Geneli (Umumiyeti) İfade Ediyor
Davetçi: Bu sözü sizden başkası söyleseydi şaşırmazdım. Ama sizin gibi birinin böyle konuşması gerçekten çok şaşırtıcıdır. Çünkü siz Arap edebiyatını ve onun kurallarını biliyorsunuz. Neden böyle konuşuyorsunuz anlamıyorum. Arapça dilbilgisi kurallarına göre istisna ve kendisinden istisna olunmuş kelime (müstesna minhu)’nin, her yerde genelliği ifade ettiğini çok iyi biliyorsunuz. Bu hadis-i şerifte menzilet kelimesinin özellikle aleme (özel ada) izafe olması, kesinlikle genelliği (umumiyeti) simgeliyor.
Ayrıca, usul ilminin alimleri, ism-i cins-i izafinin, özellikle de elif ve lâm ile olursa, umumiyeti ifade ettiğini söylüyorlar.
Hadiste de “menzilet” kelimesinin ism-i cins-i izafi olması umumiyeti gerektirmektedir.
Her ne kadar bazı alimler bunun aksini söylemişlerse de, Usul ilminin büyük alimleri bizim kabul ettiğimiz görüşü, yani bir kelime marifeye (tanınmış, belli, bilinene) izafe olduğu zaman umumu ifade eder görüşünü benimsemişlerdir. Burada marifenin aleme (özel ada) veya zamire izafe olması arasında her hangi bir fark yoktur. İstisnanın varlığı, umuma delalet etmenin şartı değildir. Aksine istisnanın sahih olması umum için yeterlidir.
Buna göre “Senin bana olan menziletin, Harun’un Musa’ya olan menzileti gibidir; ama benden sonra nebi yoktur.” hadisi umuma delalet etmektedir. “Benden sonra nebi yoktur” cümlesi manaya hamledilmiş (yüklenmiş)tir. O mana da “nübüvvet”tir. Manaya hamletme kuralı meşhur bir kural olup çok kullanılmaktadır. Fasih ve belagatlı kimselerin şiir ve yazılarında bu kural çok uygulanmıştır.
Hafız: Biraz daha dikkat ederseniz “Benden sonra nebi yoktur” cümlesinin cümle-i haberiyye olduğunu göreceğinizi zannediyorum. Onu Harun’un menazilinden istisna edemezsiniz. Ayrıca neden sarahatten çıkıp manaya hamlediyorsunuz ve neden nübüvvet kelimesini hazfediyorsunuz?
Davetçi: Münakaşa yolunda giriyorsunuz! Sizin gibi şerif birinin münakaşa yoluna baş vurması beklenmiyor doğrusu. Eğer önceki cümlelerin üzerinde biraz düşünürseniz, cümle-i haberiyyenin cevabının orada verildiğini göreceksiniz.
Neden manaya hamlettiniz ve neden zahir-i lafızla hakikati açıklamadınız? sözünüze gelince bunun cevabını siz daha iyi biliyorsunuz, ama bilmezlikten geliyorsunuz. Acaba beyan ilminin alimlerinin, cümleyi güzelleştirmek için bazı kelimeleri hazfettiklerini (cümlede kullanmadıklarını) biliyor musunuz? Kuran-ı Kerim’in ayetlerinde, fesahat ve belagatlı kimselerin sözlerinde bunun birçok örneğine rastlamaktayız.
Ayrıca, eğer hadislerde “nübüvvet” kelimesi olmasaydı, böyle bir soru sorabilirdiniz. Halbuki Peygamber-i Ekrem (s.a.a), bu makamın Hz. Ali (as)’ın olduğunu ispatlamak için birkaç kez nübüvvet kelimesini açıkça kullanmış, onu cümlede getirmiştir. Resulullah (s.a.a) bazen nübüvvet kelimesini getirmeyerek (innehu la nebiyye ba'dî), bazen de onu getirerek (illen nübüvvete) hakikati ispat etmişlerdir. Bu da cümleye ayrı bir güzellik kazandırmıştır.
Ehl-i Sünnetin büyük alimleri, hem nübüvvet kelimesinin olduğu, hem de olmadığı birçok hadis nakletmişlerdir. Onların bazılarını aşağıda getiriyoruz:
Muhammed bin Yusuf-u Genci eş- Şafii “Kifayet’ut- Talibin”in 70. babında, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”in 6. babında, İbn-i Esir kendi adını verdiği tarihinde yani “Tarih-i İbn-i Esir”de, Aişe bint-i Sa’d’dan, o da babasından, o da Resulullah (s.a.a)’den, Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin 12. sayfasında Müsned-i Ahmed, Müslim ve daha başkalarından, İmam Ahmed bin Hanbel “Menakıb”de, Ebu Abdurrahman Ahmed bin Şuayb-i Nesai (Sihah-ı Sitte’nin yazarlarından biri) “Hasais’ul Aleviyye”de kendi senedine dayanarak Sa’d bin Ebi Vakkas’tan ve Aişe’den, o da babasından, Hatib-i Harezmi “Menakıb”da Cabir bin Abdullah Ensari’den şöyle naklediyorlar: “Resulullah (s.a.a), Hz. Ali’ye şöyle buyurdular: “Ema terza en tekune minni bimenzileti Harun’e min Musa” (Acaba bana nispetle, nübüvvet hariç, Harun’un Musa’ya olan menzileti gibi olmaya razı değil misin?)
Mir Seyyid Ali Hemedani, “Meveddet’ul- Kurba”nın 6. mevedde sinde Enes bin Malik’ten naklettiği hadisin sonunda (dün akşam bu hadisin tamamını aktarmıştım.) Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:
“Eğer benden sonra nebi (peygamber) olsaydı, mutlaka Ali peygamber olurdu. Ama benden sonra nübüvvet (peygamberlik) yoktur.”
Bu kadarının yeterli olacağını sanıyorum. Beyler kimseyi yanıltmaya kalkmasınlar; Bilsinler ki müstesna (istisna edilen) nübüvvettir, nübüvvetin olmaması değil. Bu hadis şunu anlatmak istiyor: Hz. Musa Kelimullah (a.s), ümmetinden 40 günlüğüne ayrıldığında, onları kendi başlarına bırakmayıp Beni İsrail’in en faziletlisi olan Hz. Harun’u kendi yerine halife ve vâsi olarak seçip gitti. Bu vesileyle gıyabında, nübüvvete herhangi bir zararın gelmesini önlemek istiyordu. Hal böyleyken şeriatı kamil, kanunları da kıyamete kadar sürecek olan Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in, cahil insanları kendi başlarına bırakmaması ve mukaddes şeriatı, istediklerine uyacak, rey ve kıyasa göre amel edecek ve şeriatı bölüp-parçalayarak hanif ve saf ümmeti 73 fırkaya bölecek olan insanların yetkisine bırakmaması daha uygundur.
Onun için hadisi şerif “Ali’nin bana nispet olan menzileti (konumu), Harun’un Musa’ya olan menzileti (konumu) gibidir.” diye buyurmaktadır. Yani bu hadis, Hz. Ali (a.s)’ın, Hz. Harun (a.s)’ın sahip olduğu bütün makamlara sahip olduğunu ispat ediyor. Hz. Ali (a.s)’ın bütün sahabe ve ümmetten daha üstün olduğunu kanıtlayan delillerden biri de O’nun halife tayin edilmesidir. Yani Hz. Harun (as), Hz. Musa (a.s)’ın gıyabında nasıl O’nun halifesi idiyse, Hz. Ali (a.s) da Hz. Peygamber (s.a.a)’in gıyabında O’nun halifesidir.
Hafız: Bu hadisin azameti hakkında söyledikleriniz, tabi ki tasavvur edilenin daha üstündedir. Ama öyle sanıyorum ki, biraz derinden düşünürseniz, hadiste genelliğin (umumiyetin) olmadığını göreceksiniz. Çünkü bu sadece Tebuk gazvesine mahsustur. Resulullah (s.a.a) sadece kısa bir süre için efendimiz Ali’yi (k.v.), halife olarak seçmiştir.
Dostları ilə paylaş: |