Hakikatin Beyanı
Davetçi: Bu şahitlerin huzurunda sizin gibi bir alimin bana böyle bir şeyi söylemesi gerçekten de beni üzdü. Siz ne zaman ilim, akıl ve mantıkla uyuşan bir delil getirdiniz ben de inatçılık edip onu kabul etmedim? Eğer zerre kadar inat, taassup ediyorsam ya da Ehl-i Sünnet kardeşlerime karşı herhangi bir düşmanlığım varsa, Allah’ın yardım ve rahmeti benden uzak olsun.
Allah’ı şahit tutuyorum ki şimdiye kadar, Yahudilerle, Hıristiyanlarla, Henud (Hindu)’larla, Berahimelerle, İran’daki kabiliyetsiz Behailerle, Hindistan’daki Kadyanilerle, sapık maddeci ve tabiatçılarla birçok münazaralarda bulundum ve hiçbirinde inat etmedim; her yerde ve her zaman Allah’ı göz önünde bulundurdum; hedefim daima hak ve hakikati ilim, akıl, mantık ve insaf kurallarına dayanarak aşikar etmek olmuştur.
Ben kafir, mürtet ve necis insanlarla tartıştığım zaman bile inatçılık etmedim, kaldı ki aynı ümmet ve şeriattan olan, kıblesi ve hükümlerine tabi olduğumuz Peygamberi bir olan siz Müslüman kardeşlerime karşı da inat edeyim. Ancak sizde yerleşmiş olan bir hata var ki öncelikle onu mantık ve insaf yoluyla gidermek gerekir.
Elhamdülillah sizler alimsiniz, eğer biraz geçmiş atalarınızın adet ve taassuplardan uzaklaşarak insaf dairesine girerseniz sağlıklı bir sonuca erişiriz.
Şeyh: Biz, sizin Lahur’da Berahame ve Henud (Hindu)’larla yaptığınız tartışmaları gazete ve dergilerden okuduk. Ve bu bizi gerçekten çok sevindirdi. Hatta daha sizi görmeden önce size karşı kalben içimizde bir alaka doğdu. İnşaallah Allah size ve bize muvaffakiyet verir de hak ve hakikat aşikar olur.
Eğer bir hadisin sahihliğinde herhangi bir şüphe olursa, sizin de buyurduğunuz gibi onu Kur’ân'la karşılaştırmamız gerekir. Eğer Ebu Bekir (r.z)’in fazilet ve Hulefa-i Raşidin (r.z)’in hilafetlerine ilişkin hadislerde şüphe ediyorsunuz, Kur’ân’dan kaynaklanan delillerde de mi şüphe edip onları zedelemeye çalışacaksınız?
Davetçi: Kur’âni delillerde ya da sahih hadislerde şüphe edip onları zedelemeye çalışmaktan Allah’a sığınırım. Allah böyle bir günü göstermesin. Burada önemli bir noktayı hatırlatmadan geçemeyeceğim. O da şudur: Ne zaman bir fırka, bir kavim ya da bir mürtetle bile tartışsam, onların hepsi kendi haklılıklarını ispat için Kur’ân’dan delil getiriyorlardı. Çünkü Kur’ân-ı Mecid’in ayetlerini çeşitli şekillerde yorumlamak mümkündür.
Hatem’ul- Enbiya (s.a.a), insanların Kur’ân’ı kişisel menfaatlerine uygun şekilde yorumlamalarını engellemek için Kur’ân’ı tek başına emanet olarak bu ümmete bırakmadı.
Resulullah (s.a.a) her iki fırkanın (Şii ve Sünni) alimlerinin kabul ettiği ve daha önce de arz ettiğim ve Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu; “Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah’ın Kitabı ve itretimi (Ehl-i Beytimi). Bu ikisine sarıldığınız müddetçe kurtulacaksınız.” (Bazı hadislerde ise: “...Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız.” şeklinde geçmiştir.) hadisi, O Hazretin Kur’ân’ı yalnız başına emanet bırakmadığını, Kur’ân’la birlikte Ehl-i Beytini de ümmete emanet olarak bıraktığını açıkça ortaya koymaktadır. Bunun için Kur’ân ayetlerinin nüzul sebeplerini, içerdiği hakikat ve manayı yine O’nun gerçek açıklayıcısı ve beyan edicisi olan Resulullah (s.a.a)’den, O’ndan sonra ise Resulullah’ın Ehl-i Beyti’nden sormak gerekir. Çünkü Enbiya suresinin 7. ayetinde Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “Bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun.”
Zikr Ehli Âl-i Muhammed’dir
Zikr Ehlinden maksat, Kur’ân’nın dengi olan Ali (a.s) ve onun İmam olan 11 masum evladıdır. Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”nin 39. babının 119. sayfasında (İstanbul baskısı), o da imam Sa’lebi’nin Keşf’ul- Beyan tefsirinden, Cabir bin Abdullah-i Ensari’den naklen şöyle naklediyor: “Ali bin Ebu Talip; “Zikr Ehli biziz.” buyurmuştur. Zikr Kur’ân’ın adlarından birisidir. Ehl-i Beyt (a.s) ise Kur’ân ehlidirler. Sizin ve bizim alimlerimiz muteber kitaplarında Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyorlar:
“Beni kaybetmeden önce sorun benden. Allah’ın kitabını sorun benden. Çünkü ben bir ayet nazil olduğu zaman gece mi yoksa gündüz mü, düzlükte mi yoksa tepede mi nazil olduğunu biliyorum. Allah’a and olsun nazil olan ayetlerin hepsinin nüzul sebeplerini, nerede nazil olduklarını ve kime nazil olduklarını şüphesiz biliyorum. Çünkü Rabbim bana fasih bir dil ve algılayıcı bir kalp bağışlamıştır.”
Demek ki, Kur’ân’ın ayetleri delil olarak gösterildiği zaman, bu onun hakiki anlamı ve gerçek müfessirlerin beyanıyla uyumlu olmalıdır. Yoksa herkes kendi görüş ve zevkine, inanç ve fikrine göre Kur’ân’ın ayetlerini tefsir ederse, bu durum ihtilaf ve ayrılığın dışında hiçbir sonuç doğurmaz.
Bu mukaddimeden sonra kastettiğiniz o ayeti okuyun. Eğer gerçeğe uygun olursa, onu canı gönülle kabul eder, başımızın üstüne koyarız.
Dört Halifenin Hilafetiyle İlgili Ayetin Nakli ve Onun Yanıtı
Şeyh: Fetih suresinin 29. ayetinde Kur’ân şöyle buyuruyor:
“Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber bulunanlar, kafirlere karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rüku eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah’tan bir lütuf ve ihsan ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde izi-alametleri vardır.”
Bu ayet-i kerime bir yönden Ebu Bekir’in (r.z) şeref ve faziletini ispat ederken, bir yönden de hulefa-i raşidinin hilafetini belirlemektedir. Şia camiasının iddiasının aksine bu ayet, Ali’nin (k.v) ilk halife değil de 4. halife olduğunu bildiriyor.
Davetçi: Ayet-i Kerimenin zahirinden ne hulefa-i raşidinin hilafeti çıkıyor, ne de Ebu Bekir’in faziletli. Buna bir açıklık getirin. İddia ettiğiniz anlam ayetin neresinden anlaşılıyor?
Şeyh: Ayetin Ebu Bekir’in (r.z) şeref ve faziletine delil olan tarafı “onunla beraber bulunanlar” cümlesidir. Bu cümle onun faziletini ispat etmektedir. Çünkü Resulullah Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Ebu Bekir Leylet’ul- Ğar’da Peygamberle birlikte idi.
Hulefa-i raşidinin hilafetlerine gelince; bu mezkur ayette apaçık görülmektedir. “Vellezine meahu” (Onunla beraber bulunanlar)’dan maksat, yukarıda da söylediğim gibi Ebu Bekir’dir. O hicrette Sevr Mağarasında Resulullah (s.a.a)’la beraber idi. “Eşiddau ale’l- kuffar” (Kafirlere karşı çetinlerdirler)’den maksat, Ömer (r.z)’dir. Çünkü o kafirlere karşı çok şiddetliydi. Rühamau beynehum” (Kendi aralarında merhametlidirler)’den maksat da Osman (r.z)’dır. Çünkü o çok merhametliydi. Ve “Siymahum fi vücuhihim min eser’is- sücud” (Yüzlerinde secde alametleri görünmektedir) cümlesinden maksat da Ali bin Ebu Talip (k.v)’tir.
Ümit ederim hakkın bizimle olduğunu kabul edip onu tasdik edersiniz. Görüyorsunuz ki Ali birinci halife değil 4. halifedir. Zira Allah Teala onu Kur’ân’da 4. mertebede zikretmiştir.
Davetçi: Doğrusu, konuşmamız yanlış ve garazlı algılanmaması için nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum! Ama eğer insafla taassupsuz olarak meseleye bakacak olursanız, işin içinde kötü niyet değil hakikati ortaya çıkarma gayreti olduğunu göreceksiniz.
Şimdiye kadar hiç kimse bu ayeti bu şekilde tefsir etmemiştir. Hatta en muteber tefsir kitaplarınızda bile bu ayet böyle tefsir edilmemiştir. Eğer bu ayet halifeler hakkında olsaydı, Ebu Bekir Resul-u Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra Hz. Ali (a.s), Beni Haşim ve kendisine karşı çıkıp biat etmeyen diğer büyük sahabelerin itirazlarına karşı bu ayeti delil olarak getirip herkesi susturabilirdi. Demek ki sizin buyurduğunuz bu mana sonradan çıkarılan ve sahibinin de böyle bir tefsire razı olmadığı bir manadır.
Taberi, imam Sa’lebi, Fazıl Nişaburi, Celaluddin Süyuti, Kadı Zemahşeri ve imam Fahr-u Razi gibi diğer büyük müfessirlerinizin hiçbiri ayeti bu şekilde tefsir etmemişlerdir. Ne zamandan beri ve kimler tarafından bu şekilde mana edildiğini bilmiyorum. Üstelik, ayetin kendiside sizin iddianızın tersine ilmi, edebi ve ameli engeller vardır. Kim ayeti böyle tefsir etmişse boşuna çabalamıştır. Böyle tefsir eden kimse, Ehl-i Sünnetin büyük alimlerinin yazdığı tefsirlerin başında Resulullah (s.a.a)’den naklettikleri şu hadise dikkat etmemiştir:
“Kim Kur’ân’ı kendi reyine göre tefsir ederse, onun yeri ateştir.”
Bunun tefsir değil de tevil olduğunu söyleyecek olursanız, o zaman da bilin ki sizler tevili kesinlikle kabul etmiyorsunuz.
Şeyh: Alicenabınızın bu kadar net bir ayetin karşısında direneceğinizi zannetmiyordum. Eğer hakikate aykırı olarak bu ayete tenkitiniz varsa, gerçeğin ortaya çıkması için onu buyurun.
Nevvab: Kıble sahip! Sizden ricamız, şimdiye kadar ricamızı kabul ettiğiniz gibi, şimdi de sözlerinizi, çok sade bir şekilde herkesin güzel bir şekilde anlaması için söylemenizdir. Çünkü bize bu ayeti çok okudular ve hepimizi Kur’ân’ın hükmüne cezb ederek ve mahkum ettiler.
Davetçi: Evvela ayetin azameti ve oyuncuların sözleri, beyleri o kadar meczup etmiş ki, bundan dolayı onun batın ve zamirlerinden gafil olmuşlardır. Eğer ayetin edebi manasına ve nahiv terkibine birazcık dikkat edecek olursanız, iddianızla asla uyuşmayacağını kendiniz bile görmüş olursunuz.
Şeyh: Öyleyse bir zahmet kendiniz bu ayetin nahiv terkibini ve zamirlerini beyan edin de, onların iddiamızla nasıl uyuşmadığını görelim.
Davetçi: Önce ayetin terkibi yönünü ele alalım. Bildiğiniz gibi ayetin terkibi iki şıktan hariç değildir: Ya diyeceğiz ki; “Muhammed” mübteda, “Resulullah” atf-ı beyan ve “Vellezine meahu” Muhammed kelimesine atf edilmiş, “Eşiddau kelimesi haber ve ondan sonra gelenler de haberden sonra haberdirler. Ya da; “Vellezine meahu” mübteda, “Eşiddau” haber, ondan sonra gelenler de haberden sonra haberdirler dememiz gerekiyor.
Bu kaideyi sizin akide ve sözünüze göre değerlendirirsek iki mana ortaya çıkar. Eğer “Muhammed” mübteda, “Vellezine meahu” da mübtedaya atf edilse ve ondan sonra gelenler de haberden sonra haber olsalar, ayetin manası şöyle olur: “Muhammed (s.a.a) Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali’dir.”
Eğer “Vellezine meahu” mübteda, “Eşiddau” kelimesi haber ve ondan sonra gelenler de haberden sonra haber olursa, o zaman da ayetin manası şöyle olur: “Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir.” Kelamın bu çeşit olabilmesinin makul ve edebi olmadığını yeni talebe olanlar bile bilmektedirler.
Buna ilaveten eğer bu ayet-i kerimeden amaç 4. halife olsaydı, o zaman sizin iddianıza uygun olması için kelimeler arasında vav-ı atife olması gerekirdi.
Müfessirlerinizin hepsi bu ayetin bütün müminlere şamil olduğunu söylüyorlar. Yani bunların, müminlerin hepsinin sıfatları olduğu inancındalar.
Sonra ayetin zahirine de bakacak olursak, bu sıfatların hepsinin her zaman Resulullah (s.a.a)’le birlikte olan bir kişiye ait olduğu görülecektir, dört kişiye değil. Eğer O kişinin de Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali (a.s) olduğunu söyleyecek olursak, akıl ve nakille daha uyum sağlar.
Dostları ilə paylaş: |