimlere dönük yaptığı
davet çalışmalarının yanısıra, Pakistan devlet düzenini bütünüyle dine uygun
hale getirmek için siyaset yapmaya başladı. Bir süre siyasi parti olarak
faaliyet göstererek seçimlere katıldıysa da başarı gösteremedi. Cemaat-i
İslâmî, dini düzenin kurulması için dört aşamalı bir programı benimsemişti.
İlkönce, ulaştıkları insanların düşünceleri ilahi değerler ışığında şekillendiril-
meliydi. Sonra bu kişiler günah ve kötü huylardan arındırılmalı, hakiki
müslüman şahsiyetler olmaları sağlanmalıydı. Üçüncü olarak, toplumun
bütün kurumlarının ve kişiler arasındaki ilişkilerin İslâm’a göre tanzimi için
başta eğitimsel ve kültürel faaliyetler olmak üzere gerekli adımlar atılmalıydı.
Dördüncü ve son olarak İslâm toplumunun liderliğinde bir inkılâp yapılmalı,
ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatı İslâmi ilkelere göre düzene
sokulmalı ve bir devlet kurulmalıydı (Ahsan, 1993).
Mevdûdî de Bennâ gibi dinin sosyal ve siyasi alanlarda hakimiyeti için
tedrici bir yöntemi öngördü. Bu yüzden şiddet metotlarını tasvip etmedi.
Fakat iktidarı hedefleyen her dini hareket, benzer ılımlılığı sergilemedi.
1970’li yıllardan itibaren ve genellikle Arap dünyasında ortaya çıkan daha
küçük çaplı örgütlenmeler, hızlı ve radikal değişimlerin peşinde oldular.
Yasal sınırları aştılar. Şiddete ve bazen tekfirciliğe yöneldiler.