Şİİr niteliĞİndeki Kİtaplara giRİŞ



Yüklə 1,7 Mb.
səhifə23/33
tarix29.07.2018
ölçüsü1,7 Mb.
#62754
növüYazi
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   33

103:6 Rab’bin merhameti ve sevgisi, İbrani halkına olan davranışlarında sergilenir; özellikle onları Mısır’dan çıkartmakla bunu kanıtlamıştır. Bu, bütün zulüm görenleri haklı çıkartacağının ve adaleti sağlayacağının bir işaretidir.

103:7,8 Mısır’dan vaat edilen ülkeye yapılan göçte, Tanrı Musa’ya yolla­rını ve İsrail halkına yapacağı işleri açıklamıştır. Musa’yla çok yakından ko­nuşmuş ve onunla planlarını, amaçlarını paylaşmıştır. İsrail halkı bu planların uygulanması gerçeğine tanık olmuştur. Tanrı’nın yolları ve işleri arasındaki fark, O’nun yollarının açıklamayla, işlerinin ise gözlemleyerek öğrenildiğidir.

Tanrı, halkıyla ilgilenirken onlara merhametini ve lütfunu göstermiştir. Kılavuzluk etmiş, korumuş ve yolda attıkları her adımda onlara gerekli her şeyi sağlamıştır. Halkı dik kafalıdır, şikayet eder, başkaldırır ve söz dinlemez. Ama yine de O, öfkesi alevlenmeden önce, büyük sabırla merhamet gösterir. Merha­metine nankörlükle karşılık verilmesine rağmen, merhameti tükenmez.


Sevgili Rab, hiçbir şey hak etmedim,

Ama sen, yine de harika sevgini üzerime döküyorsun.

Çoğu zaman düşsem ve isteğini yerine getirmesem de,

Senin zorlayan, lütufkâr sevgin hep içimde kalır.



Yazarı bilinmiyor
103:9,10 Tanrı’nın, çocuklarını azarlama zamanı da gelir, ama o zaman bile bu davranışı uzun sürmez. Yargı O’nun işidir. Tanrı’nın merhameti boldur. Eğer hak ettiğimizi verseydi, mutlaka cehenneme gitmemiz gerekirdi. Ama Tanrı’nın merhameti, bize hak ettiğimizi vermeyişiyle sergilenir. Günahlarımı­zın cezası çarmıhta bir başkası tarafından ödenmiştir. Kurtarıcı’ya güvendiği­mizde, Tanrı adil bir biçimde bizi bağışlar. Daha sonrası için de bir tehlike ola­maz; Mesih borcumuzu ilk ve son kez ödemiştir, bu nedenle bizden borç öde­memiz asla istenmeyecektir.

103:11,12 Tanrı’nın bu harikulade kurtarış planını sağlayışındaki sevgisi ölçüsüzdür. İnsanın hayal gücü bunu anlama konusunda yetersizdir. Eğer gök­ler ve yeryüzü arasındaki uzaklığı ölçebilseydik, belki o zaman O’nun sevgisi­nin büyüklüğü hakkında az da olsa bir fikir sahibi olabilirdik. Ama bunu yapa­mayız, içinde yaşadığımız evrenin büyüklüğünü bile bilemeyiz. Bu arada, son­suz uzaklıktan söz ederken, isyanlarımızı bizden, doğu batıdan ne kadar uzaksa o kadar uzaklaştırdığından söz etmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Nasıl doğu ve batı asla birleşmezse, aynı şekilde imanlı ve günahları asla bir araya gelmeyecektir. Bu günahlar bir sevgi mucizesi aracılığıyla, Tanrı’nın gö­zünden sonsuza kadar kaldırılmışlardır.

103:13,14 Biri, “İnsanın zayıflığı Tanrı’nın merhametini gerektirir” demiş­tir. Bir baba, nasıl küçük çocuğu kendisini aşan yüklerle mücadele ettiğinde onu sevecen bir anlayışla izlerse, aynı şekilde Rab de zayıflıklarımızda bize merhametle bakar. Ne olduğumuzu –toprak olduğumuzu– bilir; çok zayıf ve ça­resiz olduğumuzun farkındadır. Bizler genellikle toprak olduğumuzu unuturuz, ama Tanrı hatırlar. Bunu unutmak, kibir, özgüven, bağımsızlık ve bunalımlara neden olur.

103:15,16 İnsan yalnızca toprak değildir, aynı zamanda kısa sürede toprağa geri döner. “Topraktan alındın, toprağa döneceksin” ifadesi ilk buyruktur ve gerçekleşmesine karşı konulamaz. İnsanlar doğar, sonra tarladaki çiçek gibi serpilir, rüzgar esince de yok olur gider, bulunduğu yer onu tanımaz.

103:17,18 Bununla Tanrı’nın merhameti arasında çok canlı bir zıtlık bulu­nur. Tanrı’nın merhameti kendisinden korkanlar için sonsuza dek sürer, sınır­sızdır. O’nun adaleti kuşaklar boyu devam eder. Bunu bilmek bizi avutur. Hı­ristiyan anne babalar sık sık çocukları ve giderek tırmanan kötülük dünyasında büyüyen torunları için kaygılanırlar. Ama çocuklarımızı, sevgisi sınırsız ve adaleti yalnız bizim için değil, bizden sonraki çocuklarımız için de yeterli olan RAB’be emanet edebiliriz. Elbette vaatlere eklenmiş bir koşul bulunmaktadır. Bu vaatler, O’nun antlaşmasına sadık kalanlar ve buyruklarını hatırlayan­lar için geçerlidir. Böyle olması da akla uygundur.

103:19-22 Rab Kral’dır. Tahtı göklerdedir ve yetkisi evrenseldir. Bu ne­denle her şey ve herkes tarafından övülmesi doğrudur; Davut, yaratılışın büyük korosunu güçlü bir tapınma uyumu içinde yönetmek üzere evrenin kürsüsüne çıkar. Önce kudretli ve söz dinleyen meleklere, şükran ve sevinç ilahisini baş­latmalarını ister. Sonra RAB’be hizmet eden yaratıkların uyumlu bir övgüyle tapınmasını ister. Sonra da Tanrı’nın yapıtı olan her şeyi bu görkemli kutla­maya katılmaya davet eder. Bu büyük haleluya korosu Tanrı’nın Egemen­liği’nde çınlarken, kendisi koroyu yönetir ve Rab’bi över. Biri, Davut’un bu­rada şöyle söylediğini hayal etmiştir:

“Yaratılışın övgüleri ortasında sesim sana övgü ezgileri söylesin!”



104. Mezmur: Yaratıcı ve Destek Olan
New York, Londra ya da Tokyo gibi büyük şehirlerde milyonlarca kişi ya­şar. Birçok organizasyon su, barınma, yiyecek ve diğer gerekli hizmetleri yürü­tür.

Şimdi, yaşadığımız dünyayı yöneten Tanrı’nın görevinin, bu görevlerin çok üstünde, sınırsız bir büyüklükte olduğunu düşünelim. O, bütün yarattıkları için su sağlamakla yükümlüdür. İnsanlar, hayvanlar, kuşlar ve balıklar için yiyecek sağlama görevinin yoğunluğunu bir düşünün! Bütün yaratıklarının bir ev ya da barınağı olmalıdır. Bütün bunlar bize, Tanrı’yı Yaratıcı ve doğanın bu engin ha­yatının destekleyicisi olarak görebilmemiz için derin düşüncelere yöneltir.



104:1-3 Varlığının tamamını Rab’bi yüceltmeye çağırdıktan sonra, adı be­lirtilmeyen mezmur yazarı, Tanrı hakkında Michelangelo’ya esin vermiş olan o büyük tanımlarından birini verir. Bu tanım mecaz olarak anlaşılmalıdır, aksi takdirde görünmeyen Tanrı’yı nasıl tanımlayabilir ya da O’nun sonsuz büyük­lüğünü, sınırlı sözcüklerle nasıl açıklayabilirdik?

Mezmur yazarı durur, Tanrı’yı düşünür ve şaşkınlık içinde açıklar: “Ya RAB Tanrım, ne ulusun!” Sonra, teofani (Tanrı’nın bir görünüşü) ile ilgili ay­rıntılara geçilir. Tanrı, görkem ve yücelik kuşanmıştır. Bir kaftana bürünür gibi ışığa bürünmüştür; bu O’nun kesin saflık ve adaletinin simgesidir. Yeryüzü­nün üstüne bir perde gibi atmosferi ve yıldızları yaymıştır. Tüm bunlar düşü­nüldüğünde insan ürker. Evini yeryüzünün üstündeki sular üzerine kurmuştur; rüzgarın önünde hareket eden bulutları kendine savaş arabası yapmıştır, rüz­garın kanatları üzerinde gezer.



104:4 Yarattığı melekler ruhtur; görevlileri bir ateş alevidir. İbrani dili, rüzgar ve ruh için aynı sözcüğü kullandığından ve bu sözcük hem melek hem de haberci anlamına geldiğinden, bu ayet şöyle çevrilebilir: “Rüzgarları kendine haberci, yıldırımları hizmetkâr eden sensin.” Bu, doğaya ve onun koşullarına uygundur, ama bu ayeti İbraniler 1:7’deki alıntı içinde incelediğimizde, gele­neksel çeviriyi gerektirir. (Grekçe’de de aynı çift anlam dizileri bulunur; bu ne­denle her iki antlaşmaya da uyarlanır).

104:5-9 Mezmurda ilerledikçe, Yaratılış birinci bölümdeki yaratılış günle­rini yeniden hatırlarız. Ancak günlerin bazıları, diğerleri kadar vurgulanmamış­tır. Mezmur yazarı, Tanrı’nın yaratıkları ve özellikle insan için düzenlediği sağla-yışa hayran kalır.

Önce, Tanrı’nın yeryüzünün sabit ve sarsılmaz bir yüzey üzerinde oturabil­mesi için yeryüzünü görünmeyen temeller üzerinde nasıl biçimlendirdiğini ha­tırlar. Başlangıçta bütün yeryüzü öylesine derin sularla kaplıydı ki, dağlar bile suyun altında kalmıştı. Tanrı üçüncü gün şöyle dedi: “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” (Yar.1:9). Sular aniden hızla geri çekil­diler. Dağlar ve vadiler, Tanrı’nın kendileri için önceden belirlediği yerlerde göründüler. Denizler ve okyanuslar, kuru toprağı istila edememeleri için sınır­landırılarak durduruldular.



104:10-13 Sonra Tanrı’nın harika su sistemi işlemeye başladı. Kaynaklar

bol su fışkırttı. Vadilerde fışkıran pınarlar, dağların arasından yol bularak aktılar ve sonunda denizlere vardılar. O zamandan bu yana vahşi hayvanlar susuzluk­larını bu pınarlarda, nehirlerde ve göllerde giderdiler. Kuşlar bu suların yanla­rında büyüyen ağaçlarda kendilerine yuva yapmak için yer buldular. Bir başka su kaynağı ise yağmurdur. Elihu’nun işaret ettiği gibi, Tanrı “Su damlalarını yukarı çeker, buharından yağmur damlatır. Bulutlar nemini döker, insanların üzerine bol yağmur yağdırır” (Eyü.36:27, 28). Bu sulama sistemi dağları sular­ken, yeryüzü Tanrı’nın sulama programının sonuçlarıyla doyar.



104:14,15 Bu ayetlerde Tanrı’nın yarattıkları için yiyecek sağladığı anlatı­lır. Hayvanlar için ot, insanların yararı için bitkiler yetiştirir. Yavaş ve sessiz bir mucizeyle topraktan yiyecek çıkar. Üzümlerin suyu harika bir süreç aracı­lığıyla şaraba dönüşür ve bunu içen insan neşelenir. Zeytin geniş bir kullanım imkanı sunarak altın renkli yağını verir. Tanrı’nın verdiği yiyecekler hem sağ­lıklı hem de lezzetlidir. Tohumlardan ekmek yapılır, ekmek insana işlerini ye­rine getirmesi için gerekli yaşam gücünü verir.

104:16-18 Ormanın büyük ağaçları topraktan tonlarca su çekerler; Lüb­nan’ın sedirleri, insanlar tarafından dikilmeden doğal olarak büyürler. Karşılı­ğında kuşlara barınak olurlar. Örneğin, leylek evini çam ağaçlarına yapar (ar­dıç ya da selvi ağacı anlamına da gelebilir). Yüksek dağlar, dağ keçileri için ideal bir ev, kayalar ise kaya tavşanlarına sığınak sağlar.

104:19-23 Yaşam belirlenmiş zaman ve dönemlerle ölçüldüğüden, zamanı ölçmenin bir yolu olmalıdır. Bu nedenle, Tanrı ayları belirlemek için gökyüzüne ayı yerleştirdi. Güneş ise batacağı zamanı bilerek yaratıldı, böylece günün sona erdiği anlaşılacaktı. Gece ve gündüzün düzenli değişimi, insanlar ve hayvanlar için ilahi bir takdirdir. Karanlığın örtüsü altındaki orman hayvanları, sinsice yiyeceklerinin peşinde dolaşırlar. Sabah olduğunda mağaralarının güvenliğine geri dönerler. Ama insan uyanır, işine gider ve gün ışığının saatlerini verimli işler için kullanır.

104:24-26 Tanrı’nın işlerinin çeşitliliği şaşırtıcıdır. “Bütün bunları tasarla­yan nasıl bir bilgeliktir?” (Knox). Yeryüzü O’nun yaratıklarıyla doludur ve O her birinin yaşamındaki ayrıntılarla şaşırtıcı bir dikkatle ilgilenir. Deniz küçük ve büyük varlıkları barındıran yaşamla kaynaşır. Denizler küçüklü büyüklü sa­yısız canlıları, hem bir plantonu, hem de bir balinayı barındırır.

Şimdiye kadar hep canlı yaratıklar anlatıldığından, 26’ncı ayette gemilerden söz edilmesi bu bölümle uyumsuz gibi görünür. Bazıları bu ifadenin deniz ca­navarlarını belirttiğini düşünür (Yar.1:21), ancak ayetteki gemiler sözcüğü doğ­rudur. Livyatan (aynı ayette), denizi sevimli oyunları için ideal bir yer olarak gören balina ya da yunuslara işaret ediyor olabilir. (Eyüp 41. bölümün yoru­muna ve dipnotlarına bakınız).



104:27-30 Bilinçli olarak farkında olmasalar da, bütün yaşayan organiz­malar beslenmeleri için Tanrı’ya bağımlıdırlar. Hepsi toplanıp yiyeceklerini vermesi için O’nu bekler. O elini açar ve onlar bollukla doyurulurlar. 13’üncü ayette yeryüzü, Tanrı’nın yağmur göndermesiyle beslenir. 16’ncı ayette ağaçla­rın suya doydukları söylenir. Bu ayetlerde bütün yaratıkların doyurulduğunu görmekteyiz.

Ölen kuşağın yerini yenileri alır. Hayvanlar, yaşları nedeniyle öldüklerinde ya da öldürüldüklerinde sanki Tanrı yüzünü gizler gibidir. Bu hayvanlar öl­düklerinde toprak olurlar. Tanrı Ruhu’nu gönderir ve yeryüzünü tekrar yeni canlılarla doldurur. Bir taraftan sürekli kaybolanlar olurken, diğer taraftan yeryüzünde sürekli bir yenilenme gerçekleşir.



104:31,32 Mezmur nasıl yaratılışı anlatarak başladıysa, şimdi de günahın yıkımının sona ereceği, Rab’bin yücelik ve iyiliğinin onurlandırılıp övüleceği, altın çağ için tutkulu bir dua ile sona erer:
Mezmur yazarı, kendisinin ve Tanrı’nın kudretli uyumunun parçaları olan bütün yaratıklarının geri getirilip yenileneceği, Tanrı’nın işleriyle sevinip dinleneceği yeni bir Şabat Günü’nün doğacağı ve evrenin övgü ilahisiyle dolu bir Tapınak haline geleceği zamanı görmeyi özlemektedir.70
Mezmur yazarı, Rab’bin görkeminin sonsuza kadar sürmesi ve ellerinin işleriyle sevinmesi için dua eder. Bir bakışıyla yeryüzünü sarsan bu yüce Tanrı, dokunuşuyla volkanların patlamasını sağlamaktadır.

104:33-35 Mezmur yazarı ise yaşadığı sürece Tanrı’yı ezgilerle övmeye kararlıdır. Düşüncelerinin RAB’be hoş görünmesi ve sevincinin Rab olması için dua eder.

Tanrı’nın yaratılışını bozan günahkârların yeryüzünden uzaklaştırılmala­rını adil bulur. Tanrı zaten böyle olmasına karar vermiştir ve bu nedenle duası Tanrı’nın isteğiyle uyumludur.

Bize gelince, hiç kuşkusuz şu ifadelerle sevinebiliriz:
RAB’be övgüler sun ey gönlüm!

RAB’be övgüler sunun!
105. Mezmur: İbrahim’le Yapılan Antlaşma
Tanrı, İbrahim’le yaptığı antlaşmada onun soyuna, Mısır Irmağı’ndan Fırat Irmağı’na kadar uzanan toprakları vaat etmişti (Yar.15:18-21; Çık.23:31; Yas.1:7, 8; Yşu.1:4). Bu vaat koşulsuzdu, saf lütuf antlaşmasıydı. Her şey Tanrı’ya ba-ğımlıydı, insana bağımlı olan hiç bir şey yoktu.

Mezmur, büyük coşkuyla Tanrı’nın antlaşmayı verişinden, İsrail çocukları­nın vaat edilen topraklara götürülüşüne kadar olan zamanı aktarır. Vurgu, Tan-rı’nın yaptıkları üzerinedir. İsrail’in günahları ve düşüşleri hakkında hiçbir şey söylenmez.

Aslında İsrail, vaat edilen bölgeyi asla bütünüyle almış değildir. Vaade en çok yaklaşılan dönem Süleyman’ın krallığı sırasındaydı. Süleyman her ne kadar Fırat’tan, Mısır sınırına kadar olan bütün krallıklar üzerinde egemenlik sürdüyse de, Yahuda ve İsrail halkı, Dan’dan Beer-Şeva’ya kadar olan ülkede oturdular (1Kr.4:21-25). Ama İsrail’in Mesih’i, güç ve görkemle geri döndüğünde, İs­rail’in sınırları Tanrı’nın İbrahim’e vaat ettiği bütün toprakları kapsayacaktır. O gün geldiğinde, iman eden İsrail yeni bir ruh ve anlayışla bu ezgiyi söyleyecek­tir.


Şükredin ve Övün (105:1-6)
Mezmurların çoğu genellikle üzgün ve karamsar başlar, sonra tapınma coş­kusuyla yükselir. Ama bu mezmur gerçek bir övgü patlamasıyla açılır, öyle ki, okuyucu bu coşkudan hemen etkilenir. Hayranlığı arttıran fiillerin çeşitliliğine dikkat edin:
RAB’be şükredin,

O’na yakarın,

Halklara duyurun yaptıklarını!

O’nu ezgilerle, ilahilerle övün,

Bütün harikalarını anlatın!

Kutsal adıyla övünün,

Sevinsin Rab’be yönelenler!

RAB’be ve O’nun gücüne bakın,

Durmadan O’nun yüzünü arayın!

Ey sizler, kulu İbrahim’in soyu,

Seçtiği Yakupoğulları,

O’nun yaptığı harikaları,

Olağanüstü işlerini

Ve ağzından çıkan yargıları anımsayın!
Tanrı’nın İbrahim’le Yaptığı Antlaşma (105:7-11)
105:7,8 Mezmur yazarının ani canlılığının nedeni, İbrahim’le yapılan ant­laşmadır (Yar.12:7; 13:14-17; 15:7, 18-21; 17:8; 22:17, 18; Çık.32:13). Bu antlaşma, adil işleri bütün yeryüzünde görülen Rab Tanrımız tarafından ya­pılmıştı. Vaadin gerçekleşmesi bin kuşak gecikmiş olsa bile, O vaadini asla unutmayacaktır. O’nun vaatleri, şimdiden gerçekleşmiş kadar kesindir.

105:9-11 Antlaşma ilk olarak İbrahim’le yapılmış (Yar.12:1-20), daha sonra İshak’la onaylanmış (Yar.26:3, 4) ve en sonunda Yakup’la doğrulan­mıştı (Yar.28:13-15). Yalan söyleyemeyen Tanrı’nın sözüydü. Halkına miras olarak Kenan ülkesine gireceklerine ilişkin güvence vermişti. İsrail tarihinde, Tanrı’nın engelleri nasıl kaldırdığını ve vaadinin gerçekleşmesi için düşmanları nasıl yendiğini görürüz.
Ulusun Emekleme Dönemi (105:12-15)
Mezopotamya’dan Kenan ülkesine ilk kez geldiklerinde savunmasız bir avuç göçmendiler. Bu ilk günler, hem ülkenin içinde, hem de diğer ülkelerdeki dav­ranışlarıyla sergilenir (Yar.12:1-13; 20:1-18; 28:1 – 29:35). Ama Tanrı onları tehlike ve baskıdan korudu. Firavun (Yar.12:17-20) ve Avimelek gibi (Yar.20:1-18;

26:6-11) yöneticileri, şu sözleri söyleyerek azarladı: “Meshet­tiklerime dokun-mayın, peygamberlerime kötülük etmeyin!


Yusuf’un Mısır’ın Yönetimine Atanması (105:16-22)
Geçen süre içinde, Kenan ülkesinde ciddi bir kıtlık baş gösterdi. Bütün ek­mek stokları eridi; temel yaşamsal destek yok olmuştu. Bu kıtlığın nedeni Tanrı’ydı; ama yaptığı sadece bunların gerçekleşmesine izin vermekti... Kötülük asla Tanrı’dan gelmez, ama O, kötülüğe bazen izin verir. Sonra da kötülüğü kendi yüceliği ve halkının iyiliği için bozguna uğratır. Tanrı’nın bu kıtlık dö­nemi için hazırladığı kişi, Yusuf’tu. Kardeşleri kendisinden nefret ettiği için Mısır’a bir köle olarak satılmıştı. Orada ayartıcı bir kadın tarafından haksız yere suçlanarak hapse atıldı (Yar.39:20). 18’inci ayette Yusuf’un mahkûmiye­tine ilişkin kaydedilmiş bazı ayrıntılar buluruz: “Zincir vurup incittiler ayak­larını, demir halka geçirdiler boynuna.” Hapiste geçirdiği iki yıl boyunca Tanrı’nın sözü, onun dua yorumlama ve geleceği önceden bildirme armağanını geliştirdi. Sonunda bu yeteneği firavunun dikkatine sunuldu ve firavun onu yal­nızca özgür bırakmakla kalmayıp ülkenin ikinci yetkilisi konumuna atadı. Yu­suf’a Mısırlı prensler üzerinde yetki verdi. Gerektiğinde, Yusuf kendisinden daha yaşlı kişileri bilgelikle eğitecekti.
Yakup ve Ailesinin Göçü (105:23-25)
Sonunda Yusuf’un ailesi Mısır’a geldi ve geçen yıllar içinde çoğaldılar; malları arttı ve askeri yönden güçlendiler. Tanrı izin verdiği için Mısırlılar, Ya­hudiler’den nefret edip onlara baskı yaptılar.
Musa ve Mısır’daki Belalar (105:26-31)
105:26,27 Tanrı bu kez Musa’ya ve vekili Harun’a, firavunun karşısına çıkıp kölelik eden halkını özgür bırakmalarını söylemek için yetki verdi. İstek­leri, firavunun direnişini kırmak için tasarlanmış bir dizi belayla noktalandı.

Burada belalar tarih sırasına göre konulara ayrılmamıştır. Beşinci ve altıncı belalardan söz edilmemiştir.



105:28 Tanrı, bütün ülkenin üzerine koyu bir karanlık gönderdi (doku­zuncu bela). Mezmur yazarı şu şaşırtıcı yorumu ekler: “Onlar Tanrı’nın sö­züne karşı gelmediler.” Zorluk çok büyük olduğu için RSV çevirmenleri ifa­deyi şöyle değiştirdiler: “O’nun sözlerine karşı geldiler”, ancak bu değişikliği yapabilmek için el yazmalarının yetkisine sahip değillerdi. Barnes bu yorumu, Musa ve Harun’un Rab’bin sözlerine karşı gelmediklerini, O’nun buyruklarına göre hareket ettiklerini söyleyerek açıklar. Ya da koyu karanlık nedeniyle, Mı­sırlılar’ın karşı koyamayacak kadar güçsüzleştikleri anlamına gelebilir.

105:29-31 Tanrı, Nil Irmağı’nın sularını kana çevirdi ve bütün balıkla­rını öldürdü (birinci bela). Bu, olabilecek en büyük kirlilikti.

Daha sonra söz edilen bela, kurbağalardı (ikinci bela). Ülkenin her yerinde kurbağalar kaynaştı; fırınlara, hatta yataklara kadar girdiler. Kralın odası bile bu sıçrayan yapışkan yaratıklardan payını aldı!

Tanrı’nın tek bir sözüyle ülke sinek sürüleriyle mahvoldu (dördüncü bela). Ülkenin her yanına sivrisinekler üşüştü (üçüncü bela).

105:32-36 Yağmur yerine dolu ve şimşek yağdırdı (yedinci bela). Büyük ateşten toplar ülkeyi sarsarken asmalar, incir ağaçları ve diğer ağaçlar mah­voldular. Bu bela insanları da yaraladı ve ölmelerine neden oldu (Çık.9:25).

Sonra istilacı bir ordu gibi ilerlerken, bütün bitkileri tüketen ve arkalarında perişan bir ülke bırakan çekirgeler geldi (sekizinci bela).

Bu belalar hiçbir sonuç vermeyince, Tanrı Mısırlılar’ın bütün ilk doğanla­rını öldürdü – hem insanları hem de hayvanları (onuncu bela). Bu, akıllardan asla silinmeyecek bir geceydi – Mısırlılar’ın evindeki gurur kesilip atıldı.
Mısır’dan Çıkış (105:37, 38)

Yahudiler Mısır’dan, Mısır’a geldiklerinde sahip olduklarından çok daha fazla gümüş ve altınla ayrıldılar; Mısırlılar onlardan kurtulmak için istedikleri her şeyi vermeye razıydılar (Çık.12:33, 36). Belalar Mısırlılar’a zarar verme­sine rağmen, İsrailliler hasardan etkilenmediler. Hepsi de yolculuk etmek için uygun koşullara sahiptiler. Aralarından biri bile sendelemedi ve düşmedi.

Oradan ayrıldıklarında Mısırlılar rahatladı; çünkü İsrailliler onlar için çok büyük bir tehdit oluşturuyordu.
Çöl Yolculuğu (105:39-42)
Tanrı, çöldeki halkının ihtiyaçlarını değişik bir biçimde karşıladı. Onları iz­leyen bulut (Çık.13:21), aynı zamanda onları düşmandan da saklıyordu (Çık. 14:19, 20). Gece, yolculuk için ışık sağlayan bir ateş sütununa dönüşü­yordu. Yiyecek istediklerinde, onlara en iyisini verdi; bol bıldırcın ve man (gökten inen mucizevi ekmek). Susadıklarında kayayı yararak susuzlukla­rını gider-melerini sağladı. İstedikleri kadarını kullandıktan sonra kalan su, çölde bir ırmak oluşturacak yeterlilikteydi. RAB gereksinimlerini özenle karşı­ladı. Çünkü kulu İbrahim’e verdiği kutsal vaadi unutamazdı.
Sonunda Ülkeye Vardılar (105:43-45)
Tanımlanamaz sevinç ve ezgilerin eşlik ettiği harika bir kurtuluştu bu. RAB, onları Kenan ülkesine getirdi ve orada yaşamakta olan ulusları kovdu. Her şey onlar için hazırlanmıştı; ulusların emeklerini biçtiler.

Bu elbette Tanrı’nın isteğiydi. Ülkede kalabilmeleri, RAB’be olan itaatle­rine bağlıydı (Lev.26:27-33; Yas.28:63-68; 30:19, 20).

Mezmurun son ayeti, amaçlanan doruğa ulaşır. Bütün zaman boyunca Tan-rı’nın neler yaptığını anlatır.

Bu bizler için de geçerlidir. Son ayette, Tanrı bizi kendi halkı olarak ilan et­miştir:


Kurallarını yerine getirsinler,

Yasalarına uysunlar diye.

RAB’be övgüler sunun!
106. Mezmur: Tarihten Alınacak Dersler
Cromwell şu soruyu sormuştur: “Tarih, Tanrı’nın kendisini açıklamasından başka nedir?” Mezmur yazarı bunu kolaylıkla kabullenecekti, çünkü halkının ta­rihinde Tanrı kendisini iyilik, sabır ve değişmeyen sevginin Tanrısı olarak açıklamıştı.

Mezmur yazarının adını bilemesek de, halkı köleyken bu satırları yazan tanrısayar bir Yahudi olduğunu biliyoruz (47. ayet). Mezmur öncelikle ulusal bir günah itirafıdır (6-46. ayetler), ama aynı zamanda övgü (1-3, 48. ayetler) ve dua (4, 5, 47. ayetler) unsurlarını da içerir.


Övgü (106:1-3)
106:1 Tanrı’ya yaklaşmaya tapınmayla başlar; Tanrı’nın kapılarından şük­ranla girer ve kutsal avlularında övgüyle ilerler. “Övgüler sunun Rab’be”, İbranice “haleluya” sözcüğünün çevirisidir ve ezginin başı ile sonunda geçer. Rab’be övgüler sunmalıyız, çünkü O hepimize iyi davranmıştır. Merhameti sonsuza kadar sürer; ayakta kalışımız bunun kanıtıdır. Eğer hak ettiğimizi al­saydık, sonsuza kadar kaybolacaktık.

106:2,3 Hiçbir insan, Tanrı’nın, halkı için yaptığı mucizevi müdahaleleri anlatma konusunda yeterli değildir. Sonsuzluk bile Rab’bi ve yaptıklarını yete­rince övmek için uzun değildir.
Yüklə 1,7 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin