Peşaver geceleri



Yüklə 3,04 Mb.
səhifə97/185
tarix27.05.2018
ölçüsü3,04 Mb.
#51853
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   185

İslâm ve İmanın Farkı


Davetçi: (Biraz sessiz durduktan sonra, tebessüm ederek) Nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum. Evvela; sözünüzde işaret edip kast ettiğiniz cumhur, ümmetin geneli manasına değildir. Cumhurdan maksat Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in sadece bazısıdır.

İkinci husus; iman ve İslâm hakkındaki beyanınız yeterli değildir. Zira bu konuda sadece Ehl-i Sünnet ve Şia arasında görüş farklılığı yoktur. Eş’ariler, Mutezileler, Hanefiler ve Şafiiler de bu konuda farklı görüşlere sahiptirler. Ne yazık ki vaktin dar olması hasebiyle burada farklı fırkaların bütün görüşlerini rivayet etmek imkanımız bulunmamaktadır.

Üçüncü husus; sizler de alim ve Kur’ân ehlisiniz, Kur’ân ayetlerini biliyorsunuz, neden böylesine avamca sorular soruyorsunuz? Belki de beylerin maksadı bu oturumun vaktini almaktır! Yoksa burada istifade edebileceğimiz daha birçok önemli konu vardır. Sizin gibilerden böylesine çocukça itirazlar beklenilemez. Benim iman ve İslâm’ı ikiye ayırıp ikilik yarattığımı iddia etmeniz size yakışmaz!

Halbuki bilindiği gibi bu ayırımı bizzat Kur’ân yapmıştır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

Bedeviler “inandık” dediler. De ki: “Siz iman etmediniz, ama bilindiği gibi “teslim olduk” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.”132

Elbette bildiğiniz gibi bu ayet “Beni Esed” Araplarını kınamak için nazil olmuştur. Onlar bir kıtlık yılında Medine’ye gelerek iman ve İslâm izharında bulunmuş, şehadet (La ilahe illâllah) kelimesini söylemişlerdi. Halbuki bilindiği gibi onlar Medine’nin nimetlerinden istifade etmek için İslâm’a girmişlerdi. Bu ayet onları tekzip etmektedir.

Bu ayetin zahiri hükmü gereği Müslümanlar ikiye ayrılmaktadır; Müslümanlardan bir grup kalpten iman edip gerçeklere inanmıştır; bunlara “mümin” denir. Diğer grup ise bir takım korku, tamah ve benzeri hedefler için zahirde şehadet kelimesini söylemiş, Müslüman olduklarını ifade etmişlerdir. Ama bilindiği gibi onların kalbinde manevi iman ve İslâm gerçeğinden bir iz yoktur. Onlarla muaşerette bulunmanın izni de zahire göre verilmiştir. Ama bilindiği gibi Kur’ân hükmü gereği ahirette onlar için bir sevap yoktur. O halde sadece şehadet getirmek ve zahirde İslâm’ı kabul etmek manevi sonuçlar doğurmaz.

Seyyid: Bu beyanınız doğrudur, imansız İslâm’ın (teslimiyetin) hiçbir değeri yoktur. Nitekim İslâmsız imanın da hiçbir faydası yoktur. Allah-u Teala Kur’ân’da şöyle buyuruyor:

Size İslâm’a girdiğini söyleyene, sen mümin değilsin deme.”133

Bu ayet bizim zahire göre hüküm vermemiz gerektiğini gösteren en büyük delildir. Her kim “La ilahe İllallah, Muhammed’un resulullah” (Allah’tan başka İlah yoktur ve Muhammed O’nun resulüdür) derse, onu temiz, mukaddes ve kardeşimiz sayarız; onun iman etmiş olduğunu reddetmeyiz. Bu, İslâm ve imanın birliğini gösteren en iyi delildir.

Davetçi: Evvela; bu ayet belli bir şahıs hakkında nazil olmuştur; o da Üsame bin Zeyd veya Muhallem bin Cüsame-i Leysi’dir ki savaş meydanında “La ilahe illâllah” (Allah’tan başka İlah yoktur) diyen birini, korkudan söylediğinden dolayı öldürmüştü. Ama sizin de onayladığınız gibi ayet umumu ifade etmektedir. Bu yüzden apaçık bir aykırı amel ve zaruriyatı inkar ve dinden uzaklaşma gibi bir durum görmedikçe, bütün Müslümanları temiz bilir ve onlarla muaşerette bulunuruz. Zahiri hükümlerden öteye geçmez, batınları ile ilgilenmez ve kendimizi insanların batınını araştırmakla görevli kabul etmeyiz.

İmanın Mertebeleri


Gerçeklerin keşfi için bu konu üzerinde biraz izahta bulunmak istiyorum, o da şu ki; iman ve İslâm arasında farklılık olarak umum-u mutlak ve umum-u min vech (bir açıdan genel ve özel ilişki türü) vardır.134

İmanın birçok mertebesi vardır, Ehl-i Beyt (a.s)’dan rivayet edilen rivayetler, ihtilafları ortadan kaldırmakta ve apaçık gerçeği keşfetmektedir.

Amr-i Zübeyri’den naklen, İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

İmanın birçok halet, derece, tabaka ve mertebeleri vardır; onlardan bazısı, noksanlığı açık olan eksiktir; bazısı, üstünlüğü fazla olan ağır basandır; bazısı, tamamlığı nihai derecede olan tam ve kamildir.”

Nakıs iman insanın kendisiyle küfür dairesinden çıkıp Müslümanlara katıldığı, böylece de can, mal, namus ve kanını koruma altına aldığı imanın ilk mertebesidir.

Ama bilindiği gibi hadisteki racih (üstünlüğü ağır basan) iman; imanın bazı sıfatlarına sahip olması vasıtasıyla o sıfatlara sahip olmayan kimsenin imanından üstün olan bir kimsenin imanıdır. Bu sıfatlardan bazısına “Kafi” ve “Nehc’ül- Belağa” gibi hadis kitaplarında menkul hadislerde işaret edilmiştir. Nitekim Cafer bin Muhammed Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

Şüphesiz Allah-u Teala imanı yedi şey üzere karar kılmıştır: İyilik, doğruluk, yakin, rıza, vefa, ilim ve hilim. Daha sonra Allah-u Teala bu sıfatları insanlar arasında bölmüştür. öyleyse bu yedi kısım iman (özellik) olan kimde olursa, o kamil mümindir.”

O halde bu iman sıfatlarından bazısına sahip olanın imanı, bu sıfatların hiçbirine sahip olmayan kimsenin imanına tercih edilir.

Ama kamil iman, bütün övülmüş sıfat ve beğenilmiş ahlaka sahip olan kimsenin imanıdır. O halde İslâm, imanın ilk derecesi olan Allah-u Teala’nın birliği ve Muhammed (s.a.a)’in nübüvvetine ikrar etmekten ibarettir. Ama din ve imanın hakikati, böyle bir insanın kalbine henüz girmemiştir. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ümmetinden bazısına şöyle buyurmuştur:

Ey diliyle Müslüman olduğunu söyleyip de kalbine iman ihlası girmemiş topluluk!”

Şüphesiz iman ve İslâm arasında fark vardır. Ama bilindiği gibi biz de insanların batınını bilmekle görevli değiliz. Ben dün gece de Müslümanların arasına ihtilaf ve ikilik tohumunun atılması gerektiğini ima eden bir söz söylemedim. müminin alametinin, amelleri olduğunu söyledim. Ama bilindiği gibi bizim Müslümanların amellerini teftiş etme gibi bir görevimiz yoktur. Lakin gafil olanları amel etmeye sevk etmek ve zahirden batına, suretten manaya yönlendirerek imanın apaçık gerçeğine ermelerini sağlamak için mutlaka imanın alametlerini anlatmak zorundayız. Böylece ahirette kurtuluşun sadece amel ile olduğunu bilsinler. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:

İman; dil ile ikrar, kalp ile itikat ve organlarla amel etmektir.”

O halde dil ile ikrar ve kalp ile itikat; amelin ön hazırlığıdır. Dolayısıyla “La ilahe illallah, Muhammed’un Resulullah” (Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun elçisidir) diyen, ama farzları terk eden ve nehiylerden uzak durmayan bir kimseyi mümin sayamayız. Lakin zahirde onu kendimizden uzaklaştırmaz, onunla İslâm çerçevesinde muaşerette bulunuruz.

Ama öte yandan da bu dünyanın bir hazırlık aşaması olduğunu, ahiret aleminde böyle bir insanın kurtuluşa eremeyeceğini de biliyoruz. Orada kurtuluş sadece halis ve salih amellerle mümkündür. Nitekim “Asr” suresinde şöyle buyurulmaktadır:

Asr’a and olsun ki, iman edenler ve salih amelde bulunanlar dışında tüm insanlar hüsrandadır.”

O halde Kur’ân hükmü gereği imanın esası salih ameldir; ameli olmayanın dil ve kalple inancı olsa da iman etmiş olduğu söylenemez.



Yüklə 3,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin