Prof. Dr. Bahri Öztürk İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Öğretim Üyesi



Yüklə 3,06 Mb.
səhifə3/52
tarix02.11.2017
ölçüsü3,06 Mb.
#26979
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52

1— Çeşitleri

Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda yargılama şartları, sanığın hazır bulunması, sanığın akıl hastası olmaması, bekletici sorunun çözümü ve yasama dokunulmazlığının bulunmamasından ibarettir.



A— Sanığın Hazır Bulunması

Ceza davasının açılabilmesi için, sadece fiilin ve failin açık kimliğinin bilinmesi yeterlidir (m. 170 CMK). Sanığın hazır bulunmaması davanın açılmasına engel teşkil etmez. Sanık hazır olmadığında, kural olarak, yapılamayan yargılamadır (m. 193 CMK).

Kural olarak dediğimize göre, bunun istisnaları var demektir. Bu istisnalarını kanun üç grupta toplamıştır: 1) gaiplik (m.244-246), 2) sanığın yokluğu (m. 194,195,196,200,204 CMK), 3) kaçaklık (m. 247,248 CMK).

Meskeni bilinmeyen veya yabancı bir ülkede bulunup da yetkili mahkeme önüne getirilmesi olanaksız veya elverişsiz olan (kanunumuza göre, yapılan davetin sonuçsuz kalacağı kuvvetle anlaşılan) sanık gaip sayılır.

Gaiplik durumunda, kural olarak, kendisine ulaşılamayan bir sanık söz konusudur. Öyle ki, sanık, hakkında muhakeme yapılmakta olduğunu bile bilmeyebilir. Mahkemenin, daha yüzünü bile görmediği bir sanığı, onun gıyabında, savunmasız yargılayıp mahkûm etmesi kabul edilemez. Kanunumuzda da, kural olarak, gıyapta duruşma yapılamayacağı, böyle durumlarda delillerin muhafaza altına alınması muhakemesiyle yetinileceği açıklanmıştır (m.244 vd.CMK),

Sanığın yokluğu, gaiplikten oldukça farklı bir kavramdır. Gerçekten, gaiplikte, kendisine ulaşılamayan bir sanık vardır. Buna karşılık, yargılama makamları, kural olarak, sanık ile temasa geçebiliyor, ona ulaşabiliyorlarsa, bu durumda sanığın yokluğu söz konusudur. Kanunumuzda düzenlenmiş bulunan sanığın yokluğu durumları, 1) sanığın duruşma sırasında mahkemeden uzaklaşması (m.194 CMK), 2) sanık gelmese de duruşma yapılabilen durumlar (m. 195 CMK), 3) sanığın duruşmadan vareste tutulması (m. 196 CMK), 4) sorgu sırasında sanığın mahkemeden çıkarılabileceği durumlar (m. 200CMK) ve nihayet 5) sanığın duruşmanın inzibatını bozmasıdır (m. 204 CMK).

Bu sayılan sanığın yokluğu durumlarında tüm aranan şartlar gerçekleşmiş olsa bile, mahkemenin sanığın yokluğunda muhakeme yapması mecburi değildir. Buna karşılık, şartlardan birinin gerçekleşmemesi durumunda mahkeme sanığın yokluğunda yargılama yapmamaya mecburdur.

Sanık hazır olmadan yargılama yapılamaması kuralına gaiplik ve sanığın yokluğundan başka kaçaklık da istisna getirmektedir. Mahkeme tarafından kendisine ulaşılamayan, hakkında yapılmakta olduğunu bildiği muhakemenin sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla bilerek böyle bir durum yaratan ve bu nedenle yurt içinde saklanan veya yabancı bir ülkede bulunan kişiye kaçak denir.

Kaçaklığın gaiplikten farklı tarafları şunlardır:



  1. Gaiplikte sayılır denmek suretiyle bir varsayımdan hareket edilirken, kaçaklıkta gerçek esas alınmaktadır.

  2. Gaiplikte, kural olarak, bilinçli bir durum söz konusu değilken, kaçaklık durumunda sanık bunu her zaman bilinçli olarak, bilerek, isteyerek gerçekleştirmektedir. Belki de gaipliği kaçaklıktan ayıran en önemli kriter budur. Kaçaklık ile sanığın yokluğu durumlarını birbirinden ayırmak daha kolaydır. Kaçaklıkta, gaiplikte olduğu gibi kendisine ulaşılamayan bir sanık söz konusudur, sanığın yokluğu durumunda ise, kural olarak, sanık ile temas kurmak her zaman mümkündür.

CMK m. 247'e göre, hakkındaki kovuşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla yurt içinde saklanan veya yabancı ülkede bulunan ve bu nedenle mahkeme tarafından kendisine ulaşılamayan kişiye kaçak denir. Kaçak sanık hakkında kovuşturma yapılabilir. Ancak, daha önce sorgusu yapılmamış ise, mahkûmiyet kararı verilemez. Duruşma yapılan hâllerde kaçak sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir avukat görevlendirilmesini ister.

B— Sanığın Akıl Hastası Olmaması

Suç işledikten sonra akıl hastalığına tutulan sanık hakkında dava açılır; bu durumda, kural olarak, yapılamayan yargılamadır. Akıl hastalığının yargılamaya engel olabilmesi için iki koşulun gerçekleşmesi aranır:

1) Hastalığın suç işledikten sonra ortaya çıkması. Suçun işlenmesi sırasında akıl hastası olanlar hakkında TCK m. 32 uygulanır.

2) Hastalığın savunmanın esaslı bir şekilde yapılmasına engel teşkil etmesi. Mahkeme, tereddüt halinde, akıl hastalığının savunmaya engel teşkil edip etmeyeceği hususunda bilirkişiye müracaat etmelidir.

Yukarıda iki şartın gerçekleştiği durumlarda, yargılamaya engel bir akıl hastalığına tutulan sanık hakkında, yargılamanın başlayacağı ana kadar toplanan deliller beraat kararı verilmesini gerektiriyorsa, durma kararı değil, derhal beraat kararı verilecektir (m. 223/9 CMK).



C— Bekletici Sorunun Çözümü

Ceza mahkemesinin, ceza muhakemesi sırasında, kendi uzmanlığı dışında bir sorun ile karşılaşması ve yargılamakta olduğu uyuşmazlık hakkında karar verebilmek için, o sorun hakkında yetkili uzman mahkemenin kararını beklemesi durumunda ortada bekletici sorun vardır denir. CMK m. 218'e göre, yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla ilgili olarak da bu Kanun hükümlerine göre karar verebilir. Ancak, bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir. Kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir.



D– Geçici Yasama Dokunulmazlığının Bulunmaması

Anayasanın 83. m. sine göre, seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.

GEÇİCİ YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ kabul edilmesinin nedeni, bu dokunulmazlığa sahip olanların görevlerini ENGELLENMEDEN yapabilmelerini sağlamaktır.

O halde, savcı, geçici yasama dokunulmazlığının söz konusu olması durumunda, kovuşturma mecburiyeti gereğince DERHAL hazırlık soruşturmasına başlayarak, SANIĞIN BEYANLARI dışında bütün delilleri toplayacak, YAKALAMA TUTUKLAMA ve SORGU dışında olup da yapılmasına gerek duyulan bütün ceza muhakemesi işlemlerini yapacak, bu şekilde yapılan hazırlık soruşturması neticesinde suç şüphelerinin kuvvetlenmesi durumunda kamu davası açacaktır. Kamu davasının açılması üzerine mahkeme DURMA KARARI verecektir. Çünkü, KAMU DAVASININ AÇILMASINA ENGEL OLMAYAN geçici yasama dokunulmazlığı YARGILAMA YAPILMASINA ENGELDİR. Bunun yapılabilmesi, MECLİSİN KARARINA veya milletvekilliği sıfatının sona ermesine bağlıdır.

Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimlerden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14. maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bildirmek zorundadır (m. 83/2 AY). Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez (m. 83/3 AY). Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır (m. 83/4 AY).

2— Yargılama Şartlarının Gerçekleşmemesinin Sonuçları

Yargılama şartlarından birinin gerçekleşmemesi durumunda mahkeme durma kararı verecek (m. 223/8 CMK), şartın gerçekleşmesini bekleyecektir. Şartın gerçekleşme imkânı kalmadığında da örneğin dava zamanaşımı dolduğunda düşme kararı verilecektir. (m. 223/8 CMK).

Üçüncü Bölüm



CEZA MUHAKEMESİNDE İNSAN HAKLARI

VE CEZA MUHAKEMESİNİN İLKELERİ

§ 1— KAVRAM

§ 1— KAVRAM

I— İNSAN HAKLARI

İnsan hakları deyimi geniş kapsamlıdır; bir yandan, ırk, cins, dil v.s. gibi herhangi bir ayırım gözetmeksizin yeryüzünde yaşayan bütün insanların, devlet veya herhangi bir otorite tarafından bahşedilmemiş olup sırf insan oldukları için sahip bulundukları, ana rahmine düşmekle kazandıkları, devredilmez, vazgeçilmez temel haklarının, kural olarak, devlet organlarına karşı korunmasını, diğer yandan da çok boyutlu olan insan kişiliğinin geliştirilmesini içerir. Gerçekten, insan hakları, nerede olursa olsun, hangi ülkede bulunulursa bulunulsun herkes tarafından yararlanılabilen haklardır. Örneğin yaşama hakkı böyledir. Bunların yanında her ülkenin sadece kendi vatandaşlarına tanıdığı, yabancıların yararlanmasına izin vermediği başka bazı haklar daha vardır. Bunlara da yurttaş hakları denir. Örneğin, memur olmak böyledir.

Gerek 1961, gerekse 1982 Anayasalarında bu hakların ifade edilebilmesi için insan hakları, insan hak ve hürriyetleri, temel hak ve hürriyetler deyimleri kullanılmıştır.

Özellikle 1961 ve belli ölçüde de 1982 Anayasası, temel hakları iki kümede toplamıştır. Bunlardan birinci kümeyi doğal temel haklar oluşturur. Bu kümede, kişi dokunulmazlığı (yaşama hakkı vs.) kişi güvenliği (haksız yere yakalanmama, tutuklanmama hakkı), inanç, vicdan, basın, dernek kurma hakları gibi, haklar yer alır. Bunlara kamu özgürlükleri de denir. Bu tür haklara dokunulamaz, yok edilemez, devredilemez; bunlar yalnız özüne dokunmamak koşulu ile sınırlanabilir.

İkinci kümeyi ise, devletçe tanınan temel haklar oluşturur. Bunlar arasında,mülkiyet, miras, dolaşım, konut hakkı gibi haklar yer alır. Bunlar hukuk düzeninin kişilere tanıdığı yetkilerdir. Devletçe tanınan bu haklar sınırlanabileceği gibi, belli koşullar altında tümden de kaldırılabilir. Hemen belirtelim ki, bu tür hakların büyük bir bölümü, yalnız iç hukukça değil, uluslararası andlaşmalarla da güvence altına alınmıştır.

II— İNSAN HAKLARI DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ

İnsan hakları düşüncesinin gelişimi çok eskidir. Ancak biz burada sadece yakın tarihten bahsedeceğiz.

Yirminci Yüzyılda insan hakları alanında en önemli gelişme, bireyin ulusal hukuk öznesi olmasının yanında, uluslararası hukuk öznesi durumuna gelmesidir.

1945 yılında imzalanan ve yürürlüğe sokulan Birleşmiş Milletler Andlaşması, insan haklarının korunması açısından önemli kurallar içermektedir. Bu andlaşma Türkiye tarafından 1946 yılında 4801 sayılı yasa ile onaylanmıştır.

Andlaşmanın başlangıcında, insanın ana haklarına, şahsın haysiyet ve değerine, erkek ve kadınlar için olduğu gibi, büyük ve küçük milletler için de hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilân etmeğe, Birleşmiş Milletler Halkının azmetmiş olduğu belirtilmiştir. Andlaşmanın 1. maddesinde, Birleşmiş Milletlerin amaçları arasında, "ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve ana hürriyetlerine karşı saygıyı" geliştirmek yer aldığı gibi, Andlaşmanın 13. maddesine göre "herkesin insan haklarından ve ana hürriyetlerinden faydalanmasını kolaylaştırmak" için önlemler almak da Birleşmiş Milletler Genel Kurulun görevleri arasında sayılmıştır.

Hemen belirtelim ki, Birleşmiş Milletlerin kurulmasından bu yana, "insan hakları" uluslararası hukukun ana kavramlarından biri olmuştur.

Birleşmiş Milletler Andlaşmasını imzalayan devletler, Andlaşmada öngörülen amaçların gerçekleştirilmesi, insanlığa ve insan haklarına yapılagelen saldırıların önlenmesi amacı ile tüm halk ve ulusların benimseyeceği kuralların saptanması için, yeni bir çaba içine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak da 10 Aralık 1948 de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul edilmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ya da Bildirisi, insan hakları ve temel özgürlükler açısından geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu bildiri, yalnız kişisel ve siyasal hakları içermekle kalmamış, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara da bünyesinde yer vermiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına yönelik evrensel nitelikte önemli bir uluslararası belgedir. Bu bildiri, uluslararası hukuk bakımından bir andlaşma ya da bir sözleşme değildir. Bildiri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilmiş bir öneridir; insan hakları alanında gidilecek yönü, ulaşılması gereken amacı gösteren bir ideali yansıtmaktadır.

Birleşmiş Milletler örgütünce, insan haklarının ve özgürlüklerin, üye devletlerin iç hukukunda da uygulanabilir bir nitelik kazanabilmeleri için, bir çok temel sözleşmeler hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Bunlar arasında, Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Ek protokolü, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, İşkence ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gibi Sözleşmeler yer alır.

Birleşmiş Milletler tarafından 19.12.1966 da kabul edilen ve Türkiye tarafından da imzalanmış ve onaylanmış olan Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin çeşitli maddelerine serpiştirilmiş bulunan ceza muhakemesi ile ilgili insan hakları genel olarak 5 grupta toplanabilir: 1) Eşitlik (m. 2/1, 3, 23/4, 26), 2) Hayat hakkı ve kişi dokunulmazlığı (m. 6, 7), 3) Kişi güvenliği (m. 9-11, 14-16, 24), 4) Kişi hürriyeti (m. 8, 12, 13, 17-23, 27), 5) Kamu hayatına katılma hakkı (m. 25).

Öte yandan Türkiye İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesini 1988 de yürürlüğe koymuştur. Sözleşme 1. m.si ile işkencenin tanımı genişletilmekte; 15. m.si ile de, işkence ile elde edilen delillerin, işkenceci aleyhinde yapılan hariç, hiç bir muhakemede kullanılamayacağı açıklanmaktadır. Bu sözleşme işkence ile mücadelede dev bir adımdır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, yalnız Birleşmiş Milletler düzeyinde kalmamış, bölgesel nitelikte olan, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye, kısa adı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine de kaynaklık etmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 4 Kasım 1950'de aralarında Türkiye'nin de bulunduğu onbeş devlet tarafından Roma'da imzalanmış, 3.9.1953 tarihinde yürürlüğe girmiş ve Türkiye tarafından da 18.5.1954 tarihinde onaylanmıştır. Sözleşme, çeşitli zamanlarda kabul edilen ek protokollerle geliştirilmekte ve eksiklikleri giderilmektedir.

Sözleşme ve sözleşmeye yapılan ek protokoller, Birleşmiş Milletlerce kabul edilen sözleşmelerde "Medeni ve Siyasi Haklar" ya da "kişisel ve siyasal haklar " da denilen ve Anayasamızca "kişi hakları" ve "Siyasal Haklar - adı altında düzenlenen hak ve özgürlüklerin bir bölümünü içermektedir. Ancak, sonradan çıkarılan protokollerde sözleşmenin kapsamı zaman içinde genişletilmiştir. Sözleşme ve eklerinde yer alan haklar sınırlı olduğu gibi, öngörülen hakların çeşitleri ve öğeleri de ayrıntılı bir biçimde düzenlenmemiştir. Bu açıdan sözleşme tüm hak ve özgürlükleri kapsamamakta ve güvence altına almamaktadır. Sözleşme ve protokollerde yer alan hak ve özgürlükler oldukça sınırlıdır. Batı demokrasisinin ulaştığı düzeyin altında kaldığı da söylenebilir.

Sözleşme bireyi uluslararası hukukta da hak sahibi yapmıştır. Sözleşme, bireye, haklarını çiğneyen devlete karşı İnsan Hakları Mahkemesine başvurabilme, daha teknik bir ifade ile bireysel başvuru yolunu açmıştır (m.34 vd.).

Türkiye bu yetkiyi 1987 yılında kabul etmiştir.

Sözleşme temel hakları belirtmekle kalmamış, bazı kısıtlamalar da getirmiştir. Sözleşme, güvence altına aldığı özgürlüklerin sınırsız olarak kullanılamayacağı ilkesinden hareketle, kapsamında bulunan hak ve özgürlüklerin düzenlenmesine ilişkin ölçütler koymuştur.

Buna göre, temel hak ve özgürlükler, niteliklerine göre, ulusal güvenliğin, ülkenin ekonomik çıkarlarının, kamu sağlığının, genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin, ya da kamu düzeninin korunması, suçluluğun önlenmesi gibi nedenlerle, yasal dayanağının bulunması ve demokratik bir toplumda zorunlu önlemler niteliğinde olması koşulu ile kısıtlanabilecektir.

Sözleşme ayrıca, savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden diğer olağanüstü durumlarda, devletlerin Sözleşmeden doğan yükümlülüklerinden bir kısmını askıya alabilmelerine olanak sağlamıştır (m.15). Buna karşın sözleşme, hiç bir devlete, olağanüstü durumlarda bile, kişinin yaşama hakkına saygı gösterme yükümlülüğünden, ya da işkence ve kölelik yasağından veya suç ve cezaların kanuniliğinden kurtulma olanağını vermemiştir. Devletler olağanüstü durumlarda bile, bu haklara saygı göstermek zorundadırlar.

Sözleşme, 17. maddesi ile özgürlükleri yok etme özgürlüğünü de yasaklamıştır. Sözleşme ile sağlanan hakların, Sözleşmenin temelini zedelemek amacı ile kullanılması durumunda, bazı haklar devletçe kısıtlanabilecektir. Bu madde bir bakıma Sözleşmede yer alan hakların kötüye kullanılmasını önleme amacı gütmektedir.

Türkiye, önleyici ziyaret sistemi öngören İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesini de 1988 de yürürlüğe koymuştur. Sözleşme, işkenceye karşı BM Sözleşmesini tamamlamaktadır. Buna göre, önce bir komisyon oluşturulacak; bu komisyon, hürriyetleri kısılan kimseleri bulundukları yerde ziyaret edecek ve yetkililerin bunlara karşı olan tutum ve davranışlarını kontrol edecektir. Böylece hürriyeti kısıtlanan kimsenin, işkence ihtimaline karşı, durumu güçlendirilmiş olacaktır.

§ 2— GENEL İNSAN HAKLARI

I— KİŞİ DOKUNULMAZLIĞI

Buna göre herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Mahkemelerden verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile meşrû müdafaa hali, YAKALAMA, TUTUKLAMA kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklunun... kaçmasının önlenmesi, bir isyanın veya ayaklanmanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silâh kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, bu hüküm dışındadır (m. 17/1, 3 AY, m. 2 İHAS, m. 16 PVSK, ayrca bkz. m. 3 İHEB, m. 6,7 MvSHS).

CMK'da öngörülen işlemlerinden sadece yakalama ve tutuklama değil vücudun muayenesi (m.75 vd. CMK) ve müşahade altına alma da (m. 74 CMK) kişi dokunulmazlığı ile yakından ilgilidir.

Yakalama, tutuklama, vücudun muayenesi ve müşahade altına alma kanunda öngörülen şartlar dışında olacak olursa, bir insan hakkı olan kişi dokunulmazlığı ihlâl edilmiş olur.

II— KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ

Kanunlarda ve usûlüne göre yürürlüğe konularak iç hukuk kuralı halinde getirilmiş bulunan milletlerarası sözleşmelerde gösterilen şartlar gerçekleşmedikçe kimse ne yakalanabilir ne tutuklanabilir ne de buna benzer bir işleme tâbi tutulabilir. İşte bu durum kişi hürriyeti ve güvenliği olarak anılmaktadır.

Bu şartlara uyulmadan yapılan yakalama, zorla getirme ve tutuklama bu insan hakkı ihlâli anlamına gelir.

O halde yakalama yapılabilmesi için AY m. 19, İHEB, m. 9, İHAS m. 5, MvSHS m. 9, CMK m. 90 vd., PVSK m. 13, 17, JTGYY 29, 30, 88, 119 ve devamında öngörülen şartların gerçekleşmiş bulunup bulunmadığı yetkililerce hukuk devleti ilkesi esaslarına uygun olarak titiz bir şekilde araştırılacak; şartlardan biri gerçekleşmiş değilse asla yakalama, zorla getirme veya tutuklama cihetine gidilmeyecektir.

Uygulamada başta ceza muhakemesinde insan haklarının sigortası durumunda olan CMK olmak üzere ceza muhakemesine ilişkin kanunların gereği gibi uygulanmadığı bilinmektedir. Belki de bilmeden ve istemeden insan hakları ihlâllerine yol açan bu durumun derhal düzeltilmesi gerekir.

III— KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK

Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir (m. 10 AY, m. 2, 10 İHEB, m. 14 İHAS, m. 2/1, 3, 23/4, 26 MvSHS). Bu durumda sanıklar arasında bu tür ayırımlar yapmak, örneğin bir kimse hakkında, dinî veya felsefî inancı veya etnik kökeni veya derisinin rengi yüzünden hazırlık soruşturmasına başlamak; yakalama, tutuklama, arama ve/veya elkoyma kararları vermek veya ceza davası açmak insan hakları ihlâlidir ve cezaî sorumluluğu gerektirir.

IV— DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ

Hukukumuzda herkes, vicdan, dinî ve kanaat hürriyetine sahiptir...kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz (m. 24 AY, m. 18 İHEB, m. 9 İHAS). Bu durumda kimse, bir ceza muhakemesi sırasında yetkililer tarafından yöneltilen vicdan ve dinî inanç ve kanaat konularındaki sorulara, kural olarak, cevap vermeye zorlanamaz; zorlanırsa, bu cezaî sorumluluğu gerektiren insan hakları ihlâli teşkil eder. CMK da yemin laiktir, Allah üzerine değil NAMUS ve VİCDAN üzerine olur (m. 55 CMK).

V— DÜŞÜNCE VE KANAAT HÜRRİYETİ

Düşünce, bir şey, kimse, olay, konu veya sorun hakkında ZİHİNSEL olarak HÜKÜM KURMAK, görüş sahibi olmak, vaziyet almak, değerlendirmede veya mütalaada bulunmak ve bunları, DIŞ DÜNYAYA söz, yazı, resim gibi araçlarla yansıtmaktır.

Bu tanım karşısında Anayasanın düşünce hürriyetini, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinden ayırması kabul edilemez. Açıklanamayan düşüncenin, düşünce olarak nitelenebilmesi olanaksızdır.

Anayasanın 25. maddesine göre, "herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; her ne sebeple olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."

Burada herkes denildiğine göre, bir insan hakkı söz konusudur.

VI— MÜLKİYET HAKKI

Ülkemizde herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir (m. 35 AY, m. 17 İHEB). Bu hak ceza muhakemesinde özellikle elkoyma koruma tedbiri (m.123 vd. CMK, m. 9 PVSK, m. 34, 116 vd. JTGYY, m. 3 SYK, m. 11 OHK, m. 26 vd. AY.) bakımından son derece önemlidir. Elkoyma için aranan şartlar gerçekleşmedikçe bu koruma tedbirlerine başvurulamayacaktır. Bu şartların gerçekleşmiş bulunup bulunmadığı yetkililerce hukuk devleti ilkesi esaslarına uygun olarak titiz bir şekilde araştırılacak; şartlardan biri gerçekleşmiş değilse elkoyma yapılamayacaktır.

§ 3— CEZA MUHAKEMESİNİN İLKELERİ

Başta CMK olmak üzere ceza muhakemesine ilişkin kanunlarda yer alan kuralların doğrudan doğruya temas ettiği insan haklarına ceza muhakemesinde insan hakları denmelidir. Şimdi bu haklara temel olan ilkelere kısaca temas edelim.

I— HUKUK DEVLETİ İLKESİ

1982 Anayasasının 2. maddesinde Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğu yazılıdır. Aşağıda göreceğimiz insan hakları ile ilgili bütün ilkelerin anası, kaynağı durumunda bulunan hukuk devleti ilkesine göre, yasama, yürütme ve yargı gücünü yani egemenlik adı verilen muazzam gücü Millet adına kullanan Anayasal organlar bu gücü sadece hukukun genel ilkeleri, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde insan haysiyetini korumak, insan hakları ile temel hak ve hürriyetleri gerçekleştirmek, adaleti ve hukuk güvenliğini sağlamak amacıyla kullanabilirler. Bu onların meşruluğunun temelini teşkil eder. Anayasa Mahkemesi de hukuk devleti kavramını bu şekilde anlamaktadır.

Daha önce de değindiğimiz gibi, hukuk devleti üç sütun üzerine inşa edilmiştir.

Bunlar:


  1. İnsan haklarının gerçekleştirilmesi,

  2. Adaletin sağlanması,

  3. Güvenliğin temin edilmesidir.

II— İNSAN HAYSİYETİNİN KORUNMASI (DOKUNULMAZLIĞI) İLKESİ

Alman Anayasası insan haysiyeti kavramına, en üst değer olarak birinci maddesinde yer vermiş ve bunu değerler sisteminin odak noktası yapmıştır. İnsanlığın üzerine bir kabus gibi çöken ve insanı basit bir araç haline getiren Nazi düzenini yaşamış insanların, bu korkunç düzenden kurtulur kurtulmaz yaptıkları Anayasa ile böyle bir tepki göstermeleri, Hitler döneminin tüyler ürpertici tecrübelerini yaşamak zorunda kalmamış olan öteki insanlar bakımından daima hatırda tutulması gereken çok önemli bir mesajdir. Türk Anayasakoyucusu da bu mesaja kulak vermiş ve 5. m.de, "devletin temel amaçları ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığı ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, İNSANIN MADDÎ ve MANEVÎ VARLIÐININ gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktadır" hükmünü sevketmiştir. Öte yandan m. 17/3'de de, "kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse İNSAN HAYSİYETİYLE bağdaşmayan bir cezaya ve muameleye tâbi tutulamaz" denilerek, insan haysiyetine verilen önem dile getirilmiştir.

"İnsan haysiyeti, bilinçli olma, kendi kaderini tayin etme ve kendi çevresini şekillendirme yeteneği veren ve kişiliksizliği ortadan kaldıran ruhtur, manevî güçtür." Son bir tahlilde insan haysiyeti adı verilen değerin HÜR İRADE olduğu söylenebilir. İnsanı obje haline getiren ve kişiliği nedeniyle sahip olduğu değerin inkarı anlamına gelen her türlü işlem insan haysiyetine aykırıdır.

III— İŞKENCE YASAĞI

1982 Ay m. 17/3 de, İHEB m. 5 de, İHAS m. 3 de, MvSHS m. 7 de ve CMK m.148 de hiç kimseye işkence ve eziyet yapılamaz denilmek suretiyle bu yasak son derece açık bir şekilde ifade edilmiştir. Öte yandan TCK m. 94 ve devamı maddelerde işkence ağır bir suç olarak düzenlenmiştir. Burada son olarak aşağıda ele alınacak olan İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler ve Avrupa Sözleşmelerine de işaret edilmelidir.

Yargıtay, ifade alma ve sorgu sırasında vuku bulabilen işkencenin önlenmesi amacıyla son derece cesur kararlar vermiştir. Yüce Mahkeme, bizim tespitimize göre, bu konuda 1.4.1985 de verdiği ilk kararında, ikrarın delil niteliğinde olabilmesi için:



  1. İkrar olunan OLAYIN MÜMKÜN OLMASI,

  2. HÂKİM HUZURUNDA OLMASI,

  3. GERİ ALINMAMASI VE

  4. YAN DELİLLERLE DE DESTEKLENMESİ gerektiğini açıklamıştır.

Bu kararı daha sonra diğerleri takip etmiş; Yargıtayın bu görüşü istikrarlı hale gelmiş ve daha sonra 1992 yılında bir norm olarak girmiştir (CMK m. 147 ve 148.).

IV— DÜRÜST (ADİL) YARGILAMA (İŞLEM) İLKESİ

Bundan maksat, ceza muhakemesi işlemlerinin kandırma, yanıltma veya zorlama gibi irade serbestisini engelleyen veya savunmayı kısıtlayan yollara sapılmaksızın, hukuk devleti ilkesine uygun olarak, önceden kanunla öngörülmüş bulunan esaslar çerçevesinde yapılmasıdır. Bir hukuk devletinde bu esasların, asgarî olarak nelerden ibaret bulunduğu Anayasamızın 36’ncı maddesi ile İHAS m. 6 ve MvSHS m. 14/1 vd. de gösterilmiştir.

3.10.2001 Tarih ve 4709 Sayılı Kanun 1982 Anayasasının 36 ncı maddesini de değiştirmiş ve adil yargılanma" ibaresi maddeye eklenmiştir. Bu düzenleme değişiklik yasasının ihtiva ettiği en olumlu değişikliklerden biridir. Bu suretle ADİL YARGILAMA İLKESİ anayasal teminat altına alınmış bulunmaktadır. Söz konusu ilke Anayasada yer aldığı için ve Anayasa, 11’nci maddeye göre tüm kurum ve kişileri bağladığından, bundan böyle disiplin soruşturmaları dahil tüm soruşturma ve kovuşturmalarda söz konusu ilkeye uygun hareket edilecektir.

Adil yargılamaya uyum sağlamak amacıyla yapılan en büyük değişiklik belki de 4771 sayı ve 03.08.2002 tarihl kanunla yapılan değişikliktir. Bu kanunun 7’nci maddesine göre: 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 327 nci maddesinden sonra gelmek üzere 327/a maddesi eklenmiş ve bu suretle kesinleşmiş bir ceza hükmünün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiği saptandığında ihlâlin niteliği ve ağırlığı bakımından Sözleşmenin 41 inci maddesine göre hükmedilmiş olan tazminatla giderilemeyecek sonuçlar anlaşılırsa; muhakemenin iadesi isteminde bulunulabilecektir. Yeni CMK bu esası m.311/1f,2 de muhafaza etmiştir

Çocukların yaşının 15 den 18’e çıkarılması, adil yargılama ilkesi bakımından bir başka önemli değişiklik olmuştur. Gerçekten, 4963 tarih ve 30.7.2003 tarihli kanunun 8’nci. - 7.11.1979 tarihli ve 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında geçen "15" ibaresi "onsekiz" şeklinde değiştirilmiştir.


V— BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ HAKİM İLKESİ

Bağımsızlık, kimseden emir almamak; tarafsızlık ise, iddia ve savunma makamları bakımından objektif davranmak, birini veya diğerini kayırmamak demektir. Hakimin bağımsız ve tarafsız olmasının insan hakları bakımından büyük öneminin bulunduğu açıktır. Hâkimleri bağımsız ve tarafsız olmayan, belli kimselerin özellikle de iktidarın talepleri doğrultusunda karar veren bir devlete hukuk devleti denemez. Bu ilke Anayasada (m. 138 vd.), İHEB de (m. 10), İHAS de (m. 6/1), MvSHS de (m. 14/1 cüm.2) ve kanunlarda, (örneğin m. 21 vd. CMK, m. 232, 233, 238, 244 TCK) düzenlenmiştir.

VI— MERAM ANLATMA İLKESİ

Her sanığın derdini anlatabilmesini, ne istediğini söyleyebilmesini, hiç veya gereği gibi dinlenilmeden mahkûm edilememesini, öne sürülen iddiaları ve aleyhine olan delilleri çürütebilmesini ve bu sayede muhakemenin gidişine etki edebilmesini ifade eden ilkeye meram anlatma ilkesi denmektedir. Çağdaş Ceza Muhakemesi Hukukunda sanık, hiç bir hakkı olmayan bir soruşturma konusu, objesi değil, belli hakları ve yükümlülükleri bulunan ve muhakemenin gidişine etki edebilen bir muhakeme süjesidir.

Bu ilkenin kaynağı hukuk devleti ilkesidir. Ayrıca söz konusu ilke, usûlüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş olduğu için kanun hükmünde bulunan (m. 90/son AY) İHAS de açıkça yer almıştır (m. 6 İHAS).

VII—- ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ

Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi bulunan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesinin sonunda, fiilin sanık tarafından işlendiği % 100 belliliğe ulaşmadığı takdirde beraat kararı verilecektir (m. 38/4 AY, m.11 İHEB, m.6/2 İHAS, m. 14/2 MvSHS).

Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin sebebi, bir suçlunun cezasız kalmasının bir masumun mahkûm olmasına tercih edilmesidir; başka bir ifade ile masumluk karinesidir.

Bu ilkeye sahip çıkan Yargıtay son derece önemli kararlarına göre; Ceza yargılamalarında amaç, maddî gerçeğin hiç bir kuşkuya yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; kuşkunun bulunması halinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; kuşkudan sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Bu ilkenin en önemli yansıması olan masumluk karinesinin ne anlama geldiği tartışmalı olmakla birlikte, her halde koruma tedbirleriyle bağdaşabileceği kabul edilmektedir. Bununla birlikte devlet, buradaki müdahale yetkisini, şüphenin derecesine göre aşamalı olarak kullanmalıdır.

VIII— HALKA AÇIKLIK İLKESİ

Tarihsel gelişme, ceza muhakemesinin kapalı kapıların arkasında yapılmasının insan hakları açısından korkunç sonuçlar doğurduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle özellikle Aydınlanma Dönemi düşünürleri duruşmaların halka açık yapılmasını talep etmişlerdir. Muhakemenin halkın girebileceği yerlerde yapılmasını ve muhakeme tutanaklarının halka açıklanabilmesini ifade eden ilkeye halka açıklık ilkesi denmektedir (m. 141/1 AY, m. 10 İHEB, m. 6/1 İHAS, m. 14/1 MvSHS). Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmalarn bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkin veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir (m. 141/1 AY, m. 10 İHEB, m. 6/1 İHAS, m. 14/1 MvSHS). Bu ilkenin ihlâlinin mutlak bozma sebebi sayılacağı açıklanmıştır (m. 373/1, 308/6 CMK).

Halka açıklık ilkesi, son soruşturmada geçerli olup, hazırlık soruşturmasına önemli ölçüde gizlilik egemendir. Bunun nedeni, bir taraftan sanığın lekelenmeme hakkı, diğer taraftan da, delillerin güvence altına alınması gereğidir.

IX— ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ İLKESİ

Her demokratik hukuk devletinde fertlere, maddî ve manevî varlıklarını istedikleri gibi geliştirip şekillendirebilecekleri hür bir hayat alanı tanınır.

AY m. 20, 21 ve 22 de, İHEB m. 12 ve İHAS m. 8 de, fertlerin devletin müdahalelerinden korunmuş hür bir alana sahip bulundukları açıkça ifade edilmiştir.

Anayasamıza göre, herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz (m. 20); kimsenin konutuna dokunulamaz (m. 21); herkes haberleşme hürriyetine sahiptir, haberleşmenin gizliliği esastır (m. 22). Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usûlüne göre verilmiş bir hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin YAZILI emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kâğıtları, eşyası ve konutu aranamaz; bu eşya ile konutta bulunan eşyaya el konulamaz; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz (m. 20-22). Demek ki, aramanın (m.123 vd. CMK); elkoymanın yani, basit elkoymanın , basılmış eserlere elkoymanın, yani basılmış eserlere basit elkoyma ile toplatmanın, postada elkoyma ve PTT ile yapılan haberleşmenin denetlenmesinin ve nihayet gaiplere ilişkin elkoymanın kanunlarda ve kanun haline getirilmiş bulunan milletlerarası sözleşmelerde aranan şartları gerçekleşmedikçe bu koruma tedbirlerine başvurulamayacaktır. Bu şartların gerçekleşmiş bulunup bulunmadığı yetkililerce hukuk devleti ilkesi esaslarına uygun olarak titiz bir şekilde araştırılacak; şartlardan biri gerçekleşmiş değilse, arama ve/veya elkoyma yapılamayacaktır.

Öğretide, insan hayatının esas itibariyle iki yönünün bulunduğu kabul edilir. Bunlar hayatın genel ve özel yönleridir; hayatın özel yönü de özel hayat ve hayatın gizli alanı olmak üzere ikiye ayrılır.

Hayatın genel yanının korunacak bir gizliliği veya sırrı bulunmadığından, konumuz bakımından bir özelliği yoktur. Buna karşılık hayatın özel yanı her hukuk devletinde koruma altına alınmıştır. Hayatın gizli alanı mutlak bir şekilde korunur, hatta dokunulmaz sayılırken, özel hayat nisbî olarak korunmuştur. Özel hayat dar bir çerçevede, örneğin bir aile içinde söz konusu olabilirken, hayatın gizli alanı sadece bireyi ilgilendirir ve ondan başkasının bu alana girebilmesi asla kabul edilemez; bu nedenle de dokunulmazdır.

İnsanın dinî inancı, belli konuda ne düşündüğü vs. hayatın gizli alanı içinde kalır. Anayasa m. 24 de, "... kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz..."; m. 25 de de, "... kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz...." denilmek suretiyle bu husus dile getirilmiştir.

X— MADDÎ GERÇEĞİN ARAŞTIRILMASI İLKESİ

Ceza Muhakemesinde, medenî muhakemeden farklı olarak, şeklî gerçekle yetinilmeyip işin esası araştırılır. Yargıtay’ın 19.4.1993 tarihli bir ilke kararına göre; ceza yargılamasının amacı hiç bir duraksamaya yer vermeden maddî gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada mantık yolunun izlenmesi gerekir. GERÇEK; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa bir takım VARSAYIMLARA DAYANILARAK SONUCA ULAŞILMASI, Ceza Yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır, Ceza Yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde, mahkûmiyet kararından söz edilemez. Bu ilke evrenseldir.

Öte yandan, örneğin CMK m. 160 da, savcının işin hakikatini araştırmak mecburiyetinde olduğu açıklanmakla bu ilkeye işaret edilmiştir. Ancak bir hukuk devletinde, maddî gerçeğin her ne pahasına olursa olsun araştırılması kabul edilmemekte; delil yasakları ile bu ilkeye bazı sınırlar getirilmektedir.

Maddi gerçeğin araştırılması ilkesinin sonucu olarak, mahkeme, muhakemeye katılanların iddiaları, özellikle de sanığın itirafı ile bağlı değildir. Yine medeni yargılamanın aksine yoklukta muhakeme istisnaidir (Bkz. m.213/2, 409 HUMK). Sanığın duruşmaya gelmemesinden, onun suçluluğu sonucu çıkarılamaz. Nihayet mahkeme, ileri sürülen delillerle bağlı değildir, kendiliğinden delil araştırabilir. Oysa medeni yargılamada, tarafların ileri sürmediği iddiaları hakim kendiliğinden göz önüne alamayacağı gibi, bunları hatırlatmada dahi bulunamaz (m. 75/1 HUMK). Nihayet ceza muhakemesinde, medeni yargılamadan farklı olarak ispat yükü sorunu yoktur.

Maddi gerçeğin araştırılması ilkesinin sınırını delil yasakları oluşturur.

XI— DAVASIZ YARGILAMA OLMAZ İLKESİ

Bir fiilin yargılanmasına başlanabilmesi için, kural olarak, o fiilin suç teşkil ettiğinin ve failin cezalandırılması gerektiğinin ileri sürülmesini ifade eden ilkeye davasız yargılama olmaz ilkesi denmektedir. Kanunumuz, son tahkikatin başlaması kamu davasının açılmasına bağlıdır (m. 170 vd. CMK); "hükmün mevzuu, duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibarettir" (m. 225 CMK); hükmüne yer vermekle bu ilkeyi açıkça ifade etmiş olmaktadır.

Yargılama makamının iddia ve savunma karşısındaki durumu bakımından üç sistemden söz edilir. Bir kimsenin fail olarak cezalandırılması için başka bir kimse tarafından itham edilmesini ve itham edenin failin suçlu olduğunu ispat etmesini öngören sisteme itham sistemi denir. Bu, ferdiyetçi ve liberal düzenle ilgili bir sistemdir. Bu sistem, Ortaçağda otoriter devletlerin kurulmasıyla yerini tahkik sistemi denilen ve muhakeme makamları sadece yargılama makamlarından ibaret olan ve sanığın muhakeme kişisi değil de muhakeme objesi olarak gören başka bir sisteme bıraktı. Bu iki sistemin yanında bir de karma sistem vardır. Bu sistem 1789 Fransız İhtilâlinden sonra tahkik sistemine tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Bu sistemin esasları şunlardır:



  1. Hâkim işe re'sen elkoyamaz; davasız yargılama olmaz. Dava, kural olarak devletin davasıdır ve bunun için savcılık teşkilâtı kurulmuştur.

  2. Hâkim, tarafların delilleriyle bağlı değildir (CMK m.257/2); maddi gerçeğin araştırılmasıkuraldır.

  3. Sanık bir muhakeme objesi değil, muhakeme kişisidir, bazı hakları ve yükümlülükleri vardır.

XII— VASITASIZLIK İLKESİ

Mahkemenin, daha doğrusu, hâkimin kararını delillerle doğrudan doğruya, bizzat temasa geçerek vermesini ifade eden ilkeye vasıtasızlık ilkesi denmektedir. Yani, kararı verecek olan mahkeme veya hâkim, delil sözlü ise, dinleyecek, yazılı ise, okuyacak, eşya veya iz şeklinde ise, görecektir. CMK m. 254/1 ve m. 381/son da bu ilke dile getirilmiştir. Öte yandan bu ilkenin sonucu olarak, tanıkların duruşmada doğrudan doğruya dinlenmeleri aranmıştır. Açıkça yer verilen bazı istisnalar dışında tanıkların önceki ifadelerinin duruşmada okunmasıyla yetinilemez (m. 243 CMK). Yine sanık daha önce sorguya çekilmiş olsa bile duruşmada tekrar sorguya çekilmek zorundadır (m. 236/2 CMK). Belirtelim ki, ilke, hazırlık soruşturmasında tam olarak uygulama alanı bulmaz.

XIII—SÖZLÜLÜK İLKESİ-YAZILILIK İLKESİ

Duruşmada sözlü olarak ne söylenmişse, ancak onun karara temel kabul edilmesini ifade eden ilkeye de sözlülük ilkesi denmektedir. Bu ilke, kural olarak, sonsoruşturma safhasında söz konusu olur. Her şey, özellikle sanığın sorgusu, delillerin dinlenmesi, son iddia ve savunmalar hep sözlü yapılacaktır. Duruşmada konuşulmamış hususların karar verme sırasında göz önünde tutulması mümkün değildir. Konuşulmamış olmak burada var olmamak, meydana gelmemekle eş anlamlıdır. Bu ilke ile vasıtasızlık ilkesi arasında sıkı bir ilişki vardır. Gerçekten, sözlü muhakeme aynı zamanda vasıtasızlık ilkesinin hakim olduğu bir muhakemedir.

Yazılılık ilkesi ise, muhakemede yazılı olarak ne söylemişse, ancak onun karara temel kabul edilmesini ifade eder. Ceza muhakemesinin hazırlık soruşturması safhasına, kural olarak, yazılılık ilkesi hakimdir.

XIV— KOVUŞTURMA MECBURİYETİ İLKESİ- MAKSADA (MASLAHATA) UYGUNLUK İLKESİ

Bir fiilin işlendiği haberinin alınması üzerine, bu fiilleri takibe yetkili makamlar tarafından derhal hazırlık soruşturmasına başlanmasını (m. 153/1 CMK); bunun neticesinde, ceza veya emniyet tedbiri takibini gerektirecek hususlarda fiilin ve failin belli olması, yeterli emareler teşkil edecek vakıaların bulunması, yani şüphelerin ciddî olduğunun tespit edilmesi ve dava şartlarının gerçekleşmiş olması durumunda, yetkili makam tarafından kamu davasının açılmasını (m. 148 CMK); nihayet, açılan kamu davasının, muhakeme sonuçlanıncaya kadar savcılıkça yürütülmesini ifade eden ilkeye kovuşturma mecburiyeti ilkesi denir.

Görüldüğü gibi burada kovuşturma mecburiyeti ilkesi başlığı altında ele alınması gereken üç ayrı ilke vardır. Bizim "alt ilke" olarak değerlendirdiğimiz bu ilkeler şunlardır:

1- Araştırma mecburiyeti ilkesi (m. 153/1 CMK),

2- Kamu davasını açma mecburiyeti ilkesi (m. 148/2 CMK) ve nihayet,

3- Kamu davasını yürütme mecburiyeti ilkesi.

Bir fiilin işlendiği haberinin alınması üzerine, suçu takibe yetkili makamlar tarafından derhal hazırlık soruşturmasına başlanmasını ifade eden alt ilkeye "araştırma mecburiyeti ilkesi"; hazırlık soruşturmasının neticesinde fiilin takibini gerektirecek hususlarda fiilin ve failin belli olması, yeterli emareler teşkil edecek vakıaların bulunması, başka bir ifade ile, şüphelerin ciddî olduğunun tespit edilmesi ve dava şartlarının gerçekleşmiş olması durumunda yetkili makam tarafından kamu davasının açılmasını ifade eden alt ilkeye "kamu davasını açma mecburiyeti ilkesi" ve nihayet, açılan kamu davasının, muhakeme sonuçlanıncaya kadar yürütülmesini ifade eden ilkeye de "kamu davasını yürütme mecburiyeti ilkesi" denmelidir.

Bir fiilin işlendiği haberinin alınması üzerine, bu fiilleri takibe yetkili makamlar tarafından derhal hazırlık soruşturmasına başlayıp başlamamakta; hazırlık soruşturmasının neticesinde ceza ve emniyet tedbiri takibini gerektirecek hususlarda fiilin ve failin belli olması, yeterli emareler teşkil edecek vakıaların bulunması yani şüphelerin ciddî olduğununun tespit edilememesi durumunda savcının kamu davasını açıp açmamakta; ve nihayet kamu davasını muhakeme sonuçlanıncaya kadar yürütüp yürütmemekte takdir yetkisinin bulunduğunu" ifade eden ilkeye maslahata (maksada) uygunluk ilkesi (oportunite ilkesi) denmektedir.

Hukukumuzda kovuşturma mecburiyeti ilkesi geçerli bulunduğundan, maslahata uygunluk ilkesine ancak istisna olarak yer verilmektedir. Bunun nedeni keyfilik yasağıdır. Çünkü bu ilke geçerli olmadığı durumlarda, uygulamanın tekliği ortadan kalkmış olacağı gibi, kanun önünde eşitlik ilkesi de zedelenir.

XV—ÖTEKİ İLKELER

Ceza muhakemesinin ilkeleri yukarıda açıklananlardan ibaret değildir. Öğretide, bunlardan başka, usul ekonomisi ilkesi, çabukluk ilkesinden, kovuştur-manın resmiliği ilkesinden, delillerin serbest değerlendirilmesi ilkesinden ve delillerin serbestliği ilkesinden de söz edilmektedir.

§ 4— MUHAKEMENİN YÜRÜYÜŞÜNE İLİŞKİN İNSAN HAKLARI

I— HAK ARAMA HAKKI

Bir hukuk devletinde herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. Hiç bir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz (m. 36 AY, m. 8 İHEB, m. 6 İHAS).

II— İSNADI VE HAKLARI ÖĞRENME HAKKI



1— İsnadı Öğrenme Hakkı

Her sanık, şahsına tevcih edilen isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa bir zamanda, anladığı bir dille ve etraflı surette haberdar edilmek; müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olma hakkına sahiptir (m. 6/3 İHAS m. 9/2 MvSHS).

AY m. 19/3 de yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak DERHAL, TOPLU SUÇLARDA EN GEÇ HÂKİM HUZURUNA ÇIKARILINCAYA KADAR bildirileceği açıklanmıştır. CMK da da buna paralel düzenlemeler yapılmıştır (öneğin m.135 CMK).

2— Hakları Öğrenme Hakkı

Şayet sanık artık Orta Çağın aksine bir muhakeme objesi değil, hukuk düzenince bazı haklarla donatılmış ve bu suretle muhakemeye aktif olarak katılması mümkün kılınmış bir muhakeme süjesi ise, ki öyledir, ceza muhakemesindeki haklarının ne olduğunun kendisine mutlaka bildirilmesi gerekmektedir. Burada sanığa kendisi ile ilk temasa geçen yetkili tarafından en azından SUSMA HAKKI ile BİR AVUKAT İLE TEMAS KURABİLME HAKKININ mutlaka bildirilmesi gerekir. Varlığından haberdar olunmayan hak, hiç bir değer ifade etmez ve haklarını bilmeyen sanığın muhakemeye aktif olarak katılabilmesi de mümkün olmaz.

Hukuk devleti ilkesinden kaynaklanan hakları öğrenme hakkı 3842 sayılı kanunla yeniden düzenlenen CMK m. 135 de düzenlenmiştir. Nitekim Yüksek Mahkeme, "atılı suçundan dolayı CMK nin 236. m.sinin yollamada bulunduğu aynı Kanunun 3842 sayılı Kanunla değişik 135. m.si dairesinde SORGUYA ÇEKİLMESİ GEREKEN SANIĞA, BU MADDE İLE TANINIP SAVUNMAYA İLİŞKİN BULUNAN HAKLARI HATIRLATILMADAN, hatırlatılmış ise bu husus tutanağa geçirilmeden HÜKÜM TESİSİ YASAYA AYKIRIDIR" demek suretiyle bu ilkeye verdiği önemi dile getirmiştir.

III— MUHAKEMENİN SONUNA KADAR SUÇSUZ SAYILMA HAKKI (MASUMLUK KARİNESİ)

Anayasada (m. 38/4), İHEB de (m. 11 de), İHAS de (m. 6/2) ve MvSHS de (m. 14/2) açıkça ifade edilen bu hak bir kimsenin suçluluğu hükmen SABİT OLUNCAYA KADAR SUÇLU sayılmasına engel olur. Bu nedenle, özellikle sanıkla ilk temasa geçen yetkili yakaladığı bir kimsenin suçsuz olabileceğini düşünerek ona göre hareket edecektir. Kovuşturma makamlarının ÖNYARGI ile hareket etmesi veya SUÇLULUK KARİNELERİNE dayanması bu hakkın ihlâli anlamına gelir.

IV— KİMSE KENDİSİNİ VE YAKINLARINI SUÇLANDIRICI BEYANLARDA BULUNMAYA ZORLANAMAZ İLKESİ (NEMO TENETUR İLKESİ)

Anayasanın 38. maddesine göre, “hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz”.

Söz konusu ilke, kendi suçunun ispatlanması konusunda sanığı, kovuşturma organlarıyla işbirliğinde bulunup bulunmamakta serbest bırakır. İlke, bir taraftan sanığın susma, diğer taraftan da aktif savunma yoluyla kendisini suçlamadan kurtarabilme hakkını ihtiva eder. Bu ilkenin garanti ettiği hakların gerçekten kullanılabilmesi için CMK m. 135 ile sanığa haklarını öğretme yükümlülüğü getirilmiştir.

V— KİMSENİN BAŞKASININ FİİLİNDEN DOLAYI YARGILANMAMASI HAKKI (CEZA SORUMLULUĞUNUN ŞAHSÎLİĞİ İLKESİ)

Çağdaş Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda herkesin ancak kendi fiilinden sorumlu olduğu kabul edilir (m. 38/6 AY). Bu nedenle fail (F) nin yakalanamaması halinde oğlu (O) nun yargılanması mümkün değildir.

VI— KANUNDA SUÇ OLARAK GÖSTERİLMEMİŞ BİR FİİLDEN DOLAYI TAKİBATA UĞRAMAMA VE KANUNDA ÖNGÖRÜLMEMİŞ BİR CEZAYA ÇARPTIRILMAMA HAKKI (SUÇLARIN VE CEZALARIN KANUNÎLİĞİ İLKESİ)

Suç ve cezaların ancak KANUN ile konulması ve bunların usûlüne uygun olarak ilân edilmek suretiyle herkes tarafından öğrenilmesinin temin edilmesini ifade eden ilkeye kanunilik ilkesi denmektedir. Bu ilke sayesinde, bir toplumda yaşayan insanlar neyin serbest olduğunu önceden öğrenebilmekte ve iradeleriyle yasağı veya serbest olanı seçebilmekte ve bunun sonuçlarına da baştan razı olmaktadırlar. Yine bu ilke, hürriyetleri, sosyal hayatı mümkün kılmak amacıyla kısmak demek olan suç ve ceza koyma işinin sadece kanun koyucuya ait bir iş olduğunu, yürütmenin ve idarenin böyle bir yetkisi bulunmadığını, örf ve adet ile de suç ve ceza yaratılamayacağını göstermektedir.

AY m. 38/1 de, "kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz... Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konur" denilmek suretiyle bu ilke dile getirilmiştir. Keza TCK m. 2'de de, "kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz" (m. 1 TCK) denilmek suretiyle aynı ilke ifade edilmiştir (ayrıca bkz. m. 11/2 İHEB, m. 7 İHAS, m. 15 MvSHS).

VII— SAVUNMA HAKKI

Savunma, suçlamaya karşı sanığın yararına yürütülen; onu hukukî ve fiilî açıdan korumayı amaçlayan bir faaliyettir. Bu hak Anayasada, taraf olduğumuz milletlerarası sözleşmelerde ve kanunlarımızda yer almıştır (m. 36/1 AY, m. 11 İHEB, m. 6 İHAS, m. 14/3b MvSHS). CMK ya göre bu hakkın kısıtlanması mutlak bozma sebebidir (m. 308/8 CMK).

Sanık, savunmayı bizzat ve/veya bir avukat vasıtasıyla da yapabilir. İHAS m. 6/3b, c de "her sanık, müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak; kendi kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafi tayin için malî imkânlardan mahrum bulunuyor ve adaletin selâmeti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani yardımından istifade etmek haklarına sahiptir" denilmek suretiyle bu hususa işaret edilmiştir.

3842 sayılı kanunla değiştirilen CMK da "sanık tahkikatın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımına müracaat edebilir. Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde... müdafi hazır bulunabilir... zabıtaca yapılan soruşturma dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz. " (m. 136 CMK) denilmekle birlikte; sanığın müşahade altına alınması (m. 74 CMK)"sanığın 15 yaşını bitirmemiş olması, yahut sağır veya dilsiz veya kendini müdafaa edemeyecek derecede cismi veya dimaği malûliyeti bulunması halleri dışında mecburî müdafi sitemi kabul edilmiş değildir. Diğer hallerde müdafi tayini talebe bağlı tutulmuştur (m. 138 CMK).

Yargıtay savunma hakkına büyük önem vermekte, bu hakkın ihlâli halinde hükmü bozmaktadır.

Yüce Mahkeme 12 Ekim 1993 de mükemmel bir karar vermiştir. Buna göre, "atılı suçundan dolayı CMK m. 236’nın yollamada bulunduğu aynı kanunun 3842 sayılı kanunla değişik 135. m. si dairesinde sorguya çekilmesi gereken sanığa, BU MADDE İLE TANINIP SAVUNMAYA İLİŞKİN BULUNAN HAKLARI HATIRLATILMADAN, hatırlatılmış ise bu husus tutanağa geçirilmeden hüküm tesisi yasaya aykırıdır". Yargıtay son sözün sanığa verilmesi konusunda da duyarlıdır.

VIII— KANUNÎ (OLAĞAN) HÂKİM TARAFINDAN YARGILANMA HAKKI

Kanunla önceden kurulmuş bir mahkemenin tarafsız, bağımsız ve her bakımdan, yani madde, yer, kişi ve görev bakımından yetkili hâkimine olağan (tabii, kanunî) hâkim denmektedir. Anayasamızın 37. m. sinde, "hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz; bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz" denilmek suretiyle Türkiye'de olağan hâkim ilkesinin geçerli olduğu ifade edilmiştir.

Bir hukuk devletinin vatandaşı, olağan, bağımsız ve tarafsız bir hâkim tarafından yargılanma hakkına sahiptir. Bu hak Anayasa, milletlerarası sözleşmeler ve kanunlar tarafından garanti altına alınmıştır (m. 37, 138 vd., 142 AY, m. 10 İHEB, m. 6/1 İHAS, m. 14/1 cüm.2 MvSHS ve kanunlarda, örneğin m. 21 vd. CMK, m. 232, 233, 238, 244 TCK).

IX— TERCÜMAN HAKKI

Bir hukuk devletinde, duruşmada kullanılan dili anlamayan veya konuşmayan her sanık tercüman yardımından meccanen (ücret ödemeden) faydalanma hakkına sahiptir (m. 6/son İHAS, m. 252 CMK). Bu hakkın duruşma ile sınırlanması yersiz olmuştur. Yargıtay uygulamada bu ilkeye gereken önemi vermektedir.

X— MAKÛL SÜRE İÇİNDE YARGILANMA HAKKI

İHAS m.6/1'de, "her şahıs... bir mahkeme tarafından davasının MAKÛL BİR SÜRE İÇİNDE hakkaniyete uygun ve alenî surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir" denilmek suretiyle bu hakka işaret edilmiştir. Anayasamızda ise, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının, yargının görevi olduğu açıklanmıştır. (m. 141/ son AY). Bu durumda ceza muhakemesinin aylarca bazen de yıllarca sürdüğü ülkemizde, insan hakları ihlâllerinin bu bakımdan ciddî boyutlarda olduğunu itiraf etmek zorundayız.

XI— DENETİM MUHAKEMESİNE BAŞVURMA HAKKI

Ceza muhakemesinde görev alan yetkililerin muhtemel hatalarının bireylere zarar vermesini önlemek maksadıyla kabul edilen hukukî çarelere denetim muhakemeleri denmektedir. Bu hakkın kullanılması kanunla düzenlenir (m. 2 İHAS 7 nolu Ek Protokol). Bu kanun, esas itibariyle CMK dur (örneğin, m. 305 vd. CMK). Bu hak, "ceza muhakemesi sırasında verilecek kararların GEREKÇELİ olmasını şart kılar".

Anayasanın 141 ve CMK nin 32 ve 260. maddeleri uyarınca hâkim ve mahkeme kararları gerekçeli olması mecburidir. Bir hükmün gerekçesiz olması mutlak bozma sebebidir (m. 308/7 CMK). Yargıtay, kararların gerekçeli olması konusunda duyarlıdır. 10.5.1993 tarihli bir Ceza Genel Kurulu kararına göre, Anayasanın 141/3 ve CYUY. (CMK) nin 32. maddesine göre, tüm mahkeme ve hâkimlik kararları gerekçeli olmak zorundadır. "Gerekçe"; takdirin AKLA, HUKUKA ve DOSYAYA uygun açıklamasıdır. Gerek Anayasamızda ve gerekse yargılama yasasında nelerin gerekçe olabileceği sınırlı bir biçimde sayılmıştır. Bununla beraber, erteleme konusunda gösterilecek gerekçe, sanığın kişiliği ile ilgili bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde olmalıdır. Gerekçelerin açıklanan bu niteliği yasakoyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek özelliği de tartışma götürmez bir gerçektir.

XII— TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN KORUNMASI HAKKI

Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir (m. 40 AY). Keza İHAS de tanınmış bulunan hak ve hürriyetleri ihlâl edilen her şahıs ihlâl fiilî resmî vazifelerini ifa eden kimseler tarafından bu vazifelerin ifası sırasında yapılmış da olsa, millî bir makama fiilen müracaat hakkına sahiptir (m. 13 İHAS).

§5— CEZA MUHAKEMESİNDE İNSAN HAKLARI İHLÂLLERİNİN SONUÇLARI

Yukarıda açıklanan insan haklarının ihlâl edilmesi cezaî (örneğin, m. 181, 183 vd. 195 vd.; m. 214 vd., 216 vd., 228, 230, 233, 240, 243, 244, 245, 251 TCK) ve hukukî sorumluluğu gerektirir. Ne var ki uygulamada bu yollar kolay işletilememekte; işletilse dahi her zaman sonuç alınamamaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri uygulamada genellikle memurun kayırılmasına yol açan özel soruşturma kuralları ihtiva eden kanunların hesap sorma kanallarını tıkamasıdır. Hukuk devleti ilkesine aykırı olan bu durum bir an evvel düzeltilmelidir.



İnsan hakları ihlâlinin bir başka sonucu da, delil yasakları olabilir.

KANUN NO: 1412

CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (CMK)

Kabul Tarihi: 4 Nisan 1929








KANUN NO: 5271

CEZA MUHAKEMESİ KANUNU

(CMK)
Kabul Tarihi:4 Aralık 2004










CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU

2001 TASARISI


(Tasarı)

Yüklə 3,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin