Hz. Ali’nin, Susup Kıyam Etmemesinin Nedeni Hakkındaki Sözleri
Güvenilir alimlerinizden İbrahim bin Muhammed Sakafi, İbn-i Ebi’l- Hadid, (Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde) ve Ali bin Muhammed Hemedani şöyle rivayet etmekteler: “Talha ve Zübeyr biatlerini bozup Basra’ya doğru gidince, Hz. Ali (a.s) halka camide toplanmalarını emretti. Camide okuduğu hutbesinde Allah-u Teala’ya hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdular:
“Allah-u Teala Peygamber’ini aramızdan aldıktan sonra; “Biz Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti, yakınları, varisi, itreti ve dostlarıyız; O’nun rütbe ve makamına en layık olanlarız; Onun hakkı ve hakimiyeti hususunda ihtilaf etmeyiz” dedik. Ama bir grup münafık el-ele vererek hilafeti bizden aldılar, birbirine havale ettiler. Allah’a and olsun bu işten dolayı hepimizin gözleri ve kalpleri ağladı, göğsümüz kinle doldu. Allah’a and olsun ki, küfre döneceklerinden ve fitneye düşeceklerinden korkmasaydım, hilafeti değiştirirdim. Müslümanlar bana biat edinceye kadar onlar hilafetle meşgul oldular. Talha ve Zübeyr o gün bana ilk biat edenlerdendi. Onlar Müslümanlar arasında fitne ve iç savaş çıkarmak için Basra’ya doğru yola düştüler.”
Hakeza İbn-i Ebi’l- Hadid ve büyük alimlerinizden Kelbi, Hz. Ali (a.s)’ın Basra’ya doğru hareket ederken halka şöyle hitap ettiğini rivayet etmekteler:
“Peygamber (s.a.a) vefat ettikten sonra Kureyş aleyhimize birleşerek, tüm insanlardan daha layık olduğumuz o hakkı bizden aldılar. Ben Müslümanların tefrikaya düşmesinden korkarak sabretmenin daha iyi olduğunu gördüm. Zira eğer sabretmeseydim Müslümanlar arasında ihtilaf çıkar, kanlar dökülürdü. Çünkü Müslümanlar daha yeni İslâm’a girmişlerdi.”
O halde Hz. Ali (a.s)’ın Ebu Bekir’in hilafetine karşı susması hoşnutluğundan değildi. Zira Hz. Ali (a.s) bir yandan fitne ve kan dökülmesinden ve bir taraftan da dinin ortadan kalkıp küfrün galebesi ve irtidatlardan korkuyordu.
Nitekim altı aylık bir zaman zarfında susmuş, tartışmış, herkes O’nun hilafete karşı olduğunu anlamış ve alimlerinizin yazdığı üzere dinin korunması için biat etmiştir. Onlara, hilafetten hoşnut olduğundan değil, hakikatte İslâm’a yararı olduğundan dolayı yardımda bulunmuştur.
Nitekim Malik Eşter vesilesiyle Mısır halkına yazdığı mektupta bunu ifade etmiş, hem sükutunun ve hem de biatinin bizzat din için olduğunu açıkça beyan etmiştir. İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 164’de bu mektubu şu şekilde rivayet etmiştir:
“Allah-u Teala, Muhammed’i alemler için korkutucu, Resulleri için de şahit olarak gönderdi. O göçtükten sonra Müslümanlar, hilafet hususunda çekişmeye başladılar. Allah-u Teala’ya and olsun, Peygamber (s.a.a)’den sonra bu işi Ehl-î Beyti’nden alacaklarını, bana engel olacaklarını aklıma bile getirmedim. Baktım, bir de ne göreyim! İnsanlar filana biat ediyor! İnsanların dinden döndüklerini, halkı Muhammed’in dinini iptal etmeye çağırdıklarını görünceye dek elimi tuttum, sabrettim. Fakat bu olaylar olurken, İslâm’a yardım etmezsem, onda bir gedik açılmasından veya yıkılmasından korktum. Çünkü bu musibet, benim için az bir zaman sürecek, sonra serap gibi yitecek, bulut gibi dağılıp gidecek olan hilafetten, size emir olmaktan daha büyüktü. Hemen işe koyuldum, batıl yok olup gidinceye, din bütünüyle istikrara kavuşuncaya kadar mücadele ettim.”
Hakeza İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi, c. 2, s. 35’de, İbrahim bin Saat bin Hilal-i Sakafi’den, o da kendi ricalinden, o da Abdurrahman bin Cündeb’den, o da babasından şöyle rivayet ediyor: “Mısır düşmanlar tarafından fethedilip Muhammed bin Ebi Bekir şahadete eriştikten sonra Hz. Ali (a.s) uzun bir hutbe irad etti. (Mısır ehline yazdığı mektuptaki cümleleri aynen ifade etmiş ve Peygamber (s.a.a)’den sonra Müslümanların durumu hakkındaki hoşnutsuzluğunu dile getirmiştir.) O hutbenin zımnında şöyle buyurdu:
“Adamın biri şöyle dedi: “Ey İbn-i Ebi Talib, sen bu hilafet işine çok hırslısın!” Ben de cevaben dedim ki: “Siz benden daha hırslı ve o makamdan daha uzaksınız. Hangimiz bu konuda daha hırslıyız? Allah-u Teala ve Resulü’nün bizlere karar kıldığı mirası ve hakkı isteyen ben mi, yoksa benim hakkımı elimden alan, benle hakkım arasında engel olan sizler mi?” Bunun üzerine o adam şaşırıp cevap vermekten aciz kaldı. Şüphesiz Allah-u Teala zalimler kavmini hidayete eriştirmez.”
Bu sözlerden ve vakit olmadığı için aktaramadığım diğer beyanlardan da anlaşıldığı üzere, Hz. Ali (a.s)’ın susup kıyam etmemesinin ve (alimlerinizin görüşüne göre) 6 aydan sonra biat etmesinin asıl nedeni, dinin yok olmasını ve Müslümanlar arasında fitne ve tefrikanın çıkmasını önlemekti. Bu O’nun hilafetten hoşnut olduğu anlamında değildir. Zira o gün Hz. Ali (a.s) kıyam etmiş olsaydı, defalarca kendisini kıyama teşvik edenler etrafında toplanır ve böylece bir iç savaş başlardı. Peygamber (s.a.a) dünyadan yeni gittiği, Müslümanlar cahiliye dönemine yakın olduğu ve henüz iman da kalplerine yerleşmediği için yabancılar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müşrikler ve hepsinden de önemlisi münafıklar bir bahane bularak İslam dinin, izzet ve esaslarını tehlikeye düşürebilirlerdi.
Hz. Ali (a.s), gerçekleri bilen biri olduğundan ve Peygamber (s.a.a)’in haber verdiği üzere, dinin esasının tamamiyle ortadan kalkmayacağını bildiğinden... dinin maslahatı için sabretmeyi kıyam etmekten daha uygun gördü. Zira kıyam edecek olsaydı, Müslümanlar arasında fitne çıkacak, düşmanlara fırsat verecek ve din tehlikeye maruz kalacaktı. Gerçi Peygamber (s.a.a) dinin bekasını haber vermişti. Ama Müslümanlar zelil bir duruma düşecek ve bir müddet İslam dini gerileyecekti.
Ama kendi hakkının ispatı için 6 ay sabretti. Birçok toplantılarda münazara ve tartışmalarla hakkı aşikar etti. Önceki geceler söylediğim gibi biat etmedi. Ama kıyam da etmedi. Tartışmalarda hakkı ispat etmeye çalıştı. Nitekim Şıkşıkıye hutbesinde bu manaya işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala’ya and olsun ki, Ebi Kuhafe oğlu, yerimin hilafete nispet değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel (ilim ve hikmet) benden akar ve hiçbir kuş (ilim ve bilgi fezasında) benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben böyle olmama rağmen hilafetle arama bir perde çektim, onu koltuğumdan silkip attım. Başladım düşünmeye; kesilmiş el ile (yar-u yaver olmaksızın) saldırıya mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe (halkın sapmasına) sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık körlük ki bu büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer. Gördüm ki sabretmek daha gerekli; gözümde diken, boğazımda kemik olarcasına sabrettim. Mirasımın yağmalandığını görüyordum. Nihayet birincisi (Ebu Bekir) yolunu tamamlayıp hilafeti kendinden sonrakinin ( Ömer İbn-i Hattab’ın) kucağına attı...”
Bu hutbe baştan sona kadar Hz. Ali (a.s)’ın iç dünyasındaki dertleri yansıtmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |