94- TANRININ EVİ!
Asalak geçinen, onun bunun evinde yatıp kalkmaya alışmış, işsiz güçsüz tembel adamın biri, bir akşam vakti Hoca’nın kapısını çalar. Hoca pencereden bakarak seslenir;
—Kim o?
—Benim Hoca Efendi, Tanrı misafiri!
Hoca çok iyi tanıdığı bu yüzsüz adamı başından savmak için kapıya iner;
—Gel peşimden” der. Tam caminin önüne geldiklerinde Hoca;
—Hazret! Sen yanlış kapı çaldın! Bak, Tanrı’nın evi burası. Mademki tanrı misafirisin, buyur tanrının evine gir de istediğin kadar kal” diyerek geri döner.38
95- KAÇ MÜRİDİN VAR?
Sultan bir ferman çıkarır; Hacı Bayram Veli ile öğrencilerini askerlik ve vergiden muaf tutar. Zamanla istismarcılar çoğalır. Tahsildarlar hangi kapıyı çalsa muhatapları;
—Biz Hacı Bayram Veli Hazretlerinin müridiyiz” derler. Bundan son derece bîzar olan Hacı Bayram Veli Hazretleri bir gün, Kanlı göl mevkiinde büyükçe bir çadır kurdurur ve bütün halkı toplar. Cellatları yanına alır ve celalli, heybetli bir görüntü ile;
—Ey benim sadık dervişlerim! Bu gün sizleri Allah için kurban etmem gerekiyor. Ferman büyük yerden geldi! Haydi, şu çadırın önünde dizilin ve çadıra girin!” deyince kimse kalmaz. Kala kala, biri kadın, biri erkek, sadece iki kişi kalır.
Mübarek Veli memurlara döner;
—Bu ikisini yazın! Başka müridim; öğrencim yok!” der. Bunlar dışındaki ahali vergilerini de öder, askere de giderler.
96- TAHTA ÇANAK
Adam, İhtiyar babasını sofraya oturtmaz, ayrı bir odada çanakla çorbasını önüne koyarmış. Bir gün oğlunun avluda elinde bir bıçakla ağaçtan bir şey yapmakta olduğunu gören baba sorar;
—Oğlum ne yapıyorsun o tahta ve bıçakla?
Çocuk cevap verir;
—Çanak oyuyorum!
—Oğlum ne yapacaksın tahta çanağı?
—Baba! Sen de dedem gibi yaşlanırsan, sana bu tahta çanakla bir kenarda çorba vereceğim!
Bu cevap adamın pişman olmasına ve babasına ömür boyu daha saygılı davranmasına sebep olur.
97- KÜFE KALSIN!
Bir gün çocuk, arkadaşları ile oynamaya gittiği nehir kıyısında, babasının sırtında küfe ile dolaştığını görür ve sorar;
—Baba bu küfe ile burada ne yapıyorsun?
—Bize yük olmaktan başka hiçbir faydası olmayan büyük babanı küfe içinde nehre atmaya geldim!
Çocuk büyük bir endişe içinde babasına şu istekte bulunur;
—Aman baba! Küfeyi de atma, eve götür. Yarın sen de yaşlandığında bana da lazım olacak.39
98- LALELİ BABA
Yirmi altıncı Osmanlı Padişahı Üçüncü Mustafa kibir, gurur ve azametle sokaktan geçerken, halk saf tutmuş;
—Padişahım çok yaşa!” diye alkış tutuyordu. Fakat kapısının önünde lale yetiştirdiği için adı Laleli Baba diye anılan, Laleli Baba’nın dükkânının önünden geçerken onun kılı bile kıpırdamadı. Yeniçeri ağası yerinde duramıyordu. Bu meczup ihtiyara;
—Tiz Efendimizin özengisine sarıl… Kuşça canını bağışlasın…” diye kükredi.
Padişah, “Bırak” dedi yeniçeri ağasına ama hırçın ve mağrur bir şekilde;
—Sen bilmez misin ki, biz Cihan Padişahıyız. Bize saygı gerek. Kimsin? Necisin?” diye azarladı Laleli Baba’yı.
“Ben mi?” dedi Laleli Baba yattığı yerden;
—Ben bir hiçim. Sadece bir hiç! Padişahım, sana bir şey sormak dilerim. Sen padişah olmak için ne yaptın?
Herkes bu kendini bilmez kişinin başını cellâda verecek diye beklerken o gurur yüklü padişah, bir tuhaf başını eğip cevap verdi;
—Okudum… Bir sürü eğitim gördüm. Valilik yaptım, yetiştirildim. Babam öldü taht bana kaldı.
—“Yaaa!” deyip sustu Laleli Baba. Sonra birden;
—Peki, sonra ne olacaksın? Padişahsın işte, sonra? Sonra ne olacaksın?” Padişah şimdi düşünüyordu. Eli sakalında kala kaldı!
—Sonra?” diye kekeledi.
—Sonra, sonra hiç… Hiçbir şey hiç!” diye kekeledi. Sapsarı olmuştu. Gözlerindeki gurur parça parça dökülüyordu.
Laleli Baba, yumuşak, tatlı ve sevgi dolu bir gözle bakarak;
—Gördün mü ya? Sen bunca didinmeden sonra hiç olacaksın daha. Ama ben şimdiden hiçim, senden çok daha önce.” İstanbul’u dolduran gurur kırıldı. Şaşkınlıkla açılan binlerce gözün önünde Padişah atından indi. İki büklümdü. Bu gün orada o padişahın yaptırdığı Laleli Camii var ve semtin adı Laleli’dir.40
99- KİRSİZ TAŞLAR
Derler ki, Koca Sinan Manisa Muradiye Camii’ni inşa ederken, Manisa köylerinden genç delikanlı bir işçinin, garip bir çalışma içinde bocaladığını görmüş.
Genç köylü işçi, ağır ve kocaman bir taşı kucaklıyor, uzaklardan ustaların yonttuğu taşların yanına bırakıyormuş gibi yapıyor. Fakat tekrar kaldırdığı gibi ilk aldığı yere götürüyormuş. Bir, iki, üç, dört bu hep böyle devam etmiş. Genç işçi hiç birinde de taşı toprağa bırakmamış ve diğer taşlara değdirmemiş.
Koca Sinan bir tuhaf olmuş bunu görünce. Yavaş, yavaş gencin yanına yaklaşmış, elini omzuna atıp;
—Oğul! Nedir bu senin yaptığın? Anlayamadım, maksadın nedir?
Genç, taş kucağında bir yutkunmuş, iki yutkunmuş, kızarmış, terlemiş ve Koca Sinan’ın gözlerine bakarak;
—Beni bağışla ağam… Gencim, bu gece düşümde ihtilam oldum. Hamama gitmeye fırsatım olmadı. Bir yoksul köylüyüm. Bir gün çalışmasam ailecek aç kalırız. Sabahtan iş başı yaptım. Ama bu kirli halimle bu mübarek camiye taş taşıyamam, ellerimde kirlenen bu taşı ne bu camiye, ne de şu taşların yanına bırakamazdım. Ama gündelik ücretimi de hak etmem, helal ettirmem için çalışmam gerekirdi. Onun için bu taşı böyle taşıyorum işte. Akşama kadar taşıyıp sonra da götürüp uzakta bir yana atacağım. Bari bir bu taş kirlensin”
Dolmuş Koca Sinan’ın göz bebekleri. Ama genç köylüden utanıp ağlayamamış. Usulca;
—Git! İzinlisin bu gün. Var hamama yun da (yıkan da) gel.
Koca Mimar Sinan bunu üzerine caminin yapımını durdurmuş. Ve öncelikle caminin yanına bir hamam yaptırmış.41
100- EKMEĞE SAYGI
Derler ki 1600’lü yıllarda Kayseri’de çok zengin bir adam yaşıyordu. Adamın zenginliği her geçen gün arttıkça artıyordu. Malı mülkü parası çoğaldıkça adamın derdi, sıkıntısı da artıyordu. Bu zenginlikten, varlıktan sonra yoksulluk açlık acısına duçar olurum diye hayıflanıyor, uykuları kaçıyordu. Bir gidip Kayseri’nin mübarek bilinen, saygı duyulan bir şeyhine akıl danışır;
—Ne yapabilirim? Bu sıkıntılardan kurtulmak için neyi tavsiye edersiniz?
Şeyh ona;
—Evladım bildiğim kadarı ile Allah’ı çok sevmekten başka bir derdin yok. O’nu hâşâ unutursan bu dertli zenginlikten kurtulmuş olursun” diyerek onu denemek ister.
Zengin adam dehşetle titrer ve derki;
—Efendim! Bu imkânsız. Yüce Yaratan’ı nasıl unuturum. O’nu bir saniye bile unutarak yaşayamam.”
Şeyh;
—O halde başka bir çare var. Çıplak bir deveye binecek ve uzun bir yola çıkacaksın. Yol boyuncu deve sırtında sadece bir yufka ekmeği yiyeceksin” tavsiyesinde bulunur.
Semersiz deveye binen, bin bir güçlükle yoluna devam eden adam, acıkınca deve sırtında kuru yufka ile karnını doyurmaya çalışırken ekmek kırıntıları yere saçılır. Hemen yere inen adam, Allah’ın en güzel nimetlerinden olan ekmeğin kırıntıları yerde çiğnenmesin diye arayıp toplamaya kalkışır. Ama bulamaz, toplayamaz. Sonunda ekmek kırıntılarının düştüğü yeri ve çevresini satın alır ve etrafını duvarla çevirtir. Gönlü rahat Kayseri’ye döner. Durumu Şeyhine anlatır.
Şeyh yumuşak bir tebessümle gülerek;
—Evet. Dediklerimin hepsini yerine getirdin. Ama yere düşen bir küçük ekmek kırıntısı için ne kadar üzüntü ve zahmet çektiğini biliyorum. Bu günkü servetin o küçücük ekmek kırıntısına duyduğun derin saygının karşılığıdır. Var sağlıcakla otur ve tasalanma.”42
“Eğer şükrederseniz, Bende size olan nimetimi artırım”43
Dostları ilə paylaş: |