Şİİr niteliĞİndeki Kİtaplara giRİŞ


:1-3 Siyon’un büyüklüğünün nedeni elbette Tanrı tarafından seçilmiş olmasıdır. Rab onu kutsal dağlar



Yüklə 1,7 Mb.
səhifə20/33
tarix29.07.2018
ölçüsü1,7 Mb.
#62754
növüYazi
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33

87:1-3 Siyon’un büyüklüğünün nedeni elbette Tanrı tarafından seçilmiş olmasıdır. Rab onu kutsal dağlar üzerine kurdu. Kapılarını ülkedeki diğer bütün kentlerin konutlarından daha çok sever. Gerçek görkemi gelecekte ortaya çıkacaktır. Uzun zamandır beklenen Kral’ın, Mesih’in krallığının başkenti ola­caktır. Bu mezmur, Tanrı kenti olan Siyon hakkında yüce sözlerin söyleneceği o günü özlemle bekler.

Kent, pek çok ulusun ruhsal doğum yeri olacaktır:


Daha sonraki günlerde, Rab’bin evinin dağların tepesine kurulacağı günler gele­cek ve bu dağların tepesi, bütün tepelerden yüksek olacaktır. Bütün uluslar bu tepeye akın edecektir. Pek çok kişi gelerek şunları söyleyecektir: “Haydi, RAB’bin dağına, Yakup’un Tanrısı’nın tapınağına çıkalım diyecekler, O bize kendi yolunu öğretsin, biz de O’nun yolundan gidelim” (Yşa.2:3).
87:4 Dördüncü ayette bu konu işleniyor gibidir: Siyon, anne olarak şahıs­landırılır; Siyon’u anne olarak tanıyan bu ülkeler arasında güneyde Rahav’ın (Mısır), kuzeyde Babil’in bulunduğu söylenir. İnsanlar aynı zamanda, Filist, Sur ve Etiyopya’dan (Kûş) da Yeruşalim’de doğmuş uluslar olarak söz ede­ceklerdir. Bu uluslar, Siyon’u dünyanın ruhsal, politik ve ekonomik başkenti olarak kabul eden uluslar arasında yer alacak, Büyük Kral’a tapınmak ve arma­ğanlar sunmak için Siyon’a çıkacaklardır (Yşa.60:5-7). Çardak Bayramı’nı kutlamak için Siyon’a çıkmayı reddeden uluslar, kuraklık ve belayla karşılaşa­caklardır (Zek.14:16-19).

87:5 Bu nedenle Siyon ulusların ruhsal (yeniden) doğum yaşayacakları yer olarak kabul edilecektir. Çünkü En Yüce Olan orayı sarsılmaz kılacaktır.

87:6 Rab halkını sayarken, bazı ulusların, Siyon’un gerçek vatandaşı ol­malarının, asıl yazgıları bu olduğunun farkına vardıklarını özenle kaydedecek­tir. Başkenti ziyaret etmelerinin nedenleri,
O’nun mimarisine hayranlık duymak veya surlarındaki mazgallı siperlere bak-mak ya da kente tapınmaya gelmiş oymaklara imrenmek değildir. Baş­kenti, va-tandaş olarak kişisel dokunulmazlıklarını ilan etmek, korunduklarını görmek, ya-salarına uymak, mutlu toplumunda yaşamak ve sevmek, görkemli Mimarı ve Nö-betçisi’yle paydaşlık etmek için ziyaret ederler.58
Gaebelein bu konuda şunları yazar:
RAB, Siyon’un yüceltilmesi ve bereketi aracılığıyla krallığa getirilen ulusları kaydeder. Sonra Siyon bütün dünyanın görkemli başkenti olur.59

87:7 Bu, bir şenlik ve tatil zamanı olacaktır. Ezgiciler ve müzik aleti ça­lanlar, “Bütün kaynaklarım sendedir!” ezgisini söyleyen koroya katılacak­lardır. Yeruşalim artık bir gözyaşı ve üzüntü yeri olmayacak, bir bereket çeş­mesi, tazelenme kaynağı ve yeryüzündeki bütün uluslar için ruhsal bir yuva ha­line gelecektir.

Ama mezmuru bitirmeden önce, yapılması gereken kişisel bir uyarlama bu­lunur: Tanrı’nın, halkını kaydedeceği bir zaman gelecektir. Bu, göklerdeki hal­kın sayımı olacaktır. Bu sayıma katılmaya hak kazandıran tek unsur, yeniden doğuş olacaktır. Yalnızca yeniden doğmuş olanlar Tanrı’nın Egemenliği’ne gi­receklerdir (Yu.3:3-5). Bu nedenle Tanrı, halkını kaydederken şöyle diyecektir: “Bu adam Siyon’da yeniden doğmuştur.”

Tanrı bunu sizin için de söyleyebilecek midir?

Göksel vatandaşlığa hak kazanabilmeniz için tek bir yol bulunur. Bu da Yuhanna 1:12’de belirtilmiştir:


Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hak-kını verdi.
88. Mezmur: En Üzücü Mezmur
88. Mezmur’a geldiğimizde, insanın yaşamış olduğu üzüntü ve sıkıntının en uç noktasına ulaşırız. Mezmur yazarı burada, içinde bulunduğu durumun umut­suzluğunu tanımlamak için şimdiye kadar çekmiş olduğu hüzün ve acılara göz gezdiriyor gibidir. Her şeyin sonuna gelmiştir. Kendisini, şifa bulmaz hastaların yer aldığı, dışlanan bir koğuşun listesinde yer alıyormuş gibi hisseder. Tek gi­deceği yer morgdur. Üzerine bir çarşaf çekilip arabayla götürülmesi, yalnızca an meselesidir.

88:1,2 Mezmurun tek umut veren noktası, ilk ayetteki Tanrı’nın adıdır: “Ya RAB, beni kurtaran Tanrı.” Gaebelein bunu, hüznü delip geçen tek gü­neş ışını, gecenin koyu karanlığını aydınlatan tek yıldız olarak adlandırır.

Ama yazar hemen umutsuz durumunu yaslı bir biçimde tanımlar. Gece gün­düz Rab’be yakarmaktadır, ama esenlik bulamamıştır. Tanrı duasını işiterek ve ona yardımcı olarak bu kördüğümü ne zaman çözecektir?



88:3-7 Yaşamı sıkıntılarla doludur. Kaçınılmaz olarak ölüme ve mezara doğru ilerlemektedir. Ölüme terk edilmiştir, hatta çoktan ölü sayılmaktadır. Bütün gücü tükenmiştir. Şimdi cesetlerle dolu bir savaş alanında, bilincini yi­tirmiş bir asker gibi ölüler arasına atılmış ya da bir savaş kurbanı gibi diğer ce­setlerle birlikte toplu bir mezara gömülmüştür. Tanrı tarafından unutulduğunu ve bu nedenle artık Tanrı’dan bir şey bekleyemeyeceğini hisseder. Bir hücreye gönderilmiş esir gibi, Tanrı tarafından çukurların en derinine terk edilmiştir. Hücresi dehşet, karanlık ve kötülük doludur. Yalnızca tek bir açıklamanın ola­bileceğini hisseder: Tanrı ona kızgındır ve tanrısal yargının dağ gibi dalgaları altında bırakılmaktadır.

88:8,9 Tanıdıkları, onu bir cüzamlıymışçasına terk etmişlerdir. Ona, gö­rüntüsü korkunç ya da “lanetlenmiş” biriymiş gibi davranırlar (Knox). Kaçıl­ması mümkün olmayan bir hücreye kapatılmıştır. Bir zamanlar parlak ve ifade dolu gözleri, bütün parıltısını yitirmiştir. Duaların yararı yok gibidir. Rab’be her gün ellerini kaldırarak yürekten yakarmakta, ama hiçbir şey değişmemek­tedir.

88:10 Sonra bir dizi soruyla, Tanrı’ya, mezmur yazarının ölümünden ne ya­rar sağlayacağını sorarak meydan okur. Sorular, Eski Antlaşma kutsallarının ölüm ve ölümden sonraki yaşam hakkındaki eksik bilgilerini ortaya koymakta­dır. Aynı zamanda bize verilen güvence için de minnettarlığımızı uyandırmak­tadır. Ölerek dünyadan ayrılıp Mesih’le birlikte olmak çok daha iyi­dir (Flp.1:23). Şimdi soruları gözden geçirelim:

Tanrı, harikalarını ölülere mi gösterecektir? İma edilen yanıt, “Hayır”dır. Yasa altında yaşayan bir Yahudi için ölüm, yapıcı hiçbir şeyin asla gerçekleş­mediği, bir unutulanlar diyarı olarak bilinir.

“Gölgeler” mi kalkıp Tanrı’yı övecek? Ölerek dünyadan ayrılmış olanlar, Tanrı’yı övemeyecek, hayalete benzeyen gölgeler olarak görülürler.

88:11,12 Tanrı’nın değişmeyen sevgisi mezarda mı, sadakati yıkım diya­rında mı duyurulacaktır?
Ölüler diyarının gri, gaddar, tozlu hollerinde hiçbir eylem ya da konuşmanın mümkün olamayacağına inanıldığından, Kendisini gayretli övgüleriyle da­ima hoşnut eden kişileri mümkün olduğu kadar uzun süre hayatta tutmak Tanrı’nın işine gelirdi.60
88:13-18 Mezmur yazarı büyük sıkıntısıyla, yenilenmişe benzeyen yaka­rışlarla Rab’be yalvarır. Rab, yaşadığı sürece her sabah onun tutkulu dualarını işitecektir. Tanrı’nın kendisini terk edişi, merhamet ya da iyiliğini geri çekmesi nedeniyle duyduğu şaşkınlığı ifade eder. Gençliğinden beri ölümle ve sıkıntıyla burun burunadır. Şimdi tanrısal dehşetlerin girdabında şaşkın, üzgün ve çare­sizdir. Tanrı’nın hiddetli gazabı onu deniz altındaki yer sarsıntılarında oluşan büyük dalgalar gibi kaplamış ve dehşetleri onu soluksuz bırakmıştır. Öfkeli sel, dinmeyerek çevresini kuşatmaktadır; bütün dalgalar birleşerek ona saldırmakta­dır. Tanrı; eşini, dostunu ve arkadaşını ondan uzaklaştırmış gibidir. Ona tek eşlik eden dostu, karanlıktır.

En üzücü mezmur böylece sona erer. Eğer bu mezmurun Kutsal Kitap’ta ne­den yer aldığını merak edersek, J. N. Darby’nin tanıklığına kulak verebiliriz. Bir zamanlar bu mezmurun kendisine yardım eden tek Kutsal Yazı olduğunu söy­lemiştik, çünkü mezmur yazarı kadar alçalan birini görmüştü. Clarke, bilinme­yen bir kaynaktan şu alıntıyı yapar:


Kutsal Kitap’ta bunun gibi yalnızca tek bir mezmur bulunur; bu mezmur yazarı­nın deneyiminin ne kadar ender olduğunu ima etmek içindir. Ama en umutsuzca acı çekenlerin bile Tanrı tarafından terk edilmeyeceğine ilişkin güvence veren de yine bu mezmurdur.61
89. Mezmur: Tanrı’nın Davut’la Yaptığı Antlaşma
89:1,2 Başlangıçta Eytan, Davut’un antlaşmasında ifade edilen, RAB’bin değişmeyen sevgisi ve sadakatine duyduğu kişisel sevinci bildirir. Rab’bin sevgisini sonsuza kadar övmeye kararlıdır, çünkü O’nun sevgisi tükenmez.

89:3,4 Tanrı Davut’la yaptığı antlaşmayı anımsar. Davut O’nun seçilmiş kulu olduğu için soyu sonsuza dek sürecek, tahtı kuşaklar boyunca sürekli kı­lınacaktır. Kesintiye uğramayan bir hanedan hüküm sürecektir!

89:5 Eytan imanla, antlaşmayı yapan Rab’bin harikalarını aktarır. Rab’be adeta Kendi adının onurunun tehlikede olduğunu hatırlatıyor gibidir.

89:6-8 O, göklerdeki hiçbir melekle kıyaslanamaz. Çok sayıda ilahi varlık, O’nun harikalarını ve sadakatini övmeye çağrılır. O, göksel yaratıkların hep­sinden üstündür. En büyükleri bile O’nun önünde saygıyla ve huşu içinde eği­lirler; O’nun kendileriyle kıyaslanamayacak kadar ulu olduğunun farkındadırlar. Hiç kimse Her Şeye Egemen Tanrı kadar güçlü olamaz, O’nun sadakati, çev­resini sarar.

89:9,10 Ama hepsi bu kadar değildir. Tanrı, yaratılışta, sağduyuda ve ahlâk açısından yücedir (9-15’inci ayetler). Yaratılıştaki büyüklüğünün etkileyici yönlerinden biri de kabaran denizi yönetmek ve onun dalgalarını dindirmek­tir. Bunu Celile’de yıllarca yaptı. Bunu bugün de halkının fırtınalı yaşamlarında yapmayı sürdürmektedir. İlahi büyüklüğüne gelince; Halkın Mısır’dan çıkışı sı­rasında (Rahav) Mısır’ı bozguna uğratmasından daha iyi bir örnekle kanıt gös­terilebilir mi? Bu kibirli ulusu, kurbanının leşini parçalayan bir aslan gibi ezdi; düşmanlarını rüzgarın önündeki yapraklar gibi savurdu.

89:11-13 Gökler ve yeryüzü, O yarattığı için O’nundur; yeryüzü ve üze­rindeki her şey O’na aittir, çünkü temelini O atmıştır. Kuzey ve güney, varlık­larını O’na borçludurlar. Tavor ve Hermon dağları, O’nu Yaratıcıları olarak tanıdıkça sevinçlerini başlarını kaldırarak dile getirirler. Kolu müthiş güçlü, sağ eli yüce ve kudretlidir.

89:14 Ahlâksal yetkinliklerine gelince; tahtı doğruluk ve adalet ilkeleri üzerine kuruludur. Sevgi ve sadakat önünsıra gider.

89:15-18 Antlaşma yapmış Tanrı’nın büyüklüğünü saydıktan sonra, Eytan şimdi halkının bereketlerini tanımlar: “Ne mutlu sevinç çığlıkları atmasını bilen halka!” Dindar Yahudi için sevinç çığlığının anlamı, dinsel takvimin önemli kutsal günlerinde Yeruşalim’e yürürken halkın yükselttiği sevinç çığ­lıklarıydı. Bizim açımızdan bu sevinç çığlıkları daima Müjde’nin sevinçli sesi olacaktır. Bu mutlu insanlar çeşitli şekillerde tasvir edilir. Yüzünün ışığında yürürler; bu, O’nun iyiliğinin tadılması ve Ruhu tarafından yönlendirilmeleri anlamına gelir. O’nu sevinçlerinin kaynağı olarak görür ve O’nun doğruluğuna sahip oldukları için daima sevinirler. Kendi güçleriyle övünmez, ancak O’nun gücüyle övünürler. Güçlerinin çoğaltılması O’nun bir lütfudur. Başka bir de­yişle, güçlendirilirler. Çünkü kalkanımız Rab’be, kralımız İsrail’in Kut­salı’na aittir.

89:19 Eytan böylece RAB’bin Davut’la yaptığı antlaşmaya gelir (19-

37’nci ayetler): Yıllarca önce Tanrı, sadık olan kuluna bir görümde seslenmişti. Sadık ya da kutsal olan sözcüğü Samuel’e (1Sa.16:1-12), Natan’a (2Sa.7:1-17) ya da belki de RAB’bin kulu olan Rab İsa Mesih’e işaret ediyor olabilir. Koşul­suz ve özgür bir lütuf antlaşması yaparak, tacı kudretli birine giydirdi ve in­sanlar arasında seçilen birini yüceltti. Davut’un bu tanımlamalarından çoğu, bize Davut’tan sonra gelecek olan Kral Mesih’i neredeyse içgüdüsel olarak göstermektedir.



89:20-24 RAB, Davut’u Samuel aracılığıyla kardeşlerinin arasından seç­miş ve kral olarak atananlar için kullanılan kutsal yağla meshetmişti. Ant­laşma, Tanrı’nın elinin sonsuza kadar Davut’un üzerinde olacağını, tahtının mi­rasçılarının korunacağını ve O’nun sağ elinin ihtiyaç duyulacak gücü sağlaya­cağını güvence altına alıyordu. Kralın düşmanları kurnazlıklarıyla onu aldata­mayacaklar, kötüler ona sıkıntı veremeyeceklerdi. Rab düşmanlarını ezmeyi ve ondan nefret edenlere bela göndermeyi vaat etmişti. Rab’bin sadakati ve merhameti onu asla terk etmeyecek ve Davut’un evi, gücünü O’ndan alacaktı.

89:25 İbrahim’e verilen vaade uygun olarak (Yar.15:18), krallığın son sı­nırları Akdeniz’den Fırat Irmağı’na kadar uzanacaktı. Yaratılış 15’inci bölümde Mısır Irmağı’ndan Fırat Irmağı’na kadar uzanan bir bölgeden söz edilmektedir, ama Mısır Irmağı Akdeniz’e döküldüğünden, sınırlar aynıdır.

89:26,27 Davut RAB’bi Babası, Tanrısı ve sığınacağı Kaya olarak ka­bullenecekti. Tanrı bunun karşılığında O’nu ilk doğan, yeryüzündeki kralla­rın en yücesi yapacaktı. Buradaki “ilk oğlum” ifadesi, bazen Meryem’in ilk Oğlu (Luk.7) anlamına gelebilir. Ama bu Davut için geçerli olamazdı, çünkü o Yesse’nin son doğan oğluydu. Burada “ilk” sözcüğü, ayetin devamında açıkla­nan, “Dünyadaki kralların en yücesi” olarak ilk onura sahip olma anlamındadır. Aynı şekilde Pavlus, Rab İsa’dan “bütün yaradılışın ilk doğanı” (Kol.1:15) olarak söz ettiğinde bu anlamı belirtiyordu. Bu ayetin anlamı, İsa’nın ilk yaratı­lan varlık olduğu değildir; bazı tarikatlar bu öğretişi benimser, ama bu ayetin anlamı, Rab İsa’nın bütün yaratılışın üstünde olduğudur.

89:28,29 Tanrı’nın Davut’a duyduğu sevgiyi hiçbir şey asla değiştiremeye­cektir. Yine aynı şekilde, hiçbir şey onunla yaptığı antlaşmayı etkileyemeye­cektir. Davut’un tahtı daima var olacak ve hanedanı sonsuza kadar sürecektir.

89:30-32 Antlaşma, Davut’un oğulları günah işlediklerinde onların ceza görmesine engel olmayacaktı. Yasayı bozdukları zaman adalet yerine gelecekti. Tarihsel açıdan gerçekleşenler de bunlardı. Davut’un soyları RAB’be karşı sa­dakatsizlik ettiler ve O, onları sopayla ve Babil’deki sürgünlerinde dayakla azarladı.

89:33 Yine de antlaşma bozulmadı; krallığın ışığı her ne kadar bir süre için karartıldıysa ve Yeruşalim’de egemenlik süren kralın bulunmadığı dönemler yaşandıysa da, Tanrı yine de kraliyet tohumunu mucizevi biçimde koruyordu. Krallığını kendi zamanında yeniden kuracaktı.

89:34-37 Mümkün olan en güçlü ifadeyle, Tanrı antlaşmasının bozulma­yacağını ve Davut’a verdiği vaadi tutmaktaki kararlılığını tekrarlar. Davut’un soyu sonsuza kadar sürecek, onun tahtı gökteki güneş ve ay gibi sonsuza kadar kalacaktır.

89:38,39 Koşullara dışarıdan bakıldığında, Tanrı’nın Davut’la yaptığı ant­laşmayı unutmuş olduğu düşünülebilir. Babilliler Yahuda’yı kuşatmış ve halkı sürgüne götürmüşlerdi. O günden bu güne kadar, Davut’un tahtına kimse otur­mamıştı. Ama Tanrı antlaşmasını unutmamıştı. Yaklaşık iki bin yıl önce Da­vut’un şehrinde doğan Rab İsa, Yusuf’un evlat edinilmiş oğlu gibiydi. Yusuf, Yahuda krallarının soyundan geldiğinden, İsa onun aracılığıyla Davut’un tah­tıyla ilgili yasal hakkını miras aldı (Mat.1). İsa Meryem’in gerçek oğluydu. Meryem Natan aracılığıyla Davut’un soyundan geldiğinden, Rabbimiz de Da­vut’un soyundandır (Luk.3:23-38). Böylece antlaşma, Rab İsa Mesih’le yerine gelir. Davut’un tahtı O’nun aracılığıyla sonsuza kadar sürer. O, sonsuz bir ya­şamın gücünde yaşadığından, tahtta Davut’un soyundan oturacak bir kişi daima bulunacaktır. Bir gün, belki de çok yakında, Davut’un tahtındaki haklı yerini almak için yeryüzüne geri dönecek ve Davut’un en büyük Oğlu olarak egemen­lik sürecektir.

Eytan elbette o zaman bunu göremezdi. Ona göre, antlaşma parçalanmış gi­biydi. Tanrı’nın kraliyet soyunu kestiğini ve reddettiğini, meshettiği krala karşı öfkelendiğini söyleyen yakınmalarına kulak verin. Eytan için olanların tek açıklaması, Tanrı’nın Davut’a verdiği sözden vazgeçmesi, tacını yere atarak kirletmesiydi. Eytan yüreğinin derinliklerinde Tanrı’nın sözünden vazgeçmeye­ceğini biliyordu, ama görünen kadarıyla gerçekleşen buydu.



89:40-45 Yeruşalim’in duvarlarında gedikler açılmış, kaleleri darmadağın edilmişti. Kentin içinden geçen yolcular onu yağmaladılar, düşman olan komşu uluslar Yahuda’nın kötü durumuna sevindiler. İsrail’in düşmanları kazandık­ları zafer nedeniyle sevinç çığlıkları attılar. Tanrı halkının kullandığı silahlar savaşta işe yaramamıştı; askerler düşmana karşı duramamışlardı. Kral tahttan indirilmiş ve tahtı yıkılmıştı. Aşağılanmış ve utanç içinde zamanından önce yaşlanmıştı.

89:46-48 Antlaşmayı yapan Rab, sanki halkından saklanıyor gibiydi. On­lara duyduğu öfke, yangını andırıyordu. “Ne zamana dek, ya RAB?” yakarışı tekrar gökyüzüne doğru kanat açar. Eytan, Tanrı’dan insan yaşamının ne kadar kısa sürdüğünü, insanoğlunun ne kadar zayıf olduğunu anımsamasını ister. Onun zamanında yaşayan herkes, ölümü göreceğinden emin olabilirdi; sonuçta kazanan daima mezarın gücü olurdu. Bizim Eytan’ınkinden daha büyük bir umudumuz var. Herkesin ölmeyeceğini, bazılarının, Rab İsa kilisesini gökyü­zündeki evine geri götürmek için geldiğinde değiştirileceğini biliyoruz (1Ko. 15:51; 1Se.4:13-18). Ancak bu, o zamanki Eski Antlaşma kutsalları için bir sırdı.

89:49-51 Eytan’ın feryatları çok cesur ve ısrarlıdır. Rab’be o eski sevgisi­nin, Davut’a göstereceğine ant içtiği o sadık sevgisinin nerede olduğunu müm­kün olan en güçlü ifadeleri kullanarak sorar. İsrail’in düşmanlarının alaylarına ve hakaretlerine karşı çok duyarlıdır. Hem meshettiği krala, hem de Eytan’ın kendisine hakaret etmektedirler.

89:52 Ancak son ayette, iman zafer kazanır. Eytan sorularına yanıt alamasa da, RAB’bi yine de kutsayabilmektedir. Şöyle der gibidir: “Rab, anlayamıyo-rum, ama yine de güveneceğim.” Böylece kendinden geçmiş bir şe­kilde duasını şöyle noktalar: “Sonsuza dek övgüler olsun RAB’be! Amin! Amin!”
IV. DÖRDÜNCÜ KİTAP (90 - 106. Mezmurlar)
90. Mezmur: Ölüm Çanının Çalması
Bu mezmuru açıklarken kutsanmış bir hayal gücü kullanmama izin verin. Olay Sina Çölü’nde geçmektedir. Casusların Kadeş-Barnea’dan kötü haberlerle dönmelerinin üzerinden yıllar geçmiştir. Halk şimdi hâlâ çölün çevresinde güç­lükle yürümekte, ama hiçbir yere varamamaktadır. Bu yaşadıkları boş bir dene­yimdir.

Her sabah, bir haberci Musa’nın çadırına yeni kayıpların listesiyle gelmekte­dir. Ölüler, ölüler ve daha çok ölüler. Haberlerin tek konusu ölü biyografileridir ve çöl gittikçe genişleyen bir mezarlığa benzer. Halk kamp yerinden ayrıldı­ğında, arkalarında bir başka mezarlık daha bırakmaktadır.

Bu özel günde, Tanrı adamı Musa, artık sabrının sonuna gelmiştir. Giderek daha yüksek sesle çalan ölüm çanından bezmiş olarak çadırına geri çekilir, yü­zükoyun yere yatar ve bu duayla Tanrı’nın önüne gelir.

90:1,2 İnsan, geçici ve ölümlü dünyanın ortasında, Rab’bin sonsuzluğunda rahatlık bulur. Var olan her şey solup gözden kaybolur, ama Tanrı değişmez. O, halkı için bir barınaktır. Öncesizlikten sonsuzluğa dek Tanrı O’dur. Ölümsüz, sonsuz ve değişmez bir karaktere sahiptir. Bilgeliğe, güce, kutsallığa, adalete, iyiliğe ve gerçeğe sahiptir.

90:3,4 Tanrı’nın sonsuzluğu ve insan yaşamının kısalığı karşılaştırıldı­ğın-da, müthiş bir zıtlık görülür. Sanki Tanrı sürekli, “Toprağa dönün” der gibi­dir. Asla son bulmayan bir çizgide mezara doğru zahmetle yürünür. Sonsuz Olan için, düşmüş insanın yaşam süresi geçmişteki bir anı ya da gecenin bir parçası gibidir. O’nun gözünde bin yıl, geçmiş bir gün, dün gibi, bir gece nöbeti gibidir.

90:5,6 İnsan yaşamı Musa’ya bile bir uyku gibi gelir. Uyursunuz, düş gö­rürsünüz, uyanırsınız ve hâlâ zamanın geçtiğinden haberiniz yoktur. Ya da me­cazı değiştirecek olursak, yaşam ot gibidir: Sabahları taze ve yeşildir, sonra so­lar ve akşam olunca kurur. Spurgeon yaşam için şöyle demişti: “Ekilir, filizle­nir, büyür, biçilir ve yok olur.”

90:7-10 Ölüm, dünyaya giren günahın bir sonucuyken, Musa çölde olup bitenlerin, Tanrı’nın yaptığı özel bir ziyaret nedeniyle gerçekleştiğini fark eder. Mısır’dan ayrıldıklarında yirmi yaşında ya da üzerinde olan bütün erkekler, Ke­nan ülkesine ulaşmadan öleceklerdir. Ölüm çanının çalması, Tanrı’nın halkına duyduğu kızgınlığın bir işaretidir. Çünkü Kalev ve Yeşu’nun teşviklerine uya­rak Kenan ülkesine gitmek yerine, imansız casusların tarafını tutmuşlardır. Suçları ve gizli günahları Tanrı’yı sürekli sinirlendirip dertlendiriyordu. Bunun sonucu olarak İsrailliler, Tanrı öfkesinin koyu ve karanlık bulutu altında yaşı-­

yor ve O’nun gazabının çalkalanan dalgaları altında eziliyorlardı. Bazılarının belirlenen ömrü yetmiş yıl sürer, bazılarının da seksene ulaşır. Ama yaşam, onlar için bile bir usançtır. Bir hastalık diğerini izler. En küçük görevler bile yo­rar. Çok geçmeden nabız atışı durur ve biri daha anılarda kalan bir insan haline gelir.



90:11,12 Tanrı adamı, öfkelenen Tanrı’nın önünde huşu içinde durur. O’nun gazabının gücünü kim bilebilir? Kim O’na yeterince saygı gösterebilir? Emin olduğumuz tek şey şudur: Yaşadığımız her günü değerlendirmeliyiz. Her günü O’nun sözünü dinleyerek geçirmeliyiz.

90:13,14 Musa Tanrı’ya, halkına merhamet ederek geri dönmesi için yal­varır. Öfkesi sonsuza kadar mı sürecektir? Onlara acımayacak mıdır? Ömürleri­nin geri kalan günlerinde onlara merhamet ederse, sükunet ve mutluluk içinde yaşayabilirler.

90:15,16 Musa burada, çile çekilen yıllar kadar sevinç içinde geçireceği bir ömürlerinin olması için yalvarır. Tanrı’nın İsrail’i sevindirmesini istemektedir. Tanrı’nın yargısını zaten görmüşlerdi; şimdi Rab’den diğer yüzünü gösterme­sini, yani lütfetmesini ister.

90:17 Sonunda, aracı, Rab’den seçmiş olduğu halkına merhametle bakma­sını ve onların çabalarını verimli kılmasını ister: “Evet, ellerimizin emeğini boşa çıkarma.”

90. Mezmur, geleneksel anlamda Hıristiyan cenazelerinde okunan bir mez-mur olarak tercih edilmiştir. Bu seçim doğrudur, çünkü 90. Mezmur bize yaşa-mın kısalığını ve zamanı ya da fırsatları değerlendirme gerekliliğini hatırla­tır. Ancak mezmur, Yeni Antlaşma döneminin teselli ve güvencesini taşıma­mak-tadır. Mesih, “Müjde aracılığıyla yaşam ve ölümsüzlüğü” açığa çıkarmıştır. Ölmenin kazanç olduğunu biliriz; ölmek, bedenden uzakta olmak ve Rab’le bir­likte yuvada olmaktır. Böylece mezmurun koyu ve karanlık başlangıcı, imanlı­nın Mesih’e duyduğu umudun zaferi ve sevinciyle yer değiştirir. Çünkü artık ölüm dikenini yitirmiş ve mezarın zaferi elinden alınmıştır. İmanlı şu ezgiyi söyleyebilir:


Ölüm yenildi! Ey sadık olanlar, bunu sevinçle bildirin;

Övüngen mezar şimdi zaferin nerede?

İsa yaşıyor! Yüksek kapılar artık keyifsiz değil;

Güçlü Kurtarıcı İsa yaşıyor.

Fanny J. Crosby
91. Mezmur: Benim Mezmurum
1922 yılında, Batı Hebrides’de beş yaşlarında bir erkek çocuğu difteriden ölmek üzereydi. Boğazını balgamlı bir zar kaplamıştı ve soluk alması giderek zorlaşmaktaydı. İmanlı bir Hıristiyan olan annesi, oğlunun verdiği son soluğu görmemek için ona sırtını dönmüştü. Tam o anda kapı çalındı. Gelen kişi, anne­nin komşu köydeki kayınbiraderiydi. Şöyle dedi: “Artık çocuğun için kaygı­lanmak zorunda olmadığını bildirmeye geldim. İyileşecek ve bir gün Tanrı onun canını kurtaracak.” Kadının aklı karışmıştı ve kuşkulara kapıldı. “Bunu nasıl söylersin?” dedi. Kayınbiraderi ona 91. Mezmur’u okuduğunu ve Tanrı’nın kendisine bu son üç ayet aracılığıyla seslendiğini söyledi:
Beni sevdiği için

Onu kurtaracağım ve özgür kılacağım;

Benim büyük adımı tanıdığı için onu yükselteceğim.

Bana seslenince onu yanıtlayacağım,

Sıkıntıda onun yanında olacağım,

Sıkıntıdan kurtarıp onu yücelteceğim,

Ve onu onurlandıracağım.

Onu uzun ömürle doyuracak;

Ve kurtarışımı göstereceğim.

İskoçya “Mezmurlar Kitabı”


Bu çocuk bendim. Tanrı o gece beni ölümden kurtardı; on üç yıl sonra da canımı kurtardı ve beni uzun ömürle doyurdu. İşte şimdi bu mezmura neden be­nim mezmurum dediğimi anlıyorsunuz. Bazen şaka yollu bu mezmuru başkala­rıyla paylaşmaya istekli olsam da, aslında bu mezmur kesinlikle benim mezmu-rumdur!

Din bilginlerinin çoğu bu düşüncemi kabul etmezler. Bunun Mesih’le ilgili bir mezmur olduğunu söylerler. Elbette ki haklıdırlar. Öncelikli yorumu, harika Rabbimiz İsa Mesih’le ilişkilidir. Bu mezmuru da bu bakış açısından inceleye­ceğiz, ama bunu yaparken bir yandan da mezmurun değerli vaatlerine kendimiz için sahip çıkmayı da unutmayalım:


Lütfunun bütün nehirlerini istiyorum;

Her vaadinin üzerinde benim adım yazılı.


Yüklə 1,7 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin