Rak kabul edilen ve Mezopotamya'nın "Aslan avcıları" kabartması ile yakın benzerliği bulunan "Avcılar paletfnde, avcılar grubu



Yüklə 1,07 Mb.
səhifə7/25
tarix03.01.2019
ölçüsü1,07 Mb.
#88916
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   25

1329], ı-ı

\A\

Mil


Mehmet Çavuşoğlu

AVNİ ÖMER EFENDİ

(ö. 1070/1659)

Osmanlı devlet adamı ve

kanunnâme müellifi.

L J


Babasının adı Mustafa'dır. Ailesi ve tah­sili hakkında fazla bilgi yoktur. Dîvân-ı Hümâyun Kalemi'nden yetişti. İmam Meh­med Efendi'den hat dersleri alarak sü­lüs ve nesih yazıda maharet kazandı. Dî­vân-ı Hümâyun kâtipliği ve reîsülküttâb-

lık yaptı; nişancılık pâyesiyle emekli ol­du. Halvetiyye şeyhlerinden Cihangiri Ha­san Efendi'ye intisap eden Avni Ömer Efendi'nin İstanbul Kabataş'ta set üs­tünde inşa ettirdiği bir cami ve mekte­bi vardır. Mezarı yaptırdığı caminin mih­rabı önündedir.

Avni Ömer Efendi Osmanlı toprak sis­temi ve taksimatı hakkında Kânûn-ı Os-manî Mefhûm-ı DeÜer-i Hâkanî adıyla bir eser kaleme alarak bunu devrin pa­dişahı IV. Murad'a takdim etmiştir. Sa­de bir dille yazılan eser mukaddime, asıl metin ve kısa bir hatimeden meydana gelmektedir. Müellif mukaddimede ara­zi hakkında genel bilgiler vererek kendi zamanında şehir ve köylerde halkın iş­lediği arazinin hukukî statüsü (öşrî, ha­racı", mülk, mîrî vb.) üzerinde durmakta, Osmanlı ülkesinde bu statüde olan yer­lerden örnekler vermektedir.

Metin kısmında ise Osmanlı ülkesin­deki toprakları haslar, malikâne, evkaf, arpalık, ocaklık, zeamet ve timarlar, te­kaüt tımarlan, yurtluk timarlar, malikâ­ne timarlar, münâvebe tımarlan, geri hizmet tımarları, canbâzân ve garîbân timarlar], voynuk beyleri ve çeribaşı ti-marları, yund ocaklar, timarlı kale mu­hafızları, müsellem timarları. hassa av kuşları timarı, ashâb-ı derek timan, der-bendci timarları, atçeken tımarlan, hı-ristiyan tımarlan, baştinalar olmak üze­re yirmi beş kısma ayırarak her birinin hangi hizmetlere tahsis edildiği, arala­rındaki farklar ve yer yer uygulamada aldığı şekiller hakkında bilgi vermekte­dir. Ayrıca toprak sistemi ve toprağa ta­sarruf edenlerle ilgili çeşitli terimleri de açıklamaktadır. Hatimede ise eserin dili­nin sadeliğine ve IV. Murad adına yazıl­dığına temas edilmektedir.

Osmanlı toprak sistemi konusunda önemli bir kaynak olan eserin asıl de­ğeri, XVII. yüzyılda bu konuda yazılmış diğer kaynaklarla mukayese edildikten sonra daha iyi anlaşılacaktır. Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Yahya Tevfik, nr. 1578/278) bulunmakta­dır. Uzunçarşılı kendi özel kütüphane­sindeki istinsah edilmiş bir nüshayı Bel-leten'üe yayımlamıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

Sefînetü'r-rüesâ, s. 35-36; Ayvansarâyî, Ha-dîkatü't-ceuâmi', II, 86; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 348; Slcill-i Osmânî, III. 586; İsmail Hak­kı Uzunçarşıh, "Kânûn-ı Osmânî Mefiıûm-ı Defter-i Hâkânî", TTK Belleten, XV/59 (1951), s. 381-399; Tahsin Öz. istanbul Camileri, An­kara 1987, II, 33. ı—ı

IsU Mehmet Ipşirli

AVNİYYE

Haricî fırkalarından



Beyhesiyye'nin bir kolu

(bk. BEYHESİYYE).

"I

AVNÜ1-BÂRÎ



Zebîdî'nin et-Tecrîdü's-şarîh adlı Şahîh-i Buhârî

muhtasarı üzerine Sıddık Hasan Han tarafından

yazılmış kısa şerh (bk. et-TECRÎDÜ's-SARİH).

AVNÜ'l-MA'BÛD

Ebü't-Tayyib el-Azîmâbâdî tarafından Ebû Davud'un es-Sünen'ine

yazılan şerh (bk. es-SÜNEN).

AVRAT PAZARI

Osmanlilar'da

alıcıları da satıcıları da

kadın olan pazar,

kadınlar pazarı.

L J


Osmanlı döneminde, özellikle XIX. yüz­yıl sonlarında rağbette olan avrat pazar­ları, ev kadınlarının haftalık ihtiyaçlarını karşıladıkları bugünün semt pazarlarına benzer alışveriş yerleridir. Çevre yerleşim merkezlerinden gelen kadınların getir­dikleri sebze, meyve ve hayvancılık ürün­leri ile kendi yaptıkları el işlerinin satıldı­ğı bu pazarların benzerlerini halen Ana­dolu'nun bazı bölgelerinde görmek müm­kündür. Bunlar genellikle küçük ilçeler­de, köylerden gelen kadınların kurduk­ları pazarlardır ve alıcıları da kadınlar­dır. Tarlalarda daha çok kadınların ça­lıştığı Doğu Karadeniz bölgesinde bu pa­zarları nâdir olarak erkeklerin kurduk­ları da görülmektedir (Akçaabat salı pa­zarı gibi].

Osmanlı avrat pazarlarının en ünlüsü, Cerrahpaşa'daki Kocam ustafa paşa cad­desinin Yağhane ile birleştiği yerde ku­rulan avrat pazarıdır. Kaynaklardan, bu pazarın ilk defa Kanunînin zevcesi Ha­seki Hürrem Sultan'in (ö. ]558) deste­ğiyle, kendisine ait olan Haseki Dârüşşi-fa ve İmareti'nin yakınında, Roma dev­rine ait Arcadius sütununun önündeki Forum Arcadii'nin yerinde kurulduğu öğ-

renilmektedir. XIX. yüzyılın sonlarında Haseki Avratpazan'nda, Şehzadebaşı'n-daki Direklerarası'ndan daha küçük bir direkli çarşının mevcut olduğu ve 1905 yılında direklerle çatının kaldırılarak dük­kânların değişik bir şekle sokulduğu bi­linmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İstA, III, 1356-1357; TA, IV, 272.

Özkan Ertuğrul

AVRET

Vücutta dinen örtülmesi gereken ve



başkasının bakması haram olan yerleri ifade eden

bir fıkıh terimi.

L J

Avret Arapça'da "eksik, gedik, açık; açılıp görünen şey; korkulacak, zarar ge­lecek yer" gibi mânalara gelir. Ayrıca kü­çük kale üstlerinde, sınır boylarında ve cephede ordu saflarında bulunan ve düş­man saldırısına imkân veren gedikler, dağlarda bulunan yarık ve çatlaklar da bu kelimeyle ifade edilir. Göründüğün­de utanılan ve örtülmesi gereken her gizli şeye. özellikle insanın mahrem ye­rine de avret denir ki kelime daha çok bu anlamda kullanılagelmiştir. Fıkıh te­rimi olarak avret, insan vücudunda gö­rünmesi ve gösterilmesi günah sayılan, namazda ve namaz dışında örtülmesi farz ve başkalarınca bakılması haram olan yerlerdir.



Avret kelimesi sözlük anlamında Kur'-ân-ı Kerîm'de iki defa ve aynı âyet İçin­de tekil şekliyle geçer: "Gerçekten evle­rimiz (düşmana) açıktır (avret) derler; oy­sa evleri açık değildi" (el-Ahzâb 33/ 13). Ayrıca terim anlamına çok yakın bir mâ­nada iki yerde çoğul olarak kullanılmış­tır; bunlar, "... sizin açık bulunabileceği­niz üç vakit ..." (en-Nür 24/58) âyeti ile "kadınların mahrem yerleri (avrat)..." (en-Nür 24/31) âyetidir. Kelime, âyetlere nis-betle hadislerde daha çok geçer ve ge­nellikle terim anlamında kullanılır.

Vücutta örtülmesi emredilen yerler erkek ve kadına göre değiştiği gibi er­kek ile kadının avret yerlerinin sınırları konusunda İslâm âlimleri arasında te­ferruatta bazı görüş ayrılıkları vardır.

Erkeğin avret yeri Hanefî, Mâlikî, Şa­fiî ve Hanbelîler'in oluşturduğu cumhuru fukahâya göre göbekle diz kapağı ara­sıdır. Ancak Haneffler diz kapağının da avret yerine dahi! olduğunu ve bunun

125


ihtiyat ve takvaya daha uygun olacağını kabul ederler. Bu konudaki görüş ayrı­lığına mesnet teşkil eden deliller daha çok hadislerdir. Çünkü âyet-i kerîmeler­de avret yerinin sınırını açıkça belirleyen bir hüküm yoktur. Âyetlerde geçen sev'e (el-A'râf 7/26) kelimesiyle "galiz avret" denilen tenasül organları kastedilmek­te ve örtülmeleri gereken diğer yerlerin sınırları konusunda etraflı bilgi verilme­mektedir. Hadisler ise bu konuda daha açık hükümler getirmektedir. Hz. Pey­gamber bir hadisinde, "Müslüman erke­ğin uyluğu (diz kapağı ile kalçası arası) av­rettir" buyurmaktadır {Müsned, III, 478]. Diğer bir hadiste de erkeğin örtülmesi farz, bakılması haram olan yerlerinin "gö­beği ile diz kapağı arası" (Ebû Dâvûd. "Li­bâs", 37; Dârekutnl, 1, 230, 231] olduğu belirtilmiştir. Buna göre erkeğin göbeği ile diz kapağı arasında kalan yerleri aç­ması haram olduğu gibi, eşi hariç diğer bütün erkek ve kadınların onun göbek ve diz kapağı arasına -zaruret olmaksı­zın- bakmaları da haram sayılmıştır. Bu­nunla birlikte Hz. Peygamber'in uyluğu açık olarak oturduğuna, yanına girmek isteyenlere bu haliyle izin verdiğine, ete­ğini uyluğu görülecek şekilde yukarı çek­tiğine dair hadisler de rivayet edilmiştir (bk. Buhârî, "Şalât", 12; Müslim, "Fezâ'i-lü'ş-şahâbe", 26; BeyhakI, II, 231; Şevkâ-nî, II, 71). Zahirîler ve bazı Ehl-i sünnet alimleri bu rivayetlere dayanarak uylu­ğun avret sayılmayacağını söylemişlerdir (bk. İbn Kudâme, 1, 578; Makdisî, 1, 456; İbn Rüşd, Bidâyetul-müclehid, 1, 99; Ebıi'l-Velîd b. Rüşd, XVIII, 277; İbn Hazm, III, 210-213). Buhârî de Şahîh'möe ("Şalât", 12) Resûlullah'ın uyluğunun açık oldu­ğunu bildiren Enes hadisinin sened yö­nünden daha kuvvetli olduğunu, uylu­ğun avret sayıldığını bildiren Cerhed ha­disinin ise dinî konularda ihtiyatlı dav­ranma prensibine daha uygun düştüğü­nü kaydederek söz konusu rivayetleri uzlaştırma yoluna gitmiştir.

Kadının örtmesi gereken yerleri Ha­nefi, Mâlikî ve Şafiîler'le Hanbelîler'deki hâkim görüşe göre elleriyle yüzü dışın­daki bütün vücududur. Hanbelî mezhe­bindeki diğer görüşe göre el avret sayı­lırken Hanefî mezhebindeki bir görüşe göre ayak da örtülmesi gereken yerle­rin dışında tutulmuştur. Mâlikîler erkek ve kadının avretini galiz ve hafif avret olarak ikiye ayırırlar. Onlara göre erke­ğin galiz avreti tenasül organları ile otu­rak yeridir. Bunun dışında kalan göbek­le diz kapağı arasındaki diğer yerler ha-

126

fif avrettir. Kadının göğsü, bunun hiza­sında bulunan sırt kısmı, kolları, boynu, başı ve dizden aşağısı hafif avrettir. Ga­liz avreti ise bunlar dışında kalan yerleri­dir. Mâlikîler'in bu şekildeki ayırımı, bu yerlere bakmaya olmasa bile namazda örtünme ile ilgili hükümlere tesir eder. Buna göre hafif avret sayılan yerleri açık olarak namaz kılan bir kimsenin nama­zı bâtıl olmaz, fakat bu davranışı mek­ruh sayılır. Diğer taraftan Şafiî ve Han­belî mezheplerinde kadının namazda ört­mesi gereken yerlere ayak da dahil edi­lirken Hanefî mezhebinde kadının ayağı açık olarak namaz kılması caiz görül­müştür. Bu görüş ayrılıklarının sebebi, "Onlar (kadınlar), kendiliğinden görünen­ler hariç, ziynetlerini göstermesinler" (en-Nûr 24 / 31) âyetindeki "kendiliğinden gö­rünenler hariç" ifadesiyle ilgili farklı yo­rumlardır. Ancak Hz. Peygamber'in şu hadisi bu konudaki hükme açıklık getir­mektedir: Hz. Âişe'nin rivayetine göre Esma bint Ebû Bekir, üzerinde ince bir elbise olduğu halde Resûlullah'ın huzu­runa girdi. Resûlullah ondan yüzünü çe­virdi ve şöyle buyurdu-. "Ey Esma, kadın âdet yaşına ulaşınca şurası ve şurası müstesna artık onun -yabancılar tarafın­dan- görülmesi doğru olmaz". Hz. Pey­gamber bunu söylerken ellerini ve yü­zünü işaret etti (Ebû Dâvûd, "Libâs", 34). Bu hadis, kadının elleri ve yüzü dışında­ki bütün vücudunun avret olduğunu or­taya koymaktadır.



Cariyenin avret yeri erkeğinki gibidir; ancak buna karnı, sırtı ve yan tarafları da dahildir. Zâhiriler'e göre ise câriye de bu konuda hür kadınlar gibidir.

"Avret yerini örtmek" anlamına gelen setr-i avret namazın şartlarından biridir. Kişi örtünme imkânı bulur da örtünme­den namaz kılarsa namazı sahih olmaz. Namazın bozulmasına sebep olan açık yerin miktarı konusunda âlimler fark­lı görüşler ileri sürmüşlerdir (bk. SETR-i

AVRET).

Gerek erkek gerekse kadının avret yer­lerini örtmesinin farz ve başkalarının av­ret yerlerine bakmanın haram oluşu ko­nusunda birçok âyet ve hadis vardır (bk. el-A'râf 7/26; el-Ahzâb 33/13; en-Nûr 24/ 58; Müslim, "Hayz", 74,78; İbn Mâce, "Ce-nâV', 8; Ebû Dâvûd, "Cenâ'iz", 32, "Ham-mâm", 2, 3; Tirmizî, "Edeb", 38, 39). İslâm hukukçularının çoğuna göre bu âyet ve hadisler, örtülmesi gereken yerleri ört­menin farz, açmanın ise haram olduğu­nu ifade etmektedir. Bununla beraber bu hükümlerin de bazı istisnaları vardır.



"Zaruretler yasakları mubah kılar" [Me­celle, md. 21) kaidesine göre doğum, sünnet gibi olaylarda, ayrıca tedavi vb. maksatlarla bakılması zaruri olan yerle­re ilgililerce bakılabilir (bk. tesettür).

Karı ile kocanın birbirinin vücutlarına bakmaları konusunda herhangi bir sı­nırlama yoktur. "Onlar, eşleri ve cariye­leri dışında, mahrem yerlerini herkes­ten korurlar; doğrusu bunlar yerilemez-ler" (el-Mü'minûn 23/6) âyeti ile, "Eşinle sahip olduğun cariyeler dışında diğer in­sanlardan avretini gizle" (Tirmizî, "Edeb", 22) hadisi bu konuda esas alınan şer'î delillerdir.

Erkek, erkeğin avret yeri dışında ka-İan yerlerine, kadınlar da -erkeklerde ol­duğu gibi- birbirlerinin göbekle diz ka­pağı arası dışında kalan yerlerine baka­bilirler. Banyo ve benzeri yerlerde yalnız başına kalındığı zamanlarda avret yeri­nin örtülmesi tavsiye edilmiştir. Bu ko­nuda bir hadîs-i şerifte, "Allah haya edil­meye insanlardan daha lâyıktır" (Buhârî, "Ğusül", 20; İbn Mâce, "Nikâh", 28; Tir­mizî, "Edeb", 22, 39) buyurulmuştur.

Kadın oğlu, babası, dedesi, kardeşi, amcası, dayısı, kayınpederi ve damadı gibi kendisine nikâhı ebediyen haram olan mahremleri yanında, ziynet yeri sa­yılan saçını, başını, boynunu, gerdanını, dirsekten aşağı kollarını, ayaklannı ve bacaklarının diz kapağından aşağı kıs­mını açık bulundurabilir. Bakılması mu­bah olan bu yerlere sözü edilen mahrem­lerin dokunmaları da mubahtır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisârtü'l-'Arab, "cavr" md.; Ezherî, Tehztbü'l-iilğa, "cavr" md.; Cevherî, eş-Şıhâh, "cavr" md.; Müsned, III, 478; Buhârî. "Ğusül", 20, "Şalâl", 12; Müslim, "Hayız", 74, 78, 341, Feza'ilü'ş-şa-hâbe, 26; İbn Mâce. "Cenâ'iz", 8, "Nikâh", 28; Ebû Dâvûd, "Cenâ'iz", 32, "Libâs", 34, 37, "Hammâm", 2, 3; Tİrmizr, "Edeb", 22, 38, 39; Dârekutnî, es-Sünen, ], 230, 231; Beyhaki, es-Sünenü'l'kührS, II, 231 ; Cessâs, Ahkâmü'i-Kur'Bn, III, 30, 315; İbn Hazm. el-Muhailâ, III, 210, 213, 218; Serahsî. et-Mebsüt, X, 146-147, 149, 151-153, 156-157; Ebû Bekir İbnü"l-Ara-bf. Ahkâmul-Kur'ân, III, 1368-1369; VII, 182, 190; Kâsânî, Bedâ'T, V, 119-120; İbn Rüşd. Bidâyetü'i-müctehİd, Kahire, ts. (el-Mektebe-tü't-Ticâriyyetü'1-kübrâ), I, 98 vd.; Ebü'l-Velîd b. Rüşd. el-Beyân oe't-tahşîl, Beyrut 1956, XVIII, 277; İbn Kudâme. el-Muğnî, Rİyad 1401/1981, ], 578, 601, 602, 604; İbn Kudâme el-Makdisî, eş-Şerhu'i-kebîr {el-Muğnî içinde), I, 456; Kur-tubî. Tefsîr, VII, 182, 190; İbn Kesîr. Tefsîr, III, 283; Şevkânî, Neylü'l-eutâr, II, 71; Mecelle, md. 21 ; Cezîrî, et-Fıkhcaie'l-mezâhibi'l-erbaca, Ka­hire, ts. (Dârü'l-Kitabi'1-Arabî), I, 188-189; Zü-haylî. el-Fıkhü'l'lsl&mî, I, 579-595; Seyyid Sa­bık, Fıkhü's-sünne, Beyrut 1985, I, 125-127,

H Mehmet Şener

AVRUPA


Okyanusya'dan sonra dünyanın ikinci küçük kıtası.

I. FİZİKİ ve BEŞERÎ COĞRAFYA II. TARİH III. KITADA İSLÂMİYET

Tamamı kuzey yan kürede, 72° kuzey (Norveç'in kuzeydoğusundaki Nord Kapp Bur­nu) ile 36° kuzey (İspanya'nın güneyindeki Tarifa Ucu) enlemleri ve 10° batı (Porte­kiz'in batısındaki Roka Burnu) ile 60° doğu (Ural dağları hattı) boylamları arasında yer alır. Asya'nın kuzeybatıya doğru ya­rımada şeklinde uzanan bir parçası gö­rünümündedir ve bu sebeple Asya kıta-sıyla birlikte Avrasya adıyla anılır. Yüzöl­çümü 10 milyon km3 olup yeryüzünde­ki toplam karaların 1 /15'ini teşkil eder. 1989 tahminlerine göre nüfusu 700 mil­yon civarında ve nüfus yoğunluğu da yak­laşık 70/km2'dir. Kuzeyden Kuzey Buz denizi, batıdan Atlas Okyanusu, güney­den Akdeniz, doğudan Ural dağlan, Em-ba nehri, Hazar denizi. Kura ve Ryon ır­makları, Karadeniz, Marmara denizi ve Ege denizi ile sınırlandırılabilir. İzlanda'­nın batısındaki Danimarka Boğazı ile Ku­zey Amerika'dan, Akdeniz i!e Afrika'dan, Ural dağları ile Asya'dan aynlırsa da ba­zı coğrafyacılar doğu sınırını Sovyetler Birliği'nin batı sınırı ile birleştirirler.

Kıtanın adı, Grek mitolojisindeki Feni­ke Kralı Agenor'un kızının adı olan Euro-pe'den alınmıştır. Grekçe olmadığı bilinen kelimenin Sâmî dillerde "güneşin batışı, akşam" anlamını taşıyan erebden geldi­ği ve Yunaniılar'a Fenikelilerden geçti­ği sanılmaktadır. Bu isim uzun süre yal­nız Ege denizinin batısında kalan ülke­ler için kullanılmış olup ancak yakın çağ­larda bugünkü anlamını kazanmıştır.

I. FİZİK! ve BEŞERÎ COĞRAFYA

1. Yüzey Şekilleri. Avrupa kıtası, Öteki

büyük kara kütlelerinde olduğu gibi ba­zı eski kara çekirdeklerinin yeni oluş­muş kara parçalarıyla birleşmesi, bun­ların kenarlarına daha yeni parçaların eklenmesi, sonra da daha yakın yer ha­reketleri sırasında bazı kısımların ayrıl­ması ile günümüzdeki şeklini almıştır.

Avrupa'nın yüzey şekillerinin oluşma­sında en önemli yer hareketleri, üçüncü zaman ortalarında Alp kıvrımlarını mey­dana getiren hareketlerdir. Bu hareket­lerin öncüleri ikinci zamanda başlamış ve üçüncü zaman ortalarında en yüksek şiddetine erişmiştir. Alp kıvrımları, bu

devirlere kadar iki eski kıtayı (kuzeyde Hersinyen Avrupası, güneyde Afrika-Arabis-tan kütlesi) birbirinden ayıran deniz ala­nında birikmiş tortulların yanlardan ge-ien basınç sonucunda sıkışıp katlanma­sı ile meydana çıkmıştır. Avrupa'da da­ha eski kıvrılmalarla meydana gelmiş olan dağlara bugün dağınık parçalar ha­linde rastlandığı halde, Alp kıvrımları­nın yükselttiği dağlar uzun mesafeler üzerinde yekpare sıralar halinde görül­mektedir. Bu kıvrılmaların yükselttiği sıralar, harita üzerinde yay şekilleriyle hemen göze çarpar. Alp dağlan kuzey ve güney kanadı olmak üzere iki kana­da ayrılır. Bu iki kanat, İtalya'nın kuze­yindeki asıl Alp dağları alanında birleşik olduğu halde doğu ve batı uçlara doğru birbirlerinden ayrılırlar ve güneyde Di-narid, kuzeyde Alpİd sıralarını meydana getirir. Güney kanat, biri Alpler'in doğu ucundan ayrılan Dinar-Toros sıraları, di­ğeri batı ucundan ayrılan Tiren yayı ol­mak üzere iki koldan teşekkül etmek­tedir. Dinar-Toros sistemi önce Dalmaç-ya kıyılarında Dinar, sonra Arnavutluk ve Yunanistan'da Pindos dağları ile de­vam ederek Balkan yarımadasının batı kıyısı boyunca uzanır; daha sonra ise Mora yarımadası ve Girit adası üzerin­den Anadolu'ya geçerek güney kıyıları­nı izleyip Toros dağlarını oluşturur. Alp­ler'in batı ucundan ayrılan Tiren yayı da Apenin dağları ile İtalya'yı baştan başa geçerek Sicilya'nın kuzeyinden Afrika'ya atlar. Afrika'da Atlas dağlarını meyda­na getiren bu yayın başka bir kolu da Batı Akdeniz kıyılarını Rif dağları ile ta­kip ettikten sonra yeniden Avrupa'ya dönerek İspanya'nın güneyindeki Betik dağlarını meydana getirir. Bu yay, Ak­deniz üzerindeki Balear adaları ile ta­mamlanır. Alpler'in kuzey kanadı ise Pi-reneler'i, Karpatlar'ı ve Balkan dağlarını içine alır. Alp dağlan kıvnlırken bunları meydana getiren hareketler, uzun sü­reden beri aşınıp peneplen haline gel­miş bulunan birtakım eski kütleleri de yeniden oynatıp gençleştirmiştir. Bun­lara örnek olarak İspanya Mesetası, Bal­kan yarımadasının ortasındaki Makedon­ya kütlesi, Fransa'da Massif Central, Al­manya'da Schwarzwald (Karaorman) küt­leleri, Fransa ile İsviçre arasındaki Vos-ges dağlan, Orta Almanya dağları ve Bo­hemya kütlesi gösterilebilir. Bu sayılan dağlık alanlar, Hersinyen kıvrılmaları ile oluştukları sıradaki durumlarını artık hatırlatmamakta, kırıklarla parçalanmış ve farklı yüksekliklere çıkmış parçalar

halinde görünmektedirler. Yükseklikleri az olan bu dağlar pek ender olarak 2000 metreyi aşarlar. Hemen hepsi, kendile­rini yerlerinden oynatmış bulunan Alp hareketleri basıncının geldiği tarafta faz­la yükseldikleri için asimetriktirler. Bu yüzden bir taraflarında dik yamaçlarla gerçek dağlar gibi yükselirken öte ta­raflarında hafif eğilimlerle ova ve hav­zalara doğru inerler.

Avrupa'nın dağlarındaki çeşitlilik düz­lüklerinde de görülür. Bu kıtada çok ge­niş düzlükler olduğu gibi dağ kütleleri arasına sıkışmış küçük ovalar da vardır. Bazı düzlükler gerçek ova, bazı düzlük­ler ise vadilerle yarılmış plato görünü-şündedir. Avrupa'nın en geniş düz alan­ları Doğu Avrupa'da bulunur. Bunlar bü­tün doğu yarıyı kapladıktan başka Orta Avrupa'nın da büyük bir kesimine so­kulurlar. Kıtanın İç kesimlerinde daha çok çöküntü ovaları, özellikle Akdeniz'e komşu alanlarda da alüvyonlu birikim ovalan görülür.

2. İklim ve Bitki Örtüsü. Avrupa büyük

bir kısmıyla orta iklim kuşağında bulu­nur; yalnız kuzeydeki küçük bir kesimi soğuk iklim kuşağına girer. İklimin esas çizgilerini kıtanın yer küre üzerinde bu­lunduğu kuşak belirlemekle birlikte de­nize olan uzaklık, yükseklik, dağ sırala­rının kıyıya paralel olup olmaması gibi coğrafi sebepler yüzünden Avrupa'da ol­dukça önemli iklim farklılıkları görülür.

Genel olarak kıta batısındaki Atlas Ok-yanusu'nun etkisi altındadır. Bu okya­nustan gelen batı rüzgârları, dağ sırala­rının genellikle kıyıya paraiel olmaması yüzünden içerilere doğru fazlaca soku­lur. Okyanustan gelen bu hava yazın se­rin, kışın ılık ve her mevsimde nemlidir. Okyanusun etkisi kıtanın doğusuna doğ­ru azalır ve Batı Avrupa'nın ılık ve nemli iklimine karşılık Doğu Avrupa düzlükle­rinde şiddetli bir kara iklimi hüküm sü­rer. Kıtanın güneyinde ise dar bir şerit üzerinde kışları ılık ve yağışlı, yazları ku­rak ve sıcak geçen Akdeniz İklim tipi gö­rülür.

Avrupa kıtasında yüzey şekillerinin ve iklimin çeşitliliğinin bir sonucu olarak doğal bitki örtüsünde de çeşitlilik gö­rülür. Girit adasından Rusya'nın kuzeyi­ne kadar 37. enlem derecesi boyunda, hemen hemen tropikal bitkilerden baş­layarak orta iklim kuşağının çeşitli bit­ki şekillerine ve kutup bitkilerine kadar birçok tipler sıralanır. Bu çeşitli bitki ör­tüsü tipleri tundra sahası, orman alan­ları, steplerle çayır alanları ve Akdeniz

127


bitkileri olmak üzere dört ana grupta toplanabilir. Cılız kutup bitkilerinin ya­şama alanı olan tundra sahası, Asya ve Amerika'nın kuzeyindekiler kadar geniş yer tutmayıp dar bir kıyı şeridi üzerin­de uzanır. Bu şerit batıda Kola yarıma­dası kıyıları boyunda pek dar, Beyaz de­nizin doğusunda ise biraz daha geniş­tir. Bir çeşit soğuk step olan tundralar-daki başlıca özellik ağaçsızlıktır ve bu-raiarda en çok görünen bitkiler liken­lerle yosunlardır; ayrıca bunlar arasın­da boyu bir insanın diz boyuna varama­yan söğüt ve cüce huş (betula nana) ağaç­çıkları da buiunur. Kıtanın büyük bir ke­simi orman örtüsü taşımaktadır. Kuzey­de tundra alanı sınırında başlayan or­manlar güneye doğru genişleyerek Rus­ya'nın kuzeyini, Finlandiya'yı, İskandinav yarımadasının büyük kısmını kaplar ve 60. paralel dairesine kadar uzanır. Da­ha çok iğne yapraklı ağaçlardan mey­dana gelen bu ormanlara "Kuzey orman­ları" adı verilir. İğne yapraklı ormanların güneyinde, Orta Rusya'dan başlayıp İs­kandinav yarımadasının güneyini de içi­ne alarak Avrupa'nın büyük bir kesimi­ni kaplayan karışık (iğne ve yayvan yap­raklı) ormanlar uzanır. Bu ormanlar için­de yayvan yapraklı ağaçlar güneye ve batıya doğru gittikçe artar. Baltık deni­zi kıyısında Vistül ırmağı ağzından Ka­radeniz kıyısında Varna'ya doğru çeki­lecek bir çizginin doğusunda daha çok saplı meşe ve ıhlamur ağaçlan, batısın­da ise çeşitli türde meşelerle beraber kayın ağaçlan karışık ormanlar sahası­nın tanıtıcı elemanları olurlar.

Doğu Avrupa'daki orman kuşağı gü­neye doğru yerini step görünüşündeki alanlara bırakır. Önemli step alanları Uk­rayna'dan güneybatıya doğru uzanarak Aşağı Tuna ovalarına, Bulgaristan'a ve Balkan yarımadasının ortasındaki çukur

ovalara girer, özellikle de Macar ovala­rında genişler. Bunlardan başka kıtanın Akdeniz havzasında da denizden dağlar­la ayrılmış step görünümünde ovalar ve platolar bulunmaktadır. Bunların başlı-caları Doğu Trakya'nın Ergene havzası. Yunanistan'da Selanik ovası ve Tesalya havzası, İtalya'da Sicilya'nın iç kesimle­ri. İspanya'da Ebro havzası ile Eski ve Yeni Kastilya yaylalarıdır.

Avrupa'nın güney kıyısı boyunda uza­nan ince bir şerit üzerinde de Akdeniz bitki örtüsü bulunur. Akdeniz bölgesin­de kış şiddetli olmadığından bitkilerin faaliyet devresi soğuk sebebiyle pek du­raklamaz. Yazların kurak ve sıcak geç­mesi ise bu bölgelerde susuzluğa daya­nan bitkilerin hâkim durumda olmasına yol açmıştır. Akdeniz ormanları en çok yaprak dökmeyen ağaçlardan meydana gelir; fakat denizin çevresinde gerçek ormanlar fazla yer tutmaz. Bunda Ak­deniz çevresinin Avrupa'da en erken is­kân edilen yerlerden olması ve buraya uzun zamandan beri yerleşmiş bulunan insanların ormanları tahrip etmiş olma­larının da rolü bulunmaktadır. Bu yüz­den ormanlar, ilk görünüşleri hemen her yerde bozulmuş olarak daha ziyade yük­seklerde serin ve sapa kalmış bölgeler­de tutunmuşlardır. Dağ yamaçlarının al­çak kesimleri ise maki adı verilen, kışın yapraklarını dökmeyen ve bazı elverişli yerlerde insan boyunu ancak aşabilen bodur çalılıklarla örtülmüştür. Akdeniz çevresindeki maki alanı içerisinde Ak­deniz ikliminin asıl tanıtıcısı olan zeytin ağaçlan yer alır. Zeytin ağacı bölgenin kuru iklimine çok iyi uymuş ve deniz kı­yısından itibaren dağ yamaçlarına pek yükseklere çıkmayacak şekilde gelişmiş­tir.

3. Akarsular ve Göller. Avrupa'da yüzey şekillerinin durumu ile akarsuların boy-

lan arasında dikkat çekici bir ilişki var­dır. Yüzey şekilleri daha parçalı olan Ba­tı Avrupa'da akarsular, doğuya doğru uzanacak yer bulabilen Tuna hariç çok uzun boylu değildirler ve havzaları da fazla yer kaplamaz. Buna karşılık Doğu Avrupa'da daha büyük ırmakların uzan­masına elverişli alanlar mevcuttur. Me­selâ Volga'nın uzunluğu 3500 kilomet­reyi, Ural ırmağınınki ise 2500 kilomet­reyi aşar. Halbuki tamamı Batı Avrupa'­da bulunan ırmakların en büyüğü olan Ren'in (Rhein) uzunluğu ancak 1325 ki­lometredir. Avrupa kıtasında akarsu ağı genellikle sıktır ve akarsuların çoğu boy­larına göre fazla su taşır. Cebelitarık Bo-ğazi'ndan Urai dağlarının orta kesimine doğru çekilen bir çizginin batı ve kuzey tarafında bulunan sular Atlas Okyanu­su, Kuzey denizi, Baltık denizi ve Kuzey Buz denizine akarlar. Bu çizginin güney ve doğu tarafında kiler ise Akdeniz, Ka­radeniz ve Hazar denizine boşalırlar. Bü­tün bu akarsuların havzaları, genellikle birbirlerinden yüksek dağlarla ayrılma­mış olduğundan, birçokları açılması ko­lay kanallarla birleştirilmiştir. Birleşti­rilen bu akarsular aynı zamanda yavaş akışlı ve düzenli bir rejime sahip bulun­maları sebebiyle kıtanın ulaşım sistemi içinde de Önemli rol oynarlar.


Yüklə 1,07 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin