4 1. Oturum
İmamet ve hilafetle ilgili konumuzun devamında İmam Hasan'ın (a.s) barışı ve ondan sonra İmam Rıza'nın (a.s) veliahtlığı39 meselesine ulaştık. Her iki konu hakkındaki bir takım soruları cevapladık. Bu konuları tamamlamak için şunu söylemek gerekir ki, Ehl-i Beyt İmamları (a.s) bu hususta bazı açılardan bunlara benzeyen başka bir meseleyle daha karşılaşmışlardır; bu alanda İmam Sadık'la (a.s) ilgili bir takım sorular ve hatta bazı eleştiriler vardır. Bu dört imam, yani Emirulmüminin Ali (a.s), İmam Hasan (a.s), İmam Rıza (a.s) ve İmam Sadık (a.s) dışında diğer imamlar için hilafet meselesi hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. İmam Sadık'la (a.s) ilgili olarak hilafetin icmalen sunulması söz konusudur. İmam Sadık (a.s) hakkında gerçekte iki soruyla karşılaşmaktayız. Biri Ümeyyeoğullarının son döneminde ve Abbasilerin hakimiyetlerinin başlarına tesadüf eden İmam Sadık'ın (a.s) döneminde uygun bir siyasi fırsat oluştu. Ababsiler bu fırsattan yararlandıkları halde neden İmam Sadık (a.s) yararlanmak istemedi? Ümeyyeoğulları'nın gittikçe muhalifeleri artıyordu; ister Araplar arasında, ister İranlılar arasında dinî ve dünyevî nedenlerle muhalifleri artış kaydediyordu. Dinî nedenler halifelerin açıkça işledikleri günah ve fesatlardı. Dindar insanlar onların fasık, zalim ve liyakatsiz kişiler olduklarını tanımış, İslam dininin ileri gelenlerine ve takvalı kişilere karşı işledikleri cinayetlere şahit olmuşlardı. -bu gibi olaylar yavaş yavaş etki bırakıyordu.- Özellikle İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetinden sonra Ümeyyeoğullarına karşı nefret hissi halk arasında daha da arttı ve daha sonra vuku bulan kıyamların ardından -örneğin Zeyd b. Ali ve Yahya b. Zeyd b. Ali b. Hüseyin'in kıyamları gibi- dinî görünümlerini tamamen kaybettiler. Onların günah ve fesatlarını da duymuşsunuzdur. Şarap içme, ayyaşlık ve bu gibi işleri açıkça insanların gözleri önünde yapmaları dinî görünümlerini tamamen yok etmişti. Dolaysıyla halk dinî açıdan onlardan nefret ediyordu. Dünyevî açıdan da hakimleri zulmediyorlardı; özellikle Haccac b. Yusuf'un Irak'ta ve diğer birkaç kişi Horasan'da bir çok zulümler yaptılar. Özellikle İranlılarda; İranlılar arasında da Horasanlılarda -o da geniş anlamında eski Horasan'da- Emevi halifelerine karşı bir hareketlenme oluşmuştu. İslam'la hilafet düzeni arasında bir ayrılık meydana gelmişti. Özellikle Alevilerin bazı kıyamları Horasan'da olağan üstü bir etki bırakmıştı; kıyam edenlerin zahiri açıdan bir zafer elde edememelerine rağmen; kıyamlar tebligat açısından fevkalade bir etki bıraktı. İmam Zeynulabidin'in (a.s) oğlu Zeyd Kufe sınırlarında kıyam etti. Yine Kufe halkı ona biat edip biatlarına sadık kalmadılar; ona karşı çok cani bir şekilde davrandılar. Mezarının nerede olduğu bilinmemesi için arkadaşları geceleyin nehrin suyunu kesip su yatağında onun için mezar kazıp oraya defnettikten sonra tekrar suyu yatağına salmalarına rağmen bu işi yapanların durumu raporlamaları sonucu birkaç gün sonra gelip cenazesini oradan çıkararak astılar. Zeyd'in cenazesi dar ağacında kalarak kurudu. Hatta cenazesinin dört yıl dar ağacında kaldığı söylenmektedir. Zeyd'in Yahya isminde genç bir oğlu vardı. O da kıyam ettikten sonra yenilgiye uğrayarak Horasan'a gitti. Yahya'nın Horasan'a gitmesi orada çok etki bıraktı. Kendisi Emevilerle savaşta öldürülmesine rağmen halk arasında fevkalade bir sevgi kazandı. Zahiren Horasan halkı Resulullah'ın (s.a.a) evlatlarının hilafet düzeni karşısında böyle kıyam başlattıklarını anladılar. O dönemlerde haberler günümüzdeki kadar çabuk yayılmıyordu. Gerçekte İmam Hüseyin (a.s), babası Zeyd ve diğer olayları Yahya tebliğ edebilmişti. Öyle ki Horasanlılar Emevilere karşı kıyam edince -yazıyorlar ki- Horasan halkı Yahya için yetmiş gün yas tuttu. -İlk başta hedefe ulaşmayan inkılapların daha sonra nasıl etki bıraktıkları anlaşılıyor.- Herhalukârda Horasan'da bir inkılap zemini oluşmuştu. Elbette tamamen bir rehber tarafından yönlendirilen bir inkılap değildi; çok şiddetli genel bir rahatsızlığın halk arasında hakim olmasıyla yapılan kıyamlardı.
Abbasilerin Halkın Rahatsızlığından Yararlanmaları
Abbasiler bu olaydan oldukça fazla yararlandılar. İbrahim İmam, Ebu'l-Abbas Seffah ve Ebu Cafer Mensur isminde üç kardeşlerdi. Bu üç kardeş Resulullah'ın (s.a.a) amcası Abbas b. Abdulmuttalib'in torunlarıdır. Şöyle ki bunlar Abdullah'ın, Abdullah Ali'nin ve Ali ise meşhur Abdullah b. Abbas'ın oğludur. Başka bir tabirle şu Emirulmüminin Ali'nin (a.s) ashabından olan meşhur Abdullah b. Abbası'ın Ali isminde bir oğlu var, onun da Abdullah isminde bir oğlu var. Abdullah'ın ise İbrahim, Ebu'l Abbas-i Seffah ve Ebu Cafer isminde üç oğlu var; bu çocukların üçü de gerçekten fevkaladeydi. Bunlar Emeviler'in son dönemlerinde bu olaylardan yararlandılar. Şöyle ki gizlice mübelliğler yetiştirdiler. Gizli bir teşkilat oluşturdular. Kendileri ise Hicaz, Irak ve Şam'da gizlenip bu teşkilatı yönetiyorlardı. Temsilcileri dört bir yanda -daha fazla Horasan'da- halkı Emevi düzenine karşı kıyam ve ayaklanmaya davet ediyorlardı. Fakat kıyamın önderliğini ele alacak belli bir kişiyi tanıtmıyor, "Resulullah'ın Ehl-i Beyt'inden iyi bir kişinin" önderliği adı altında davet ediyorlardı. Buradan halk arasında Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyti (a.s) ve İslam'ın zemini olduğu anlaşılmaktadır; bugün ise Ebu Müslim'in kıyamı gibi bu kıyamlara İranlılık görünümü verip halkın milli İranlılık taassupları nedeniyle bu işe giriştiklerine söyleyenler var. Oysa böyle olmadığına yüzlerce delil vardır. Şimdi bu konuya girmek istemiyorum; fakat bu iddiayı doğrulayacak bir çok deliller vardır. Elbette halk onları istemiyorlardı. Fakat halkın kendilerini kurtarmak için düşündükleri şey Emevilerden kurtulup İslam'a sığınmaktı. Halkın attığı tüm sloganlar İslamî sloganlardı. O büyük ve geniş Horasan'da hilafet düzenine karşı kıyam eden halkı İran yanlısı sloganlar yerine İslamî sloganlar atmaya zorlayacak bir güç yoktu. O dönemde Horasan halkı hilafet ve İslam'ın hakimiyetinden çıkmayı isteselerdi, bu işi çok kolay bir şekilde yapabilirlerdi; fakat bunu yapmadılar. İslam adına ve İslam için hilafet düzenine karşı mücadele ettiler. Dolayısıyla hicretin 129. yılında Merv şehrinin "Sefidnah" adlı bir köyünde kıyamlarını gerçekleştirdiklerinde -bu iş için zaman olarak Ramazan bayramını tayin ettiler ve bayram namazından sonra da kıyamlarını ilan ettiler- bayraklarının üzerine Kur'an-ı Kerim'in cihat hakkındaki şu ayeti yazmışlardı: "Kendileriyle savaşılan(mü'min)lere (karşı koyma) izn(i) verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allâh, onlara yardım etmeğe kâdirdir."40 Bu ayet Kur'an-ı Kerim'in cihad hakkındaki ilk ayetidir. Ne kadar güzel bir ayet değil mi! Müslümanlar Mekke'de oldukları müddetçe Kureyş'in zulüm ve haksızlıkları altında inliyorlardı; cihad etme izinleri de yoktu. Medine'de zulme uğrayan kişilerin kendilerini savunmaları adı altında cihad etmelerine izin verildi. Esasen İslam cihadı -Hac suresindeki- bu ayetle başladı. Slogan edindikleri diğer ayet ise şuydu: "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allâh yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allâh bilendir, haber alandır."41 Bu ayetle Emeviler'in İslam dinini emirlerine aykırı olarak Arap milliyetçiliğini ön plana çıkarıp Arapların acemlerden üstün olduğunu savunduklarına ve bunun ise İslam dininin kesin buyruklarına aykırı olduğuna işaret edilmektedir. Yani gerçekte Arapları İslam'a davet ediyorlardı.
Bir hadiste, -ben bu hadisi “İslam ve İran'ı birbirlerine karşılıklı hizmetleri" adlı kitapta naklettim- Resul-i Ekrem (s.a.a) veya ashaptan birinin gelerek bir mecliste şöyle dediği geçer: "Rüya aleminde beyaz koyunların siyah koyunların içine girip eşleştiklerini ve onların bir takım yavrular doğurduklarını gördüm." Sonra Resulullah (s.a.a) bu rüyayı şöyle yorumladılar: Acemler İslam dini konusunda size ortak olup erkekleriniz onların kadınlarıyla ve kadınlarınız da onların erkekleriyle evlenecekler. -Bu cümleden maksadım şudur:) Bir gün siz İslam için acemlerle savaştığınız gibi acemlerin de İslam için sizinle savaştığını görüyor gibiyim. Yani bir gün siz acemleri Müslüman etmek için onlarla savaşıyordunuz, bir günde onlar sizi tekrar İslam'a döndürmek için sizinle savaşacaklar; bu hadisin örneği elbette bu kıyamdır.
Abbasiler gizli bir teşkilatla bu kıyamı yönlendiriyorlardı; hem de çok dakik, düzenli ve iyi bir şekilde. Ebu Müslim'i de onlar Horasan'a gönderdiler; yoksa bu kıyam Eba Müslim tarafından başlatılmamıştır. Onlar Horasan'a elçiler göndermişler, onlar da halkı kıyama davet ediyorlardı. Esasen Eba Müslim'in de neyin nesi ve nereli olduğu belli değil. Bu güne kadar tarih onun İranlı mı, yoksa Arap mı olduğunu; İranlıysa İsfahanlı mı, yoksa Horasanlı mı olduğunu ispatlayabilmiş değil. O -yirmi küsur yaşında- genç bir köleydi. İbrahim İmam onunla karşılaşıp çok yetenekli biri olduğunu anlayınca onu Horasan'a gönderdi; bu adam bu iş için iyidir dedi. O gösterdiği başarılarla diğerlerini etkileyip Horasan'da bu kıyamın önderliğini ele geçirebildi. Eba Müslim siyasi anlamda çok başarılı biri olmasına rağmen çok kötü biriydi; yani insanlıktan haberi olmayan bir kişiydi; Eba Müslim, Haccac b. Yusuf gibi biriydi. Haccac b. Yusuf böyle bir kimlikle Araplar arasında önplana çıktığı gibi, Eba Müslimde ona benzer kimliğiyle ortaya çıktı. Haccac da çok zeki bir kişiydi; yetenekli ve Abdulmelik'in işine yarayan çok başarılı komutandı. Ama aynı zamanda insanlıktan haberi olmayan insanlığa çok zıt bir kişiydi. Hükümeti döneminde yüz yirmi bin kişi öldürdüğü söylenmektedir; Eba Müslim'in de altı yüz bin kişi öldürdüğünü söylüyorlar. Küçücük bir bahaneyle çok samimi arkadaşını öldürüyor, milliyetçilik taassubuna sahip olduğu söylenebileceği "bu İranlıdır, şu Arap'tır" sözünden de hiç anlamazdı.
İmam Sadık'ın (a.s) bu davetlere müdahale ettiğini görmüyoruz; fakat Abbasiler fazlasıyla müdahale ettiler ve gerçekten canlarından geçtiler; sürekli olarak da "Ya öldürülüp yok olacağız ya da hilafeti bunların elinden çıkaracağız" diyorlardı.
Burada şunu da ekleyelim ki, Abbasilerin bu kıyama önderlik eden, yönlendiren iki mübelliğleri vardı; biri Irak ve Kufe'de -gizli-, diğeri ise Horasan'daydı. Kufe'deki mübelliğleri "Eba Semle-i Hallal" diye meşhurdu. Horasan'daki ise Eba Müslim'di; dediğimiz gibi Eba Müslim'i Horasan'a gönderdiler; o da orada ilerlerdi. Eba Semle birinci, Eba Müslim ise ikinci derecedeydi. Eba Selme'ye "Âl-i Muhammmed'in veziri", Eba Müslim'e ise "Âl-i Muhammed'in emiri" lakabını vermişlerdi. Eba Semle çok tedbirli bir kişiydi. Siyasetçi, tedbirli, iş bilir, bilgili ve sohbeti güzel biriydi. Eba Müslim'in kötü ve çirkin işlerinden biri Eba Selme'yi kıskanması, onunla rekabete geçmesiydi; Eba Selme'yi ortadan kaldırmak için bulunduğu Horasan'dan Ebu Abbas Seffah'a, "Bu tehlikeli bir kişidir; onu ortadan kaldır" diye mektuplar yazarak kişileri ona karşı tahrik etmeye başladı. Ebu Abbas Seffah'ın amcalarına, yakınlarına sürekli mektup yazıp tahrik etti. Fakat Seffah buna bir türlü razı olmuyor, "Bana bu kadar hizmet eden, bu kadar fedakârlıkta bulunan birini neden öldüreyim?" diyordu. "Onun kalbinde başka bir şey var; hilafeti Abbasilerden alıp Ebutalip oğullarına teslim etmek istiyor" dediler. Fakat Seffah, "Bu bana ispatlanmış değil; böyle bir şey olsa bile bu boş bir hayalden başka bir şey değil. İnsanoğlu sürekli bu gibi hayallere kapılır" şeklinde cevap verdi. Her ne kadar Seffah'ı Ebu Selme'yi öldürmeye zorladıysa da Seffah kabul etmedi. Fakat Ebu Selme'nin bu komplodan haberi olduğunu öğrenince onu kendisi ortadan kaldırmaya girişti. Ebu Seme çoğu akşam Seffah'ın yanına gidip onunla sohbet ediyor ve gece yarısı dönüyordu. Ebu Müslim Ebu Selme'yi öldürmeleri için bir grubu görevlendirdi. Onlar da gidip onu öldürdüler. Seffah'ın çevresindekiler de katil veya katillerle birlikte oldukları için gerçekte Ebu Selme'nin kanı heder oldu; bu olay Seffah'ın hilafetinin ilk yıllarında vuku buldu. Şimdi nakledilen ve kafalarda bir çok soru uyandıran olay şudur:
Dostları ilə paylaş: |