Evrende hiçbir süreç sonsuza kadar aynı eğilimi sürdüremez. O süreç bir süre sonra kendi sonunu getirecek eğilimleri yaratır ve kendi sonunu hazırlar.
Soğuk gazlar belli bir noktada yoğunlaşmaya başladığında örneğin, daha çok yoğunlaşma daha büyük çekim gücü, daha büyük çekim gücü daha çok yoğunlaşma, daha çok yoğunlaşma daha da büyük çekim gücü demektir. Bu süreç böylece sonsuza kadar gitmez ama. Bir noktada bizzat o çekim gücü nedeniyle ortaya çıkan büyük basınç ve yüksek sıcaklıklar, termonükleer süreçlerin devreye girmesine ve yıldızların oluşumuna yol açar. Yıldızlar doğar. Ama o termonükleer süreçler de sonsuza kadar gitmez, bir noktada yakıtı tüketirler, patlarlar. Evrendeki maddeyi daha büyük atomlardan oluşan elementlerle zenginleştirirler vs.. Ve hayat, Phoenix gibi küllerden doğmuştur, yıldızların küllerinden.
Hiçbir sürecin sonsuz olmadığı gidişin toplum hayatındaki yansımasını gözlemleyen halk bilgeliği, “sabreden derviş muradına ermiş” der. Bir Çin atasözünde sinikçe aynı anlamda şöyle denir: “Eğer bir nehrin kenarında yeterince uzun saman durursanız, bütün düşmanlarınızın cesetlerinin önünüzden geçtiğini görürsünüz”.
*
1980’lerin başındaki 12 Eylül darbesinden beri, Türkiye’de hızı ve yoğunluğu giderek artan korkunç bir çürüme yaşanıyor.
Bu çürüme anti demokratik sistemi besliyor. Anti demokratik sistem çürümeyi pekiştiriyor. Ve bu böylece gidiyor.
Bu çürümenin boyutları hakkında sadece iki küçük gözlem bile net bir fikir verir.
Eskiden ezilen, alt sınıflardan insanlar, Devlete karşı, devletten gelen her şeye karşı, binlerce yıllık tecrübelerden gelmiş, son derece sağlıklı, adeta içgüdüsel bir düşmanlık ve güvensizlik içindeydiler.
Devletle yan yana düşmek, devletin desteğini almak utanılası bir durumdu. Devlete karşı olanlar ve devletin kurbanları, ululanır, ermiş, evliya kahraman yapılırdı. Bunun en son örneğin 12 Mart’ta öldürülen Deniz, İbrahim, Mahir, Sinan gibi isimlerde görmüştük.
Ama şimdi bu güzel gelenekler unutuldu. “O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler”.
Onların yerini devletin yanında olmayı ya da devletin yanlarında ve arkalarında bulunmasını bir övünç vesilesi sayan, böyle bir durumdan utanmayı unutmuş bambaşka insanlar aldı. Günün “kahramanları”, Çakıcı’lar, Eken’ler, Veli Küçük’ler, Doğu Perincek’ler vs..
Bir zamanlar insanlar mazlum ve boynu bükük Yılmaz Güney’i örnek alırdı, şimdi Polat’ı.
Bir zamanlar insanlar için önemli olan “insanlık” idi. Şimdi Türklük.
Bir zamanlar insanlar zenginliğini ve gücünü göstermeye çekinirler, böyleleri ayıplanır, görgüsüz addedilirdi. Şimdi fakirlik ayıp, zenginliğini ve gücünü göstermek son derece olağan.
Bunlar sonsuz sayıda çoğaltılabilir.
Son otuz yılın hakim eğilimi bu yönde bir gidiş olmuştur. Bu eğilimin tersine bir eğilim veya biraz direnç bir parça Kürt ulusal hareketinin etkili olduğu yerlerde görülebilir.
*
Ama bu süreç de sonsuza kadar böyle gidemez. Çürüme kendi sonunu getirecek süreçleri de besler. En güzel çiçekler en yaşanılmaz bataklıklarda çıkarlar. Hem de hiç umulmadık yerlerde hiç umulmadık biçimlerde. Tıpkı bir kayanın çatlağında birikmiş toz ve sudan güç alarak başını kaldıran bir bitki gibi.
Bu yönde epey alametler görülmeye başladı.
İlk bakışta çürüme zirvesine ulaşmış bulunuyor. En solcu bilinenlerin genel kurmay partileri olan CHP ve MHP’nin yanında yer aldıkları bir ortamda, tersine alametlerden söz etmek anlamsız görünebilir. Ama gidiş bir kere tersine dönünce, hep hiç istenmeyen sonuçlar ortaya çıkmaya başlar. Yeni olan, tıpkı bir kayanın çatlağında bir bitkinin yeşermesi gibi, başını kaldıracak bir olanak bulur. Şimdi böyle olgular görülmeye başlandı.
Bazı örneklerle bunu görelim.
Askeri Bürokratik Oligarşi, Cumhurbaşkanlığı mevziini yitirmemek için, Erken seçime varan sürece yol açtı. Ama bu erken seçim sonunda Meclis’in ağırlığı daha da artmış, Genel kurmayın hareket alanı daha da daralmış olacaktır.
Büyükanıt ve Erdoğun (Askeri Bürokratik Oligarşi ve Burjuvazi) Dolmabahçe’de kendi “Yalta”larını yaptılar.
Bu anlaşma sonrasında Erdoğan, kendi partisi içindeki bir çok Milli Görüşçüyü yeni milletvekili listelerinde tasfiye etti. Bunu Genel kurmayı memnun etmek ve yatıştırmak için yaptı.
Ama bunun hiç hesaplanmayan başka sonuçları ortaya çıkacaktır. Aslında aday gösterenlerin hiç de küçümsenmeyecek bir bölümü, Ertuğrul Günay gibi, 70’lerin CHP’si görüşlerine ya da 80’lerin Özal’ının görüşlerine yakın olanlar. Yani nispeten daha liberal denebilecek kimseler.
Bunların varlığı hiç de istenmeyen ve öngörülmeyen sonuçlara yol açacaktır.
Birincisi, parti için dengelerde, Parti örgütündeki eğilimlerden çok farklı eğilimleri yansıtan bir meclis grubu ortaya çıkacaktır. Böylece parti Örgütü ile Meclis grubu arasındaki yeni dengeler ortaya çıkacaktır. Bu Erdoğan’ın hareket alanını genişletecektir. Yeni meclis grubu bileşeni Erdoğan’ın hareket alanını ve ağırlık merkezini değiştirmesiyle, tartışmaların laik - dinci ekseninden, demokrasi eksenine doğru kaymasına yol açacaktır. Vitrin olarak koyulanlar daha başka ve daha bağımsız sesler olarak ortaya çıkacaktır.
Laik dinci kutuplaşmasının azalması, demokratik anti demokratik kutuplarının güç kazanmasına yol açacaktır. Bu da ordunun hareket alanının daralmasına.
Genelkurmay, eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanını engellemek için erken seçimleri zorladı, olmayan hukuğu da çiğnedi ama aynı zamanda AKP’yi Anayasa’yı adeta yeniden ele almaya zorladı.
Bu da yeni Meclis’in belki bir kurucu Meclis gibi çalışıp bir Anayasa hazırlığına girişmesine yol açacaktır. Ama bu da ister istemez, Türk devletinin bütün temel ve anti demokratik dayanaklarının tartışma konusu olması anlamına gelecektir. Böyle bir tartışma ekseni ve günden kaymasında demokratik güçlerin güçsüz olmasının önemi yoktur, bizzat o gündemin ve paradigmanın kendisi, yıllardır gündemden düşürülenin gündeme gelmesi anlamına gelecektir. Esas önemli değişme bu olacaktır.
Böylece genel kurmay ölümden korkmuşçasına korktuğu ve hiç de istemediği gelişmelerin tetikleyicisi ve teşvikçisi olarak ortaya çıkmaktadır.
Ama sadece bu kadar da değil. Bürokratik oligarşinin meclisteki gücünü arttırmak, CHP ve Deniz Baykal’ı daha güçlü kılmak hatta iktidara getirmek için bütün bu gelişmeleri zorladı. Ama yine hiç istemediği sonuçlar ortaya çıkacaktır.
Hayal kırıklıkları yaratılan umutlar ölçüsünde büyük olur. CHP’liler seçim sonuçlarında büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktır.
Baykal bir Genelkurmay operasyonuyla CHP’nin başına getirilmişti. Kürtlerle bir anlaşmadan yana olan İnönü, Hürriyet gazetesinin ailesine ilişkin bir takım yolsuzluk iddialarıyla tıpkı Özal gibi tasfiye edildi. Daha sonra da Tarhan Erdem gibiler tasfiye edildi. Böylece CHP, altmışlar ve yetmişlerde yükselen işçi ve gençlik hareketinin, TİP’in, Sol örgütlerin baskısıyla oluşmuş nispeten demokratik birikimler tasfiye edilerek tam bir devlet partisi haline getirildi.
Şimdi genel kurmayın CHP içindeki bu tasfiyesinin tasfiyesini gerçekleştirecektir bu seçimler büyük olasılıkla. Büyük hayal kırıklığı, Deniz Baykal ve Genelkurmay çizgisine muhalefeti pekiştirecektir. Muhtemelen Baykal ve çizgisi CHP içindeki etkilerini yitirecekler, Kürtlerle belli bir uzlaşmadan yana güçler etkilerini arttıracaklardır.
CHP’deki bu değişim muhtemelen, askeri Bürokratik oligarşi içinde, egemenliğin ve imtiyazların böyle Kürtleri inkar ve imha ile artık sürdürülemeyeceği; toptan bir politika ve strateji değişikliği gerektiği yolunda bir çizgi izleyen güçlerin de yansıması olacak ve bu CHP içindeki ve Askeri Bürokratik oligarşi içindeki mücadeleler birbirini etkileyecektir.
Yani Genelkurmayın özellikle şimdiki özel savaşçı ekibi, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olabilir. Mecliste çoğunluğu alayım derken CHP’deki kontrolü de kaybedebilir.
Benzeri durum bizzat cumhurbaşkanlığı konusunda da olabilir. Genelkurmayın eşi başörtülü olana direnci, Erdoğan’ı seçimlerden sonra kendi gücü artıp üzerinde oynayacağı dengeler değişeceği için, eşi başı açık, laikçilerin itiraz edemeyeceği ama daha da liberal bir adayı öne sürmeye zorlayacaktır. Böylece Cumhurbaşkanı, askeri bürokratik oligarşinin kendi mevzisi değil, meclis ve bu oligarşi arasında bir dengenin adamı olarak ortaya çıkabilir. Bu yöndeki bir gelişme de yine bizzat Genelkurmayın hiç istemediği bir sonuç olabilir. Genelkurmay, keşke eşinin başı örtülü de olsa, her dediğimize evet diyecek bir cumhurbaşkanına itiraz etmeseydik noktasına gelebilir.
Ama bu seçimlerde Genelkurmayın hiç de istemediği bir sonuca yol açmasını en açık biçimde bağımsız adaylar konusunda göreceğiz. Genelkurmay, AKP’nin daha az milletvekili çıkarabilmesi için ister istemez DTP’nin desteklediği bağımsız adayların da önünü açmak zorunda kaldı.
Böylece İnkar ve imhasına uğraştığı Kürt özgürlük hareketinin bizzat yeni Meclis’te biricik demokratik bir muhalefet partisi olarak yer almasının yolunu açtı. Belki 1960’lardan beri ilk kez Meclis’te gerçekten demokrat olarak nitelenebilecek milletvekilleri olacak.
Ama bu vekilleri oraya taşıyan hareketin gerçek lideri, İmralı’da hapiste bulunduğundan, aslında Öcalan meclise taşınmış olacaktır.
Bu durumda bu inkar siyasetinin tümüyle iflas ettiği en kör göze batacak ve bunu savunmak giderek olanaksız olacaktır.
Bütün bu gelişmelerin paralel gidişte toplam etkisi, her birinin tek tek etkisinin toplamından çok daha fazla olabilir.
Özetle, 1980’den beri Demokrasi güçlerinin baş aşağı gidişinin sonu geliyor gibi görünüyor. Hem de var olan etkili güçlerin hiç birinin bunu istememesine rağmen.
Toplum böyledir, iki gücün mücadelesinde olaylar o güçlerin her ikisinin de istemediği bir yola doğru kayar.
Ne genelkurmay ne de AKP demokratiktir. Ama birbirlerine karşı mücadelede yaptıkları, onların istek ve iradeleri dışında, demokrasi güçlerinin toparlanmasına katalizatörlük edebilecek gelişmelere yol açabilir.
*
Ne var ki, bütün bu olasılıklar, dünya ve Orta Doğu’da gelişmelerin Türkiye Politikasındaki etkilerinin yok sayıldığı bir durumdaki çıkarsamalar.
Gelişmelerin esas yönünü özellikle Orat Doğu’daki gelişmeler belirleyecektir.
Kürt Hareketi, seksenlerin ortalarından sonraki baş döndürücü yükselişinde, Türk burjuvazisini ve askeri bürokratik oligarşiyi bir uzlaşmaya zorlamıştı. O zamanlar Türkler bu günkü kadar Kürt düşmanı, ırkçı ve şoven değillerdi de. Gazete ve dergilerde Öcalan’la ve Gerillalarla söyleşiler, röportajlar yayınlanıyordu. Özal “Federasyonu bile tartışmalıyız” diyordu.
Ama tam bu sıralarda doğu Avrupa ve Sovyetler çöktü.
İnkar ve imha siyasetini savunan güçlere bir piyango çıktı, onlar bu ortamda güç kazanmaya başladı. Faşistlere ve Özel savaş dairesine bir doping gibi oldu Orta Asya ve Kafkasların genç cumhuriyetlerinin Türkiye’ye gözlerini dikmeleri. Demokrasi güçlerinin dağılması ve moral bozukluğu da cabasıydı.
Daha sonra ABD Irak’a saldırdı. ABD’nin Barzani ve Talabani’yi desteklemeye karar vermesi, Türkiye’de inkar ve imha siyasetini savunan demokrasi düşmanı güçlere ikinci bir piyango oldu. Kürt sorununda uzlaşmadan yana güçler gerek burjuvazi, gerek bürokrasi içinde tasfiye oldu (Örneğin Özel ve Eşref Bitlis’in öldürülmeleri) ve özel savaş dairesi gerçekte tümüyle iktidarı ele aldı. Meclis bu gücün basit bir avadanlığına dönüştü.
PKK bu hamleye, ateşkesi sabote eden, kendi içindeki çeteleri temizleyerek ve yeni ateşkesler ilan ederek, Devletin ve burjuvazinin içindeki inkar ve imha siyasetiyle bir yere varılamayacağını söyleyen güçlerin konumunu güçlendirerek cevap verdi.
Tam belli etkiler elde edilmeye, Türk devleti içinden doğrudan veya dolaylı sinyaller gelmeye başlarken, bu sefer ABD, yine Ortadoğu’daki planları bağlamında, Barzani ve Talabani için daha büyük tavizler karşılığında Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasını ve Türkiye’ye teslimini sağladı. İnkar ve imha siyasetini savunan güçlerin tekrar bir zafer kazanmasına yol açtı.
Öcalan bu hamleye, Demokratik Cumhuriyet, anayasal vatandaşlık, ateşkes ve sembolik teslim olmalar ile cevap verdi. Bir süre sonra tam bu politikanın sonuçları yavaş yavaş alınıyor gibi görünüyordu ki, 11 Eylül oldu. ABD peş peşe Afganistan ve Irak’a girdi. Irak topraklarında Fiilen bir Kürt devleti oluştu. Herşey yine olmamışa döndü, inkar ve imha siyasetine bir piyango daha çıktı bir daha doping aldı.
Bu sefer bizzat PKK’nın içinde ABD’ye ve Barzani-Talabani’ye bir kayma başladı. Barzani-Talabani çizgisinin güçlenmesi, PKK’nın stratejisini olmamışa çevirdi.
Ama yine de Öcalan örgüte hakim olmayı başardı. Bu gelişmeye, Demokrasiyi derinleştirme ve “ilkel milliyetçilik” dediği bir dile, dine, ırka dayanan ulus tanımlarıyla araya kesin ve net çizgi koyarak, nispeten daha demokratik bir ulusçuluktan yana daha açık tavır alarak cevap verdi.
*
Son yirmi yılda hep görülen şudur. Kürt özgürlük hareketi tam bir politikanın, bir stratejinin meyvelerini almak üzereyken, kendi iradesi dışında dünya çapında bir gelişme sonucunda (Doğu Avrupa’nın çökmesi, 11 Eylül, Irak’a müdahale) Türkiye’deki İnkarcı ve baskıcı güçlere piyango çıkar ve onların konumu güçlenir, PKK’nın, yani Türkiye’deki demokrasi güçlerinin en önemlisinin, bütün çabaları olmamışa döner.
Bu her olumsuz gelişmeye, PKK (daha doğrusu Öcalan veya Kürt Özgürlük hareketi) yeni durumun sonuçlarını avantaja çevirmeye çalışan köklü bir politika, strateji veya teori değişikliğiyle cevap verir.
Şimdi yine PKK toparlanmış durumda. Öcalan’ın stratejisi tekrar itibar kazanmaya başlamış bulunuyor. Devlet ve Burjuvazi içindeki mücadelelerin keskinliği Öcalan’ın stratejininin meyvelerini toplamaya başladığını gösteriyor.
Öte yandan, Öcalan’ın çizgisini terk edip Barzani ve Talabani çizgisine akma da yavaşlamış ve durulmuş görünüyor. Çünkü onların geleceği, Irak’taki ve dünya dengelerindeki gelişmelere bağlı olarak iyice belirsizleşmiş bulunuyor.
Bir zamanlar, İmralı’daki ilk günlerde, herkes Öcalan Teslim oldu, genelkurmay yazıyor o konuşuyor diyordu. Bu gün eğer bir parça Demokrasi Güçleri meclise girerse, o hain dedikleri Öcalan’ın lideri olduğu hareketin desteği ve olanaklarıyla girecekler. Nereden nereye.
ABD’nin Irak’ta durumunun kötülemesi ve muhtemelen çekilecek olması, Barzani ve Talabani’nin durumlarının belirsizliği, Öcalan’ın kendi gücüne güvenen ve bölge halklarının demokratik özlemlerine cevap oluşturarak onların desteğini almaya yönelik stratejisinin sanıldığı kadar soyut ve başarısızlığa mahkum olmadığını daha da fazla gösteriyor. Bu da hem Kürtler içinde hem bölgedeki diğer haklar içinde Öcalan’ın temsil ettiği çizginin itibarını ve etkisini yükseltiyor.
Yani yine sabırla izlenen bir politikanın vea köklü bir strateji değişikliğinin meyveleri görülmeye başlıyor.
Ama sefer de hiç hesaplanmayan bir uluslar arası gelişme sonucu bütün bunlar olmamışa mı dönecek?
Bu olasılık her zaman var. Ama tersi olasılık da bu sefer epey güçlü görünüyor.
Seçimlerden sonra ABD’nin Irak’tan ayrılması gündeme gelecek.
Irak’tan ayrılırken, ilerde yeniden dönmek üzere, çağırılmak üzere ayrılacak. Böylece ABD içinde bulunduğu tecritten kurtulmak için stratejik bir geri çekiliş ve cephe genişletme harekatı başlatıyor. Bunun için de Demokratları seçerek ve Irak’taki askerlerini çekecektir.
Ama Irak’ı tam bir Sünni, Şii, Kürt, Arap vs. kavgası içinde bırakarak. Böylece ilerde, bir arabulucu ve düzen sağlayıcı biricik güç olarak geri gelişinin hazırlığını sağlayacak bir stratejik geri çekiliş yapacaktır.
Bu geri çekilişte, Barzani ve Talabani, bütün bölgedeki güçlerin hedef tahtası olacaktır. Bu durumda onlar muhtemelen, birlikte veya ayrı ayrı, İran molları veya Türkiye’nin askeri bürokratik oligarşisi ile bir ittifak yaparak bir koruma sağlamaya çalışacaklardır.
Her ikisi de, PKK’yı kurban verme karşılığında bir koruma umabilirler. Ama PKK’yı kurban verdikleri takdirde, Kürtler arasında bütün itibarlarını da yitirirler. Yani aslında hareket alanları çok sınırlıdır. Kaldı ki, ABD İran’ın korumasına girmelerine karşı çıkacaktır.
Ancak kendilerine sürekli hakaret eden ve varlıkların inkar eden ve sürekli tehdit eden Türkiye’nin korumasını da isteyemezler.
Bu günkü politikasıyla Türkiye de onların koruyucusu rolüne soyunamaz.
Bu da böyle bir olanağı gören Türk burjuvazisi ve Bürokratik oligarşisi içinde bu inkar ve imha politikalarına direnişi güçlendirir.
Ama Barzani ve Talabani’nin hamisi olacak bir Türkiye, öncelikle Türkiye’deki Kürtler ile barışmak zorundadır. Bu da Öcalan’ın üzerindeki tecridin azalması ve toplumdaki etkisinin artması anlamına gelir.
Kürtler ve Türkler içindeki bu değişimler karşılıklı olarak da birbiri üzerinde etkide bulunacaktır.
Eğer gelişmeler şimdiki verilerin gösterdiğine gibi, bu yönde giderse, belki ilk defa, PKK ve Öcalan’ın politikaları, uluslar arası gelişmeler sonunda olmamışa dönmeyebilir hatta o gelişmelerden beslenebilir. Bu ise tüm Türkiye ve bölge çapında muazzam bir demokratikleşme ve altüstlük dalgası yaratabilir.
*
Ama ABD’de hala etkili olan güçler, Irak’tan çekilmektense, İran’a da saldırma, bunun için Türkiye’deki genelkurmayın desteğini alma gibi bir politikayı etkili kılabilirlerse, inkar ve imha güçlerine yine bir piyango çıkar. Yine zaman kazanmış ve konumlarını güçlendirmiş olurlar.
Ama daha büyük çaplı bir altüstlükle çökmek üzere.
20 Temmuz 2007 Cuma
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com
http://www.koxuz.org
Dostları ilə paylaş: |