DEHAP Çatısı Altında Seçime Giren Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’na Uygulanan Sansüre Karşı Mücadele Çağrısı
DEHAP Çatısı altında seçime giren Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’na karşı bizzat bazı gazetecilerin de itiraf etmek zorunda kaldıkları gibi (Örneğin Cengiz Çandar, Perihan Mağden, Celal Başlangıç) televizyon ve gazetelerde eşi görülmemiş bir sansür uygulanmaktadır. Zaman zaman haberler verildiğinde de (Örneğin Kanadoğlu’nun itirazı gibi) bunlar seçmenlerin kuşkusunu arttırıcı, psikolojik savaşın bir aracı olarak verilmektedir.
Her ne kadar sosyolojik olarak bu şaşırtıcı değilse de, bu gazeteler ve televizyonlar en azından biçimsel ve resmi olarak insanları gerçekler ve olaylar hakkında tarafsız olarak bilgilendirmek gibi bir işlevi yerine getirdikleri iddiasında olduklarına göre, onların bu iddialarıyla zerrece uyum taşımayan pratikleri ve tahrifatları karşısında, ister bu bloğu desteklesin, ister desteklemesin, her okuyucunun, tıpkı verdiği para karşılığında hilesiz bir mal almak kaygısı olan bir tüketici gibi bir tavır göstermesi gerekir.
Bu nedenle, uygulanan bu sansüre karşı, tüm potansiyel ve gerçek gazete okuyucularını bütün belli başlı gazetelere ve onların yazarlarına, mektup, fax, mail, telefon veya direk olarak bu hileli mal satışını protesto etmeye çağırıyoruz.
Kaldı ki sorun sadece hileli mal satışı da değildir. Yüzde on barajı nedeniyle, bir partinin gördüğü ilginin bizzat o partinin oylarında yarattığı yükseliş ve düşüşler de hiç kimse için bir sır olmadığına göre, örneğin diğer partilerin hiç biri miting yapamaz, mitinglerinde küçük kalabalıklardan başka bir şey toplayamazken, bu kalabalıklarda da zerrece bir coşku ve adanmışlık görülmezken; DEHAP’ın mitinglerinde ise on binlerin coşku ve adanmışlığı en kör gözlere bile batarken, ne bu mitinglerden, ne bu partiden zerrece söz edilmemesi, sadece hileli mal satışı, okuyucunun dolandırılması değil, onun maniple edilmesi anlamına da gelmektedir. Yani tarafsızlık ve objektiflik iddialarının da bir geçerliliği olmadığı anlamına gelir.
Demokrasi prensip olarak çoğunluğun kararlarına dayanma, bu çoğunluğun ise, sansürsüz objektif bilgilerle oluştuğu var sayımına dayanır. Ama verili durumda yurttaşların taraflı haberlerle, en azından biçimsel bir objektiflik gütmeyen haberlerle bilgilendirilmesi daha doğrusu dezinformasyona uğraması, demokrasinin gerçekleşmesinin temel koşulunu ortadan kaldırmaktadır. Bu anlamda, var ya da taraftarı olduğu söylenen demokrasiye karşı bir suikasttır gazetelerin ve gazetecilerin bu davranışı.
Bu durumu protesto etmek, gerçek ve doğru habere ulaşma hakkını talep etmek her yurttaşın hakkı ve görevidir. Bu nedenle, tüm yurttaşları bu gazeteleri ve televizyonları protesto etmeye çağırıyoruz.
Bilinen bütün meşhur televizyon ve gazeteler bu protestonun muhatbıdırlar.
Elbette, bir kaç basın tekelinin kontrolünde, bin bir mekanizmayla da devletle bağlantılı bu gazete ve televizyonların tarafsız olmasını beklemek bir hayaldir. Sorunun nihai çözümü, tüm kitle iletişim araçları alanında yani kağıtlarda, frekanslarda, kanallarda sermaye ve devletin egemenliğine son verilerek bütün bunların, tıpkı hava ve su gibi tüm toplumun kontrolüne verilmesi yani kamulaştırmadır. Bunun da yolu, bütün kağıt, frekans ve kanalların çeşitli sınıflar, meslekler, cinsler, yaşlar, inançlar vs. arasındaki oranlarına ve örgütlerin aldığı oy oranları veya üye sayılarına göre paylaştırılması olabilir. Ancak böyle bir sistem demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan seçmenlerin olabildiğince gerçek bir habere ulaşması ve kendi sorunlarını kamu oyuna duyurarak başkalarını görüşlerine kazanması olanağı yaratabilir. Böyle bir toplumsallaştırmanın sosyalizmle ilgisi yoktur. Bu kapitalizm altında bile bir demokratik işleyişin olmazsa olmaz koşuludur. İnsanların gerçekler hakkında bilgi edinme ve başkalarını bilgilendirme hakkı sermaye ve devletin çıkarlarına kurban edilemez.
Ancak bu gerçekleşmediği sürece de en azından bu hayasız ve utanmazca, psikolojik savaş yöntemleriyle yürütülen dezinformasyona karşı durmak da bir yurttaşlık görevidir. Bu karşı duruşu en azından protestoyla belirtmek gerekir.
Bu protestonun yanı sıra yapılacak başka şeyler de vardır. Internet henüz hala tümüyle bu alanların tekeli altına girmemiştir. Sanal Uzayın gözeneklerinde hala bu sistemin dışında olanların yaşayabileceği yerler bulunmaktadır. Buralar arcılığıyla dezinformasyona karşı informasyon kanalları da oluşturulabilir.
Bu türden çabalar çerçevesinde DEHAP çatışı altında toplanan Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’na ait haberlerin toplandığı siteler, mail grupları ve forumlar bulunmaktadır. Buralarda bizzat okuyucuların kendi katkılarıyla bu sitelerin içeriği oluşmaktadır.
Bu siteler aracılığıyla Emek, barış Demokrasi Bloğu hakkında daha doğrudan ve sansürü aşmış bilgiler edinebilirsiniz ve kendi gözlem ve bilgilerinizi de oralara aktarabilirsiniz.
Blok ile dayanışma sitesinin adresi şudur:
http://www.gecmisten-gelecege.net/blok/
Bu sitenin e-mail grubuna şu adrese boş bir e-mail yollayarak abone olabilir, Blok ile ilgili gelişmeleri e-mail aracılığıyla kolayca öğrenebilir ve bizzat kendi gözlem, bilgi ve yorumlarınızı başkalarına iletebilirsiniz.:
Blok-Iletisim-subscribe@yahoogroups.comdür:
Keza bütün bunları yine şu foram arcılığıyla da yapmanız mümkündür:
http://www.gecmisten-gelecege.net/forum/
Bu çağrıyı bildiğiniz bütün mail grubu ve kişilere yayınız ki bu sansürün kırılmasına ve protestonun genişlemesine bir katkıda bulunabilesiniz.
16 Ekim 2002 Çarşamba
Blok İletişim Sitesi Webmasteri
webmaster@gecmisten-gelecege.net
Bir ÖDP’linin sorularına Cevaplar
(Aşağıda bir ÖDP’linin bazı eleştirileri ve sorularına verilen cevaplar yer alıyor. Bunlara kısaca cevaplar biçiminde anlaşılmayan veya yanlış anlaşılan konuları biraz olsun açmayı denedik. Söz konusu eleştiri yazının altına eklenmiş bulunuyori.)
“Göçmenlerin Sorunlarına Duyarlılık”:
Sanırım bu konuda öncülerden biriyimdir. 1984’de Avrupa’ya çıktığımda bu sorunun önmini ilk gören ve bu alanda epey teorik çalışma ve pratik iş yapanlardan biriyimdir. Orta boy bir kitap dolduracak kadar olan bu çalışmaları maalesef zaman bulup siteme koyamamış olmam sizi yanıltması. Bu konudaki çalışmalarım konusunda yine de sitemde bulunan Hamburg Dersleri ve Ali Dayının Anısına yazılarında bazı ip uçları bulunabilir.
“Toplumsal muhalefetin sıcak pratiğinden uzak”lık:
Burada keyfimden yaşamıyorum. On yıl hapisten sonra götürüldüğüm askerden kaçtım. Şu an Türkiye’ye dönsem, iki yıl askerlik ve iki yıl hapis var. Ayrıca bir yığın yazıdan her halde yüzlerce yılı bulan davalar. Bunların çoğu sonuçlanmış da olabilir. Yani sürgün olmak toplumsal muhalefetin sıcak pratiğinin dışında olmak mı oluyor?
“Kürtlerin Lenin’i Olmak”:
Her halde yazdıklarımı okumuyorsunuz. Ben Kürt ulusal hareketini destekleyen egemen ulustan (yani Türk ulusundan) bir sosyalist olarak yazıyorum bu yazılarımı. Eğer dediğiniz gibi bir amacım olsa bir Kürt olarak içinden yazarım. Aslında bir Türk olarak da yazmıyorum. Kozmopolit bir milliyetsizin bakış açısındandır yazılarım, sadece didaktik kaygıyla bazen Türklerin açısındanmış gibi yazarım. Dikkatlice okursanız bunu görürsünüz. Eğer biraz yazdıklarımı dikkatlice okusanız beni belki “Türklerin Lenin’i olmaya kalkmakla” suçlayabilirsiniz ama Kürtlerin değil. Sandığınızın aksine Kürt ulusal hareketi de bunun son derecede bilincindedir.
“İttifakın Olamamasında HADEP’in payı yok mu”:
Siz benim yazımı okumadınız galiba? Benim argümanımın mantığı şudur ÖDP’lilere karşı: “Diyelim ki bütün suç HADEP’dedir, bu yine de HADEP’e oy verin çağrısı yapmanızı engellemez aksine gerektirir. Oy vermek ile seçime girmek veya kendisinin propagandasını yapmak ayrıdır. Hatta DEHAP’a oy isteyerek, doğru bir taktik izleyerek aslında kendisinin konumunu güçlendirir ÖDP. Ben ÖDP seçime girmesin demiyorum. Ben klasik marksist öğretiye bağlı bir insan olarak, HADEP’i istediğin kadar eleştir, bu senin hakkın ve görevindir, ama bu aynı zamanda ona oy verilmesini istemeni gerektirir” diyorum. Bu klasik Marksist pozisyondur. Bunun neden böyle olduğu açıklamasına girmiyorum çünkü muhataplarımın bu Marksist pozisyonu bildikleri var sayımından hareket ediyorum. Seçimler konusunda Marksist pozisyonun neler olduğunun uzun açıklamaları, 70’lerdeki seçimlerde yazdıklarımda görülebilir. Bu gün ÖDP’nin başındakiler o zamanlar seçimi boykot ederlerdi, şimdiki Dev-Sol gibi ama el altından da CHP’ye oy verirlerdi. Bu tür keskin solculuktan bu günkü sağa sıçrayış aslında aynı mantıktan kaynaklanır. Vaktiniz olursa 70’li yılların sonlarında Seçimler vesilesiyle Dev-Yol, Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu gibi hareketlerle yaptığım polemikleri okuyun Sosyalist Gazetesi arşivinden. Benim tavrımın bu gün olduğu gibi o gün de Türkiye Sosyalist Hareketi içinde tek doğru tavır olduğunu görürsünüz.
“DAHAP baraja takılırsa”
Elbette ÖDP sorumlu olur, çünkü, kendisine verilen oyların sağ partilere gitmesine, dolayısıyla HADEP’in baraj altında kalmasına yol açar. ÖDP’nin hiçbir şansı yoktur. Eğer HADEP yüzde bir veya iki, ÖDP yüzde dokuz civarında olsaydı, ben o zaman da bu sefer DEHAP’tan ÖDP’ye oy vermesini isterdim. Bunun kanıtlarını 70’lerdeki seçim yazılarımda bulabilirsiniz. Sorunun özü şudur, size verilen oyların gerici partilere gittiği yerlerde ilerici partilere oy istersiniz, bir faşist karşısında bir sosyal demokrata, bir sosyal demokrat karşısında, oportunist de olsa bir sosyaliste vs. . Yeter ki, onun oy oranı, belli bir barajı aşabilecek duruma yakın olsun. Bütün bunlar o oy verilmesi istenen partinin eleştirilmemesi veya doğru görüldüğü anlamına gelmez. Aksine oy verilmezsini isterken aynı zamanda o ölçüde de sert eleştiri yapmanız, onun aslında ne kadar oportunist olduğunu söylemeniz gerekir.
Okuyun benim DEHAP’a ilişkin yazılarımı, bakın ne kadar sert eleştiriler vardır. Keza ÖDP’ye oy verilmesini isteyeceğim koşullar olsaydı, yani bu günkü HADEP’in durumunda olsaydı, bu parti oportunisttir der ama gene de ona oy verin derdim. Çünkü bu oportunistlerin en kötüsü bile yine de diğerlerinden daha iyidir derdim.
Kaldı ki, DEHAP sorununda seçilenlerin kalitesinin de önemi yoktur, onların meclis’e girmesi ve yüzde onu aşmasının, ezilenlerin mücadelesine vereceği muazzam güç söz konusudur. Yazımı okursanız, esas gerekçemin bu olduğunu görürsünüz. Şunu inkar edebilir misiniz? DEHAP yüzde onu aştığı takdirde, Türkiye’deki ezilen bütün cins, sınıf, ulus vs. ’nin nasıl bir mücadele gücü kazanacağını. Eğer gerçekten sosyalist bir Parti ise ÖDP, sorunu ezilenlerin mücadele gücü ve moralini hangi taktiğin yükselteceği açısından sorar ve bunan tek cevabı vardır: DEHAP’a oy verilmesinin istenmesi.
Dikkat ederseniz ben diğer kısma girmiyorum. Oğuzhan ve kliğinin aslında ÖDP’yi sosyal demokratlaştırma ve sosyal demokratlarla bir araya getirme projesini falan yokmuş var sayarak bunları yazıyorum. ÖDP bütün müzakerelerde, Karayalçın’ın Kürt hareketini, yani DEHAP’ı teslim alma politikasının destekçisi olmuştur. Aslında, zamanım olsa, ki zihin tembelliği yapmayan herkes de bunu görebilir, ÖDP’nin çıkardığı o metne dayanarak, bizzat o metni kaynak göstererek bunu kanıtlayabilirim. O metin tam anlamıyla, “mert çingenenin kendini meth ederken hırsızlıklarını anlatmasıdır”. Bir parça kafanızı yorarak bunu kendiniz de görebilirsiniz. Ve sırtımızdan bir parça yük alırsınız. Ne yazık ki her yere yetişmek mümkün değil.
“ÖDP`nin meclise girmesi Kürt muhalefetin aleyhine mi olur? ”
Yine soruyu yanlış soruyorsunuz. ÖDP’nin meclise girmesi olanaksız, yüzde biri bile bulması söz konusu değildir. Kürt Muhalefetinin meclise girmesi, Türk muhalefetinin aleyhine mi olur? Soru budur.
“DEHAP`tan secilebilecek kimi Kürt agalari ve asiret reisleri ÖDP`den daha mi ilerici?”
Bir de göçmen sorunlarından söz ediyordunuz. Anlaşılan bunlarla hiç ilgilenmemişsiniz. Ezilen ulus, cins, kadın, burjuva olsa da ezilir. Senin görevin o baskının spesifik biçimini ortadan kaldırmaktır ki, Kürt emekçisi o ağa veya burjuvaya karşı durabilsin. Aynı şey ezilen ırklar, cinsler için de geçerlidir.
Yine aynı sorun, “Kürt ağaları” bir kere uydurma. Kürt ağaları burjuva partilerde yer almaktadırlar. Kürt Ulusal hareketi, yani PKK, ağalara dayanmaz. Ama bu hareket içinde burjuvası da ağası da vardır. Çünkü onlar da ulusal baskı altındadırlar. Bunlar arasında da bu ulusal hareketin öncülüğü için bir savaş vardır. Bu savaşta, ÖDP gibi Türk sosyalistlerinin, PKK’ya uzak durmaları, onu ağalar karşısında kötü duruma düşürmekte, diğerlerine güç vermektedir. Kürt hareketi, Türk sosyalistlerinin şoven tavrı nedeniyle yalnız kaldığı için, tecrit olmamak, varlığını sürdürebilmek, baskılara karşı bir siper bulabilmek için, başka çaresi olmadığı için diğer burjuva partilerle seçim ittifakı arayışlarına girmiştir. Örneğin Erken Seçim kararı alındığı gün, ÖDP hiçbir koşu öne sürmeden, oyların HADEP’e verilmesini isteseydi, Kürtler ANAP, SHP, SP gibi partilerle seçim bloğu görüşmelerine gerek görmezlerdi. Yani kendi suçunu sonuçlarını Kürt hareketinin üzerine atmaktadır. Bu tıpkı Sovyetlerin ikinci dünya savaşı öncesinde, Hitler’e karşı, diğer emperyalistlere ittifak önermesi gibidir. Onlar bunu reddetmişler, Münih’de Hitleri iyice azdırmışlar ve Sovyetlerin üzerine sürmeye kalkmışlardır, o zaman Sovyetler de, zaman kazanmak için, Hitler’le saldırmazlık paktı yapmak zorunda kalmıştır. Şimdi burada Sovyetler mi suçlu oluyor? Aynı durum geçerli.
Bütün o Sivas katliamı vs. hakkında söylediklerinizi bu açıdan bir daha düşünün bakalım. PKK yıllardır Türk soluna yalvarıyor ittifak diye. Tecrit ve imha durumu söz konusu. Bu durumda karşı cephenin çelişkilerinden yararlanmak için onlarla seçim ittifakı yapmaya çalışıyor. Ben bunda bir yanlışlık görmüyorum.
Sosyalistler, şeytanla da onun büyük annesiyle de gereğinde uzlaşmalar yaparlar. Lenin’i okuyun biraz. Haydut yolumu kesmiş, ya malını ya canını diyor, ona bütün varımı yoğumu verip, ilk fırsatta tepelemek için canımı kurtarmaya çalışırım der ve ekler: bu bir uzlaşmadır.
Lenin Ekim devrimini, Lenin’in yenilgicilik politikasının doğu cephesini çökerteceğini düşündüğü için onu kurşunlu Tren ile Rusya’ya gitmesini sağlayan Alman Genelkurmayıyla yaptığı uzlaşma ile başarabilmiştir. Ve bunda zerrece bir yanlış yoktur.
Sorun o uzlaşmaların ezilenlerin davasına hizmet edip etmediğidir. Bu ancak somut güç ilişkileri, güçlerin konumlanışı ve karakterleri bağlamında, yani sosyolojik olarak her somut durumda ayrı ayrı anlaşılabilir. Sorunu bu düzeyde tartışacak politikacı bile yok şu Türk solunda. Bu abdestinden emin kimse de yok demektir aslında.
Her zaman cevap verme olanağım olmuyor. Cevap veremiyorsam gereksiz görmemden değil, zaman ve enerjimin yetmemesindendir.
Saygılarımla
Dostları ilə paylaş: |