Tekerleğin bulunması insanoğlunun titreşimin etkisinde
kalmasının başlangıcıdır. Sanayileşmenin başlangıç dönem-
lerinde titreşim olayı hiç dikkate alınmamış ve sonuçlan
üzerinde herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bu gün ise
belirli bir süre titreşimin etkisinde kalan kişilerde kalıcı ve-
ya geçici bir çok sakatlıklar, hastalıklar, iç kanamalar, gör-
me bozuklukları vb. bir çok rahatsızlıklar görüldüğü bilin-
mektedir.
Titreşim; kısaca, küçük ve hızlı salınım olarak tanımlana-
bilir.
Yapılan araştırmalarda ve klinik deneylerde değişik şid-
det ve frekanstaki titreşimlerin göğüs ağrıları ve idrarda kan
meydana getirdiği görülmüştür.
Titreşim etkileri sonucu ortaya çıkan arazlardan sonra
kişi soğuktan çok etkilemekte, titreşim olmasa bile soğukta
iş yapamamaktadır. Bu tür arazlar genellikle pnömatik deli-
ci, darbeli matkaplarla çalışan işçilerde saptanmıştır.
25, 40, 60 ve 90 devir/saniye titreşimler gözler üzerinde
olumsuz etkiler yapmaktadır. Bunun nedeni gözbebekleri-
nin bu titreşimlerle rezonans durumuna geçmesidir. Uzun
şiire titreşimin etkisinde kalanlarda başağnsı, bitkinlik ve
yorgunluk yakınmaları belirlenmiştir. Titreşimin etkileri
yalnızca fiziksel iletişimle olmamaktadır. Düşük frekanslı
titreşimlerde, örneğin gürültülü işyerlerinde, titreşimli ma-
kinalarm çevresinde çalışanlarda titreşimler sonucu iç ku-
lakta kalıcı duyma bozuklukları meydana gelmektedir. Tit-
reşim zamanla merkezi sinir sistemine de etki ederek sık sık
spazmlara, el ve ayak kramplarına neden olmaktadır.
Titreşimi kontrol altına almak için titreşim yapan maki -
lalarda çelik yay veya hava yastıklarından oluşan şok emi-
ciler kullanılabilir.
Ayrıca, elastiki yastıksal mantar, cam yünü, sünger lasti-
ği, keçe vb. sentetik malzemeler titreşimi azaltmak amacıy-
la kullanılabilir.
£1 aletlerinde ise eldiven kullanmak (bazen 2-3 tane üst
üste) bir önlem olarak düşünülebilir, ancak bu kesin çözüm
olmaktan uzaktır.
Bu tür işler için kesin çözüm pahalı olmasına rağmen
olabilirse programlanabilir aletler veya robotlar aracılığı ile
yapılmasıdır.
Titreşim altında çalışan işçiler daha fazla dinlendirilmeli
ve daha sık sağlık kontroludan geçirilmelidir.
IŞIMA
Fiziksel zararlılardan biri de ışımadır. Işamalan 2 grupta
38
inceleyebiliriz, lyonize olmayan ve iyonize ışımalar. lyonize
olmayan ışımalardan iki önemli ışın vardır. Bunlar: mor öte-
si ışıma (U.V) ve Kızıl ötesi ışıma (I.R)'dır. Bu ışımalardan
etkilenen en önemli organımız gözdür. Her ne kadar deri
üzerinde de etkileri varsa da göz kadar önemli değildir.
Uzun süreli etkilenmede mor ötesi ışıma gözlerde yorulma
ve acıma oluşturmaktadır. Kızıl ötesi ışımalarda uzun süreli
etkilenmede katarak oluşmaktadır.
önlem olarak bu tür işlerde çalışanlara, bu ışınları ge-
çirmeyen gözlükler ve diğer uygun kişisel korunma araçları
verilmelidir. Gözle ilgili hastalığı olanlar bu işlerde çalış-
tırılmamalıdır.
İyonize ışıma zararlılarının başında radyasyon gelir. Rad-
yasyonun pratikte birçok kullanma alanları vardır, özellikle
tıp, tarım ve sanayide radyasyondan çeşitli şekillerde yarar-
lanılmaktadır.
Tıpta hastalık teşhirlerinde, tedavilerinde ve daha bir-
çok şekilde radyasyonun özelliklerinden yararlanılmaktadır
Sanayide ise çoğunlukla güç kaynağı olarak ve güç kaynak-
larının geliştirilmesinde kullanılır. Radyasyonun günümüz
sanayisinde kontrol ve testlerde kullanımı yaygındır. Gıda
sanayinde çürümeyi önlemede, zararlı parazitlerin yok edil-
mesinde ve besinlerin saklanmasında kullanılır.
Belli miktarların üzerinde radyasyon insan doku ve sis-
temlerini tahrip eder. Bu tahripler sonucu kişinin direkt
olarak üretkenliği düşer, fonksiyonları kısıtlanır.
lyonize ışın kaynağı ile işçiler arasında uygun bir aralık
bulunmalıdır,
işçilerin, iyonize ışın kaynağı yakınında olduğunca kısa
süre kalmaları sağlanmalıdır,
lyonize ışın kaynağı ile işçiler arasına, uygun koruyucu
bir paravana (ekran) konulmalı, bu paravanalar, gama ve
(x) ışınlan için kurşun, beton vb, beta ışınlan ve nötron-
lar için plastik vb. malzemeden yapılmış olmalıdır,
işçilerin ne kadar radyasyon aldıkları özel cihazlarla öl-
çülerek en geç ayda bir değerlendirilmeli, alınan radyas-
yon, izin verilen dozun üzerinde bulunduğu durumlarda,
işçi bir süre için bu işten uzaklaştırılmalıdır,
işyerinde uygun aspirasyon sistemi kurularak, boşaltılan
havanın radyasyon yönünden süzülmesi sağlanmalı, te-
mizlik sırasında özel maskeler kullanılmalıdır.
Taşınabilen radyoaktif malzemeler uygun ve özel kutu-
larda taşınmalıdır,
Bu tür işlerde çalışacak işçiler işe alınırken sağlık kont-
rolundan geçirilmeli, sinir ve kan hastalıktan ile ilgili
bozukluktan görülenler bu işlere alınmamalıdır. Periyo-
dik sağlık kontrolünde bu tür işlerde çalışan işçilerden
sinir ve kan hastalıktan ile ilgili bozukluklar görülenler
çalıştıkları işlerden ayrılmalı, kontrol ve tedavi altına
alınmalıdır.
MÜHENDiS VE MAKİNA DERGi Si CİLT: 29 SAY 1:336 OCAK 1988
llllllllllllllllllll ODADAN I Bir çeviri
üzerine
"iNGiLiZCE İŞ MEKTUPLARI NASIL YAZILIR"adlı
yapıt. Makina Mühendisleri Odası'mn 125 inci kitabı olarak
önümüzdeki günlerde çıkacak.
Günümüzde ülke ekonomisinin giderek daha çok dışa
açılması ve gelişen teknolojinin uluslararası niteliği nedeni
ile teknik elemanların en az bir yabancı dil bilmeleri ve mes-
lek yaşamlarında kullanmaları zorunlu hale gelmiştir. Kitap
üyelerimize yardımcı olabilmek için hazırlanmıştır.
Yapıt 160 sayfa olup, ingilizce çeşitli konularda yazılmış
iş mektupları örneklerini, bunların açıklamalarının yanısıra,
telgraf örneklerini ve açıklamalarını da kapsıyor. Ingilizce-
yi ikinci bir dil olarak öğrenen, ancak yazışmalarda güçlük
çekenlere yönelik bir kitap.
Kitap Komisyonunda Tülay AKARSOY, kitabın çevirisi-
ni yapan SayınMak. Y. Müh. Aykut GöKER ile bu yapıttan
yola çıkarak, zaman zaman kitabın boyutlarını da aşan aşa-
ğıdaki söyleşiyi yaptı.
"ingilizce iş Mektubu Nasıl Yazılır" kitabının çevirisini
yaptınız. Bu çeviriyi yaparken herhangi bir kitap çevirisi
olarak mı düşündünüz, yoksa kitabın yararlı olacağını düşü-
nerek mi çeviriyi gerçekleştirdiniz?
Sorunuza şöyle yanıt vereyim. Ben uzunca bir süre ikti-
sadi devlet teşekkülünde yatınm projeleri şubesinde çalış-
tım. Bu çalışma sürem boyunca, deyim yerindeyse, yabancı
dilden şartnamelerle, tekliflerle, mukavelelerle boğuştum.
Türkiye'de çoğu mühendisin yabancı dil gereksinimini bili-
yorum. Yabancı dilde, ilgili literatürü izleme zorunluluğunu
biliyorum. Hatta birçok mühendisin mutlaka bir yabancı
dille yazışmaları izleme zorunluluğunu ve bundan çıkan
sorunları biliyorum. Çevirdiğim kitabın bu koşullarda çalı-
şan arkadaşlara yardımı dokunacağını düşündüm. Ticari ya-
zışmalarda, kullanacaktan terimler konusunda, iş mektup-
larını nasıl yazacaktan konusunda yardımcı olacaktır sanı-
rım.
Kitabın önsözünde, kitabı çevirmekten aynı zamanda
burukluk duyduğunuzu da belirtiyorsunuz. Bunu biraz
açalım isterseniz.
Bu burukluk şundan ileri geliyor. O kitabı çevirirken
meslektaşlarımın, Türkiye'deki mühendislerin, dil konusun-
daki sorunlarım anımsadım. Bu konuda karşılaştıkları so-
runları anımsadım. Türkiye'de mühendisler işlerini yaparken
çoğunlukla bir yabancı dile gereksinim duyuyorlar. Yanlış
anlama olmasın, söven bir yaklaşım içinde değilim. Duydu-
ğum burukluk bir yabancı dil bilme zorunluluğunun ötesin-
de, bu zorunluluğun içerdiği sorunlardan kaynaklanıyor,
bunun hemen ardında yatan ana nedenden kaynaklanıyor.
Niçin, sürekli olarak bir yabancı dile başvurmak gibi bir
zorunluluk var? Ana neden, Türkiye'nin bilim ve teknoloji
alanındaki, düşün alanındaki, geri kalmışlığıdır.
Yaşadığımız dünyada her şey çeşitli dillerde, karşılıklı
konuşmayla hallediliyor, uluslararası ilişkiter çok yoğun,
her şey uluslararası boyutlarda çözülüyor. Burada kaçınıl-
maz olarak bir takım diller öne çıkıyor. Ancak bizim soru-
numuz buradan kaynaklanmıyor. Sorun şu, uluslararası iş
bölümünde Türkiye gibi ülkelere biraz gerilerde, özellikle bi-
lim ve teknoloji alanlarında biraz gerilerde bir yer, bir rol
düşüyor. Bu rolde, sizin konuştuğunuz dilin, ana dilinizin
hiçbir geçerliliği yok.
Yararlandığımız bütün teknik ve bilimsel kaynaklar ya
bir yabancı dilde ya da bir yabancı dilden aktarılma. Sanayi
ürünlerini, teknolojilerini aktardığımız ülkeler devamlı ola-
rak dillerini de size aktarıyorlar. İşte 'ingilizce iş Mektup-
ları Nasıl Yazılır" diye bir kitap çevirirken burukluk duy-
duğum nokta da buydu.
Bundan Türkiye'de ikinci bir dil bilmenin mühendislik
bilgisinin önüne geçtiği gibi bir sonuç çıkarabilir miyiz?
Sorunu, istersen "önüne geçiyor mu?" biçiminde koy-
mayalım. Ya da burada ben biraz iyimserim, gerçeği olduğu
gibi kabul etmek istemiyorum. Diyelim ki önüne geçmiyor.
Dil, mühendislik bilgisinin önüne geçmiyor ama Türkiye'de
mühendislik yapabilmek için, bir yerlerde çalışabilmek için
mutluka yabana dile gereksinim var. Türkiye, kendisi bilim
ve teknoloji üretmediği için, gelişkin bir sanayi'e sahip bu-
lunmadığı için, sürekli olarak dışarıdan bilim ve teknoloji
aktarmak durumunda bulunduğu için, teknolojik bakım-
dan daha gelişmiş ürünleri, yatınm mallannı, projeleri, bü-
tün tasarımları dışarıdan aktarmak zorunda olduğu için,
Türkiye'nin mühendislerinin gelişmiş ülkelerden birinin,
geçerli olan bir ülkenin dilini bilmesi gerekiyor. Türkçenin
dışında hiç dil bilmeyen bir mühendisin Türkiye'de rahat
çalışabilme ve yükselebilme şansı çok az, bunu kabul etmek
gerekir. Son zamanlarda bu şans iyice azaldı, şimdi dil bil-
mek herşeyden önce gelirmiş gibi gözüküyor. Ama yine de,
bana göre, mühendislik ön planda geliyor.
Biz tüm, özgün veya çeviri, yapıtlarımızda dil sorunuyla
uğraşıyoruz. Sanırım bunun temelinde biKmi ve teknolojiyi
üretmemek yatıyor. Sonucunda dili üretemez duruma düşü-
yorsunuz. Gerçi sizin çeviriniz de ağırlıklı olarak böyle bir
sorun söz konusu değilse de yukarıda değindiğiniz konular-
la dil sorunu da birbirine bağlı. Bu alanda görüşlerinizi
alabilir miyim?
Bu konudaki görüşlerimi söylerken, yanlış anlaşılmaması
için elimden geldiğince dikkatli kelimeler seçmeye çalışa-
cağım. Bu biraz bıçak sırtı gibi bir konu. Demin de işaret
ettiğim gibi, bilim ve teknolojiyi, makinanın kendisini, ta-
sarımını projeyi dışandan aktarırken kaçınılmaz olarak bun-
ların içerdiği dili de bilimsel kavramlar, teknolojik-teknik
terimler biçiminde aktanyoruz. Elbette, ben de, ortaya çı-
kan yeni bilimsel kavramların, teknolojik-teknik terimlerin,
yeni ürün adlarının Türkçe karşılıklarının bulunmasını isti-
yorum. Bunu yeğlerim de, ama ne yaparsanız yapın, sürekli
olarak bilim ve teknoloji sizin dışınızda üretiliyor ise, sizin
MÜHENDiS VE MAKl NA DERGİ Sİ Cl LT: 29 SAV l: 336 OCAK 1988
39
konuşmadığınız dilleri konuşanlar tarafından üretiliyor ise,
bilim ve teknolojinin ürünlerini aktarırken, kelimelerini de
aktarmak zorunda kalacaksınız. Dil açısından bir takım tu-
tarsızlıklarla karşılaşacaksınız. Ben burada şöyle bir katılık
içerisinde değilim: Her ne olursa olsun hemen Türkçe kar-
şılığını bulalım. Çünkü, marifet kelime türetmek ya da keli-
me üretmek değil, kavramın kendisini üretebilmek. Biz kav-
ramları üretemediğimiz sürece arkadan nal toplarız. Kavranı-
lan anlatan kelimeleri çevirmekle uğraşınz, ama marifet
kavranılan üretmek, önemli olan düşünebilmek, beynin en
üst düzeyindeki ürünleri olan kavranılan ortaya koymak.
Doğaldır ki, bu felsefi düşünceyle oluyor, bilimsel düşün-
ceyle oluyor. Düşünme süreci sonunda kavram çıkıyor, o
kavramın dildeki yansıması kelime oluyor. Tarihimize bakın,
bugüne bakın felsefi düşünce gelişkin değil, bilimsel düşünce
gelişkin değil. Bunun doğal sonucu olarak Türk dili de felse-
fi ve bilimsel kavramlar yönünden zengin değil. Sorun, biran
önce, ülkemizi bilim ve teknoloji üretir duruma getirecek,
düşünce hayatımızı geliştirecek tedbirleri almakta. Bunun
sorunlarını öne koymakta. Dil daha sonra otomatikman be-
nim şu anda kullandığım "otomatik," kelimesi de dahil ol-
mak üzere, çözülür.
Bizim dilimizde pekçok Arapça kelime var. Bundan şika-
yetçiyiz. Bunları ayıklıyoruz, özellikle Cumhuriyet sonra-
sında bu yüzden büyük tartışmalar içerisine girildi. Hala da
sürüyor. Yanlış anlaşılmaması için altını çizerek söylüyo-
rum, ben bu kelimelerin Türkçe karşılıklarının bulunmasın-
dan yanayım. Ancak biraz düşünelim, Arapça, bizim dilimi-
ze bir sürü kelime vermiş olan Arapça, niçin bir kısım felse-
fe kavranılan açısından Türkçeden daha zengin bir dildir?
Ufak bir araştırma şunu ortaya koyuyor. Bugün Batı düşün-
cesinin kökenlerine bakarken, Batı düşüncesine katkıda
bulunmuş isimler listesini gözden geçirirken, ben size
hemen bir çırpıda sayacağım, şu isimlere rastlıyorum. Ebu
Kamil, Ebu Mâ'şer Belkhi, Ebül Berekât Bağdadi, El
Beynini, El Fergani, El Hasan Bin el Haytam, El Harizmi,
El Kindi, imam Gazali, Ibni Bacce, îbni Rüşd, İbni Sina Ra-
zi. Bu adamlar Yunan bilim ve felsefesini Arapçaya aktar-
mışlar. Hind matematiğini Arapçaya aktarmışlar. Yunan bi-
lim ve felsefesini, Hind matematiğini, Arapçaya aktarırken
sadece çevirmekle kalmamışlar; üzerinde düşünmüşler, yo-
rumlamışlar ve kendileri de katkıda bulunmuşlar. Batı 12.
yüzyılda, 13. yüzyılda ve 14. yüzyılda Yunan bilimini, Hind
matematiğini, bu saydığım felsefe adamlarının, bilim adam-
larının, düşün adamlarının Arapça eserlerinden aktarmış.
Tabi, Batı, Yunan bilimine ve Hint matematiğine Arap-
lar kanalıyla inerken, Arapların yorumladığı, katkıda bulun-
duğu, geliştirdiği bilimi ve matematiği aktarmış. Bu aktar-
ma sırasında, Batı, bazı kavranılan da Arapça kökenli keli-
meleriyle birlikte almış. Batı dillerinde bugün felsefe alanın-
da, matematik alanında Arapça kökenli pek çok sayıda keli-
me var. Arap dili zengin bur dil. Felsefi kavramlar bakımın-
dan zengin bir dil; ama bu, en azından bir tarihlerde, Orta
Çağlar'da Arap düşünce hayatının, felsefe hayatının, bilim
hayatının zenginliğinden kaynaklanıyor. Araplar salt kelime
üretmemişler, felsefi kavramlar üretmişler. Daha sonra ne
olmuş Araplar? O başka bir mesele. 'Ben, "bir dilin zen-
ginliğini nereden kaynaklanıyor", bu konuda, dilimize en
çok karışmış bir dilden örnek vermek istedim.
Sonuç olarak, eğer bilim üretiyorsanız, eğer felsefi dü-
şünce üretiyorsanız siz dili de üretiyorsunuz, başka dillere
de katkıda bulunuyorsunuz demektir. Bugün bizim sıkıntı-
mız, "yabancı dilden kavramlara Türkçe karşılık bulmak,
dili Türkçeleştirmek" olarak konuyor. Dili Türkçeleştirmek
gibi bir sorunumuz var ama hiç unutmamak gerekir, ondan
çok çok önemli bir sorunumuz daha var, kavram üret-
mek, düşünce üretmek, bilim üretmek, teknoloji üretmek,
felsefe üretmek...
Doğrusu kahraman geçmişimizle bol bol öğünüyoruz.
Dünyadaki pekçok milletin kahraman geçmişi var. Okul
kitaplarında kahraman bir geçmişi olduğundan söz etme-
yen bir millet olduğunu zannetmiyorum. Ama bazı millet-
ler kahraman geçmişleri ile öğün ürken, onun ötesinde, fel-
sefi düşünceyi üretmekle de öğün uy ör. Geçmişte ve günü-
müzde bilimi üretmekle, teknolojiyi üretmekle övünüyor,
önemli olan bu. Dünümüz ve bugünümüzle bilime ve felsefe-
ye katkıda bulunmakla öğünebilmek...
Sanırım bu başka bir söyleşinin konusu olabilir. Teşek-
kür ederim.
ÜYE ÖDENTİNİZİ DÜZENLi YATIRDIĞINIZ iÇiN
TEŞEKKÜR EDERiZ.
40
MÜHENDiS VE MAKİNA DERGi Si CİLT:29 SAY 1:336 OCAK 1988