Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Orijinal adı: Adab’us Salat Merhum İmam Humeyni (r a) Yayımlayan: İmam Humeyni’nin (r a) Eserlerini


Sekizinci Kısım Selamın Adabı Hakkındadır ve Bunda İki Bölüm Vardır



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə65/68
tarix27.07.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#60516
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   68

Sekizinci Kısım

Selamın Adabı Hakkındadır ve Bunda İki Bölüm Vardır

Birinci Bölüm


Bil ki sırrı fena olan sâlik kul, kendine gelip, uyanınca, yaratıklardan gaybet halinden huzur haline dönünce varlıklara selam verir. Tıpkı yolculuktan ve gurbetten dönen kimsenin verdiği selam gibi. O halde yolculuktan dönüşün başlangıcında Nebiyy-i Ekrem’e selam verir; zira vahdetten kesrete döndükten sonra ilk hakikat, velayet hakikatinin tecellisidir: “ve öncekiler bizleriz"1 Ondan sonra da diğer varlıkların özdeklerine tafsil ve cem yoluyla teveccüh eder.

Namazda yaratıktan gaip olmayan ve Allah’a yolculuk etmeyen kimseye selamın, hiçbir hakikati yoktur. Sadece dilinin lakırtısıdır. O halde selamın kalbî edebi, namazın bütün edebidir. Eğer miracın hakikati olan bu namazda, bir yükseliş yoksa ve nefis evinden çıkılmamışsa, onun için selam yoktur. Ayrıca bu yolculukta eğer şeytan ve nefsi emmarenin tasarrufundan esenlik varsa ve bu hakiki miracın tümünde kalbin bir hastalığı yoksa, selamı gerçektir. Aksi taktirde onun selamı yoktur. Dolayısıyla Peygamber’e (s.a.a) selam göndermenin bir hakikati vardır. Zira o bu miraci yolculukta ve Allah’a doğru suudi ve nüzuli seyirde esenlikle muttasıftır. Ve bütün seyirde Hakk’tan gayrisinin tasarrufundan münezzehtir. Nitekim mübarek “inna enzelnahu” suresinde de buna işaret edilmiştir.



İkinci Bölüm


Misbah’uş Şeria’da yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Namazın sonunda verilen selamın anlamı şudur: “Her kim Allah’ın emrini ve Peygamber’in sünnetini kalb huzuru içinde eda ederse, dünyevi belalardan güvende olur ve ahiret azabından uzak kalır. Selam, Allah-u Tealanın kulları arasında emanet bıraktığı isimdir. Böylece alıverişlerde, emaneti korumada, birbiriyle ilişkide, doğru dostlukta kaynaşmanın sıhhatinde ve muaşeretlerinde bundan istifade etsinler. Eğer selamı yerli yerine koymak ve anlamını eda etmek istiyorsan Allah’tan korkmalısın. Kalb, din ve aklın senden esenlikte olsun. Onları günahların pisliğiyle kirletme, koruyucu meleklerini de güvende kılmalısın. Onları üzmemelisin ve onları usandırmamalısın. Uygun olmayan davranışlarınla onları kendinden uzaklaştırmamalısın. O halde dostun ve düşmanın senden taraf güvende olmalıdır. Her kimin yakınları kendisinden güvende olmazsa, şüphesiz yabancılar da ondan güvende olmaz. Her kim selamı yerli yerine koymazsa ona ne bir selam vardır ve ne de teslim. Ve o her ne kadar halk arasında Müslüman görünse de selamı hakkında yalan söylemektedir.”1 Bu hadiste buyurulduğu gibi namazın sonundaki namazın anlamı esenliktir. Yani kalbi huşu ile Peygamber’in sünnetlerini ve ilahi işleri eda eden kimse, dünya belasından ve ahiret azabından güvende olur. Yani dünyada şeytanın tasarruflarından esenlikte bulunur. Zira kalp huzuruyla ilahi emirleri eda etmek şeytanın tasarruflarının kesilmesine neden olur. “Şüphesiz namaz fuhuştan, kötülükten alıkoyar.”2

Daha sonra selamın sırlarından birine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Selam, Allah’ın varlıklar arasında emanet bıraktığı isimlerinden bir isimdir.” Bu da varlıkların ilahi isimlerden mazhariyetine işarettir. Sâlik kul, zat batınına ve fıtratına emanet olarak bırakılan bu ilahi latifeyi izhar etmelidir. Bütün muamelelerinde, muaşeretlerinde, emanetlerinde ve irtibatlarında kullanmalıdır. Batın veya zahir memleketine de sirayet ettirmelidir. Muamelelerde Hak ve Hakk’ın dini üzere kullanmalıdır ki, bu ilahi emanete ihanet etmemiş olsun. O halde selamın hakikati bütün mülki ve melekuti güçlerine sirayet eder ve bütün adetlere, inançlara, ahlaka ve amellere bulaşır. Böylece de bütün tasarruflardan esenlik içinde olur. Bu esenliğin elde edilme yolunun ise takva olduğunu belirtmiştir. Bilmek gerekir ki takvanın bir takım mertebeleri ve menzilleri vardır: Dolayısıyla zahiri takva, zahiri günahların zulmetinden korunmaktır. Bu takva insanların genelinin takvasıdır.

Batın takvası ise batını ifrattan, tefritten temizlemek ve ahlak ve ruhi içgüdülerdeki itidal sınırını aşmamaktır. Bu da özel kimselerin takvasıdır. Akıl takvası ise, aklı, ilahi olmayan ilimlerde aklı kullanmaktan temizlemek ve korumaktır. İlahi ilimlerden maksat ise şeriatler ve ilahi dinler ile ilgili olan ilimlerdir. Bütün tabiat ilimleri ve Hakk’ın mazharlarını tanımaya yarayan diğer ilimler ilahidir. Eğer öyle değilse her ne kadar konuları yaratılış ve ahiret olsa da ilahi değildir. Bu da Ehess’ul Hevas'ın (hasların hassının) takvasıdır.

Kalp Takvası ise, kalbi Hakk’tan gayrisini müşahade ve müzakere etmekten korumaktır. Bu evliyanın takvasıdır. Hak Teala’nın, “Benimle oturanla ben de otururum.”1 diye buyurduğunu belirten hadisten maksat da, bu kalbi halvettir. Bu halvet en iyi halvettir. Diğer halvetler ise bu halvetin husulü için bir öncül konumundadır. O halde takvanın bütün bu mertebelerine sahip olan kimsenin dini, aklı, ruhu, kalbi, bütün zahiri ve batınî güçleri esenlikte olur. Koruyucu ve müvekkel melekler de ondan güvende olur. Ondan usanmaz, bıkmaz ve dehşete kapılmazlar. Böyle bir şahsın muamele ve muaşereti de dost ve düşmana karşı esenlik yoluyla gerçekleşir. Ve böylece her ne kadar insanlar ona düşmanlık etse de, düşmanlığın kökleri kalbinin batınından sökülür. Her kim de takvanın bütün mertebelerinde güvende olmazsa, o ölçüde de selam feyzinden mahrum kalır ve nifak ufkuna yaklaşır. Allah bizi ondan korusun. ve’s-selam.



Kitabın Sonu

Namazın Dahili ve Harici Hakkındadır ve Bunda Birkaç Bölüm Vardır

Birinci Bölüm


Namazın Üçüncü veya Dördüncü Rekaatında Okunan Teshibat-i Erbaa, ve Tesbihat-ı Erbaa’nın Münasip Olduğu Miktarda Kalbi Adabı ve Sırları hakkındadır

Bu Tesbihatın da Dört Rüknü Vardır

Birinci rüknü tesbihtir ve tesbih kapsamlı makamlardan olan tehlil ve tehmid ile nitelendirmekten tenzihtir. Sâlik kul bütün ibadetlerinde buna teveccüh etmeli, kalbini Hakk’ı övme ve nitelendirme iddiasından korumalıdır ve kul için hakkıyla ubudiyet etmenin mümkün olduğunu sanmamalıdır. Nerede kaldı ki kamil evliyaların bile arzu gözlerinin kesildiği ve marifet ashabından büyüklerin tamah ehlinin uzanamadığı rububiyet hakkını eda etmek! “Anka kuşu hiç kimsenin tuzağına düşmez tuzağını topla”1 Bu açıdan maarif ehlinin marifetinin kemalinin, kendi aczini tanımak olduğu ifade edilmiştir.2

Evet yüce ve celil olan Hak Teala’nın geniş rahmeti, biz zayıf kulları kapsadığı için, rahmetinin genişliği de biz zavallılara hizmet imkanını vermiş ve Allah’a yakın olanların yakınlıktan dolayı sırtının eğildiği münezzeh ve mukaddes makama giriş iznini merhamet buyurmuştur. Bu da, nimet sahibinin mukaddes zatının kullarına uzanan ellerinden ve ihsanlarından en büyüğüdür. Marifet ehli, kamil veliler ve ehlullah, onun değerini kendi marifetleri miktarınca bilmektedir. Oysa her makam ve mevkiden örtülü kalan biz çaresizler, her türlü kemalden ve marifetten tümüyle uzak kalan biz zavallılar, bundan gafiliz. Sonsuz büyük nimetlerden biri olan ilahi işleri külfet olarak saymaktayız. Bıkkınlık ve usangaçlıkla onu eda etmeye kalkışmaktayız. Bu açıdan da onun nuraniyetinden tümüyle mahrum ve örtülüyüz.

Bilmek gerekir ki tehmid ve tehlil, fiilî tevhidi kapsadığından ve onda sınırlama ve noksanlık şüphesi bulunduğundan ve hatta teşbih ve karıştırma şüphesinden dolayı sâlik kul, tesbih ve tenzih sırrıyla oraya girmeli ve kalbinin batınına, azameti yüce olan Hakk’ın her türlü yaratışsal özdeklerden münezzeh olduğunu ve kesret elbiselerinden beri olduğunu anlatmalıdır ki, yaptığı övgülerinde teksir şüphesinden münezzeh olsun.

İkinci rüknü ise tehmiddir ve o da kıyam ve kıraat ile münasip olan fiilî tehmid makamıdır. Bu açıdan da bu tesbihler son rekaatlarda hamd makamının yerine geçmektedir ve namaz kılan kimse isterse Hamd suresini, onun yerine okuyabilir. Fiilî tevhidi ise, hamd suresinde olduğu gibi hamdın Hak Teala'ya has kılınışından anlamaktayız. Böylece kulun övgülerden tümüyle elini kesip atmaktayız. “O evvel ahir, zahir ve batındır.”1 Hakikatini kalbin kulağına götürmeli “Sen attığında sen atmadın, lakin Allah attı”2 hakikatini ise ruha tattırmalıyız. Bencilliği sülûkun ayakları altına alarak, kendimizi tevhid makamına ulaştırmalı ve kalbi yaratıkların minnetinin altından dışarı çıkarmalıyız.

Üçüncü rükün ise tehlildir, onun da bir takım makamları vardır.

Makamlarından biri, fiilî uluhiyeti nefy makamıdır. Başka bir tabirle, varlık aleminde Allah’tan başka bir etkenin olmayışıdır. Bu tekit, hamdin tahsis sebebidir. Çünkü imkani varlıklar ve mertebeler, yüce Hakk’ın vücud hakikatinin gölgesidir ve salt irtibattır. Onlardan hiç birisi için bağımsızlık sözkonusu değildir. Bu açıdan icadî etkiyi onlardan birine isnat etmek doğru değildir. Zira tesirde icadın istiklali de, vücudun istiklalini de gerektirmektedir. Zevk ehlinin ifadesiyle gölgesel varlıkların hakikati, Hakk’ın kudretinin yaratışsal aynadaki zuhurudur. Lailahe illallah’ın manası ise Hakk’ın yaratılıştaki kudretinin faaliyetini ifade etmektir. Ve yaratışsal özdekleri nefyetmektir. Onların failiyet makamını fani kılmaktır ve onların Hak’taki tesiridir.

Bir makamı da, Hakk’tan gayri ilahları nefyetme makamıdır. Lailahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur) anlamındadır. O halde tehlil makamı tehmid makamının sonucudur. Zira eğer, övgüler Hakk’ın mukaddes zatına özgün olursa, ubudiyet de o mukaddes makama oturur. Yaratıkların bir güzellik gördüklerinde yaratıklara yaptıkları bütün ibadetler de böylece yok olur. Adata sâlik şöyle demektedir: “Bütün övgüler Hak Teala’ya münhasırdır. O halde ubudiyet de O’na münhasırdır. O mabuttur ve diğer putların tümü kırılmalıdır. Tehlil için burada zikredilmesi uygun olmayan diğer bir takım makamlarda vardır.

Dördüncü rüknü ise tekbirdir ve o da tavsiften tekbirdir. Adeta kul tehmid ve tehlil makamına girince, ilk önce tavsiften tenzih etmiş ve ondan mezun olduktan sonra da tavsiften tekbir ve tenzih etmiştir ki, tahmid ve tahlil ise kusurunu ve düşüklüğünü itiraf etmekle birliktedir. Bu makam da tekbir, tehmid ve tehlil makamından tekbirdir. Zira orada kesret şüphesi vardır. Nitekim bu önceden de zikredilmiştir.

Belki de tesbihte, tedbirden tenzih ve tekbirde ise tenzihten tekbir vardır. Böylece kulun iddiaları tümüyle çürümüş olur ve fiilî tevhide sarılır. Ardından Hak ile kıyam etme makamı kalbinde melekeleşir. Renklerden uzak durur ve temkin haleti hasıl olur.

Sâlik kul, marifetlerin ruhu olan bu mübarek zikirlerde boşluk, yalvarıp yakarma, kopma, zillet ve tevazuyu kalbine yerleştirmelidir. Çoğu zaman batının müdavemeti, kalbi zikir suretine dönüştürür ve zikrin hakikatini, kalbin batınında mütemekkin kılar ki, zikir elbisesini giysin, uzaklık elbisesi olan kendi elbisesini üzerinden çıkarsın. Böylece ilahi kalpler hakkani olur, “Allah müminlerden nefsini satın almıştır” 1 ruh ve hakikati onda tahakkuk eder.


Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin