Allah ve Peygamberi, Ali’yi Muttakilerin İmam’ı Diye Tanımlamaktadır
İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul Belağa Şerhi c. 2, s. 450’de, Hafız Ebu Naim Hilyet’ul- Evliya’da, Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’da, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut Talib’in 54. babında Enes bin Malik’den şöyle rivayet etmektedirler: “Peygamber (s.a.a) bir gün bana; “Ey Enes, bana abdest suyu getir” diye buyurdu. Ben de kalkıp abdest suyu getirdim. Peygamber (s.a.a) abdest aldıktan sonra iki rekat namaz kıldı ve ardından bana şöyle buyurdu:
“Ey Enes, bu kapıdan ilk gelecek olan kimse, muttakilerin imamı, Müslümanların efendisi, müminlerin beyi, vasilerin sonuncusu, el ve ayakları (abdest azaları) nurlu olanların önderidir.”
Enes devamında şöyle diyor: “Ben içimden bu gelecek kişinin Ensardan biri olmasını istedim. Ama aniden o kapıdan Ali girdi ve Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “İşte o kimse, Ali bin Ebi Talib’tir” Peygamber (s.a.a) sevinç içinde kalktı, Hz. Ali’yi karşıladı, elini boynuna attı ve terini sildi.
Hz. Ali şöyle dedi: “Ya Resulullah, bugün bana daha önce yapmadığın hareketleri yapıyorsun.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Neden yapmayayım. Zira sen benim tarafımdan risaletimi halka ileteceksin, onlara sesimi duyuracaksın ve benden sonra ihtilafa düştükleri konuları beyan edeceksin.”
Hakeza İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 2’de, Hafız Ebu Naim ise Hilye’de şöyle rivayet etmekteler: “Bir gün Hz. Ali Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vardı. Peygamber (s.a.a); “Müslümanların efendisi ve muttakilerin İmam’ı merhaba hoş geldin.” diye buyurdu. Ardından; “Bu nimete karşı şükrün nasıldır?” diye sordu.
Hz. Ali cevaben şöyle dedi: “Bana verdiği nimetler için Allah’a hamd ediyorum. Bana şükür nimetini vermesini diliyorum ve bana verdiklerini artırmasını umuyorum.”
Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’ün 1. babının 4. Faslında bu hadisi rivayet etmekte ve bu delille Hz. Ali’nin Muttakilerin İmam’ı ve takva ehlinin en üstünü olduğunu ispatlamaktadır.
Hakim, Müstedrek c. 3, s. 138’de, Buhari ve Müslim ise Sahih’lerinde Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:
“Ali hakkında bana üç şey vahy edilmiştir; O Müslümanların efendisi, muttakilerin İmam’ı, el, ayak ve yüzleri nurlu olanların önderidir.”
Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut Talib’in 45. Babında, (Abdullah bin Es’ad bin Zürare’den müsned olarak naklen) Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu kaydetmiştir:
“Beni göklere götürdükleri Mirac gecesinde, inciden yapılmış ve altın döşenmiş bir saraya götürdüler, bana üç şey vahiy edildi ve emredildi ki Ali (a.s)’ın üç hasleti vardır, O Müslümanların efendisi, muttakilerin İmamı ve abdest azaları nurlu olanların önderidir.”
İmam Ahmed bin Hanbel de Müsned’de, Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Ey Ali, senin yüzüne bakmak ibadettir. Şüphesiz ki sen muttakilerin İmam’ı ve müminlerin efendisisin; seni seven beni sevmiştir ve beni seven Allah’ı sevmiştir. Sana buğz eden bana buğz etmiştir ve bana buğz eden Allah’a buğz etmiştir.”
Şüphesiz bazı aşağılık, düşüncesiz, dalkavuk insanlar da, bazı halife ve sultanları haddinden fazla övmüşlerdir. Ama Peygamber (s.a.a) gibi hak ve hakikat abidesi bir insan, asla bir kimseyi boş sıfatlarla nitelendirmez. O’nun ağzından çıkan her kelam gerçektir. Nitekim Kur’ân şöyle buyurmaktadır:
“O arzusuna göre konuşmaz; o (söyledikleri) yalnızca vahy olunan bir vahiydir.”204
Özellikle kendisi de, Mirac gecesi kendisine, Ali’nin muttakilerin İmam’ı olduğu emredildiğini bildirmektedir.
O halde Peygamber (s.a.a)’in Allah’ın emriyle Hz. Ali’yi, hiç kimse hakkında söylemediği bir sıfatla nitelendirmesi, Hz. Ali (a.s)’ın makam fazilet ve takvasını göstermesi açısından yeterlidir. Bütün sahabiler arasında sadece Hz. Ali (a.s)’ı muttakilerin İmam’ı olarak adlandırmış ve defalarca onu bu lakapla çağırmıştır. Elbette bir insanın takva ehlinin İmam’ı olması için bizzat kendisinin tam manasıyla muttaki ve örnek olması gerekir.
Eğer Hz. Ali (a.s)’ın takva ve züht dünyasını detaylıca anlatmaya kalkışırsak, başlı başına ciltler dolusu kitap olur.
Şeyh: Efendimiz Ali (k.v) hakkında söyledikleriniz azdır bile. Gerçekten Muaviye’nin de dediği gibi; “Kadınlar Ali bin Ebi Talib gibi birini doğurmaktan kısırdır.”
Davetçi: O halde Hz. Ali (a.s) ashap arasında takva ehlinin abidesi olduğu ve Peygamber (s.a.a)’in Allah’ın emriyle onu muttakilerin İmam’ı karar kıldığı aşikar oldu. Hz. Ali (a.s) soy açısından seçkin olduğu gibi takva açısından da herkesten üstündü. Burada bir söz aklıma geldi, müsaade ederseniz size bir soru sorayım.
Şeyh: Rica ederim, buyurun.
Davetçi: Acaba ashap arasında muttakilerin İmam’ı olan Hz. Ali gibi birisi, makam düşkünü, dünya perest ve hevasına uyan birisi olabilir mi?
Şeyh: Asla Ali (k.v) hakkında böyle bir şey düşünülemez. Dediğiniz gibi dünyayı üç talakla boşayan ve bu cümlelerle dünyaya itinasızlığını gösteren birisi nasıl dünyaya meyledebilir! Ayrıca, Hz. Ali’nin makam ve mevkisi, kendisine bu tür isnatlarda bulunmaktan çok daha yücedir. Düşüncesi bile mümkün değildir; nerede kaldı ki ameli ve gerçeği.
Davetçi: O halde o takva abidesinin bütün amelleri Allah-u Teala içindi, O’ndan başkası için bir tek adım bile atmamıştır; her yerde herhangi bir hak görmüşse karşılamıştır.
Şeyh: Açıktır ki Hz. Ali (a.s) hakkında bundan başka bir şey bilmiyoruz.
Hakikat Ehli İnsafla Yargılasınlar
Davetçi: O halde bildiğiniz gibi Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra, Hz. Ali (a.s) vasiyet gereği Peygamber (s.a.a)’in yıkanması, kefenlenmesi ve defniyle meşgulken Beni Saide Sakifesi’nde bir grup toplanarak Ebu Bekir’e biat etmiş, Hz. Ali’yi de biate davet edince Hz. Ali (a.s) neden biat etmedi?
Eğer Ebu Bekir’in hilafeti hak, icma meselesi sabit ve hakkaniyet delili olmuş olsaydı, Hz. Ali (a.s) takva ve züht abidesi olduğu hasebiyle bahaneye sarılmaz, haktan yüz çevirmezdi. Zira Peygamber (s.a.a)’in de buyurduğu gibi, hak nerede olsa Ali de orada olmalıdır.
Takvanın gereği de muttaki şahsın haktan yüz çevirmemesidir. Senetlerini de önceki geceler zikrettiğim hadislerde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Ali hakladır, hak da Ali ile döner.”
Eğer o olaylar hak ve Ebu Bekir’in hilafete seçimi doğru olmuş olsaydı, Hz. Ali (a.s) sevgiyle onu karşılar, kabullenir ve asla muhalefet etmezdi.
Dolayısıyla Hz. Ali (a.s)’ın muhalefetinin iki nedeni olabilir; Ya Ali hakka aykırı davranmış, Peygamber (s.a.a)’in emrine isyan ederek O’nun halifesine biat etmemiştir; ya da hilafetin durumunu ve icma yolunu hakka aykırı bulmuş ve onu siyasi bir oyun bilmiştir.
Peygamber (s.a.a)’in de buyurduğu gibi sürekli hakla olan, Muttakilerin İmam’ı diye nitelendirilen, dünya ehli olmayan, makam ve mevki peşinde koşmayan, dünyayı üç talakla boşayan, zahiri riyaset peşinde olmayan Ali gibi birisi hakkında birinci ihtimal asla doğru değildir. Dolayısıyla hilafeti siyasi bir oyun bildiğinden ve Allah-u Teala ve Resulünün rızasına aykırı bulduğundan biat etmekten çekinmiştir.
Şeyh: Efendimiz Ali’nin (k.v) biat etmediğini söylemekle ilginç sözler buyuruyorsunuz. Halbuki bütün hadis ve tarih kitaplarımız efendimiz Ali’nin Ebu Bekir’e biat ettiğini ve icmadan yüz çevirmediğini yazmaktadır.
Davetçi: Önceki geceler onca detaylı bir şekilde arz etmiş olduğum şeyleri unutmanızla size şaşırmak gerekir. Halbuki bizzat büyük alimleriniz, hatta Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde Hz. Ali (a.s)’ın hemen biat etmediği kaydedilmiştir.
Çoğu alimlerinizin itiraf etmiş olduğu üzere ilk gün zorla camiye götürüldüğü halde biat etmemiş, evine dönmüştür. İbrahim bin Sa’d, İbn-i Ebi’l- Hadid, Taberi ve diğer güvenilir alimleriniz ittifakla şöyle yazmışlardır: “Hz. Ali (a.s) 6 ay sonra biat etti.” Yani önceki gecelerde arz ettiğim gibi Hz. Fatıma (a.s)’ın vefatından sonra (ikrahla) biat etmiştir.
Faraza ki biat etti, ama neden 6 ay direndikten sonra biat etti? Aksine Hz. Ali (a.s) bu hilafetin doğru olmadığı için onlarla tartıştı, ihticaç etti. Halbuki Hz. Ali (a.s) gibi takva abidesi bir insan haktan uzak durmaz, hakkı ertelemezdi.
Şeyh: Her halde bunun bir sebebi vardır. Kendileri ne yaptıklarını daha iyi bilirler. 1300 yıl sonra bizim büyüklerin işlerine ve ihtilaflarına karışmamızın ne anlamı var! (Mecliste bulunanların gülüşmesi.)
Davetçi: Ben bu kadar cevabınızla yetindim; çünkü sizin mantıklı bir cevabınız olmadığı için bu tür cevaplara yöneldiniz. Halbuki konu akıllı ve insaflı kimseler nezdinde hiçbir delile ihtiyaç kalmayacak şekilde apaçık ortadadır. Büyüklerin ihtilafına karışmamak konusuna gelince; eğer o işin bizimle bir ilgisi olmazsa, onların ihtilafına karışmamız doğru değildir. Ama özelikle bu konuda yanılıyorsunuz. Her akıllı Müslüman gerçek bir dine sahip olmalıdır; taklidi bir dine değil! Dinde araştırmanın yolu işte budur. Biz tarihi incelediğimizde Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra ümmetin ve büyük sahabilerin ikiye ayrıldıklarını görüyoruz. Burada haklıyı takip edebilmek için hangisinin hak üzere olduğunu araştırmak zorundayız. Körü körüne atalarımızı takip etmek ve hiçbir araştırma yapmamak asla doğru değildir.
Şeyh: Herhalde siz Ebu Bekir’in hilafetinin hak üzere olmadığını söylemek istiyorsunuz. Eğer Ebu Bekir’in hilafeti haksız ve Hz. Ali (k.v) haklı olmuş olsaydı, o halde Hz. Ali gibi cesur ve hakkın icrası için büyük bir gayret içinde olan birisi, başkaları da kendisini teşvik etmiş olduğu halde neden kıyam etmedi? Sizin dediğiniz gibi neden altı ay sonra biat etti? Hatta namazlarda hazır oluyor, gerekli zamanlarda halifelerin istişare meclislerine katılıyor ve isabetli görüşler bile veriyordu.
Dostları ilə paylaş: |